Dağların Doruklarında Değişim Serüveni
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 


Tarih 20 Temmuz 2015, hava yeni yeni kararmaya başlamış. Uzunca bir yürüyüşün ardından varacağımız yere az bir zaman kala bir noktada mola veriyor, yemek yiyoruz. Masanın bir ucunda durmakta olan radyoda kısık sesle haberler aktarılıyor. Sohbetimizin sesi her şeyi bastırıyor ama bir sessizlik oluyor ve radyodan "sosyalist", "katliam" ve "Suruç" kelimelerini duyuyorum. Bir şeyler olduğunu anlıyoruz ve televizyona doğru yöneliyoruz. Kobane'nin yeniden inşası için Suruç'tan yola çıkmak isterken katledilen yoldaşlarımızın, 33 devrimcinin şehadetini öğreniyoruz.
İçimdeki öfke, içimdeki kararlılık katlanarak artmıştı. Saatlerce süren yürüyüşün yorgunluğu etki etmiyordu artık. Yolum, partimizin özgürleştirilmiş Kürdistan topraklarında, Medya Savunma Alanları'nda bulunan Hüseyin Demircioğlu Akademisi idi. Devrimin çağrısına kendi cephemden yanıt olmak, partimin kendisini savaş partisi olarak konumlandırdığı bir süreçte yetişmek, bu sürecin emektarlarından olmak ve düzenin tüm yüklerinden, alışkanlıklarından koparak değişmek, arınmak, sadeleşmek, kendimi geliştirmek istiyordum. Yola çıkarken aklımda bunlar vardı. İşte bunun için yüzümü özgür dağlara döndüğüm, gerilla alanlarına vardığım ilk anda aldığım haber bunu mutlaka gerçekleştirmem gerektiğini bir kez daha göstermişti bana. Artık başka bir ihtimal yoktu, değişecek ve gelişecektim!
Herkes gibi ben de düzenin tüm kirini, alışkanlıklarını, ilişki ve yaşam biçimlerini içimde taşıyor ve bu düzenin bir parçası olduğum süre boyunca da bunları her geçen gün büyütüyordum. Düzenin aile, arkadaş ve sevgili ilişkileri, eğitim sistemi, çalışma yaşamı, hatta "düzen devrimciliği" ve buna bağlı ilişkiler, sınırlılıklar, yüzeysellikler, rekabet, hırs, kin, düşmanlık; güzel olan ne varsa işte onların olmadığı her şey... Düzenin bana bir şey veremeyeceği konusunda yıllar önce netleşmiştim. Fakat "alternatif yolu", çözümü, ne yapmam gerektiğini bir türlü farkedemiyor, kendimi o yolda konumlandıramıyordum. Devrimci mücadele içerisinde bulunmakta nettim fakat düzen devrimciliği veya ufkumun düzen içerisine hapsolup kalması, bir süre sonra devrimci mücadeleme de yansıyordu. İlişkilerde hep zayıftım, geçimsiz, aksi, üzüldüğümde veya sinirlendiğimde "küsüp oyundan çıkan" olurdum hep. Sokakta doyasıya oynaması gerekirken bir apartman dairesinde, odasındaki bilgisayarla büyüyen ve tek yaşamı bu sanal dünya olan bir çocuk olmak mıydı "suçum"? Veya bu sorunu yaşayan yalnız ben miydim?
Herkesin yaşadığı bu doğal çelişkileri yaşadığım bir anda, hatta en zorlandığım anda, ileriye doğru bir sıçrama yapmak istedim. Partimin görevlendirmesi üzerine yüzümü özgür dağlara çevirdim. Partim bana bu olanağı sunduğunda beni böyle bir sürecin beklediğini bilmiyordum. Dağlar, düne kadar benim için araziden başka bir şeyi ifade etmiyordu. Nereden bilebilirdim ki bu dağlarda kendimi bulacağımı, sorularımın tüm yanıtlarının dağlarda gizli olduğunu, yaşayamazdım dağlara gelmeseydim bunca güzelliği. Dağlar öncelikle kendimle yüzleşme alanı oldu benim için, bugüne kadar yaşadığım tüm sorunlarımı, eksikliklerimi, hatalarımı, zaaflarımı ve zayıflıklarımı gördüm. Nerelerde zorlandığımı, neleri yapmadığımı, neleri eksik bıraktığımı gördüm, yaşamımın tamamı her gün yüzüme yansıyordu. Meğer o büsbüyük kayalar birer aynaymış. Sonra bunca yıl çözemediğim bu soruların yanıtlarının ne olduğunu öğrendim, yıllardır tanımlayamadığım sorunların cevaplarının aslında benim içimde mevcut olduğunu görmüş oldum. Çözüm ne kadar da kolaymış. Ama bir şartı var, değişim için istek ve her gün mücadele, her gün kesintisiz sürecek bir kavga!
Dağlar bana değişimin ve dönüşümün düzenden arınmak olduğunu gösterdi. 'Yeni insanın', yeni bir yaşamın yolunun ancak ve ancak düzenden, tüm ruh ve aklımızla kopmak olduğunu gösterdi. Dağlar, güneşin doğuşunun ve batışının, ayın, yıldızların, dağların yamaçlarından akıp gelen o güzel suyun güzelliğini gösterdi.
Özgür alanlar ve politik-askeri cephe, bana başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterdi. Mekanikleşen, kendisine, insana, doğaya ve yaşamın tamamına yabancılaşan bir insanın, 'insanlaşmasını' sağlamaydı olan biten. Olan biten kendimi yeniden keşfetmek, kapitalizmin benden çaldığı tüm özellikleri geri kazanmaktı. En güzel değişim ve dönüşüm alanının özgür alanlar olduğunu düşünüyorum. Ancak değişim ve dönüşüm kolay bir süreç değilmiş, bunu da anladım. Savaşta nasıl ki bir irade çarpışması söz konusuysa değişim sürecinde de aynısı geçerli. Burada düşmanımız düzen, düşmanımız alışkanlıklarımız, sınırlarımız, geri düşüncelerimiz, "kendi doğrularımız", erkek egemenliğimiz. Değişime hazır değilsek, bunun ihtiyacını, yakıcılığını içimizde hissetmiyorsak, değişmemiz gerektiğine inanmıyorsak hiçbir şey fayda etmiyor.
Zorlandığım konulardan birisi de "irademi partiye teslim etmek" oldu. Ne kadar da "kolay" bir cümle gibi gözüküyor değil mi? Düzenden kopmak iddiasında olan, değişmekte olan, partimizin askeri cephesinde görev alan birisi için ne kadar da basit gibi. Söylemesi oldukça basit, buna kendini hazırlaması, uygulaması ise oldukça emek gerektiriyor. En ufak bir zorlanmada, bir sorunda, bir olumsuzlukta, bir ayağı düzende olan, aklında düzenin 'albenileri' olan birisinin bu sözünü çok çabuk unutması kolay. O yüzden ki değişmek isteyen birinin görünür-görünmez bütün biçimleriyle düzenden kopması gerekiyor. Bir ayağı devrimcilik sınırlarında, bir ayağı düzen sınırlarındaysa düzen sınırlarındaki ayağını da ileriye atması gerekiyor. Zira "ben değiştim" demekle değişmiş olmuyoruz. "Zor" olana, alışık olmadığımız şeye adapte olmak pek kolay değil. Geriye dönmek, alışkanlıklarımıza dönmek ise oldukça kolay. Değiştikçe, yüklerimden kurtuldukça, 'ben yapamam' dediğim şeyleri yapabildiğimi gördükçe daha fazla hafifledim. O güzel duyguyu yaşadıkça değişime olan inancın artıyor, daha fazla değişmek istiyorsun. Kafamızdaki soru ve sorunlardan kurtulmanın güzelliğine varmaya neden şans vermeyelim ki?
Partiyi, partili yaşamı, devrimi, yaşamı, savaşı, doğayı, insanı, yoldaşlığı ben burada tanıdım, burada anladım. Düne kadar yüzeysel baktığım şeyleri ben burada keşfettim. Şimdi nasıl bırakabilirim burayı, nasıl kopabilirim bu güzelliklerden? Sorunlarımı aştıkça yeni sorunlar karşıma çıkıyor, değişime ve kendimi geliştirmeye daha çok ihtiyacım var. Dağlara geldiğim dönem faşist devletin yeni bir savaş süreci başlattığı dönemdi. Yoldaşlarımızın Suruç'ta katledilmesi, ardından içerisinde bulunduğumuz gerilla alanlarına yönelik yoğun hava saldırıları ve ardından Türkiye ve Kürdistan'daki toplu yıkım, imha ve katliam süreci. Gerillaya katıldığım dönemde başlayan bu savaş, benim de yeni bir sürece başlamamı koşulladı. Tüm engellerimden, tüm sınırlılıklarımdan arınmak, aklımla, yüreğimle ve bedenimle kendimi devrimin ve partimizin ihtiyacına göre hazırlamak ve konumlandırmak istiyorum. Çabam bunadır, çabam yeniyi yaratmayadır. Her zorlandığım anda daha ileriye atılmayı önüme koyacak, devrimin ve partimizin bir savaşçısı olduğumu bilerek hareket edeceğim.
Böylesi bir süreçte Türkiye ve Kürdistanlı devrimciler olarak sınırlarımızı aşmak, değişerek yeniyi yaratmak ve devrimin yapıcısı, savaşçısı olmak önümüzde duruyor. Düzenin 'aşılmaz' gözüken sorunları yalnızca birimizi etkilemiyor, çözümü yaratmak için de tek başına uğraşmayalım. Tüm engelleri aşarak gidelim, dağların doruklarına, yıldızların çok olduğu bir gökyüzü altına!

Deniz Günebakan

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Dağların Doruklarında Değişim Serüveni
fc Share on Twitter
 


Tarih 20 Temmuz 2015, hava yeni yeni kararmaya başlamış. Uzunca bir yürüyüşün ardından varacağımız yere az bir zaman kala bir noktada mola veriyor, yemek yiyoruz. Masanın bir ucunda durmakta olan radyoda kısık sesle haberler aktarılıyor. Sohbetimizin sesi her şeyi bastırıyor ama bir sessizlik oluyor ve radyodan "sosyalist", "katliam" ve "Suruç" kelimelerini duyuyorum. Bir şeyler olduğunu anlıyoruz ve televizyona doğru yöneliyoruz. Kobane'nin yeniden inşası için Suruç'tan yola çıkmak isterken katledilen yoldaşlarımızın, 33 devrimcinin şehadetini öğreniyoruz.
İçimdeki öfke, içimdeki kararlılık katlanarak artmıştı. Saatlerce süren yürüyüşün yorgunluğu etki etmiyordu artık. Yolum, partimizin özgürleştirilmiş Kürdistan topraklarında, Medya Savunma Alanları'nda bulunan Hüseyin Demircioğlu Akademisi idi. Devrimin çağrısına kendi cephemden yanıt olmak, partimin kendisini savaş partisi olarak konumlandırdığı bir süreçte yetişmek, bu sürecin emektarlarından olmak ve düzenin tüm yüklerinden, alışkanlıklarından koparak değişmek, arınmak, sadeleşmek, kendimi geliştirmek istiyordum. Yola çıkarken aklımda bunlar vardı. İşte bunun için yüzümü özgür dağlara döndüğüm, gerilla alanlarına vardığım ilk anda aldığım haber bunu mutlaka gerçekleştirmem gerektiğini bir kez daha göstermişti bana. Artık başka bir ihtimal yoktu, değişecek ve gelişecektim!
Herkes gibi ben de düzenin tüm kirini, alışkanlıklarını, ilişki ve yaşam biçimlerini içimde taşıyor ve bu düzenin bir parçası olduğum süre boyunca da bunları her geçen gün büyütüyordum. Düzenin aile, arkadaş ve sevgili ilişkileri, eğitim sistemi, çalışma yaşamı, hatta "düzen devrimciliği" ve buna bağlı ilişkiler, sınırlılıklar, yüzeysellikler, rekabet, hırs, kin, düşmanlık; güzel olan ne varsa işte onların olmadığı her şey... Düzenin bana bir şey veremeyeceği konusunda yıllar önce netleşmiştim. Fakat "alternatif yolu", çözümü, ne yapmam gerektiğini bir türlü farkedemiyor, kendimi o yolda konumlandıramıyordum. Devrimci mücadele içerisinde bulunmakta nettim fakat düzen devrimciliği veya ufkumun düzen içerisine hapsolup kalması, bir süre sonra devrimci mücadeleme de yansıyordu. İlişkilerde hep zayıftım, geçimsiz, aksi, üzüldüğümde veya sinirlendiğimde "küsüp oyundan çıkan" olurdum hep. Sokakta doyasıya oynaması gerekirken bir apartman dairesinde, odasındaki bilgisayarla büyüyen ve tek yaşamı bu sanal dünya olan bir çocuk olmak mıydı "suçum"? Veya bu sorunu yaşayan yalnız ben miydim?
Herkesin yaşadığı bu doğal çelişkileri yaşadığım bir anda, hatta en zorlandığım anda, ileriye doğru bir sıçrama yapmak istedim. Partimin görevlendirmesi üzerine yüzümü özgür dağlara çevirdim. Partim bana bu olanağı sunduğunda beni böyle bir sürecin beklediğini bilmiyordum. Dağlar, düne kadar benim için araziden başka bir şeyi ifade etmiyordu. Nereden bilebilirdim ki bu dağlarda kendimi bulacağımı, sorularımın tüm yanıtlarının dağlarda gizli olduğunu, yaşayamazdım dağlara gelmeseydim bunca güzelliği. Dağlar öncelikle kendimle yüzleşme alanı oldu benim için, bugüne kadar yaşadığım tüm sorunlarımı, eksikliklerimi, hatalarımı, zaaflarımı ve zayıflıklarımı gördüm. Nerelerde zorlandığımı, neleri yapmadığımı, neleri eksik bıraktığımı gördüm, yaşamımın tamamı her gün yüzüme yansıyordu. Meğer o büsbüyük kayalar birer aynaymış. Sonra bunca yıl çözemediğim bu soruların yanıtlarının ne olduğunu öğrendim, yıllardır tanımlayamadığım sorunların cevaplarının aslında benim içimde mevcut olduğunu görmüş oldum. Çözüm ne kadar da kolaymış. Ama bir şartı var, değişim için istek ve her gün mücadele, her gün kesintisiz sürecek bir kavga!
Dağlar bana değişimin ve dönüşümün düzenden arınmak olduğunu gösterdi. 'Yeni insanın', yeni bir yaşamın yolunun ancak ve ancak düzenden, tüm ruh ve aklımızla kopmak olduğunu gösterdi. Dağlar, güneşin doğuşunun ve batışının, ayın, yıldızların, dağların yamaçlarından akıp gelen o güzel suyun güzelliğini gösterdi.
Özgür alanlar ve politik-askeri cephe, bana başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösterdi. Mekanikleşen, kendisine, insana, doğaya ve yaşamın tamamına yabancılaşan bir insanın, 'insanlaşmasını' sağlamaydı olan biten. Olan biten kendimi yeniden keşfetmek, kapitalizmin benden çaldığı tüm özellikleri geri kazanmaktı. En güzel değişim ve dönüşüm alanının özgür alanlar olduğunu düşünüyorum. Ancak değişim ve dönüşüm kolay bir süreç değilmiş, bunu da anladım. Savaşta nasıl ki bir irade çarpışması söz konusuysa değişim sürecinde de aynısı geçerli. Burada düşmanımız düzen, düşmanımız alışkanlıklarımız, sınırlarımız, geri düşüncelerimiz, "kendi doğrularımız", erkek egemenliğimiz. Değişime hazır değilsek, bunun ihtiyacını, yakıcılığını içimizde hissetmiyorsak, değişmemiz gerektiğine inanmıyorsak hiçbir şey fayda etmiyor.
Zorlandığım konulardan birisi de "irademi partiye teslim etmek" oldu. Ne kadar da "kolay" bir cümle gibi gözüküyor değil mi? Düzenden kopmak iddiasında olan, değişmekte olan, partimizin askeri cephesinde görev alan birisi için ne kadar da basit gibi. Söylemesi oldukça basit, buna kendini hazırlaması, uygulaması ise oldukça emek gerektiriyor. En ufak bir zorlanmada, bir sorunda, bir olumsuzlukta, bir ayağı düzende olan, aklında düzenin 'albenileri' olan birisinin bu sözünü çok çabuk unutması kolay. O yüzden ki değişmek isteyen birinin görünür-görünmez bütün biçimleriyle düzenden kopması gerekiyor. Bir ayağı devrimcilik sınırlarında, bir ayağı düzen sınırlarındaysa düzen sınırlarındaki ayağını da ileriye atması gerekiyor. Zira "ben değiştim" demekle değişmiş olmuyoruz. "Zor" olana, alışık olmadığımız şeye adapte olmak pek kolay değil. Geriye dönmek, alışkanlıklarımıza dönmek ise oldukça kolay. Değiştikçe, yüklerimden kurtuldukça, 'ben yapamam' dediğim şeyleri yapabildiğimi gördükçe daha fazla hafifledim. O güzel duyguyu yaşadıkça değişime olan inancın artıyor, daha fazla değişmek istiyorsun. Kafamızdaki soru ve sorunlardan kurtulmanın güzelliğine varmaya neden şans vermeyelim ki?
Partiyi, partili yaşamı, devrimi, yaşamı, savaşı, doğayı, insanı, yoldaşlığı ben burada tanıdım, burada anladım. Düne kadar yüzeysel baktığım şeyleri ben burada keşfettim. Şimdi nasıl bırakabilirim burayı, nasıl kopabilirim bu güzelliklerden? Sorunlarımı aştıkça yeni sorunlar karşıma çıkıyor, değişime ve kendimi geliştirmeye daha çok ihtiyacım var. Dağlara geldiğim dönem faşist devletin yeni bir savaş süreci başlattığı dönemdi. Yoldaşlarımızın Suruç'ta katledilmesi, ardından içerisinde bulunduğumuz gerilla alanlarına yönelik yoğun hava saldırıları ve ardından Türkiye ve Kürdistan'daki toplu yıkım, imha ve katliam süreci. Gerillaya katıldığım dönemde başlayan bu savaş, benim de yeni bir sürece başlamamı koşulladı. Tüm engellerimden, tüm sınırlılıklarımdan arınmak, aklımla, yüreğimle ve bedenimle kendimi devrimin ve partimizin ihtiyacına göre hazırlamak ve konumlandırmak istiyorum. Çabam bunadır, çabam yeniyi yaratmayadır. Her zorlandığım anda daha ileriye atılmayı önüme koyacak, devrimin ve partimizin bir savaşçısı olduğumu bilerek hareket edeceğim.
Böylesi bir süreçte Türkiye ve Kürdistanlı devrimciler olarak sınırlarımızı aşmak, değişerek yeniyi yaratmak ve devrimin yapıcısı, savaşçısı olmak önümüzde duruyor. Düzenin 'aşılmaz' gözüken sorunları yalnızca birimizi etkilemiyor, çözümü yaratmak için de tek başına uğraşmayalım. Tüm engelleri aşarak gidelim, dağların doruklarına, yıldızların çok olduğu bir gökyüzü altına!

Deniz Günebakan