Sosyal Medyanın Sorumlu Devrimci Kullanımı
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

Ocak - Şubat 2018 / Partinin Sesi / Sayı: 94

 

Günümüzde sosyal medyanın, devrim açısından da, karşıdevrim açısından da, gündelik hayatta yarattığı etkinin önemi tartışma gerektirmiyor.
Şüphe yok ki, devrimci amaçlarla yararlanılabilecek büyük bir imkan. Bir ajitasyon, propaganda ve belirli çerçevelerde bir örgütlenme alanı. Politik ve ideolojik etkimizin geniş kitlelere taşınabileceği bir araç.
Peki, sosyal medyayı kullanım tarzımız ne kadar devrimci ve daha önemlisi ne kadar amaçlı? Sosyal medya, kendi dünyası, tarzı, alışkanlıkları ile bizi mi yönetiyor, yoksa biz mi onu?
Sosyal Medya Kullanımında Örgütsel Güvenlik
Sosyal medya kullanımının sorunlu biçimlerinin en göze çarpan yansıması, örgütsel güvenlik için taşıdığı riskler oluyor. Kuşkusuz ki, mücadelenin hiçbir aracının kullanımında (sokak gösterisi, süreli yayın ve kitap yayıncılığı, milis ve müfreze eylemleri, panel ve seminerler vb) risk üstlenmekten kaçınmak, araçla ilişkimizi belirlemediği gibi, sosyal medyada da belirlemez. Bütün mücadele araçları gibi sosyal medya da risklerine rağmen kullanılır. Ne var ki, "risk üslenme hali" kullanım biçimimizi yönetmelidir. Hareket tarzımız iradi, bilinçli, amaçlı olmalıdır. Ne yazık ki, tüm uyarılara karşın, bu alanda, saflarımızdaki yaygın pratik kendileğindencilik, sürükleniş ve sorumsuzluktur.
Sosyal medyada örgütsel güvenlik sorununun ortaya çıktığı halleri iki gruba ayırmakta fayda var. Biri, politik yönleri olmakla birlikte esasen sosyal-kişisel paylaşımlar, diğeri, politik paylaşımlardır.
Sosyal paylaşımlarda kendiliğindencilik ve düşüncesizce hareket daha belirgindir. Örneğin fotoğraf paylaşımını ele alalım. Bugünkü tarzda fotoğraf paylaşımına gerçekten gerek var mı? Eylem fotoğrafları bakımından da, kişisel fotoğraflar bakımından da benzer şeyler söylenebilir. Bunları paylaşırken gerçekten amaçlı mıyız? Kendimizi yönetiyor muyuz? Fotoğrafları paylaşırken, örneğin kimi yoldaşların bugün bu alanda, yarın bir başka alanda çalışabileceğini ne kadar gözetiyoruz?
Değişik yoldaşların ve kendimizin kişisel özellikleri, beğenileri, duygusal dünyası, korkuları, tepki biçimleri vb hakkında, iç ortamımız hakkında ne kadar çok bilgi paylaştığımızın farkında mıyız? Bunlar gerçekten belirli bir amaç için mi (örneğin, iç ortamımızın güzelliklerini paylaşarak ideolojik etki yayma!) yapılıyor, yoksa gelişigüzel mi?
Sosyal medyaya yüklenen bilgiler kalıcı. Yoldaşların durumlarının, görevlerinin, dışa ilan edilen kurumsal pozisyonları dışında, özgün yetenekleri, özellikleri itibariyle örgüt yaşamımızda ne gibi roller oynadıklarının, belirli durumlar karşısında gösterdikleri tepkilerin, çalışma tarzlarının arşivlenmesinin, analiz edilmesinin gerçekten göze alınmasını gerektirecek amaçlarımız mı bunları paylaşırken bizi yöneten? Acaba, bunların bazılarının, devrimcilerin korumak adına işkencede canını verdiği bilgiler olduğunun farkında mıyız? Faşist sömürgeci devletin, sistematik biçimde facebook incelemesi yaptığını, fotoğraf ve paylaşımlardan ilişki ağı çözümlemesi ve yazılanların içeriğinden kişilik ve hareket tarzı çözümlemesi yaptığını, bütün bunlardan da yabana atılmayacak bazı sonuçlar aldığını bilmiyor muyuz?
Acaba sosyal medyayı bu tarzda kullanmanın düşmanın istihbarat çalışmasına fiilen katkıda bulunduğu mu görülemiyor, yoksa bir uyuşturucu bağımlısı veya kumarbaz ilişkilenişinin esiri olunduğu için mi, aynı yanlışta, bir aşamadan itibaren suçta ısrar ediliyor?
"İzlenir olmak, kitleyle kaynaşmak için sosyal medyayı kendi mantığı ve tarzına uygun biçimde kullanmak gerekiyor."
"Ben dikkat etsem bile diğerleri dikkat etmiyor, bu konu artık yönetilemez, öyleyse benim de kendimi zorlamama gerek yok."
"Nasıl olsa pek çok yerde bu fotoğraflar paylaşılıyor, dinlemeye açık ortamlarda konuşuluyor, zaten biliniyor."
"Zaten insanlar saflarımıza gelmeden önce de sosyal medyayı kullanmış ve bu tür bilgileri sosyal medyada paylaşmış oluyorlar."
"Bu türden bilgilerin paylaşılmasının ne zararı var ki? Düşman o kadar önemseyip üzerinde durmaz, nasıl olsa hepimiz ortadayız."...
Bu sözlerde bir ciddiyet, bir sorumluluk var mı? Sosyal medyada da epeyce paylaşılan "dünyaca ünlü son sözler listesi"nde bu tip cümlelerin ne kadar çok türevi olduğuna bir göz atılmasını öneririz. Ama daha önemlisi, bu sözleri söylerken kendimize ve birbirimize ne kadar dürüst olduğumuzu sorgulamak gerekir. Ortamlarda, sohbetlerde örgüt ve kadrolar hakkında gereksiz bilgi paylaşımı yapılıyor. Sonra sosyal medyada da yapılıyor. Sosyal medyada yapılması eleştirilince, "zaten ortamlarda da konuşuluyor" diyoruz, ortamlarda konuşulmasının eleştirildiği pek çok durumda, "zaten sosyal medyada da paylaşılıyor" diyoruz. İyi de, ikisini de yapmamak gerekir. İyi de, ikisini de yapan biziz!
Sosyal medya yoluyla yapılan salt politik içerikli ve amaçlı paylaşımlar ve bunların yol açtığı gözaltı ve tutuklamalar sorunuysa biraz daha karmaşık bir konu. Kuşkusuz ki, aynı sözlerin mücadelenin başka bir aracı yoluyla yükseltilmesi (bir basın açıklaması, bir konuşma, bir yazı, bir panel vb) de aynı sonuçları doğurabilir. Sosyal medya paylaşımından ceza almak da tıpkı bir konuşmadan ceza almak kadar politik özgürlük mücadelesinin konusu haline gelebilir ve geliyor. Eğer paylaşımları bu şekilde yapmak gerekli veya zorunluysa, bedelini de öderiz.
Öte yandan, sosyal medya kaynaklı bu tür sorunların hepsi planlı, sonuçları göze alındığı için gerçekleşen durumlar mı? Sınırlı güç koşullarımız gözetildiğinde, buradan ödenecek bedeller konusunu kolektif biçimde yönetmemiz gerekmez mi? Düşünün ki, genelde gözaltı ve tutuklamalarla sonuçlanan eylemlerimizin ezici ağırlığı, kolektif planlamalar kapsamındaki çalışmalar. Kuşkusuz bu, tek tek kadroların bireysel inisiyatif koyduğu anları da içeriyor, ama kolektif planlamalar çerçevesinde. Peki sosyal medya alanını da gerçekten böyle görüyor muyuz? Birçok konuda kimin ya da hangi alandaki hangi örgütlerimizin ne kadar risk üstleneceğini kolektif planlamalar belirlerken, bu alanın bu denli kişisel yönetilmesi sorun değil mi? Belirli bir gelişme karşısında (bir şehadet, bir polis saldırısı, bir bombalama eylemi, örneğin devrimci coşkuyla karşılanan TAK'ın Beşiktaş eylemi vb) daha öznel, daha kişisel, kuşkusuz ki devrimci, ama kendiliğinden tepkilerimiz ve duygularımız belirleyici olmuyor mu?
Denilebilir ki, sosyal medya, bazı kurumsal sosyal medya hesapları dışında, biçimi itibariyle ancak kişisel yönetilebilir zaten. Bu doğru. Ancak bu kişisellik, biçimde kişiselliği aşıp, özde kişisellik haline gelirse, bu bir sorundur. Eğer sosyal medya alanını kullanımda kişi inisiyatifi diğer birçok mücadele aracına göre daha belirleyici ise, o zaman kişinin kolektifin aklıyla kendini yönetmesi de daha belirleyici demektir. O durumda, neyin, ne kadar, hangi hesaplardan paylaşılacağı konusunda daha doğru ölçüler belirleyebileceğimizi görürüz. Mesele özet olarak şudur: sosyal medyada irademizi partiye, diğer konularda olduğu kadar teslim etmeye yanaşıyor muyuz, yanaşmıyor muyuz?
Sosyal medyada riskli paylaşımların çapı, kuşkusuz ki, sömürgeci faşist saray cuntasının mevcut saldırı koşullarında fazlasıyla geniş ve politik paylaşıma neredeyse yer bırakmıyor. Bununla birlikte, politik paylaşımlar bakımından şunları belirtelim: gözaltı ya da tutuklamaya yol açma ihtimali yüksek olan politik paylaşım konularında, kolektif bir kararla sosyal medyadan kitle tavrı geliştirme ya da kitle kampanyası örgütleme durumları dışında, kişisel paylaşım yapmama, bu konularda tutum ilanlarını kurumsal hesaplardan (kurumların ya da kurumsal temsiliyeti olan kişi hesaplarından) ve amaçlı biçimde yapma, hareket biçimimizin temel çerçevesi olmalıdır. Paylaşım dışında, beğenme ve retweet konularını da, aynı mantık içerisinde somut durumlara göre belirlemek gerekir.
Sosyal Medya "Özel Alan" Mı?
Sosyal medyayı duyguda ve algıda kişiselleştirmenin bir yansıması olan bireysel tutum açıklama pratiği de bir diğer sorun. Bir panelde konuşmacı olsa, bir toplantıda temsilci olsa, hasılı mücadelenin bir başka aracıyla tutum açıklamakla görevli olsa, kolektif tutumu esas alması gerektiği bilincine sahip yoldaşlar, sosyal medyayla ise bireysel bir ifade alanı gibi ilişkilenebiliyor. Bir kurumumuzun ya da bağlı olduğu parti örgütünün bir iç toplantısında ifade edeceği görüşleri sosyal medyadan ilan edebiliyor. Sosyal medya bu anlamıyla kolektif disipline uyumsuzluğun meşru görüldüğü bir alan haline gelebiliyor. Bunun tek olmamakla birlikte çarpıcı bir güncel örneği, Suruç yıldönümünde bireysel, kendiliğinden, amaç ve bilinç kaybının yönettiği, HDP'ye yönelik kitlesel sosyal medya hücumu oldu. Böyle bir meşruiyet alanı yok. Sosyal medyada partinin ve parti kurumlarının görüş ve tutumlarını, örgütsel kararlarını eleştirmenin meşruiyeti yok. Sosyal medyada, kurumsal temsiliyeti olan yoldaşların açıklamalarını boşa çıkarmanın meşruiyeti yok. Sosyal medyada, emekçi solun diğer yapılarıyla ilgili, kolektif yaklaşımımıza aykırı görüş açıklamanın, ya da kendi içimizde tartışmakla birlikte kamuoyu önünde eleştirme yönelimine girmemeyi seçtiğimiz konularla ilgili, iç görüşlerimizi dışarı açıklamanın meşruiyeti yok. Bu tür görüşler açıklanacaksa, ilgili parti kurulları veya yetkilendirilen temsilciler görevlidir.
Böyle bir bireyselliğin hangi aracın kullanımında meşruiyeti var ki sosyal medyada olsun? Sosyal medyanın, mücadelenin araçlarından biri olduğunu, devrimci amaçlarla kullanmak gerektiğini vb söylüyorsak, o zaman gerçekten de mücadelenin araçlarından herhangi bir başkasını nasıl ele alıyorsak, sosyal medyayı da böyle ele almalıyız.
Sosyal Medyada Sıradanlaşma Ve İdeolojik Tutum
Sosyal medyanın kullanımında kişiselleştirme ve özel alan görme, kendiliğindencilik ve devrimci amaç kaybının örgütsel güvenlikten ve parti disiplininden daha fazla tahribat yarattığı konu ise, ideolojik atmosfere dair. Kuşkusuz sosyal medya sayfaları, devrimci atmosferimizin, ortamımızın bir parçası ve göstergelerinden biri haline dönüşmüş durumda. Aynı zamanda, kültür ve sanattan eğlenceye, mizahtan bilime dek pek çok alanda, devrimci alternatif oluşturma ve devrimci alternatifin etkisini yayma olanağı sunuyor. Kişisel paylaşımlara, sadece örgütsel güvenlik değil, devrimci yaşamın yansıtılış biçimi, ideolojik bütünlük hali bakımından da göz atmak gerekiyor.
Burada, hem örgütsel güvenlik hem de ideolojik atmosfer bakımından kabul edilemez dedikodu paylaşımı, sorunlar listesinin başında geliyor. Bunun dışında da, sıradanlaşma, sosyal yaşam ve eğlence alanının sıradan kavranışı ve yansıtılışı sorunları ortaya çıkabiliyor. Bu konularda devrimci amaçlılık açısından güçlü bir özdenetim ve kolektif denetim-eleştiri hattı kurmalıyız. Sosyal medya bir politik-ideolojik etki alanı veya aracıysa, o zaman hakikaten çok ideolojik yaklaşmak gerekiyor. Devrimcilerin kişisel paylaşımlarından yansıyanların, fotoğrafların, eğlence ortam ve mekanlarının, mizah paylaşımlarının vb, başkalarının sayfalarından hiçbir farkı yoksa, o zaman sosyal medya nasıl ideolojik etki alanı olacak diye sormak gerekir. Sosyal medyanın özellikle de kişisel paylaşımlar boyutuyla devrimci atmosferimizi kitlelere yansıtan bir ayna olduğunun bilinciyle hareket etmeliyiz. İçki masası paylaşımları, "kalktım, kahvaltı yapıyorum" gibi lüzumsuz, boş tweetler, turistik gezi fotoğrafları hangi devrimci amaca hizmet ediyor? Bunlar yaşamın renkleri olabilir, ama bunları paylaşmakta, bireysel zevk, istek ve tatmin dışında bir amacımız var mı?
Gerek örgütsel güvenlik, gerekse de ideolojik işlev-yarar konuları göz önünde bulundurulduğunda, gündelik hayatımızla ilgili, politik içerikte olmayan paylaşımları hiç yapmamak gerekir. Yine, kültür-sanat-mizah paylaşımlarında da bir ideolojik çıta, bir devrimci amaçlılık hali gözetilmelidir.
Özetle, sosyal medyanın devrimci sorumluluklara uygun kullanımı konusunda kilit kavramlar, kendiliğindenlik değil amaçlılık, kişiselleştirme değil kolektif düşünme, örgütsel güvenlik ve örgütsel disiplinin akıldan çıkarılmaması oluyor.

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Sosyal Medyanın Sorumlu Devrimci Kullanımı
fc Share on Twitter
 

 

Ocak - Şubat 2018 / Partinin Sesi / Sayı: 94

 

Günümüzde sosyal medyanın, devrim açısından da, karşıdevrim açısından da, gündelik hayatta yarattığı etkinin önemi tartışma gerektirmiyor.
Şüphe yok ki, devrimci amaçlarla yararlanılabilecek büyük bir imkan. Bir ajitasyon, propaganda ve belirli çerçevelerde bir örgütlenme alanı. Politik ve ideolojik etkimizin geniş kitlelere taşınabileceği bir araç.
Peki, sosyal medyayı kullanım tarzımız ne kadar devrimci ve daha önemlisi ne kadar amaçlı? Sosyal medya, kendi dünyası, tarzı, alışkanlıkları ile bizi mi yönetiyor, yoksa biz mi onu?
Sosyal Medya Kullanımında Örgütsel Güvenlik
Sosyal medya kullanımının sorunlu biçimlerinin en göze çarpan yansıması, örgütsel güvenlik için taşıdığı riskler oluyor. Kuşkusuz ki, mücadelenin hiçbir aracının kullanımında (sokak gösterisi, süreli yayın ve kitap yayıncılığı, milis ve müfreze eylemleri, panel ve seminerler vb) risk üstlenmekten kaçınmak, araçla ilişkimizi belirlemediği gibi, sosyal medyada da belirlemez. Bütün mücadele araçları gibi sosyal medya da risklerine rağmen kullanılır. Ne var ki, "risk üslenme hali" kullanım biçimimizi yönetmelidir. Hareket tarzımız iradi, bilinçli, amaçlı olmalıdır. Ne yazık ki, tüm uyarılara karşın, bu alanda, saflarımızdaki yaygın pratik kendileğindencilik, sürükleniş ve sorumsuzluktur.
Sosyal medyada örgütsel güvenlik sorununun ortaya çıktığı halleri iki gruba ayırmakta fayda var. Biri, politik yönleri olmakla birlikte esasen sosyal-kişisel paylaşımlar, diğeri, politik paylaşımlardır.
Sosyal paylaşımlarda kendiliğindencilik ve düşüncesizce hareket daha belirgindir. Örneğin fotoğraf paylaşımını ele alalım. Bugünkü tarzda fotoğraf paylaşımına gerçekten gerek var mı? Eylem fotoğrafları bakımından da, kişisel fotoğraflar bakımından da benzer şeyler söylenebilir. Bunları paylaşırken gerçekten amaçlı mıyız? Kendimizi yönetiyor muyuz? Fotoğrafları paylaşırken, örneğin kimi yoldaşların bugün bu alanda, yarın bir başka alanda çalışabileceğini ne kadar gözetiyoruz?
Değişik yoldaşların ve kendimizin kişisel özellikleri, beğenileri, duygusal dünyası, korkuları, tepki biçimleri vb hakkında, iç ortamımız hakkında ne kadar çok bilgi paylaştığımızın farkında mıyız? Bunlar gerçekten belirli bir amaç için mi (örneğin, iç ortamımızın güzelliklerini paylaşarak ideolojik etki yayma!) yapılıyor, yoksa gelişigüzel mi?
Sosyal medyaya yüklenen bilgiler kalıcı. Yoldaşların durumlarının, görevlerinin, dışa ilan edilen kurumsal pozisyonları dışında, özgün yetenekleri, özellikleri itibariyle örgüt yaşamımızda ne gibi roller oynadıklarının, belirli durumlar karşısında gösterdikleri tepkilerin, çalışma tarzlarının arşivlenmesinin, analiz edilmesinin gerçekten göze alınmasını gerektirecek amaçlarımız mı bunları paylaşırken bizi yöneten? Acaba, bunların bazılarının, devrimcilerin korumak adına işkencede canını verdiği bilgiler olduğunun farkında mıyız? Faşist sömürgeci devletin, sistematik biçimde facebook incelemesi yaptığını, fotoğraf ve paylaşımlardan ilişki ağı çözümlemesi ve yazılanların içeriğinden kişilik ve hareket tarzı çözümlemesi yaptığını, bütün bunlardan da yabana atılmayacak bazı sonuçlar aldığını bilmiyor muyuz?
Acaba sosyal medyayı bu tarzda kullanmanın düşmanın istihbarat çalışmasına fiilen katkıda bulunduğu mu görülemiyor, yoksa bir uyuşturucu bağımlısı veya kumarbaz ilişkilenişinin esiri olunduğu için mi, aynı yanlışta, bir aşamadan itibaren suçta ısrar ediliyor?
"İzlenir olmak, kitleyle kaynaşmak için sosyal medyayı kendi mantığı ve tarzına uygun biçimde kullanmak gerekiyor."
"Ben dikkat etsem bile diğerleri dikkat etmiyor, bu konu artık yönetilemez, öyleyse benim de kendimi zorlamama gerek yok."
"Nasıl olsa pek çok yerde bu fotoğraflar paylaşılıyor, dinlemeye açık ortamlarda konuşuluyor, zaten biliniyor."
"Zaten insanlar saflarımıza gelmeden önce de sosyal medyayı kullanmış ve bu tür bilgileri sosyal medyada paylaşmış oluyorlar."
"Bu türden bilgilerin paylaşılmasının ne zararı var ki? Düşman o kadar önemseyip üzerinde durmaz, nasıl olsa hepimiz ortadayız."...
Bu sözlerde bir ciddiyet, bir sorumluluk var mı? Sosyal medyada da epeyce paylaşılan "dünyaca ünlü son sözler listesi"nde bu tip cümlelerin ne kadar çok türevi olduğuna bir göz atılmasını öneririz. Ama daha önemlisi, bu sözleri söylerken kendimize ve birbirimize ne kadar dürüst olduğumuzu sorgulamak gerekir. Ortamlarda, sohbetlerde örgüt ve kadrolar hakkında gereksiz bilgi paylaşımı yapılıyor. Sonra sosyal medyada da yapılıyor. Sosyal medyada yapılması eleştirilince, "zaten ortamlarda da konuşuluyor" diyoruz, ortamlarda konuşulmasının eleştirildiği pek çok durumda, "zaten sosyal medyada da paylaşılıyor" diyoruz. İyi de, ikisini de yapmamak gerekir. İyi de, ikisini de yapan biziz!
Sosyal medya yoluyla yapılan salt politik içerikli ve amaçlı paylaşımlar ve bunların yol açtığı gözaltı ve tutuklamalar sorunuysa biraz daha karmaşık bir konu. Kuşkusuz ki, aynı sözlerin mücadelenin başka bir aracı yoluyla yükseltilmesi (bir basın açıklaması, bir konuşma, bir yazı, bir panel vb) de aynı sonuçları doğurabilir. Sosyal medya paylaşımından ceza almak da tıpkı bir konuşmadan ceza almak kadar politik özgürlük mücadelesinin konusu haline gelebilir ve geliyor. Eğer paylaşımları bu şekilde yapmak gerekli veya zorunluysa, bedelini de öderiz.
Öte yandan, sosyal medya kaynaklı bu tür sorunların hepsi planlı, sonuçları göze alındığı için gerçekleşen durumlar mı? Sınırlı güç koşullarımız gözetildiğinde, buradan ödenecek bedeller konusunu kolektif biçimde yönetmemiz gerekmez mi? Düşünün ki, genelde gözaltı ve tutuklamalarla sonuçlanan eylemlerimizin ezici ağırlığı, kolektif planlamalar kapsamındaki çalışmalar. Kuşkusuz bu, tek tek kadroların bireysel inisiyatif koyduğu anları da içeriyor, ama kolektif planlamalar çerçevesinde. Peki sosyal medya alanını da gerçekten böyle görüyor muyuz? Birçok konuda kimin ya da hangi alandaki hangi örgütlerimizin ne kadar risk üstleneceğini kolektif planlamalar belirlerken, bu alanın bu denli kişisel yönetilmesi sorun değil mi? Belirli bir gelişme karşısında (bir şehadet, bir polis saldırısı, bir bombalama eylemi, örneğin devrimci coşkuyla karşılanan TAK'ın Beşiktaş eylemi vb) daha öznel, daha kişisel, kuşkusuz ki devrimci, ama kendiliğinden tepkilerimiz ve duygularımız belirleyici olmuyor mu?
Denilebilir ki, sosyal medya, bazı kurumsal sosyal medya hesapları dışında, biçimi itibariyle ancak kişisel yönetilebilir zaten. Bu doğru. Ancak bu kişisellik, biçimde kişiselliği aşıp, özde kişisellik haline gelirse, bu bir sorundur. Eğer sosyal medya alanını kullanımda kişi inisiyatifi diğer birçok mücadele aracına göre daha belirleyici ise, o zaman kişinin kolektifin aklıyla kendini yönetmesi de daha belirleyici demektir. O durumda, neyin, ne kadar, hangi hesaplardan paylaşılacağı konusunda daha doğru ölçüler belirleyebileceğimizi görürüz. Mesele özet olarak şudur: sosyal medyada irademizi partiye, diğer konularda olduğu kadar teslim etmeye yanaşıyor muyuz, yanaşmıyor muyuz?
Sosyal medyada riskli paylaşımların çapı, kuşkusuz ki, sömürgeci faşist saray cuntasının mevcut saldırı koşullarında fazlasıyla geniş ve politik paylaşıma neredeyse yer bırakmıyor. Bununla birlikte, politik paylaşımlar bakımından şunları belirtelim: gözaltı ya da tutuklamaya yol açma ihtimali yüksek olan politik paylaşım konularında, kolektif bir kararla sosyal medyadan kitle tavrı geliştirme ya da kitle kampanyası örgütleme durumları dışında, kişisel paylaşım yapmama, bu konularda tutum ilanlarını kurumsal hesaplardan (kurumların ya da kurumsal temsiliyeti olan kişi hesaplarından) ve amaçlı biçimde yapma, hareket biçimimizin temel çerçevesi olmalıdır. Paylaşım dışında, beğenme ve retweet konularını da, aynı mantık içerisinde somut durumlara göre belirlemek gerekir.
Sosyal Medya "Özel Alan" Mı?
Sosyal medyayı duyguda ve algıda kişiselleştirmenin bir yansıması olan bireysel tutum açıklama pratiği de bir diğer sorun. Bir panelde konuşmacı olsa, bir toplantıda temsilci olsa, hasılı mücadelenin bir başka aracıyla tutum açıklamakla görevli olsa, kolektif tutumu esas alması gerektiği bilincine sahip yoldaşlar, sosyal medyayla ise bireysel bir ifade alanı gibi ilişkilenebiliyor. Bir kurumumuzun ya da bağlı olduğu parti örgütünün bir iç toplantısında ifade edeceği görüşleri sosyal medyadan ilan edebiliyor. Sosyal medya bu anlamıyla kolektif disipline uyumsuzluğun meşru görüldüğü bir alan haline gelebiliyor. Bunun tek olmamakla birlikte çarpıcı bir güncel örneği, Suruç yıldönümünde bireysel, kendiliğinden, amaç ve bilinç kaybının yönettiği, HDP'ye yönelik kitlesel sosyal medya hücumu oldu. Böyle bir meşruiyet alanı yok. Sosyal medyada partinin ve parti kurumlarının görüş ve tutumlarını, örgütsel kararlarını eleştirmenin meşruiyeti yok. Sosyal medyada, kurumsal temsiliyeti olan yoldaşların açıklamalarını boşa çıkarmanın meşruiyeti yok. Sosyal medyada, emekçi solun diğer yapılarıyla ilgili, kolektif yaklaşımımıza aykırı görüş açıklamanın, ya da kendi içimizde tartışmakla birlikte kamuoyu önünde eleştirme yönelimine girmemeyi seçtiğimiz konularla ilgili, iç görüşlerimizi dışarı açıklamanın meşruiyeti yok. Bu tür görüşler açıklanacaksa, ilgili parti kurulları veya yetkilendirilen temsilciler görevlidir.
Böyle bir bireyselliğin hangi aracın kullanımında meşruiyeti var ki sosyal medyada olsun? Sosyal medyanın, mücadelenin araçlarından biri olduğunu, devrimci amaçlarla kullanmak gerektiğini vb söylüyorsak, o zaman gerçekten de mücadelenin araçlarından herhangi bir başkasını nasıl ele alıyorsak, sosyal medyayı da böyle ele almalıyız.
Sosyal Medyada Sıradanlaşma Ve İdeolojik Tutum
Sosyal medyanın kullanımında kişiselleştirme ve özel alan görme, kendiliğindencilik ve devrimci amaç kaybının örgütsel güvenlikten ve parti disiplininden daha fazla tahribat yarattığı konu ise, ideolojik atmosfere dair. Kuşkusuz sosyal medya sayfaları, devrimci atmosferimizin, ortamımızın bir parçası ve göstergelerinden biri haline dönüşmüş durumda. Aynı zamanda, kültür ve sanattan eğlenceye, mizahtan bilime dek pek çok alanda, devrimci alternatif oluşturma ve devrimci alternatifin etkisini yayma olanağı sunuyor. Kişisel paylaşımlara, sadece örgütsel güvenlik değil, devrimci yaşamın yansıtılış biçimi, ideolojik bütünlük hali bakımından da göz atmak gerekiyor.
Burada, hem örgütsel güvenlik hem de ideolojik atmosfer bakımından kabul edilemez dedikodu paylaşımı, sorunlar listesinin başında geliyor. Bunun dışında da, sıradanlaşma, sosyal yaşam ve eğlence alanının sıradan kavranışı ve yansıtılışı sorunları ortaya çıkabiliyor. Bu konularda devrimci amaçlılık açısından güçlü bir özdenetim ve kolektif denetim-eleştiri hattı kurmalıyız. Sosyal medya bir politik-ideolojik etki alanı veya aracıysa, o zaman hakikaten çok ideolojik yaklaşmak gerekiyor. Devrimcilerin kişisel paylaşımlarından yansıyanların, fotoğrafların, eğlence ortam ve mekanlarının, mizah paylaşımlarının vb, başkalarının sayfalarından hiçbir farkı yoksa, o zaman sosyal medya nasıl ideolojik etki alanı olacak diye sormak gerekir. Sosyal medyanın özellikle de kişisel paylaşımlar boyutuyla devrimci atmosferimizi kitlelere yansıtan bir ayna olduğunun bilinciyle hareket etmeliyiz. İçki masası paylaşımları, "kalktım, kahvaltı yapıyorum" gibi lüzumsuz, boş tweetler, turistik gezi fotoğrafları hangi devrimci amaca hizmet ediyor? Bunlar yaşamın renkleri olabilir, ama bunları paylaşmakta, bireysel zevk, istek ve tatmin dışında bir amacımız var mı?
Gerek örgütsel güvenlik, gerekse de ideolojik işlev-yarar konuları göz önünde bulundurulduğunda, gündelik hayatımızla ilgili, politik içerikte olmayan paylaşımları hiç yapmamak gerekir. Yine, kültür-sanat-mizah paylaşımlarında da bir ideolojik çıta, bir devrimci amaçlılık hali gözetilmelidir.
Özetle, sosyal medyanın devrimci sorumluluklara uygun kullanımı konusunda kilit kavramlar, kendiliğindenlik değil amaçlılık, kişiselleştirme değil kolektif düşünme, örgütsel güvenlik ve örgütsel disiplinin akıldan çıkarılmaması oluyor.