MLKP'li ve PKK'li tutsaklar, özyönetim direnişini savundu Mardin'in Nusaybin ilçesinde, 14 Mart 2016'da ilan edilen "sokağa çıkma yasağı" sürecinde, 26 Mayıs 2016'da tahliye edildikten sonra haklarında dava açılan 43 kişinin tutuklu olduğu ve toplam 51 kişinin yargılandığı dava Mardin 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülüyor. {divide}
Mahkeme duruşmasında söz alan İsmail Yılmaz savunma yaptı:
"Ben MLKP üyesiyim ve bununla da onur ve gurur duyuyorumMLKP'nin aynı zamanda kadrosuyum. Partimizin programında yazdığı gibi ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanıyoruz. Bizim coğrafyamızda da Kürt ulusunun ve diğer halkların kendi kaderlerini tayin hakkını savunuyoruz. Ve partimiz MLKP'nin, halkların kendi kaderini tayin hakkı mücadelesini Kürt halkıyla birlikte yürütme gibi bir perspektif izliyoruz. Kürt halkına karşı yoğun bir saldırı oldu, Efrin'in işgal edilerek Kürtlerin sürüldüyor. Bu işgali kınıyorum ve eninde sonunda Suriye'de ve dünyanın birçok ülkesinde ezilen halkların kendilerini yöneteceklerine inanıyoruz. Bu tarihsel bir zorunluluktur. Düne kadar işbirliği yapılan ve Kürtlerin ve mazlum halkların üzerine saldırtılan IŞİD'in bugün Türkiye halklarının başına bela oldu. ÖSO denilen çete de aynısı olacak. Bugün iş tutanalar yarın ÖSO'nun Türkiye halklarının başına bela olduğunu çok yakın zamanda görecekler. Bunun bedelini ödeyen halklar olacak. Özyönetim, evet belki bugün bir şey kazanılamamış ama biz biliyoruz ki 70 gün süren Paris komünü 1917'lere geldiğimizde Sovyetlere büyük ışık olmuştur. Sovyet devrimi Paris Komünü ışığında gerçekleşti. Her halkın kendini yönetme talebi meşrudur. Belki bugün sonuçsuz kalmış olabilir ama ileriki süreçte yarınki büyük devrimlerin ışığı olacaktır. OHAL sürecinde faşist, ırkçı, cinsiyetçi bir düzenin tahakküm edilmeye çalışılıyor. Bugün Türkiye halkları, işçileri, emekçileri, yoksulları büyük bir baskı altında. Türkiye'deki yargı hiçbir zaman bağımsız olmamıştır. Olması da mümkün değildir. Sınıfsaldır. Sınıfsal olduğunu Torunlar İnşaat davasında 10 işçi katledildiğinde verilen kararda gördük. Mahkeme sınıfsal davrandı, katliamı görmedi. Soma'daki 301 işçinin katillerinin davasında da bunu görüyoruz. Bu mahkemelerden ne işçilere ne yoksullara ne diğer halklara adalet çıkar. Hiçkimsenin böyle bir beklenti içerisinde olmaması gerekir. Kürtler ve Aleviler baskı altında, kadınlar cinayete kurban gidiyor. Bu günlerde kalkıp bu ülkenin demokrasi ile yönetildiği, mahkemelerin adil ve bağımsız olduğu söylemlerine kimse bize inandıramaz. Türkiye halkları, yoksullar, işçiler inanmıyor, her şey ortada. Bu ülkenin Cumhurbaşkanı her gün birilerine hakaret ediyor, kadınlara, Alevilere, Kürtlere hakaret ediyor. Hitler Almanyası dönem ile bugünün Türkiye arasında hiçbir farkı yoktur. Burada yargılanacak bir şey varsa bu sistemin yargılanması gerekiyor ama bunu yargılayacak mahkeme var mı, mümkün değildir. Hangi sınıfı temsil ediyorsa kararlarını ona göre alacaktır. Buradan kimsenin adalet beklentisi ve inancı yok. Eğer yargılanacak bir şey varsa bu düzendir. Bu ülkenin işçileri, emekçileri ve halkları yargılayacaktır. Partimiz MLKP aynı zamanda Rojava devriminde de yer almaktadır. Rojava kazanacak. Rojava'ya kimse boyun eğdiremeyecek. İşgalciler gidecek oranın halkları kalacak. TKP'li Naciye Hanım'ın 1920'lerdeki Sovyet kadın kongresinde dediği gibi, "karanlıkta yolunda yürüyüp sendelediğimiz ya da uçurumun kenarında durduğumuz doğrudur, fakat korkumuz yok. Her insan gündoğumunu görmek için karanlığın içinden geçmek zorundadır" ve biz de karanlığın içinden geçiyoruz. Mutlaka diyorum ve mutlaka bu güneşi göreceğiz."
Ardından MLKP üyesi Süleyman Göksel Yerdut savunma yaptı: "Demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alındı yasal ve anayasal hakların gasp edildi, OHAL altında KHK'larla istibdat yönetiminin inşasına girişildi. Tutuklu bulunduğum Elazığ 1 Nolu Yüksek Güvenlikli Hapishane'de her türlü hak gasbı ve ihlallerle karşı karşıya oluyoruz. Bu ortamda da cinsiyetsiz, eşit, adil ve özgür bir dünya için mücadeleyi sürdüreceğiz. Askeri darbeler bu toprakların yabancısı olmadıkları bir gerçekliktir. Kürdistan ve Türkiye'deki kirli savaşta oynadıkları özel rollerden dolayı devletin takdirname verdiği eli kanlı generaller 15 Temmuz'da darbe girişiminde bulundu. 15 Temmuz darbe girişimi gerekçe edilerek anayasa ve yasaların askıya alınıp yasama yürütme ve yargı gücünün işlevsiz kılınarak, milliyetçi faşist ideolojik argümanlarla devreye sokulan tek adam diktatörlüğü, tarihsel bakımdan yabancısı olmadığımız bir geleneğin devamcısıdır. 1913 Babıali baskını ve ardı arkası kesilmeyen cinayetlerle, suikast ve komplolarla sürdürülegelen darbe mekaniğinin formatlanmış bir biçimi olarak bugün de AKP'nin karanlık yüzüyle devreye sokulmuştur. Darbeler incelendiğinde 1913'den başlayarak 1925'de Cumhuriyetin temel ideolojik, politik, iktisadi, toplusal ve kültürel ayakları olan farklı inançtan grupların, halkların sökülüp atılarak Cumhuriyetin dar ulus şovenizmine bürünmesinde rol oynayan darbeden tutalım '60, '71, '80 askeri darbeleri ile devreye sokulan ve 2008'de yeniden dizayn edilerek sistemleştirilen darbeler mekaniği göstermektedir ki, yaşananlar düpedüz devlet içi tasfiye, devleti ele geçirme pratiklerinden ibarettir. Ve bu amaçla ülkenin en kadim halkları, din, inanç, kimlik ve kültürleri hunharca katledilmiş, ortadan kaldırılmıştır. Birçoğu da yerlerinden yurdundan edilmiş, kalanlara ise asimilasyon politikaları dayatılmıştır. Bugün de buna benzer bir duruma tanıklık etmekteyiz. 15 Temmuz darbe girişimini engelledikten sonra demokrasiyi dilinden düşürmeyen Saray cuntasının OHAL ilanı ile halklara kan kusturarak demokrasiden ne anladığını gösterdi. AKP'nin sivil darbesinin darbe girişimlerine karşı değil aslında kendine muhalif tüm sesleri susturmaya dönük oldu. Kirli politikaların faturası ezilen halklarımıza, farklı inanç, kimlik ve kültürlere baskı, zulüm ve sömürü olarak kesilmektedir. Hiçbir muhalefete tahammül edilmiyor ve her eleştirinin "vatan hainliği, teröristlikle yaftalanıyor. Bu durum karşısında susmayacağımız, mücadelemizi büyüteceğiz, ardılları olduğumuz büyük insanlık abideleri olan devrim şehitleri anısına bağlılıkla duracağız. {divide}
Devletin bugün yaşadığı yönetememe krizinin, ezilenlerin ideolojik, politik ve örgütsel itirazlarıyla aynı zamanda bir sosyal krizi de ortaya çıkardı. Krizi aşmanın yolu olarak tercih edilen korku duvarları da nafile bir çabadır. 15 Temmuz sonrası devreye sokulan tüm bu baskı, zulüm, sömürü ve işkencenin karşısında her geçen gün büyüyen ve yayılan itiraz, ezilen emekçi sınıfların ve halklarımızın eşitlik, adalet ve özgülük mücadelesinin dinamik bir öğesi olarak gelişmekte, OHAL rejiminin temelini de sarsmaktadır. Ezilen milyonların bilincinde, yüreğinde yaşatılanların bir karşılığı olacaktır mutlaka. Ezilenlerin eşitlik, adalet ve özgürlük istemi yakıcı bir talebe dönüşmüştür. Karl Marx'ın da dediği gibi her sorun kendi çözüm olanaklarını bağrında taşıyarak ortaya çıkar. Halklarımız bugün Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasını harabeye çeviren diktatör rejimleri yıkacak, özgürlükleri getirecektir. Buna inancımız tamdır. Zulmün, vahşetin karartamayacağı tek gerçek şudur; karanlığın en yoğun olduğu an şafağa en yakın andır. Sözlerime gelecek de biziz umut da biziz şiarıyla partimizin ideolojik, politik ve toplumsal paradigmasını açımlayarak devam etmek istiyorum. Parti tarihimiz Şeyh Bedrettin'den Mustafa Suphilere, Denizlerden Kemal Pirlere, Hasan Ocak'tan Sabahatlere Kutsiyelerden Beritanlara, Eylemlerden Medinelere kadar direnişin, özgürlük ve insanlık tarihinin temel bir bileşeni olarak özetlenebilir. Başta kadınlar olmak üzere ezilen emekçi sınıfların, mazlum halkların yalnızca insanca bir yaşamını müjdeleyen programı ile ahlaki ve politik bir gelecek üzerine inşa olmuş bir paradigmayı sahiplenmektedir. Her türden milliyetçi, gerici, cinsiyetçi argümanlardan arınmış çok kültürlü, kimlikli, inançlı ve çok dilli bir sosyalist toplumsallığı sahiplenip, temel hak ve özgürlükleri kısıtlanmış halklarımızın hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadan eşit hak ve özgürlükler içinde bir arada yaşamalarını, kendi kaderlerini tayin hakkını savunur. Tekçi, homojen, farklılıklara kapalı, asimilasyoncu tek bir kimlik, soy ve hanedanlıkla sınırlanmış, faşist ırkçı bir sistemin değil eşitliğin, adaletin, özgürlüğün herkesle paylaşıldığı bir yönetim sisteminin bir ifadesi olarak tanıyıp sahiplenmektedir. Seçimden seçime sandığa sürülen, iradesi hiçbir şekilde tanınmayan, sistemin kadrolarının devşirildiği, sömürünün nesnesi olan anlayıştan kendi siyasal kurumsal iradesi ile kendini doğrudan yöneten toplumsal gerçekliği savunur, bu amaçla mücadele ederiz. Ahlaki politik bir gelecek ancak kapitalist düzenin tüm dinamikleriyle, düzenin kirliliğinden kopuşla olası olup, bu bilinçle düzenin sömürü, zulüm ve işkencelerinin aracı olarak tüm kurumlarına karşı siyasi ideolojik, örgütsel ve ahlaki bir duruşu ifade eder. Bu inanç ve duygularımızla tüm düşüncelerimizi açıkça paylaşmak ilk adımı kendimizde başlatmanın bir gereği olarak yarını bugünden, bugünü tüm geçmiş tarihsel değerlerimizle bütünleştirerek ortaya koymaktayız. Bu biçimi ile parti gerçekliğimiz savcının iddianamesini çürütecek bir hakikati ortaya koymaktadır. Türkiye siyasi tarihinin aynı zamanda bir darbeler tarihi, ülkenin silah zoruyla, şiddetle yönetilmek isteniyor. NATO üyeliği ile birlikte bu darbe geleneğinin çok daha belirgin bir hal aldığını ve her 10 yılda bir darbeler yaşandı, darbelerle halkların demokratik siyaset alanının daraltıldı, örgütsel kurumsal iradesinin kırılmak istendi. Halklarımızın sömürülerek teslim alınmasının amaçlandığı darbe anlayışı 1980 askeri darbesi ile zirve yapmış, Türk-İslam sentezi adı altında Sünni mezhepçi, şovenist, faşist politikalarla mevcut toplumsal sorunlar çok daha ağırlaştırılıp çözümsüz kılınmıştır. AKP iktidarının yönetim anlayışının 12 Eylül askeri cuntasından farklı olmadı. Nasıl ki 12 Eylül faşist darbesi ile milyonlarca insan fişlenmiş, gözaltında işkencelerden geçirilmiş, tutuklanmışsa bugün de 15 Temmuz darbe girişimi ve 20 Temmuz Saray darbesi ile tüm devrimci, demokrat, aydın, ilerici insanlık işinden ekmeğinden edilmiş, fişlenmiş, gözaltında işkencelerden geçirilerek tutuklanmıştır. Kimin yaptığından bağımsız olarak her bir darbe dolaysız olarak devrimci, demokrat, ilericileri ezmeyi ve boğmayı amaçlıyor. Darbelere karşı tutumumuzu tarihin her safhasında açıkça ortaya koymuş, darbelere karşı mücadelede en ön saflarda yerimizi almışızdır. Bu duruş bir devrimcinin ilkesel olduğu kadar insani, ahlaki bir sorumluğu ve tarihsel görevidir. İşkence insanlık suçudur. Bugün bu yöntem insanlık düşmanlarına dahi uygulansa meşru ve haklı bulmayız. Halklarımıza yönelik işledikleri suçlardan dolayı yargılanıp cezalandırılmalarını ise yıllardır büyük bedeller ödeyerek savunduk, savunuyoruz. Özyönetim ilanı ile kendi siyasi ve kurumsal iradesini ortaya koyan yerel yönetimlerin meşruluğuna inandıyoruz, yaşadığımız coğrafyanın çok kültürlü, inançlı, çok dilli ve kimlikli bir yapısı var. Tekçi, homojen politikalarla yok sayılan, varlığı inkar edilen, asimilasyondan ve soykırımdan geçirilen halkların kendi özgür iradeleri ile kendilerini ifade etme haklarına sahip oldu. Tüm bu farklılıklara karşı düşmanca politikalar geliştiren ulus devlet anlayışının hiçbir meşruiyeti olmadığını da açıkça ifade ederim. 68 devrimci önderi Hüseyin İnan‘ın, Yusuf Aslan‘nın idam sehpasında haykırdıkları sözlerle birlikte Deniz Gezmiş‘in 'Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği' şiarının bugün yaşamış olduğumuz ve adeta kangrene dönüşmüş toplumsal sorunlarımızın çözümü için de doğru bir yol kılavuz olduğu inancımla, ırkçı zihniyete karşı çok kültürlü, demokratik ulus perspektifi ile halklarımızın eşitlikçi, adaletli, özgürlükçü mücadelesinin meşruluğu yönündeki düşüncelerimizi beyan etmeyi enternasyonalist bir görev bilirim. 1915'den bugüne Ermeni, Süryani, Alevi, İbrani ve benzeri halklarımızın soykırıma uğratılması trajedilerine yenilerini eklemekten başka bir sonuç doğurmayacak olan bu faşizan şovenist anlayışın coğrafyamızı kültürler mezarlığına dönüştüren tekçi politikalar karşısında devrimci duruş kaçınılmaz bir enternasyonalist görev ve sorumluluktur. AKP'nin kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı bir politika yürüttüyor, demokratik değerleri savunmanın kişinin, bir grubun ya da bir halkın hak ve istemleri kadar ötekilerin de hak ve hukukunu savunmayı, koruyup geliştirmeyi gerektiriyor. Çoğunluğun içinde azınlığın, kendi dışındakilerin de varlığını tanıyor, kendilerini ifade etme ve var olma haklarını savunuyorsan demokrasiden söz edebilirsin. Bir sosyalist olarak bu hakları savundukları için yargılanıyoruz. Kuşkusuz kim suçlu tarih bunun hükmünü verecek. Çözüm sürecinin bitirilmesiyle birlikte PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrid ağırlaştırıldı. Siz Cizre, Sur ve Nusaybin'e tankla topla girerseniz, halk kendini savunur. AKP'nin Kürt politikası ülkeyi yıkıma götürüyor. AKP korku ve tedirginlik içindedir. AKP, Kürt düşmanlığında dolayı çıldırmış durumdadır. ‘AKP yaşasın insanlar ölsün' politikası devreye konulmuştur. Devlet öldürücü bir mekanizmadır. Efrin'e barış götüreceğiz diyorlar. Türkiye'ye barış getirmeyenler Efrin'e barış götüremez. Yapılan yargılamanın hukuki değil. Cizre'de bodrumlarda katledilen o bedenlerimizi asla unutmayacağız. Ezilenler adına yargılandığım bu dava benim için gurur kaynağıdır. Iddia makamı bir ‘terör örgütü' arıyorsa, AKP'ye bakması yeterlidir.
|