Faşist AKP-MHP bloğu 24 Haziran'da baskın bir seçim kararı aldı. Derin ekonomik ve toplumsal kriz dalgalarını aşana kadar bu baskın seçimlere bir can simidi gibi sarılmak zorunda kaldılar. Yönetemiyorlar ve bir kez daha meşruiyet krizini aşmanın yolu olarak, bu kez geçen yıl 16 Nisan'da oyları çalarak elde ettikleri sistemde seçimi görüyorlar. Seçimlerin 2019'da normal zamanında ve normal koşullarda yapılması durumunda istediklere ulaşmaları ihtimalinin olmadığını biliyorlar, deniz tükendi, gemi kriz kayalılarında darbeleniyor. Şu çok açık ki, Erdoğan'ın o çok övündüğü istikrar ülkede çoktan kayboldu gitti, bu son 4 yıl içindeki altıncı seçimler olacak. Meşruiyet krizini Efrîn'e yönelik faşist savaşla aşmayı denedi. Savaş kozunu Efrîn'de kullandı ve bu kitlelerin ideolojik konsolidasyonunda bir noktaya kadar işe yaradı, ama OHAL'in boğucu atmosferinde katlanılmaz bir noktaya gelen toplumsal bunalım için bu koz yeterli olmadı. İnsanlar hem yemeğe hem de özgürlüğe açlar. Ekonomik kriz gün geçtikçe derinleşiyor. Yükselen döviz fiyatları, enflasyon oranı, işsizlik ve cari açık, ekonomide her an büyük bir kırılmaya neden olabilecek düzeyde. Örtülü ekonomi ile gidilebilecek yolun da sonuna gelindi, yırtıklar yama tutmuyor. Dahası, Bakûr Kürdistan'da bastırılamayan tam aksine yaygın eylemlerini sürdüren Kürt özgürlük harekti öncülüğündeki gerilla savaşımı, Efrîn'in intikamı parolasıyla devleti en çok zorlayan faktörlerden biri olmaya devam ediyor. Tüm gelişmeler birleştiğinde, son yılların büyük altüst oluşları içinde devleti kendinde bütünleştiren AKP ve faşist saray diktatörlüğünün daha fazla bekleyecek sabrı kalmadı.{divide} Faşist şef bu kadar yakın bir tarih seçerek muhalefeti savunmasız yakalamak istedi. Bu süreçte, geçelim demokratik bir muhalefete tahammülü, her zora düştüğünde yardımına koşan burjuva muhalefete bile katlanamadı ve olası adayalara müdaheleye girişti. Tüm muhalefeti kendisi dizayn etmek istiyor ve geri kalan hayatta kalma şansı bırakmamanın peşine düşüyor. Saray koalisyonu, muhalefet ve halk kitleleri saflarında 'ne yaparsanız yapın kazanamayacaksınız' havası yaratacak bir politika oluşturmak istiyor. Ve son gelişmeler bir kez daha gösterdi ki, rejim krizi sadece faşist saray düzeniyle sınırlı değil, burjuva muhalefete kadar uzanıyor. Bu süreçte öne çıkan örnek TSK Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve sarayın başdanışmanı İbrahim Kalın'ın bir zamanlar Erdoğan'ın çok sevgili kardeşi olan eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü ziyaret etmesi oldu. İki bürokratın Abdullah Gül'ün bahçesine helikopterle inmesi ve onu adaylıktan çekilmeye zorlaması açık bir darbe uygulmasıdır. Ama buna en çok üzülenler burjuva muhaleletin bazı kesimleri ve bazı liberaller oldu. Başka bir faşist, islamcı ve çürümüş politikacıdan başkası olmayan, yol boyunca Erdoğan'ın bütün suçlarına ortak olmuş Gül'ü gerçekten de güçlü bir aday olarak görüyorlardı. Şimdi, dört gerici burjuva partisi, CHP, İyi Parti, Saadet Partisi ve Demokrat Parti bi seçim ittifakı üzerine anlaştılar. Başkanlık seçimlerine kendi adaylarına girseler de ikinci tura kalınması durumunda birbirlerini destekleyecekler ama daha önemlisi seçim barajını aşmak için milletvekili seçimlerine tek listeden girecekler. Hatta 90'ların faili meçhullerinde baş sorumlulardan olan, rejim krizinin en ağır günlerinde devrimcilerin katledilmesinde parmağı olan faşist Meral Akşener'in partisini kurtarmak için CHP vekillerini bile gönderdi onun partisine. Burjuva sözde muhalefetin özellikle mesele Kürt sorununa geldiğinde kraldan çok kralcı olduğunu bilmeyen yok. HDP'nin böyle bir ittifakta yer almasının hiçbir nesnel ve öznel koşulu olmadığı zaten açık bir şekilde görülse de bu, burjuva alternatifi gericilerin gündemine bile gelmemiştir. Ve pratikte bu yüzde 10'luk seçim barajı sadece HDP için vardır. HDP sözcüsü Filiz Kerestecioğlu'nun dediği gibi 'şimdi, iki sağcı ittifak ve HDP yarışacaktır, ve bu nedenle HDP'nin baraj sorunu yoktur'. Haziran 2015 seçimlerinden bu yana öncce bombalamalarla, sonra eşbaşkanlarının, vekillerinin ve binlerce üyesinin tutuklanmasyıla devam eden sürekli saldırılara maruz kalan HDP, ezilenlerin tarihsel bloğu olma özelliğini ise korumayı başardı. Sosyalistlerin ısrarlı ve direngen 1 Mayıs çalışmalarında olduğu gibi yeni başlayan seçim çalışmaları sırasında da bu toplumsal tabanın gücüne güvenmekten ve sokağı terk etmemekten başka bir çare yok. Yüzlerce ve binlerce çalışanı tutuklanan ve gözaltına alınan HDP'nin etrafında şimdi daha geniş bir antifaşist ve muhalif çevre var. Bunların 25 Haziran hedefiyel HDP etrafında kenetlenmesi ve diktatöre karşı sertleşecek mücadeleye yönelik örgütlü bir güce dönüştürülmesi bu seçimlerin HDP açısından yegane anlamı olduğu bir gerçektir. HDP'nin tarihsel misyonu ezilenlerin birleşik demokratik cephesi olma iddiasıdır. Şimdi, 8 Mart'ta, Newroz'da en son da 1 Mayıs'ta kendini gösteren biriken kitle öfkesini devrimci bir çizgiye kanalize etmesi onun bu misyonuna uygun düşen görevidir. 25 Haziran bir başka mücadelenin sıçrama tahtasına dönüşütürüldüğü ölçüde anlamı kazanacak bir tarihtir. Tüm seçim çalışması bu anlayışın üzerine krulmalıdır. Politik kitle faaliyeti yeni bir tetikelyici rol oynamalıdır. Demokratik, ilerici ve devrimci güçler kesinlikle Erdoğan'ın seçim sonuçlarını tanımama olaslığının, tehdidinin farkındadır. Kaybetmesi halinde bir iç savaşı provoke edeceğine şüphe yoktur. Haziran 2015 seçimlerinden sonra Suruç katliamına girişmesinde olduğu gibi, devletin açık hedefi öncelikle devrimciler olacaktır. Çukur medyası şimdiden 24 Haziran için bu tür planları dillendirmektedir. Ne olursa olsun, seçimler mevcut koşullarda hâlâ önemlidir, önemli bir mücadele aracına dönüştürülebilir. Pekçok insan hâlen Erdoğan'dan seçimler yoluyla kurtulabilecekleri ilüzyonundadır ve tam da bu yüzden HDP'nin görevi, bir demokratik alternatif olarak, şimdi Rojava'daki gibi bir üçüncü yol olarak, bir odak noktası olarak konumlanmalı ve bu ilüzyonları silecek bir söylem ve mücadele tarzı geliştirmeli. Sadece o zaman, seçim kampanyası 25 Haziran günü mücadele için bir hazırlığa dönüştürülebilir. Her şeyden öte, devrimci güçler halka OHAL koşullarında seçimlerin meşruiyetinin olmadığını ve tüm hilelerle, baskıyla ve şiddetle yürütülen devlet terörünü anlatmalı.Bunu bir başka faşist ve burjuva seçenekle değiştirmenin hiçbir şeyi çözmeyeceği açık. Sokak direnişini büyütmenin kanallarını oluşturmak ve halkı örgütlemek demokratik seçenek için tek isabetli yol olarak görünüyor. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın devrim sathında olduğunu söyleyebiliriz ve bu koşullarda demokratik mücadelenin bugünkü görevi faşizmi defetmek olacaktır. Özgürlüğe susamışlık bilinen bir gerçektir ve koşullar olası patlamalar için oldukça nesnel zemin yaratmaktadır. Bölgenin gerici devletleri insanları ezdi, sıkıştırdı, nefes alacak alan bırakmadı ve en sonunda Arap baharı, Gezi ayaklanması ve Rojava devrimi patlak verdi. Özgürlük ve onur için mücadele bunlarla tazelendi ve şimdi başka bir yükselişin öncesinde. Devrimciler sosyal şovenişt, tekçi burjuva seçeneğin arkasında yedeklenmek gibi bir hataya asla düşmeden öznel koşulları güçlendirmenin peşinde olacaklar. Türkiye ve Kuzey Kürdsitan'daki şçi sınıfı ve ezilenlerin hayatta kalmak için özgüçlerine güvenmekten, birleşik bir direniş hattında demokratik, ilerici, devrimcii komünist örgütlerde örgütlenmekten başka çareleri yok. Seçim sürecini önemi tam da burada yatıyor: demokratik özgürlük mücadelesini örgütlemek için ondan faydalanmak, özellikle de seçim sonrası için. Seçimleri bir kaldıraca çevirmek kitle hareketi için kilit önemdedir ve sonuç olarak gerçek mücadele bu dönemde pratik temelde birleşik antifaşist direniş cephesini oluştumak olacaktır. Enternasyonal Bülten Mayıs ayı sayısından
|