6-7 Eylül Saldırısında Katledilenleri Anıyor, Katliamcıları Lanetliyoruz! IRKÇI TEKÇİ DEVLETLER HALKLARIN DÜŞMANIDIR Faşist Türk devletinin tarihi, halklara dönük katliamlarla örülüdür. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının örgütü olan İttihat ve Terakkicilerin öncülüğünde gerçekleştirilen Ermeni soykırımı, Süryani katliamları, Koçgiri, Şeyh Sait, Zilan ve Dersim somutunda Kürt halkına dönük katliamlar, bunun örnekleridir. 6-7 Eylül 1955'te İstanbul başta olmak üzere, farklı illerde Rum halkına dönük olarak gerçekleştirilen katliam, yağma ve sürgünler de, aynı zihniyetin bir ürünüdür. Çünkü, cumhuriyet adı verilen diktatörlük, varlığını başka halkların kıyımı ve sürgünü üzerine kurmuş, onların zenginliklerini talan ederek, yağmalamıştır.
Böylesi bir karekterle şekillenen devlet ve egemenleri, sistematik saldırılarla ve bir takım kanunlarla, Anadolu'yu ve Kürdistan'ın kuzeyini halklar için adeta bir mezarlığa çevirmiştir. Mustafa Kemal'den İsmet İnönü'ye, Adnan Menederes'ten Tayyip Erdoğan'a kadar, burjuvazinin ve egemen sınıfların temsilcisi olan diktatörler, halklara zulümederek, onları ölümlere-sürgünlere göndermiştir. Dünün "Tek dil, tek ülkü, tek hars (kültür)" faşist düsturu, bu gün de, Tayyip Erdoğan ve çeteleri tarafından "Tek Dil, Tek Millet, Tek Devlet" diye devam eden bir tekerlemeye dönüştürülmüş durumdadır. Faşist zihniyet, her zamanda ve yerde halklar için ölüm ve zulum demektir, bu açıdan tarihsel bir süreklilik söz konusudur.
6- 7 Eylül Devlet Katliamlarıdır Tayyip Erdoğan ve ondan önceki faşist yönetimlerin rol model kabul ettikleri Adnan Menderes ve ekibi 6-7 Eylül katliamının başlıca sorumlularındandır. "Her mahalleye bir milyoner" vaadiyle ve Amerikan emperyalistlerinin desteğiyle, hükümet olan Adnan Menderes yönetimi, kısa sürede siyasi ve ekonomik sıkıntıları idare edemez, vaadettiklerini yapamaz hale geldi. Tam da bu dönemde Kıbrıs'ta yaşanan olayları ve devlet eliyle örgütledikleri provokatif saldırıları gerekçe göstererek, Rum halkına ve onlarla beraber Ermeni ve Yahudilere dönük saldırılar gerçekleştirildi. Menderesin Demokrat Parti'si ve dönemin MİT'i (Merkezi Emniyet Hizmetleri -MAH) öncülüğünde Rumları hedef alan bir kampanya başlatıldı.
Tarihe "6 ve 7 eylül katliamı" olarak geçen bugünlerde, MAH ve Seferberlik Tetkik Kurulunun örgütlediği paramiliter güçler ve kışkırtılmış linç güruhları Rumların oturdukları semtlere, "Kıbrıs Türktür Türk Kalacak" sloganları ile saldırdı. Evler, işyerleri, okullar, inanç merkezleri ve mezarlıklar hedef alındı. Insanlar sokaklarda linç edilerek işkencelerden geçirilirken, yüzlerce kadına tecavüz edildi.
Saldırılarda, 4200 ev, 1000 işyeri, 73 kilise, 26 okul ve mezarlık kullanılamaz hale getirildi. Rum halkından 11 kişi katledildi, yüzlercesi de yaralandı. Saldırı sonrasında Rumlar ev ve işyerlerini, tüm varlıklarını bırakarak Yunanistan'a geçmek zorunda kaldı. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında sayıları İstanbul ve çevresinde yaklaşık 1 milyon olan Rumlar, zaten adım adım zorla ve baskıyla göçettirilmekteydi. 6-7 Eylül 1955'e gelindiğinde İstanbul'da 280 bine gerilemiş olan Rum halkının sayısı, katliam sonrasında neredeyse 2 bin kişiye kadar indi.
Rumlardan geriye kalan malları Türk burjuvazisi kendi himayesine aldı. Bugün halen tıpkı Ermeni halkımıza yaptıkları gibi Rum arazilerinde, evlerinde kalan, onların varlıklarını kendine sermaye yapan burjuva çevreleri bilinmekte ve Türkiye siyasetine onlar yön vermeye çalışmaktadır. Varlığını Ermenilerin, Rumların ya da Kürtlerin gaspedilen değerleri, mülk ve arazileri üzerine kuran Türk burjuva çevrelerinin milliyetçiliklerinin ardında biraz da bu gerçek yatmaktadır. Çünkü bu topraklarda, talancılık ve yağmacılık, milliyetçilikle örtülmektedir.
Linççi ve Yağmacılar Hala İktidardalar Rum halkına karşı gerçekleştirilen bu ırkçı saldırıyı, dönemin özel harp daire başkanı Sabri Yirmibeşoğlu daha sonra yapılan bir röportajda üstlenmiş; "6 ve 7 eylül bir özel harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı" diyerek devletin ırkçı ve katliamcı rolünü itiraf etmişti.
Aradan geçen 63 yıla rağmen, İstanbul'da 6-7 Eylül'de yaşananlar, bu gün de güncelliğini koruyor. Devlet eliyle katliamlar örgütlenmeye devam ediyor, Türk olmayan halklar, sürgünlerden, katliamlardan, asimilasyon ve zorbalıklardan geçiriliyor. Tüm bu politikalara rağmen yok edilemeyen Kürt halkı için çöktürme planları ve yok etme çalışmaları sürdürülüyor. Çünkü, Tayyip Erdoğan diktatörlüğü, aynı gelenekten gelen ve "kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacaktır" diyerek, Kürt kentlerine, yoksul alevi kitlelerine, sayısı neredeyse yüzlere düşen, bu toprakların kadim halklarına ve inançlarına saldıran, yok etmek isteyen bir çizgiyi temsil ediyor.
Bu faşist zihniyet, ve onun devleti kendi dışındaki halklara ve inançlara düşman olduğu kadar, örgütlü ve iradeli bir topluma da düşmanlıkla şekilleniyor. Bu nedenle, devrimci ve ilerici olan her gelişmeye saldırıyor. Toplumu da, bu zehirle çürütüyor.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da sürmekte olan faşist uygulamaların yanı sıra, Rojava'da, Afrin'de, Şengal'de ezilen halkların kazanımlarına ve medya savunma alanlarına saldırmasının altında aynı tekçi ve ırkçı devlet politikası yatıyor.
Tüm ezilen insanlık için bir tehdit oluşturan, bu faşist zihniyete ve onun saldırılarına karşı birleşik devrimci mücadeleyi büyütmek, halklar arasında kardeşliği ve eşitliği inşa ederek, ortak bir irade haline gelmek, kendine devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever diyen herkesin önündeki en temel görevlerden biridir. Halkların Birleşik Devrim Hareketi, bu uğurda mücadele edenlerin ortak örgütlenmesi ve faşizmin yenilmesi ve halkların özgürlüğü için dövüşen öncüsüdür.
HBDH olarak, 6-7 Eylülde katledilenleri saygıyla anıyoruz. Ezilen halklarımızı, yeni 6-7 Eylüllere, yeni katliam ve zulümlere dur demek için, birleşik devrimci mücadeleyi büyütmeye, faşizmden hesap sormaya çağırıyoruz.
HBDH Yürütme Komitesi
5 Eylül 2108
|