MLKP/Rojava Şehit Serkan Taburu Komutanı Ahmet Şoreş'le Rojava devrimi ve İdlib özelinde bölgedeki gelişmeler üzerine yapılan röportajı yayınlıyoruz. {divide} Bir süredir, Rojava ve Kuzey Suriye gibi kavramları birlikte kullanıyor ve genişlemekte olan bir devrim gerçekliğine tanık oluyoruz. Bunun askeri yansımaları nasıl oluyor? Rojava devrimi, Arapların yaşadığı bölgelere doğru ilerledikçe Arap, Süryani, Türkmen halklarını kapsamaya ve genişlemeye başladı. Devrim hem kitle hem de coğrafya olarak büyüdü. Bu aynı zamanda devrimin iddia ve hedeflerinin de büyümesi anlamına geliyordu. Devrimin öncülüğünü yapan güçler, her geçen gün kitleselleşen bir çizgide ısrar etti. Biz de MLKP olarak devrimin savunulmasında ve devrimin genişlemesinde yerimizi aldık ve bu görevlerimizi sürdürmeye devam ediyoruz. Devrimin savunma güçlerinin örgütlenip büyütülmesi amacıyla askeri bir kurumlaşma olan askeri birlik çalışmalarına katılıyor, gelişiminde rol oynuyoruz. Devrimin ordusunu ve savunma güçlerini büyütüyoruz. DSG, Rojava devriminin, Kuzey Suriye devriminin özyönetiminin savunulması için kurulmuş bir ordudur. Biliyoruz ki devrim silahla, mücadele eden güçlerle kazanılır aynı zamanda onlarla savunulur. Ortadoğu'da gördüğümüz gibi politikayı silahlı araçlarla ve güçlerle yapmayan örgütlerin burada varlığı bile söz konusu olmayabilir. Bundan dolayı biz de MLKP olarak Rojava devriminin başlangıcında ve bugün devamında politik askeri bir kuvvet olarak yerimizi almaya devam ediyoruz. Devrimin Suriye'nin diğer bölgelerine doğru yayılmasını ve mevcut politik rotasını nasıl görüyorsunuz? Örneğin İdlib eksenindeki gelişmeleri bu bağlamda nereye oturtuyorsunuz? Rojava devrimimiz, Arap topraklarına, Suriye topraklarına doğru genişleyerek devam etti. Kuşkusuz bu gelişmenin de kendine göre bir takım sınırları ve aşamaları olacaktır. Bunun karşısında egemen sınıflar özellikle Türk sömürgeciliği Efrin'deki özgürlük alanımıza saldırarak orayı işgal etti, geçici olarak bir çekilme hali ve yenilgi durumu yaşadık. Ama bizim için Efrin özgürleştirilmesi gereken bir devrim toprağı görevi olarak duruyor. Efrin bir Kürt bölgesidir, İdlip ise daha çok Arapların yaşadığı bir bölgedir. Başta da ifade ettik Rojava devrimi bir Kürt devrimi olarak başladı ardından Suriye'nin diğer halklarla birleşen bir devrim olarak genişledi. Şimdi bu devrimin gitmesi gereken, olması gereken yerlerden biri de aslında İdlib'dir. Maalesef İdlib'te Rojava devrimine karşı savaşan ve Suriye halklarına zulmeden çeteler var. Bunların önemli bir kısmı başta koalisyon güçleri ve onların etkin bir bileşeni olan Türkiye tarafından desteklendi, eğitildi, silahlandırıldı ve savaştırıldı. Ardından güvenli bir şekilde İdlib'e çeşitli biçimlerde taşındı. Şu anda orada korunuyor, silahlandırarak ve lojistiğini sağlayarak, uluslararası bağlamda onlar adına diplomasi çalışması yürüterek güçlendirmeye çalışıyorlar. Bu faaliyeti bizzat Türkiye yürütüyor ve Tayyip Erdoğan çetelerin başkomutanı olarak rol alıyor. Bizim devrimimiz aslında şu an Kürt ve Arap halklarının birleşik ve ortak devrimi haline geldiği için İdlip'in özgürleştirilmesi meselesi, Rojava devrim güçlerinin, Kuzey Suriye devrim güçlerinin temel politik gündemlerinden biridir. Bu ne Rusya'nın, ne İran'ın, ne Türkiye'nin, ne Amerika'nın ne de yine zulmüyle ve gericiliğiyle tanınan Esad rejiminin işidir. Bunun aslında halkların özgürleşmesi için mücadele eden devrim güçlerinin politik bir gündemi olması gerekir ama bu günkü konjonktür, güç ilişkileri, dengeler, maalesef şuan hemen hızla İdlib'e girmemizi ve devrimi oraya taşımamızı bu baskı, zulüm altında kalan halkları özgürleştirmemizi frenliyor. İdlib bizim açımızdan şu an ki durumuyla gerçekten Suriye'deki savaşın gelip bir yönüyle güncel olarak kilitlendiği bir saha haline geldi. Dün Efrin'di, bugün İdlip'tir. Süreç orada kilitlenmiş durumdadır. Bu kilidin açılacağı daha gerçekçi ve halkçı çözüme gideceği yer Rojava devriminin programıdır, görüş açısıdır. Şu an orada Suriye'nin, Rusya'nın, İran'ın Türkiye'nin birleşik bir programı vardır. Bir takım anlaşmalar yapmışlardır bu çerçevede adımlar atıyorlar. Bunlar orada yaşayan halkların, oranın sahibi olan halkların çıkarlarına göre değil tamamen kendi emperyalist sömürgeci bölge çıkarlarına göre hareket ediyor. Ki, bu çıkarlar bilindiği gibi her daim savaşlara, krizlere ve çözümsüzlüklere yol açıyor. Kaçınılmaz olarak biz bir gün İdlib'e gideceğiz. Bu devrimin fikri bu devrimin kendisi İdlib'de olacaktır. Bu kaçınılmazdır. İdlib etrafında bir dizi siyasal kamplaşma ve çelişki de söz konusu. Çetelere karşı operasyon neden ertelendi. Süreç neden kilitlendi? Suriye, İran ve Rusya bu alana büyük bir operasyon düzenlemek istedi, Türkiye bunun karşısında açıktan yer aldı. Amerika ve koalisyon güçleri doğrudan Türkiye'nin bu politikasını desteklediler. Kimyasal silah, kitle katliamı olursa biz de içinde yer alacağız gibi demagoji yaptılar ama biz biliyoruz ki İdlib'de çeteleri var eden, eğiten ve orada toplanmasını sağlayan koalisyon güçleridir. Başta Amerika, Fransa, İngiltere olmak üzere, bölge güçleri olarak Türkiye ve Suudi Arabistan'dır. Bölgede ve dünyada gerici bir güç olarak Rusya ve İran da bunun parçasıdır. Görüldüğü gibi gerici, faşist, sömürgeci, emperyal güçlerin dar bir alanda İdlib bölgesinde karşı karşıya geldikleri bir süreç yaşanıyor. Bunun daha büyük devletsel bir savaşa, dünya savaşı sürecinin hızlanmasına yol açmaması için kontrollü bir şekilde yürütmeye çalışıyorlar. Diplomasiye şu an daha fazla ağırlık verdiler. 15 Ekim'e kadar bir zaman tanındı. Son gelen bilgiler ya da kamuoyuna açıklanan haberler eğer doğruysa silahsızlandırma adı altında yapılan anlaşmaya uyumlu hareket edildiğine dair bir takım söylentiler dolaşıyor. Ancak, dengelerde ve siyasal koşullarda yaşanan kimi değişimler, durumu hızla bir savaş eksenine çekebilir. Suriye iç savaşının daha başlangıcında Türkiye çok açık bir şekilde Esad rejiminin yıkılması ve Suriye'de kendine yeni egemenlik alanları açması için yer aldı. Sonra Rojava devrimi esnasında politik olarak hedefi Rojava devrimi ve Kürdistan devrimine döndü. Bugün de aslında Ortadoğu politikası, bölge politikası tamamen Kürdistan ve Kürt karşıtlığı temelinde yürümektedir. Onun için de Türkiye'de zaten darbelerle iç içe geçen bölge ve Kürdistan devrimi karşısında daha etkin askeri karşı devrimci bir rol oynamak ve üstlenmek bakımından bir takım siyasi değişikliklere de gittiler. İdlib'te de yaşanan bundan ayrı bir şey değil. Türkiye doğrudan bir taraf olarak çetelerin hem diplomasi hem askeri hem lojistik dolayısıyla da toplamda siyasi bir temsilcisi olarak rol üstlenmiştir. Dolayısıyla da İdlib'te aslında Türkiye de sıkışmış durumdadır. Yani o çetelerin orda sıkışmışlık ve kuşatılmışlık hali Türkiye siyasetinin de Ortadoğu‘da ve Suriye'de sıkıştırılmış bir siyaset olduğunu, bunun partisi olarak da AKP ve lideri olarak da Erdoğan'ında bu süreçten uzak olmadığını, tam içinde olduğunu görebiliyoruz. Dikkat ederseniz İdlib'te ve bölgede yaşanan sorunlar Türkiye'de farklı boyutlarla paralel gidiyor. Ya ekonomik kriz olarak ya da uluslararası güçlerle diplomatik krizler olarak yaşanıyor. Yani çeşitli biçimlerde bu krizli durum Türkiye'nin çeşitli alanlarda siyasetin çeşitli bölümlerine yansıyor. İdlib'in gelişimi ve alacağı yol bir yönüyle çetelerin Suriye merkezli varlık ve sonraki sürecine Türkiye'nin Suriye ve Kürdistan devrimi karşısındaki duruşu ve sonraki süreçler bakımından çok önemli bir takım stratejik gelişmelere yol açacağını söylemeliyiz.
|