2013'te ABD merkez bankasının 2008 krizinin etkilerini azaltmak için geliştirdiği gevşek para politikasından vazgeçmesi ve dışarıya dolar akışını kesip, mail sermayeyi ülkesine geri çekmek için faizleri yükseltmesiyle birlikte Türkiye gibi mali-ekonomik sömürge ülkelerin uyguladığı sermaye birikim modeli bir darboğazla karşılaştı. 2013'ten bu yana Türkiye ekonomisine yönelik bu kriz tehdidi farklı politik süreçlerin devreye girmesiyle ertelenebilmiş veya etkileri gizlenebilmişti. Ancak 2018'e geldiğimizde Türkiye'nin dış borç miktarı 418 milyar doları bulmuştu, bunun yüzde 70'i özel sermayeye aitti ve üçte birinin geri ödemesi 6 ay içindeydi. ABD ile yaşanan politik gerginlikle zaten dış finansmana bağımlı ekonomi önce Temmuz ayında bir döviz krizine girdi. Dövizin hızla yükselmesi, üretimi büyük oranda dış kaynağa bağımlı ekonomide enflasyonun yükselmesine neden oldu. Faşist devletin uyguladığı kural tanımaz sert ekonomik önlemler döviz ve borç krizini durdurmaya yetmedi. Erdoğan'ın ısrarla karşı olduğu faizlerin yükseltilmesine mecburen başvuruldu ama bu geçici bir nefes alma sağlasa da şirket iflaslarının ve ekonomik daralmanın önüne geçemedi. Şu an yaz döneminden beri 10 binlerce şirket borç erteleme, yani aslında iflas başvurusunda bulundu. Kapanan şirketlerle birlikte işsizlik hızla artarken, enflasyon artışının önüne geçilemedi.{divide} Erdoğan diktatörlüğü ekonomi yönetiminde sözcülüğü kendi damatına vermişti. Damadın uyguladğı ekonomik reçete krizin tüm faturasının işçi sınıfı ve ezilenlere kesilmesi üzerine kurulu. TÜSİAD'da cisimleşen emperyalizme bağımlı Türkiye'nin büyük burjuvazi bu birikim modeli krizinde Erdoğan faşizminin uyguladığı baskı ve hak tasfiyesi politikalarına muhtaç, iktidarın dolaylı olarak bir IMF programı uygulaması onların da işine geliyor. Elbette, Erdoğan faşist diktatörlüğün kontrolünü ele geçirirken özellikle beslendiği ülkenin ekonomik büyümesi inşaat, beyaz eşya, mobilya, ara malı üretimi ve en önemlisi de finansal sektöre dayanıyordu. TÜSİAD'ın bazı bileşenlerinin de bu sektörlerde yatırımı olsa da Erdoğan bu sektörler üzerinden yeni bir Anadolu sermayesi yaratmaya çalışıyordu, ki bu beklendiği gibi rekabette başarısız oldu. Ekonominin son açıklanan büyüme rakamlarıyla bir daralmaya girdiği görülüyor, ki bu daralma yabancı sermayenin Türkiye'yi hâlâ yüksek faiz nedeniyle tutunulacak bir yer olarak görmesi nedeniyle uzun bir süreye yayılacak gibi görünüyor. Daralmayı aşacak sistem içi bir çözüm olmadığını bilen burjuvazi ve Erdoğan, çareyi büyümenin lokomitifi olan bu sektörelere kamu fonlarında para aktararak en az hasarla atlatmakta arıyor. Böylelikle halkın kaynakları hem parasal olarak talan ediliyor, hem de sosyal güvence, doğal çevrenin tahribatı, devletin temel hizmetlerinin dahi tasfiyesiyle kriz yine ezilenlerin üzerine yıkılıyor. Türkiye ve Kürdistanlı komünistler, sınıfla bütünleşmek için, onun faşizme karşı politik önderlik özelliklerini kazanması için tüm işçi direnişlerinde yer almakta, sendikaları aracılığıyla hareketi ileri taşımaktadır. Rojava'ya işgal tehdidinin daha somut bir hâl aldığı bu günlerde, diktatörlüğün zayıflayan ideolojik hegemonyasıyla birlikte kitlelerin tüm öfkesini faşizme karşı yöneltilmesi için savaşmaktadır.
|