(Enternasyonal Bülten Ocak 2019 sayısından) Erdoğan diktatörlüğü, belki de Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki tüm hükümetlerden daha fazla sembolizmi kullanıyor. Erdoğan, 19 Aralık hapisane katliamı1 ve 1978 Maraş katliamının2 yıldönümünde ve savaş sanayisi sempozyumunda Suriye'nin kuzeyine, Fırat'ın doğusuna birkaç gün içinde yeni bir işgale (tabi ki onlar Rojava kelimesini kullanmıyor) girişeceğini duyurdu. Tarhinin en derin ekonomik krizlerinden biriyle yüzleşen ülkede bu duyurunun sembolik bir günde taşıdığı anlam Erdoğan'ın bu toprakların tüm devrimcilerine vermek istediği mesajla ilgili. Kendi hikayesini yaratma ihtiyacı bir yandan onun iktidarının gücünü ve meşruiyetini tahkim etme amacını taşırken bir yandan da devletin politik-islamcı ideolojik dönüşümüyle inşa ettiği diktatörlüğünün kalıcığını garanti altına almak istiyor. {divide}Bu aynı zamanda ona zor zamanlarda, kriz anlarında gelecek darbeleri savuşturmada kolaylık sağlayacak diye planlıyor. 16 yıllık iktidarı boyunca bu güç tahkiminde uzun bir yol kat etmeyi başarsa da faşizmin toplumsal meşruiyet olmadan kurulamayacağının da farkında. Devletin Kürdistan üzerinde sürdürdüğü sömürgeci karakteri beraberinde ırkçılık, kadın düşmanlığı, doğa düşmanlığı, nefret dili ve militarize edilmiş toplumsal tabanı da getiriyor ve onun kullanışlı araçlarına dönüşüyor bu ideolojik restorasyonda. Devrimci mücadele diktatörlüğe saldıracağı düşmanı hem bu araçsal niteliğiyle sunuyor hem de onun inşa ettiği devletin gerçekten de düşmanı ve temellerini sarsan bir güç olarak Erdoğan'ın karşısına dikiliyor. Bu mücadelelerin başında da Kürt ulusal mücadelesi geliyor. PKK önderliğindeki Kürdistan'da ulusal kurtuluş güçlerinin 40 yıldır sürdüğü yoğun mücadeleye sosyalist yurtseverler, komünistler de faşist sömürgeci devlete karşı silahlı ve silahsız biçimleriyle katılıyor. Kürdistan'daki devrimin sosyalist devrimle bağını bugünden kuruyor. Faşist sömürgeci Türk devletinin başındaki politik islamcı şef Erdoğan, Afrin işgalinde görece istediğini almış olmanın verdiği güvenle tüm Rojava sınırını işgal edebileceğini düşünüyor. Bu özgüvenin altında çetelerin sağladığı binlerce kişilik güç ile Rus ve ABD emperyalistlerin arasındaki çelişkiye oynamanın verdiği rahatlık var. Ancak ABD'nin çekilme kararı ve bu karara rağmen Kürt güçlerle ilişkisini kesmemiş ve kesmeyecek olması hem Türkiye'nin bu emperyalist çelişkiye oynama olasılığını azaltıyor, hem de İdlib'de çözmesi için söz verdiği çetelerin giderek kendisi için de bir sorun ve tehdit haline gelmesine neden oluyor. Erdoğan işgal açıklamasında "biz terörist Kürtleri iyi biliriz" diyerek ırkçı ideolojik bir arka plan kurmaya çalışırken Rojava'nın çok uluslu karakterini bölmeye de oynuyordu. Rojava'nın Arap çoğunluklu bir coğrafya olduğunun propagandasını yapıyor. MİT'in bölgedeki faaliyetiyle Arap milliyetçiliğini kışkırtıp halkların barış içinde yaşamasını hazmedemiyor. Rojava'yı sadece Kürtlere indirgeyerek uluslararası meşruiyetini de artırmak istiyor. Kuzey Kürdistan'da başlayıp tüm Kürdistan'a yayılan Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi, Rojava devrimiyle bölgesel bir devrime dönüşmede önemli adım atmış oldu. Ulusal kurtuluşun, demokratik devrime ilerleyen bir inşa sürecine ilerlemesi Rojava devriminin gelişim dinamikleriyle, yani kadın özgürlüğü, halkların eşit temsiliyeti temelinde özyönetimi, komünler sistemi, özsavunma güçleri, vs. ile daha da belirginleşti. Kanlı Ortadoğu coğrafyasında özgürlüğün ve sosyalizm fikrinin yeşereceği bir zemin olarak kendini var etti. Kürdistan'ı bölüşen bölgenin 4 gerici ve sömürgeci devletini korkutan Rojava'nın bu demokratik özgürlükçü yapısı oldu. Onların iktidarının temelini oyuyordu. Rojava halkları, başta Kürt halkı olmak üzere Esad rejiminin katliamlarına maruz kaldığı uzun yılların verdiği direnç ile öz gücüne dayanarak inşaya giriştiği bu süreci de fedakârlıklarla göğüslemeyi bildi. Türk devletinin her fırsatta Kürt halkının kazanımlarına saldırdığı bir tarihsel gerçeklik göz önünde bulundurulduğunda Rojava son 6,5 yılda kendini her yönden saldırılara karşı korumayı başardı. Rojava devrimi olarak başlayıp Kuzey ve Doğu Suriye'ye doğru genişledi. Başta Arap halkları olmak üzere diğer ulusların devrime katılımını sağladı. IŞİD çetelerinden El-Kaide, EL-Nusra çetelerinin ÖSO adı altında saldırılarına, doğrudan Türk devletinin işgal ve katliam saldırılarına öz gücüne dayanarak direndi. Direnişten dersler çıkardı, devrimin inşasındaki aksamaları bu derslerle aşmayı önüne koydu. Erdoğan'ın birkaç gün içinde işgal iddiası güçlü bir iddiaydı. Faşist Türk devleti bu iddiasında ciddi olduğunu önce sınıra askeri güçlerini yığarak, sonra da Mahmur ve Şengal'i bombalayarak gösterdi. Bu bombalamalarda 4 sivil öldü. Erdoğan'ın 19 Aralık'taki savaş ilanının hemen ardından Trump ani bir kararla Suriye'den çekilme kararını duyurdu. Bu çekilme kararıyla birlikte işgalin hemen başlaması beklenebilirdi ancak Türk devletinin de bu çekilmeyi beklemediği ortaya çıktı. Yani, çekilme Türkiye'nin başarısından çok ABD'nin bölgedeki planlarıyla ilgiliydi. Öncelikle ABD'nin çekilmeyi yavaşlattı, süresini belirsiz ilan etti. Askeri güçler Irak'ta yeni kurulan bir üsse aktarıldı, ki bu da ABD'nin bölgedeki askeri politikasından vazgeçmediğini gösteriyor. Trump'ın ani çekilme kararının savunma bakanı ve askeri temsilcilerinde yarattığı huzursuzluk istifaların ardından bu yavaşlatmayla gerçeklik rayına oturdu. Zaten ordusu Irak'a çekilse de ABD'nin ordu uzmanları, tekel danışmanları, savaş sanayi temsilcileri Suriye'de cirit atmaya devam edecektir. Hem Erdoğan hem Trump'ın çekilme kararıyla IŞİD'le mücadele üzerinden konuşmaları gerçek amacın saklanmasından ibarettir. IŞİD'in Türkiye sınırıyla bir bağı yok ve Türkiye bu ara bölgedeki özerk yönetimi düşman olarak görüyor. Yani, açıkça bir tiyatro oynanıyor açıklamalarda. Burada ABD'nin Türkiye'ye benim Suriye-İran politikalarıma destek verirsen Kürt kazanımlarını benim belirlediğim oranda törpülemene izin veririm anlaşmasını, Kürtlere ise eğer Barzani çizgisinde bir yapıya gelmezsen, Esad'la benden habersiz görüşürsen Türkiye'nin yolunu açarım tehdidini dayattığını görüyoruz. Suriye'de Kürtlerden başka ittiffak gücü olmayan ABD, planlarını uygulamak için Kürtlere başından beri mecbur kalmıştır, aksi halde NATO müttefiki Türkiye'yi tercih etmemesinin hiçbir nedeni yoktur. Hızlı çekilme açıklamasından bazı geri adımlar atılması da ABD'nin bu mecburiyetini gösteriyor. ABD'nin çekilme açıklamasından sonra Suriye'de resmi temsilciliklerini açmak için sıraya giren Arap ülkelerinden BAE ve Suudi Arabistan'ın SDG içindeki Arap güçleri yanlarına alarak yeni bir ordu gücü kurması planı ise devrimin halkları birleştirici gücünü test edecektir. Ama SDG içindeki Arap güçlerin Türk devletinin işgaline karşı direneceğiz açıklaması devrimin yanında durduklarının bir belirtisidir. Rojava'ya işgal Türkiye'de 31 Mart'ta olacak yerel seçimler öncesinde, bir düzeyde gerçekleşecektir. Türk ordusunun sınıra, Girê Spî ve Serêkaniyê karşısına askeri yığınağı devam ediyor. Türkiye uygun ortamı bulduğunda saldıracaktır. O ana kadar Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'nin gerçekleştirdiği her görüşme, yapılan her açıklama, bu işgale karşı hallkı ve devrimin kazanımlarını koruma açısından okunmalıdır. Keza, Minbiç'e ÖSO çetelerinin hızla aktarılmasyıla planlanan saldırı SDG'nin Suriye ordusuna Minbiç sınır hatlarını bırakmasıyla boşa çıkarıldı. Çeteler, Rusya-Suriye cephesiyle sıcak savaşa Minbiç'te giremedi. Rojava özerk yönetimi ise bütünü korumak adına bir parçasında taviz vermiş oldu. Rojava'nın ne olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok, tarihsel gerçeklik kendini dayatıyor. Elbette bu gerçeklik Ortadoğu devrimcilerinin önüne de bazı kesin görevler koyuyor.
|