(Enternasyonal Bülten 195. sayısından alınmıştır)
ABD Başkanı Trump 19 Aralık'ta ani bir kararla askerlerini Suriye'den çekeceğini açıkladığında Türkiye'nin bu fırsatı hızla değerlendirip daha öncesinde ilan ettiği işgal planını uygulayacağı ve zaten bu kararın ABD-Türkiye anlaşması üzerine alındığı düşünülmüştü. Askeri süreçlerin kendine özgün ilerleme hızı nedeniyle kabul edilebilecek birkaç günün ardından Türkiye'den herhangi bir işgal hamlesi gelmedi ve Türkiye'nin ABD'nin çekilmesi kararıyla bir ilgisi olmadığı ve buna hazırlıksız olduğu görüldü. Tam Trump'ın çekilme kararını açıkladığı günlerde Türkiye planını ÖSO çeteleri aracılığıyla Minbiç üzerinden bir oldu bitti ile uygulamaya sokmak istemiş, ancak SDG'nin şehrin dış cephelerini Suriye ordusuna bırakmasıyla bu plan da boşa düşürülmüştü{divide} ABD'nin Çekilmesi ve "Güvenli Bölge" Meselesi ABD çekilmekten ilk kez söz etmiyor; öyle ya da böyle Suriye politikasında değişikliğe gideceğini daha önce de belirtmişti. Ancak Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerinden gelen 4 milyar dolarlık kaynakla bir süre daha "kalmaya" karar vermişlerdi. ABD'nin bugüne kadarki hareketi Türkiye ve Rojava devrim güçlerini kendi politik çizgisine çekebilecek formül arayışına dayanıyordu. Bölgedeki diğer emperyalist güç Rusya ise Türkiye'nin ABD ile bir süredir yaşadığı politik ayrışmadan yararlanıp onu kendi yanına çekmeye çalışırken bu sayede Rojava devrim güçlerini Esad rejimi karşısında zayıflatma anlayışından ilerledi. Yani iki emperyalist güç de karşılıklı çelişkilerden yararlanarak pozisyonunu güçlendirmeye çalıştı. Bugün Suriye iç savaşında gelinen aşamada ise hem emperyalist güçlerin hem bölgenin sömürgeci devletlerinin hem de Rojava devrim güçlerinin bu şekilde politika yapmasının alanı oldukça daraldı. El Nusra, El Kaide çeteleri İdlib'de sıkıştı, SDG Deyr-ez-Zor kırsalında IŞİD'i tamamen yenilgiye uğrattı ve Suriye'den sildi. Çekilme kararının hemen ardından yine Trump'ın bir tweet'i üzerinden gündeme gelen "güvenli bölge" veya "tampon bölge" tartışması ise herkesin kendine göre yorumladığı ve somut adım atmak için derinleşilmeyen bir mesele olarak ortada duruyor. Uygulanabilir bir "güvenli bölge" planı için şu ana kadar karşılıklı verilecek tavizlerin yeterli olmadığı anlaşılıyor. Türkiye tamamen kendi kontrolünde ve tüm sınır hattı boyunca sınırın hemen dibindeki yerleşim alanlarını da kapsayacak bir işgal bölgesi planıyla elini yüksek tutmaya çalışırken, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ve SDG ise, Birleşmiş Milletler gözetiminde bir bölgeyi kabul edeceklerini, içinde Türkiye'nin yer aldığı hiçbir planı kabul etmeyeceklerini söylüyor. Hatta, Özerk Yönetim sınır hattında Suriye ordusunun konuşlanmasını da Suriye rejimiyle yapılacak görüşmeler ve anlaşmaların ardından kabul edebileceklerini söylüyor. ABD ise iki tarafın bu istekleri karşısında kendi çekilme planını somut bir takvime oturtmaya çalışıyor ve güvenli bölgenin nasıl ve hangi ülkelerle gerçekleşeceğinden bağımsız tarafların, yani Türkiye ve Özerk Yönetimin çatışmaksızın konumlarını korumalarını sağlamaya çalışıyor. ABD, "tampon bölge" planıyla Türkiye'yi frenleyerek yanına çekmeyi, Rojava'nın ise politik hattını ve bileşimini değiştirmeye zorlamayı, dolayısıyla bağımsız hareket etmesini sınırlamayı amaçlamaktadır. Bu açıdan tampon bölge Türkiye'nin baştaki itirazlarına rağmen kabul edeceği ve sahada kalmak için isteyeceği bir adımdır; çünkü Türkiye'nin Rusya-İran-Suriye ile ortaklaştıkları noktalar İdlib'in sona yaklaşmasıyla giderek küçülmüştür. Türkiye Zor Durumda Elbette ABD'nin çekilme sürecini zamana yayması, işgal planlarını tamamlamış, harekete geçmeye hazır Türk sömürgeciliği için kabul edilebilir bir bekleyiş değil. Özerk yönetim açısından ise işgale karşı hazırlık için zaman kazanma süreci olarak değerlendiriliyor. Bir yandan Suriye rejimi, Rusya ve ABD ile görüşmeler yürüterek diplomatik hamlelerle zaman kazanma ve kazanımları koruma arayışını sürdürürken, bir yandan da halkın özsavunma örgütlülüğünü arttıracak adımlar atıyor. Komünistler açısından da Rojava devrim güçlerinin tampon bölge planının Türkiye'nin işgal planının önünü açacağı öngörüsü doğrudur ve bu planı reddetme tutumu sürdürülmelidir. Devrimin bağımsız ilerleme çizgisi korunarak atılan diplomatik adımlar devrimin savunmasının ve halk örgütlülüğünün güçlendirilmesiyle birleştirilmelidir. Konuya Türk devleti açısından daha derinlemesine bakarsak, mevcut saray faşizminin politik olarak hareket alanının son derece daraldığını görüyoruz. Ülke içinde faşizmin yükselttiği baskı ve katliam politikaları kitlelerin direnişini tamamen ezemedi, aksine rejimin meşruiyet krizi daha da derinleşti. Son günlerde Abdullah Öcalan'ın üzerindeki tecridin kaldırılması için devam eden açlık grevi direnişi, HDP'nin tabanını bu eylemler üzerinden tüm polis saldırısına rağmen harekete geçirebilmesi bunun en son göstergesidir. Ayrıca, Türkiye'nin Suriye dış politikasının son 5 yılda bir bataklığa dönüşmesine uzun süredir etkileri ertelenen mali-ekonomik krizin artık ertelenemez hale gelmesi eklendi. Halkın yoğun şovenist, ırkçı propaganda bombardımanına maruz kalmasına rağmen geçim sıkıntısı nedeniyle savaş bütçesini sorgulamaya başlamasının önüne geçilemedi. Yaşam alanı tahribatı, iş cinayeti, hukuk sistemindeki adaletsizlikler, kadın düşmanlığı sebepleriyle yaşanan yaşam hakkı ihlallerine gıda fiyatlarındaki sert yükseliş ve zirve yapan işsizlikle ekonomik krizin somut etkileri eklendi ve ülke içinde krizi yönetmekte zorlanan, sürüklenen bir faşist rejim gerçeği oluştu. Saray faşizminin iç ve dış politikada ayrım çizgilerinin silikleşmesinde emperyalizmin krizinin Türkiye'ye yansımalarının da etkisi bulunmakta. ABD'nin Ortadoğu politikasındaki değişimler bu yansımalardan birisi ve bu Türkiye'yi Kürt sorunu üzerinden etkiliyor. Kürt sorunu, Rojava devriminin yarattığı bölgesel ve uluslararası durum ile birlikte tüm politik güçleri cepheleştirici bir etkiye sahip. Suriye iç savaşının geldiği noktada saflar daha da netleşirken Kürt sorunu savaşın yeni bir eşiğini oluşturuyor. Yankee Go Home! ABD'nin Suriye'den çekilmesi başta Kuzey ve Doğu Suriye halkları olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının yararınadır. ABD sadece Suriye'den değil, tüm Ortadoğu'dan defolmalıdır. Halkların birleşik mücadelesine dayanacak antiemperyalist, antifaşist, sömürgecilik karşıtı özgürlük mücadelesi kendi hattından ilerlemenin olanaklarına ulaşacaktır. Bugüne kadar Rojava'yla dayanışmaktan kaçınan kesimlerin öne sürdükleri ABD ile ittifak gerekçesi son 6 yılın tarihsel gerçeklerine uymayan bir bahaneydi. Zira, ABD başta Rojava'ya karşı tutum almış ve Suriye Ulusal Konseyi ile Özgür Suriye Ordusu üzerinden bir karşı devrim örgütlemeye çalışmıştı. Ancak bu planı tutmayınca, Rusya-İran bölgede güçlenince ve Kobanê zaferinden sonra YPG ile ancak askeri düzeyde bir ilişki kurmuştu. Devrimin, ABD'nin varlığıyla ayakta kaldığı da bu nedenle IŞİD'e ve gerici çetelere karşı verilen binlerce şehidi görmezden gelmek anlamına gelmektedir. Afrin işgalinde katledilen sivilleri hiçe saymaktır. Şimdi ise hem bu çekilme kararıyla, hem PKK liderlerinin başına ödül konulmasıyla, hem ABD-Türkiye ilişkilerinin Kürt düşmanlığı üzerinden yeniden gelişme adımları göstermesiyle iyice altı boşalmıştır. Tüm emperyalist güçler Rojava devrimini bağımlı kılmaya çabalamaktadır ve bunun önüne geçebilecek tek yol halkların direnişi ve enternasyonal dayanışmadır. Enternasyonal dayanışma mevcut işgal tehlikesi karşısında halen aciliyetini korumaktadır. Devrim ilerlemek için yeni soluk borularına ihtiyaç duymaktadır, tüm ilerici güçlerin bu noktaya odaklanması gerekir. Kobanê ve Afrin direnişinin deneyimi önümüzdedir, Rojava devrimi güncelliğini korumaktadır ve tüm dünya ezilenlerinin gündemine yeniden taşınmalıdır. Komünistler ve sosyalistler Kuzey ve Doğu Suriye halklarının yanında sadece askeri güçleriyle değil, politik örgütlülükleriyle de sonuna kadar yer alacaktır. SYPG'nin geçen ay Dırbêsiye'de açtığı büro, Serêkaniyê'deki canlı kalkan eylemine katılımı, düzenlediği kampanyalar politik örgütlenmenin gün geçtikçe geliştiğinin, bölgede komünist bir damarın varlığının bir ifadesidir. Komünistler yine kadın örgütlenmesi Jinên Azad ên Sosyalîst (JAS) ve gençlik örgütlenmesi Ciwanên Komûnistên Şoreşger ( CKŞ ) ile devrimin her alanda örgütlenmesine katkılarını bu yoğun dönemde sürdürmektedirler. Türkiye'de saray faşizminin yenilgisi bölge devrimiyle iç içe geçmiştir. Rojava, devrimci güçlerin Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da yürüttükleri birleşik mücadelenin ileri bir mevzisidir. Devrim ve sosyalizm mücadelesinin yeni bir eşiğe sıçraması bu ileri mevzinin korunmasına bağlıdır.
|