13-21 Aralık Dersim Direnişi
Share on Facebook Share on Twitter

 
Diğer yazılar
 

 Aralık 2019 / Partinin Sesi / Sayı: 99

Yağmurla halaya duran yoldaşlarım
Sesinizle ısınıyor kurumuş toprak
Her nefesinizde eriyor buz
Gözlerinizde akıyor abı hayat
Gülüşünüz beliriyor yıkıntılar arasında
Gökyüzüne açılan yolda
O yolda
Her gün...

2018-2019 kış üslenmemizi HPG'den yoldaşlardan ayrı örgütleme kararı almıştık. İşin doğası gereği, önemli bir gücün bu görev için, hem de pratikten erken çekilerek, ayrılması gerekiyordu. Üstelik lojistik ihtiyaçların temini tüm gerilla güçleri için alabildiğine zorlaşmıştı. Yani somut durum elverişsizliklerle doluydu, ancak bu gerçekliğe göre konumlanmak zorundaydık.
Üslenmede de kendi ayaklarımız üzerine durmak istiyorduk. Bu yaklaşımla bağlı harekete geçmiştik. Daha sürecin başında Baran Dersim yoldaşımızı ölümsüzlüğe uğurladık. İki yoldaşımız ise bu saldırıda yaralanmıştı. Üslenme için düşündüğümüz yer deşifre olmuştu. Alanda başka gerilla yoktu. HPG'den yoldaşlarla bağlantımız da kopmuştu. Üslenmeyi ertelediğimiz ve yaralılara baktığımız bu esnada yeniden bir karar vermemiz gerekti. İhtiyacımızı çözecek kanaldan somut hiçbir şey çıkmıyordu, kendi yarattığımız ve örgütsel güvenlik bakımından sağlıksız kimi olanaklar üzerinden yürümek zorundaydık. Bütün bu imkansızlıklar içinde başladığımız üslenme hazırlığını tamamlama kararlılığı, ciddi iç tartışmalar sonucu tazelendi. Üsse biraz erken geçtik. Yaklaşık iki buçuk ay sonra, sonbahar-kış saldırılarında üssümüz tespit edildi. 13 Aralık direnişi böyle başladı.
Üslendiğimiz yer iki katlıydı. Üst bölüm daha küçük ve girişin olduğu yerdi. Alt kat ise alabildiğine küçüktü. Bu fiziki şartlar en büyük dayanağımızdı. Üst katla alt bölümü bağlayan tek bir tünel vardı. 5-6 metrelik bu dar tünel, direnişimizin zaferle sonuçlanmasında stratejik bir yere sahipti. 13 Aralık'ta giriş kapısı düşman tarafından zorlanınca, Taylan ve Hıdır yoldaşlar üst katta mevzilendi. Onlar girişten içeri adımlarını atınca, yoldaşlar silahla karşılık verdiler. İlk temas yaşandı. İçerisinin boş olduğunu düşünen sömürgeci faşist düşman güçleri gafil avlanmıştı. Panik halinde çekilip, askeri tekniklerini devreye soktular. Onlar ağır bombalarla, kobra helikopterleriyle vurmaya başlayınca, yüksek basınçtan kaynaklı alt kata çekilmek zorunda kaldık. Üst katı gün boyunca vurdular. O esnada biz, aradaki tüneli büyük taşlarla kapattık ve barikatımıza, sabotaj tuzağı görünümü verdik. Beklemeye başladık. İlk çarpışmayı kazanmıştık.
Üst kata giren düşman, her gün içeri gaz sıkıyordu. Bizi nefessiz bırakıp, dışarı çıkmamızı bekliyorlardı. Elbette boşuna bir bekleyişti bu. Teslimiyetle direniş, diz çökerek yaşamakla onurunu yüksekte tutmak arasında seçimimizi yapmıştık. Düşmanla aramızdaki tek engel, kurduğumuz barikattı. Kimyasal atılma ihtimalini hesaplayarak, arkada bir bölümü hazırladık. Islak battaniyeler yerleştirdik. Birkaç gün süren gazlamadan sonra, düşmanın alt kat tünelindeki konuşmalarını duyan nöbetçimizin çağrısıyla mevzilendik. Cesaret edip alt kata inemeyeceklerini düşünüyorduk, fakat alt kata girmişlerdi. Tüneldeki taşları tek tek çekiyorlardı. Konuşmalarından, tüneli açmak için birkaç gün uğraştıkları anlaşılıyordu. Taylan ve Hıdır yoldaşlar tünelin ağzına mevzilenmişti. Oradan geçirmeyecektik. Son taşları çektiklerinde, artık fenerlerini, zebani yüzlerini ve gövdelerini görüyorduk. O arada biz de fark edilmiştik. Patlatmayla tüneli genişletmek istiyorlardı. Komutanımız, o bir metrelik mesafede, onlardan hızlı davranarak, sıkıştıkları koridorda tam kucaklarına el bombası bıraktı. Ardından aralıksız ateş ettik. Büyük bir şok, panik, bağırtı çağırtı, inlemeler, bırakılan telsizler ve fenerler...
Düşman ölü ve yaralılarını toplayıp üst kata çıkınca, açmış oldukları barikatı tekrar kapattık. Geç saatlere kadar çalıştık. Barikatı bu kez çok daha güçlendirdik. Kaldıramayacakları ağırlıktaki taşları doldurduk, battaniye ve naylonlarla gaza karşı tedbir aldık. Büyük bir su depomuzu da patlatarak, tüneli bataklık haline getirdik. Amacımız, tekrar gelip patlayıcı yerleştirmelerini zorlaştırmaktı. Bu çarpışmanın ardından biraz dinlenebilecektik.
Bir gün sonra, büyük bir patlamayla üssümüze tnt kokusu doldu, göz gözü görmez olmuştu. Üslenme alanımızın içinde gerçekleştirdikleri bu büyük patlamayla barikatımızın yıkıldığını düşünerek, dumanlar içinde mevzilenmeye çalıştık. Fakat basınç, koridorun bizden taraf olan ağzını yıkamamış ve genişletememişti. Geri kalan yerde ise koridor diye bir şey kalmadığını, çok sonradan, keşif gezisi yapınca görecektik. Sömürgeci faşist böcekler, korktukları için, patlayıcıyı tünelin ortasına yerleştirmek yerine en başına koymuşlar. Buna rağmen çok etkili bir patlama olmuştu.
Art arda iki patlama daha oldu. Çöken bölümlerden büyük taşlar yuvarlanıyordu. O gün baş ağrısı, migren, bulantı ve vücutta uyuşmalarla sabaha vardık. Başından beri, "teslim ol" böğürmelerine yanıtımız direnişti. Son mermimize kadar savaşacaktık. Yaralı ele geçmemek için herkes bir el bombası ayırmıştı. Zira patlamada barikatın açılması ve tünelin genişlemesi bu direnişin sonunu getirirdi. O stratejik koridoru asla bırakmayacaktık. Elbette düşman için de oradan geçmek büyük bir kaybı göze alması demekti. İlerleyen düşman hedefini canından edecek bir konumlanma içindeydik. Bizi öldürmeden oradan geçemeyeceklerdi.
Kararlılığımızı anlayan düşman sürüsü geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada dışarıdaki hava koşullarının lehimize olduğunu, içeriye damlayan yoğun damlalardan anlıyorduk. Yeni planları ne olabilir diye tartışırken, çaylarımızı keyifle yudumluyorduk.
Ara verilen gün tekrar içeriyi gaza boğmuşlardı. Her gün düzenli biçimde gaz bombaları atılıyordu. Ertesi gün, yani direnişin 9. günü, Aralık ayının 21'inde, savaş uçakları kaya delici roketlerle 11 kez vurdu. Kulakları sağır edici patlamalarla kopan kocaman kayaların yuvarlanıp düşme sesleri birbirine karışmıştı. Bütün mağarayı başımıza yıkarak, bizi diri diri gömmek istemişlerdi. Üst katta ara yerler komple çökmüş, büyük bir göçük haline gelmişti. Artık ne onlar gelebiliyordu, ne de biz çıkabiliyorduk. Üssün tek çıkışı vardı, o da düşmanın elindeydi. Bombardımanla düşen dev kayalar orayı tümüyle kapatmıştı. Bu bombardıman, yapabilecekleri son şeydi. Tüm taktikleri tükenmişti. Kar da düştü düşecekti. Düşman için sağ olup olmadığımızı öğrenemeden defolup gitmek dışında bir yol kalmamıştı.
Biz kazanmıştık. Birbirimize sarıldık. İlk günkü helalleşme kucaklaşmamız, 9 günü faşist sömürgeci cellatlara karşı dişe diş direnişle geçen 15 günün sonunda, başarı ve zafer kucaklaşmasına dönüşmüştü. Düşman amacına ulaşamadan ve kayıplar vererek gitmişti.
Bu süreçte korkusuzluk öne çıktığı gibi, korku da yoklamıştı yer yer yüreklerimizi. Ancak ortada olan, son çarpışmalarını yapacak yoldaşların o kararlı ve cesur duruşlarıydı. Partimize, ölümsüzleşen yoldaşlarımıza layık olacaktık. Öyle de yaptık.
Gün gün, ilmek ilmek ördüğümüz zaferi hissedince, daha da güvendik kendimize. Elbette gerilimi yüksek bir süreçti. İlk günler son anlarımız gibiydi, zira bir üs açığa çıkmışsa yapacak çok fazla şey yoktur. Onurlu bir direniş ve ölümsüzlükten başka... Farklı sonuçlanan örnekler çok azdır. Bunlara bir yenisini eklemek ise onur vericiydi. Sömürgeci faşist ordu birliklerinin saldırısı, direkt çatışma günlerinden sayarsak, 9 gün sürmüştü. Sonrasında, bu saldırının aslında daha uzun olduğunu öğrenecektik.
Günler geçip giderken, bu koşullar altında kış boyunca o üste kalmanın psikolojik açıdan hiç de kolay olmadığını gördük. Devrimciliğimiz, kişilik özelliklerimiz ve ilişkilerimiz, savaştan sonra başka sınavlardan geçiyordu. Direniş, bağlılığımızı ve sevgimizi büyütmüştü. Fakat bu güzel yoldaşlar topluluğu, uzun süre düşman kuşatması altında beklemekte de zorlanıyordu.
Düşmanın dışarıda karakol kurmuş olma ihtimali yüksekti. Dışarıda erzağımız olmadığı için kuşatmayı yarıp çıkmayı da deneyemiyorduk. Dünyayla temasımız da ortadan kalkmıştı. Zemheriyi bir göçük altında geçirecektik. Başka bir seçeneğimiz yoktu. Dört aylık zorlu bir uzun bekleyiş vardı önümüzde. Düşman da bahara çıkışımızı bekleyeceklerdi. O zamana kadarsa gideceklerini öngörüyorduk.
Düşmanın artık giremeyeceğini bilsek de, nöbetler düzenli tutuluyordu. O dönemi günlük yaşamın ihtiyaç maddelerini planlı kullanarak geçirdik. Tünel yapıp çıkmak çok uzun bir zamanı alabilirdi. Mağaranın fiziki yapısının inanılmaz biçimde değiştiğini, barikatımızı kaldırıp ön ve üst kısımlarda keşif yaptığımızda gördük. Her yer çökmüştü. Taşlar baruttan simsiyahtı. Yeni bir çıkış yeri oluşturmanın ne kadar zamanımızı alacağını tam kestiremiyorduk. Yine de bunun bir ay kadar süreceğini öngördük. Erzak tüketimini, bu süreye göre ve dışarıda da bir süre yaşamaya yetecek biçimde örgütledik.
Yeni bir yol açma çalışması sandığımızdan daha kısa sürdü. Patlamalar ve yıkılmalar sonucu oluşan küçük bir boşluk üzerine çalışıldı. Sonuç alacağımızı anlayınca, büyük bir sevinç duyduk. Artık çıkacağımız günü bekleyecektik. Kolektif eğitim çalışması yapma şansımız ortadan kalkmıştı. Biz de bireysel okumalara yoğunlaştık. Bilgisayarımızda film izleme günlerimiz de oldu. Bahar hazırlıklarımız sürerken, o kış çok yoğun bir kar yağışı olduğunu radyodan dinliyorduk. Radyo haberlerine ve gerillaların ortalama çıkış tarihlerine bağlı bir çıkış tarihi belirlemeye çalışıyorduk. Tek bildiğimiz, bahar tümüyle kendini hissettirmeden, yani düşman araziyi tutmadan, bizi beklemedikleri bir zamanda çıkmaktı. Üssümüzün çevresi ise manevra yapmaya uygun değildi. Açık bir arazide, dik yamaçlarla tek yöne yol veren bu alan, hakim birkaç noktaya konumlanıldığında çok rahat denetim altına alınan bir yerdi. Dolayısıyla, düşman alana gelmeden önce çıkmış olmalıydık. Bunun da ciddi riskleri vardı tabii. Arazi henüz elverişsizdi, karda çıkacak iz, donmadan gidebilmek ve en önemlisi de hiç erzağın olmaması bizi hayli zorlayacaktı. İki ay idare etmemiz gerekiyordu.
Yürüttüğümüz tartışmalar sonucunda, Mart'ın ortasında çıktık. Karşı yamaçların yer yer karlanmış olduğu görülüyordu. Fakat bulunduğumuz taraf bütünüyle kar altındaydı ve o güne kadar gördüğümüz en yoğun kardı bu. Çantalarımıza azami miktarda erzak koymuştuk. Havayla ilk temas güzeldi. Ne var ki, koşullar bir saatlik yolu 5 saat yürümeyi gerekiyordu. Yürümekte zorlanıyorduk. Ağır yüklerle birlikte batan çıkamıyordu. Temel meselemiz keşfe yakalanmamaktı. Uçurumdaki bir arazi olduğundan gündüz çıkmıştık ve bir hafta boyunca gündüz hareket edecektik. Çünkü gideceğimiz yer, su kenarından ve yer yer suya girerek yürümeyi gerektiriyordu. Ve yolda zırhlı araç hareketliliği vardı. Keza sivil araçlar tarafından da görülmememiz gerekiyordu. Bu güzergahtan başka şansımız yoktu. Zira kar kalınlığı çok fazlaydı ve uçurumlardan gitmek büyük bir tehlike barındırıyordu. Doğanın bu tehlikesine karşı düşman tehlikesini göze almanın daha doğru olacağını düşündük. Karda donma tehlikesi geçirdik. Bazı yoldaşların ayakları şişti, yandı. Ayakkabısız kalanımız oldu. Düşmanla o büyük çarpışmadan sonra, bir kez daha zor bir sınavla yüz yüzeydik. Gerilla yoldaşlığıyla birbirimize güç ve omuz vererek, irademizi son sınırına kadar kullanarak bu zorluğun da üstesinden geldik.
Biz çıktıktan sonra günlerce kar yağdı. O yıl bahar geç gelecekti, bu çok açıktı. Varacağımız noktaya ulaşmıştık. Kar çok yağdığından, bir tür açık üslenme oldu. Fakat artık düşmanın denetim alanının dışındaydık, bu açıdan özgürdük, bütün yoldaşlar çok mutluydu. Çoğu gün açtık, ama duru ve dirençliydik. Güçlü yoldaşlık ortamı en büyük dayanağımızdı. Yediğimiz bir lokmanın tadı sanki bambaşkaydı. Kendimize şaşıp, sık sık gülüyorduk. Zaferin o doyumsuz tadıyla, baharda adeta yeniden doğmuştuk. Bundan böyle daha güçlü yürüyeceğimize inanç doluydu kalplerimiz.
Faşist sömürgeci düşman cephesinde ise tam bir moral yıkım vardı. Saldırının toplam bir ay sürdüğünü, köyden üslendiğimiz mağaraya kadar dozerle yol açmaya çalıştıklarını, bu çalışmalarının yarıda kaldığını, mağaranın çevresini seyyar karakol haline getirdiklerini, köydeki evleri bastıklarını, broşürler dağıtarak tüm gerilla gücünü imha ettikleri yalanına sarıldıklarını, saldırıya komuta eden faşist askeri şefin ise başarısızlıktan dolayı sürgüne yollandığını sonradan öğrenecektik.
Üssümüzün karşı karşıya kaldığı saldırıyı radyodan dinleyen HPG'den yoldaşlar, durumu netleştirmek için alanda kimi çalışmalar yapmaya geldiklerinde, mağara alanının bütünüyle değişmiş fiziki-coğrafi yapısını görüp şaşırıyorlar. Ve, ölü bedenlerimizi çıkarmak için başka bir alana haber vermek amacıyla, oradan ayrılıyorlar. Bir süre sonra arazide tesadüfen bir karşılaşma olunca, bu kez büyük bir şaşkınlık, sevinç çığlıkları ve kutlamalar...
Direnişimizin komutanı ve öncüsü Taylan ve Hıdır yoldaşlar ile FESK-Kürdistan Kır Birliği komutanı ve savaşçısı olarak ölümsüzlüğe yürüyen Veli, Ümit, Berfu, Hüseyin ve İrfan yoldaşların anısı önünde sevgiyle, ideallerine bağlılıkla eğiliyoruz.

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

13-21 Aralık Dersim Direnişi
fc Share on Twitter

 

 Aralık 2019 / Partinin Sesi / Sayı: 99

Yağmurla halaya duran yoldaşlarım
Sesinizle ısınıyor kurumuş toprak
Her nefesinizde eriyor buz
Gözlerinizde akıyor abı hayat
Gülüşünüz beliriyor yıkıntılar arasında
Gökyüzüne açılan yolda
O yolda
Her gün...

2018-2019 kış üslenmemizi HPG'den yoldaşlardan ayrı örgütleme kararı almıştık. İşin doğası gereği, önemli bir gücün bu görev için, hem de pratikten erken çekilerek, ayrılması gerekiyordu. Üstelik lojistik ihtiyaçların temini tüm gerilla güçleri için alabildiğine zorlaşmıştı. Yani somut durum elverişsizliklerle doluydu, ancak bu gerçekliğe göre konumlanmak zorundaydık.
Üslenmede de kendi ayaklarımız üzerine durmak istiyorduk. Bu yaklaşımla bağlı harekete geçmiştik. Daha sürecin başında Baran Dersim yoldaşımızı ölümsüzlüğe uğurladık. İki yoldaşımız ise bu saldırıda yaralanmıştı. Üslenme için düşündüğümüz yer deşifre olmuştu. Alanda başka gerilla yoktu. HPG'den yoldaşlarla bağlantımız da kopmuştu. Üslenmeyi ertelediğimiz ve yaralılara baktığımız bu esnada yeniden bir karar vermemiz gerekti. İhtiyacımızı çözecek kanaldan somut hiçbir şey çıkmıyordu, kendi yarattığımız ve örgütsel güvenlik bakımından sağlıksız kimi olanaklar üzerinden yürümek zorundaydık. Bütün bu imkansızlıklar içinde başladığımız üslenme hazırlığını tamamlama kararlılığı, ciddi iç tartışmalar sonucu tazelendi. Üsse biraz erken geçtik. Yaklaşık iki buçuk ay sonra, sonbahar-kış saldırılarında üssümüz tespit edildi. 13 Aralık direnişi böyle başladı.
Üslendiğimiz yer iki katlıydı. Üst bölüm daha küçük ve girişin olduğu yerdi. Alt kat ise alabildiğine küçüktü. Bu fiziki şartlar en büyük dayanağımızdı. Üst katla alt bölümü bağlayan tek bir tünel vardı. 5-6 metrelik bu dar tünel, direnişimizin zaferle sonuçlanmasında stratejik bir yere sahipti. 13 Aralık'ta giriş kapısı düşman tarafından zorlanınca, Taylan ve Hıdır yoldaşlar üst katta mevzilendi. Onlar girişten içeri adımlarını atınca, yoldaşlar silahla karşılık verdiler. İlk temas yaşandı. İçerisinin boş olduğunu düşünen sömürgeci faşist düşman güçleri gafil avlanmıştı. Panik halinde çekilip, askeri tekniklerini devreye soktular. Onlar ağır bombalarla, kobra helikopterleriyle vurmaya başlayınca, yüksek basınçtan kaynaklı alt kata çekilmek zorunda kaldık. Üst katı gün boyunca vurdular. O esnada biz, aradaki tüneli büyük taşlarla kapattık ve barikatımıza, sabotaj tuzağı görünümü verdik. Beklemeye başladık. İlk çarpışmayı kazanmıştık.
Üst kata giren düşman, her gün içeri gaz sıkıyordu. Bizi nefessiz bırakıp, dışarı çıkmamızı bekliyorlardı. Elbette boşuna bir bekleyişti bu. Teslimiyetle direniş, diz çökerek yaşamakla onurunu yüksekte tutmak arasında seçimimizi yapmıştık. Düşmanla aramızdaki tek engel, kurduğumuz barikattı. Kimyasal atılma ihtimalini hesaplayarak, arkada bir bölümü hazırladık. Islak battaniyeler yerleştirdik. Birkaç gün süren gazlamadan sonra, düşmanın alt kat tünelindeki konuşmalarını duyan nöbetçimizin çağrısıyla mevzilendik. Cesaret edip alt kata inemeyeceklerini düşünüyorduk, fakat alt kata girmişlerdi. Tüneldeki taşları tek tek çekiyorlardı. Konuşmalarından, tüneli açmak için birkaç gün uğraştıkları anlaşılıyordu. Taylan ve Hıdır yoldaşlar tünelin ağzına mevzilenmişti. Oradan geçirmeyecektik. Son taşları çektiklerinde, artık fenerlerini, zebani yüzlerini ve gövdelerini görüyorduk. O arada biz de fark edilmiştik. Patlatmayla tüneli genişletmek istiyorlardı. Komutanımız, o bir metrelik mesafede, onlardan hızlı davranarak, sıkıştıkları koridorda tam kucaklarına el bombası bıraktı. Ardından aralıksız ateş ettik. Büyük bir şok, panik, bağırtı çağırtı, inlemeler, bırakılan telsizler ve fenerler...
Düşman ölü ve yaralılarını toplayıp üst kata çıkınca, açmış oldukları barikatı tekrar kapattık. Geç saatlere kadar çalıştık. Barikatı bu kez çok daha güçlendirdik. Kaldıramayacakları ağırlıktaki taşları doldurduk, battaniye ve naylonlarla gaza karşı tedbir aldık. Büyük bir su depomuzu da patlatarak, tüneli bataklık haline getirdik. Amacımız, tekrar gelip patlayıcı yerleştirmelerini zorlaştırmaktı. Bu çarpışmanın ardından biraz dinlenebilecektik.
Bir gün sonra, büyük bir patlamayla üssümüze tnt kokusu doldu, göz gözü görmez olmuştu. Üslenme alanımızın içinde gerçekleştirdikleri bu büyük patlamayla barikatımızın yıkıldığını düşünerek, dumanlar içinde mevzilenmeye çalıştık. Fakat basınç, koridorun bizden taraf olan ağzını yıkamamış ve genişletememişti. Geri kalan yerde ise koridor diye bir şey kalmadığını, çok sonradan, keşif gezisi yapınca görecektik. Sömürgeci faşist böcekler, korktukları için, patlayıcıyı tünelin ortasına yerleştirmek yerine en başına koymuşlar. Buna rağmen çok etkili bir patlama olmuştu.
Art arda iki patlama daha oldu. Çöken bölümlerden büyük taşlar yuvarlanıyordu. O gün baş ağrısı, migren, bulantı ve vücutta uyuşmalarla sabaha vardık. Başından beri, "teslim ol" böğürmelerine yanıtımız direnişti. Son mermimize kadar savaşacaktık. Yaralı ele geçmemek için herkes bir el bombası ayırmıştı. Zira patlamada barikatın açılması ve tünelin genişlemesi bu direnişin sonunu getirirdi. O stratejik koridoru asla bırakmayacaktık. Elbette düşman için de oradan geçmek büyük bir kaybı göze alması demekti. İlerleyen düşman hedefini canından edecek bir konumlanma içindeydik. Bizi öldürmeden oradan geçemeyeceklerdi.
Kararlılığımızı anlayan düşman sürüsü geri çekilmek zorunda kaldı. Bu arada dışarıdaki hava koşullarının lehimize olduğunu, içeriye damlayan yoğun damlalardan anlıyorduk. Yeni planları ne olabilir diye tartışırken, çaylarımızı keyifle yudumluyorduk.
Ara verilen gün tekrar içeriyi gaza boğmuşlardı. Her gün düzenli biçimde gaz bombaları atılıyordu. Ertesi gün, yani direnişin 9. günü, Aralık ayının 21'inde, savaş uçakları kaya delici roketlerle 11 kez vurdu. Kulakları sağır edici patlamalarla kopan kocaman kayaların yuvarlanıp düşme sesleri birbirine karışmıştı. Bütün mağarayı başımıza yıkarak, bizi diri diri gömmek istemişlerdi. Üst katta ara yerler komple çökmüş, büyük bir göçük haline gelmişti. Artık ne onlar gelebiliyordu, ne de biz çıkabiliyorduk. Üssün tek çıkışı vardı, o da düşmanın elindeydi. Bombardımanla düşen dev kayalar orayı tümüyle kapatmıştı. Bu bombardıman, yapabilecekleri son şeydi. Tüm taktikleri tükenmişti. Kar da düştü düşecekti. Düşman için sağ olup olmadığımızı öğrenemeden defolup gitmek dışında bir yol kalmamıştı.
Biz kazanmıştık. Birbirimize sarıldık. İlk günkü helalleşme kucaklaşmamız, 9 günü faşist sömürgeci cellatlara karşı dişe diş direnişle geçen 15 günün sonunda, başarı ve zafer kucaklaşmasına dönüşmüştü. Düşman amacına ulaşamadan ve kayıplar vererek gitmişti.
Bu süreçte korkusuzluk öne çıktığı gibi, korku da yoklamıştı yer yer yüreklerimizi. Ancak ortada olan, son çarpışmalarını yapacak yoldaşların o kararlı ve cesur duruşlarıydı. Partimize, ölümsüzleşen yoldaşlarımıza layık olacaktık. Öyle de yaptık.
Gün gün, ilmek ilmek ördüğümüz zaferi hissedince, daha da güvendik kendimize. Elbette gerilimi yüksek bir süreçti. İlk günler son anlarımız gibiydi, zira bir üs açığa çıkmışsa yapacak çok fazla şey yoktur. Onurlu bir direniş ve ölümsüzlükten başka... Farklı sonuçlanan örnekler çok azdır. Bunlara bir yenisini eklemek ise onur vericiydi. Sömürgeci faşist ordu birliklerinin saldırısı, direkt çatışma günlerinden sayarsak, 9 gün sürmüştü. Sonrasında, bu saldırının aslında daha uzun olduğunu öğrenecektik.
Günler geçip giderken, bu koşullar altında kış boyunca o üste kalmanın psikolojik açıdan hiç de kolay olmadığını gördük. Devrimciliğimiz, kişilik özelliklerimiz ve ilişkilerimiz, savaştan sonra başka sınavlardan geçiyordu. Direniş, bağlılığımızı ve sevgimizi büyütmüştü. Fakat bu güzel yoldaşlar topluluğu, uzun süre düşman kuşatması altında beklemekte de zorlanıyordu.
Düşmanın dışarıda karakol kurmuş olma ihtimali yüksekti. Dışarıda erzağımız olmadığı için kuşatmayı yarıp çıkmayı da deneyemiyorduk. Dünyayla temasımız da ortadan kalkmıştı. Zemheriyi bir göçük altında geçirecektik. Başka bir seçeneğimiz yoktu. Dört aylık zorlu bir uzun bekleyiş vardı önümüzde. Düşman da bahara çıkışımızı bekleyeceklerdi. O zamana kadarsa gideceklerini öngörüyorduk.
Düşmanın artık giremeyeceğini bilsek de, nöbetler düzenli tutuluyordu. O dönemi günlük yaşamın ihtiyaç maddelerini planlı kullanarak geçirdik. Tünel yapıp çıkmak çok uzun bir zamanı alabilirdi. Mağaranın fiziki yapısının inanılmaz biçimde değiştiğini, barikatımızı kaldırıp ön ve üst kısımlarda keşif yaptığımızda gördük. Her yer çökmüştü. Taşlar baruttan simsiyahtı. Yeni bir çıkış yeri oluşturmanın ne kadar zamanımızı alacağını tam kestiremiyorduk. Yine de bunun bir ay kadar süreceğini öngördük. Erzak tüketimini, bu süreye göre ve dışarıda da bir süre yaşamaya yetecek biçimde örgütledik.
Yeni bir yol açma çalışması sandığımızdan daha kısa sürdü. Patlamalar ve yıkılmalar sonucu oluşan küçük bir boşluk üzerine çalışıldı. Sonuç alacağımızı anlayınca, büyük bir sevinç duyduk. Artık çıkacağımız günü bekleyecektik. Kolektif eğitim çalışması yapma şansımız ortadan kalkmıştı. Biz de bireysel okumalara yoğunlaştık. Bilgisayarımızda film izleme günlerimiz de oldu. Bahar hazırlıklarımız sürerken, o kış çok yoğun bir kar yağışı olduğunu radyodan dinliyorduk. Radyo haberlerine ve gerillaların ortalama çıkış tarihlerine bağlı bir çıkış tarihi belirlemeye çalışıyorduk. Tek bildiğimiz, bahar tümüyle kendini hissettirmeden, yani düşman araziyi tutmadan, bizi beklemedikleri bir zamanda çıkmaktı. Üssümüzün çevresi ise manevra yapmaya uygun değildi. Açık bir arazide, dik yamaçlarla tek yöne yol veren bu alan, hakim birkaç noktaya konumlanıldığında çok rahat denetim altına alınan bir yerdi. Dolayısıyla, düşman alana gelmeden önce çıkmış olmalıydık. Bunun da ciddi riskleri vardı tabii. Arazi henüz elverişsizdi, karda çıkacak iz, donmadan gidebilmek ve en önemlisi de hiç erzağın olmaması bizi hayli zorlayacaktı. İki ay idare etmemiz gerekiyordu.
Yürüttüğümüz tartışmalar sonucunda, Mart'ın ortasında çıktık. Karşı yamaçların yer yer karlanmış olduğu görülüyordu. Fakat bulunduğumuz taraf bütünüyle kar altındaydı ve o güne kadar gördüğümüz en yoğun kardı bu. Çantalarımıza azami miktarda erzak koymuştuk. Havayla ilk temas güzeldi. Ne var ki, koşullar bir saatlik yolu 5 saat yürümeyi gerekiyordu. Yürümekte zorlanıyorduk. Ağır yüklerle birlikte batan çıkamıyordu. Temel meselemiz keşfe yakalanmamaktı. Uçurumdaki bir arazi olduğundan gündüz çıkmıştık ve bir hafta boyunca gündüz hareket edecektik. Çünkü gideceğimiz yer, su kenarından ve yer yer suya girerek yürümeyi gerektiriyordu. Ve yolda zırhlı araç hareketliliği vardı. Keza sivil araçlar tarafından da görülmememiz gerekiyordu. Bu güzergahtan başka şansımız yoktu. Zira kar kalınlığı çok fazlaydı ve uçurumlardan gitmek büyük bir tehlike barındırıyordu. Doğanın bu tehlikesine karşı düşman tehlikesini göze almanın daha doğru olacağını düşündük. Karda donma tehlikesi geçirdik. Bazı yoldaşların ayakları şişti, yandı. Ayakkabısız kalanımız oldu. Düşmanla o büyük çarpışmadan sonra, bir kez daha zor bir sınavla yüz yüzeydik. Gerilla yoldaşlığıyla birbirimize güç ve omuz vererek, irademizi son sınırına kadar kullanarak bu zorluğun da üstesinden geldik.
Biz çıktıktan sonra günlerce kar yağdı. O yıl bahar geç gelecekti, bu çok açıktı. Varacağımız noktaya ulaşmıştık. Kar çok yağdığından, bir tür açık üslenme oldu. Fakat artık düşmanın denetim alanının dışındaydık, bu açıdan özgürdük, bütün yoldaşlar çok mutluydu. Çoğu gün açtık, ama duru ve dirençliydik. Güçlü yoldaşlık ortamı en büyük dayanağımızdı. Yediğimiz bir lokmanın tadı sanki bambaşkaydı. Kendimize şaşıp, sık sık gülüyorduk. Zaferin o doyumsuz tadıyla, baharda adeta yeniden doğmuştuk. Bundan böyle daha güçlü yürüyeceğimize inanç doluydu kalplerimiz.
Faşist sömürgeci düşman cephesinde ise tam bir moral yıkım vardı. Saldırının toplam bir ay sürdüğünü, köyden üslendiğimiz mağaraya kadar dozerle yol açmaya çalıştıklarını, bu çalışmalarının yarıda kaldığını, mağaranın çevresini seyyar karakol haline getirdiklerini, köydeki evleri bastıklarını, broşürler dağıtarak tüm gerilla gücünü imha ettikleri yalanına sarıldıklarını, saldırıya komuta eden faşist askeri şefin ise başarısızlıktan dolayı sürgüne yollandığını sonradan öğrenecektik.
Üssümüzün karşı karşıya kaldığı saldırıyı radyodan dinleyen HPG'den yoldaşlar, durumu netleştirmek için alanda kimi çalışmalar yapmaya geldiklerinde, mağara alanının bütünüyle değişmiş fiziki-coğrafi yapısını görüp şaşırıyorlar. Ve, ölü bedenlerimizi çıkarmak için başka bir alana haber vermek amacıyla, oradan ayrılıyorlar. Bir süre sonra arazide tesadüfen bir karşılaşma olunca, bu kez büyük bir şaşkınlık, sevinç çığlıkları ve kutlamalar...
Direnişimizin komutanı ve öncüsü Taylan ve Hıdır yoldaşlar ile FESK-Kürdistan Kır Birliği komutanı ve savaşçısı olarak ölümsüzlüğe yürüyen Veli, Ümit, Berfu, Hüseyin ve İrfan yoldaşların anısı önünde sevgiyle, ideallerine bağlılıkla eğiliyoruz.