Türkiye'de Ordunun Siyasetteki Yeri
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

İkinci Susurluk olarak bilinen Şemdinli, hakim sınıflar arasındaki güç dengesinin ne durumda olduğunu göstermektedir. Susurluk'ta ortaya çıkan derin devlet inkar edilemez olunca "Temiz Türkiye" sesleri yükseldi. Bu sürecin sonu biliniyor: Devlet, kendini; derin devleti yargılayamadı; kontrgerilla çetelerinden hesap sorulamadı. Şemdinli'de Kürt halkı, derin devleti suçüstü yakaladı. Bunun üzerine yine "Temiz Türkiye" sesleri yükselmeye başladı. Ama bu sefer de hükümet, derin devleti, Genelkurmay merkezli kontrgerilla çetelerini yargılayacak güçte olmadığını sergiledi.

Hükümet, orduyla, içindeki derin devletle mahkemelik oldu ve Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya'yı iddianame hazırlamakla görevlendirdi. Bu savcının hazırladığı Şemdinli iddianamesi, generalleri doğrudan harekete geçirmeye yetti. Bu iddianame Cumhuriyet tarihinde bir ilkti. İddianame, derin devletin devlet içinde devlet olduğunu gözler önüne seriyordu; ilk kez devlet, resmi bir kurumu vasıtasıyla çete hiyerarşisinin sistematik bir devlet içi yapılanma olduğuna, derin devlete işaret ediyordu. Bu iddianame ile ilk kez geleceğin Genelkurmay Başkanı gene-ral, bu hiyerarşinin önde gelen unsuru olduğu gerekçesiyle soruşturma kapsamına alınmak isteniyordu.

İddianame ortalığı birbirine kattı, hakim sınıflar arasındaki güç dengesini zorladı, ordunun siyasetteki yerini ve gücünü bir kez daha gösterdi. Ordu, en üst düzeyde mesajını vermişti: Ayağınızı denk alın, bu işi kurcalayan karşısında bizi bulur! Genelkurmay'ın bastırması sonucunda devletin tepesindekiler, burjuva partiler ve başka kurumlar, söz birliği yapmışçasına Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ın ve dolayısıyla ordunun iddianame dışı tutulması ve ordunun yıpratılmaması gerektiği konusunda açıklama üstüne açıklama yaptılar. Hükümet geri adım attı. Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı, Meclis Komisyonunda yaptığı konuşmada "hırsız içeride olunca iş zorlaşır" dediği için görevden alındı. İddianame hazırlayan savcı hakkında soruşturma açıldı. Sonuçta "hukukun üstünlüğü" yerini ordunun, Genelkurmay'ın ve Yaşar Büyükanıt'ın "üstünlüğü" aldı ve sureti olan derin devleti yargılamaya yeltenen hükümet, neredeyse yargılanmakla karşı karşıya kaldı. Bu oyun, 70 milyon insanın önünde oynandı.

Şemdinli neyi gösterdi?

Birincisi: Hakim sınıfların bir kısmı, derin devlete, teröre, kontrgerilla çetelerine karşı mücadelede burjuva hukuk çerçevesinde kalınmasından yana.

İkicisi: Terörizme karşı mücadelede her yöntemi mubah sayan kesim. Bu kesim, devlet içinde devlet olarak kalarak, kontrgerilla çetelerini koruyarak; derin devlet ve kontrgerilla çeteleri vasıtasıyla "terörizme" karşı mücadeleden yana.

Gelişmeler, bu ikinci kesimin ne denli güçlü olduğunu göstermiştir. AB'ye üyelik vesilesiyle sık sık gündeme gelmesinden ve burjuvazinin AB'ci kesiminin, örneğin TÜSİAD'ın bastırması sonucunda siyasette biraz konum kaybeden ordunun, hükümete geri adım attıracak ve devleti arkasına alacak güçte olduğu Şemdinli sonrasında bir kez daha açığa çıkmıştır. Faşist diktatörlükte ordu, dün olduğu gibi bugün de söz sahibi durumdadır.

Burjuvazinin AB'ci kesimi, "demokrasi"den yana olan kesimi, Şemdinli ve savcının iddianamesini vesile ederek orduya, derin devlete ve kontrgerilla çetelerine karşı "hukukun üstünlüğü" için örgütlü bir mücadele yürütme cüretini gösterememiştir. Bırakalım örgütlü mücadeleyi, doğru dürüst ses dahi çıkartamamıştır. Genelkurmay Başkanı H. Özkök'ün "kükremesi", sonra "o, Büyükanıt'tı, şimdi daha da büyük anıt oldu" açıklaması had bildirmekle eşanlamlıydı. Hukukun üstünlüğüne toz kondurmayan Cumhurbaşkanı daha başından beri ordunun yanında yerini almıştı. 22 Kasım 2005'te, Şemdinli ziyareti sırasında "ucu nereye ve kime dokunursa dokunsun olay araştırılacaktır" diye açıklama yapan Başbakan Erdoğan'a, ordu haddini bildirdi. Şemdinli'nin orduya ve Büyükanıt'a dokunması, Erdoğan'ın açıklamasına dokundu! Herkes birbirine dokunuyor, ama hiç kimse Büyükanıt'a dokunamıyor. Bu da bir gerçekliktir. Çünkü en üst düzeyde orduya dokunmak, ordunun politikada sonu anlamına gelebileceği gibi, hükümet olmak, devletin tepesine gelmek isteyenlerin önünün kesilebileceği anlamına da gelir: En üst düzeyde orduyu yargı önüne çıkartmak, orduyu hukuk sınırları içinde hareket etmeye, hukukun "üstünlüğü"nü tanımaya zorlamak demektir. Bu, ordunun kendine biçtiği tarihi misyonundan; sürekli iktidarda olmaktan vazgeçmesi anlamına gelir. Diğer taraftan en üst düzeyde orduya dokunmakta başarısız kalmak, ordunun dokunmasına maruz kalmak anlamına gelir. Yani ordu, devletin tepesinde yer almak isteyen dokunucuların önünü kesebilir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Türkiye'de Ordunun Siyasetteki Yeri
fc Share on Twitter
 

İkinci Susurluk olarak bilinen Şemdinli, hakim sınıflar arasındaki güç dengesinin ne durumda olduğunu göstermektedir. Susurluk'ta ortaya çıkan derin devlet inkar edilemez olunca "Temiz Türkiye" sesleri yükseldi. Bu sürecin sonu biliniyor: Devlet, kendini; derin devleti yargılayamadı; kontrgerilla çetelerinden hesap sorulamadı. Şemdinli'de Kürt halkı, derin devleti suçüstü yakaladı. Bunun üzerine yine "Temiz Türkiye" sesleri yükselmeye başladı. Ama bu sefer de hükümet, derin devleti, Genelkurmay merkezli kontrgerilla çetelerini yargılayacak güçte olmadığını sergiledi.

Hükümet, orduyla, içindeki derin devletle mahkemelik oldu ve Van Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya'yı iddianame hazırlamakla görevlendirdi. Bu savcının hazırladığı Şemdinli iddianamesi, generalleri doğrudan harekete geçirmeye yetti. Bu iddianame Cumhuriyet tarihinde bir ilkti. İddianame, derin devletin devlet içinde devlet olduğunu gözler önüne seriyordu; ilk kez devlet, resmi bir kurumu vasıtasıyla çete hiyerarşisinin sistematik bir devlet içi yapılanma olduğuna, derin devlete işaret ediyordu. Bu iddianame ile ilk kez geleceğin Genelkurmay Başkanı gene-ral, bu hiyerarşinin önde gelen unsuru olduğu gerekçesiyle soruşturma kapsamına alınmak isteniyordu.

İddianame ortalığı birbirine kattı, hakim sınıflar arasındaki güç dengesini zorladı, ordunun siyasetteki yerini ve gücünü bir kez daha gösterdi. Ordu, en üst düzeyde mesajını vermişti: Ayağınızı denk alın, bu işi kurcalayan karşısında bizi bulur! Genelkurmay'ın bastırması sonucunda devletin tepesindekiler, burjuva partiler ve başka kurumlar, söz birliği yapmışçasına Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ın ve dolayısıyla ordunun iddianame dışı tutulması ve ordunun yıpratılmaması gerektiği konusunda açıklama üstüne açıklama yaptılar. Hükümet geri adım attı. Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı, Meclis Komisyonunda yaptığı konuşmada "hırsız içeride olunca iş zorlaşır" dediği için görevden alındı. İddianame hazırlayan savcı hakkında soruşturma açıldı. Sonuçta "hukukun üstünlüğü" yerini ordunun, Genelkurmay'ın ve Yaşar Büyükanıt'ın "üstünlüğü" aldı ve sureti olan derin devleti yargılamaya yeltenen hükümet, neredeyse yargılanmakla karşı karşıya kaldı. Bu oyun, 70 milyon insanın önünde oynandı.

Şemdinli neyi gösterdi?

Birincisi: Hakim sınıfların bir kısmı, derin devlete, teröre, kontrgerilla çetelerine karşı mücadelede burjuva hukuk çerçevesinde kalınmasından yana.

İkicisi: Terörizme karşı mücadelede her yöntemi mubah sayan kesim. Bu kesim, devlet içinde devlet olarak kalarak, kontrgerilla çetelerini koruyarak; derin devlet ve kontrgerilla çeteleri vasıtasıyla "terörizme" karşı mücadeleden yana.

Gelişmeler, bu ikinci kesimin ne denli güçlü olduğunu göstermiştir. AB'ye üyelik vesilesiyle sık sık gündeme gelmesinden ve burjuvazinin AB'ci kesiminin, örneğin TÜSİAD'ın bastırması sonucunda siyasette biraz konum kaybeden ordunun, hükümete geri adım attıracak ve devleti arkasına alacak güçte olduğu Şemdinli sonrasında bir kez daha açığa çıkmıştır. Faşist diktatörlükte ordu, dün olduğu gibi bugün de söz sahibi durumdadır.

Burjuvazinin AB'ci kesimi, "demokrasi"den yana olan kesimi, Şemdinli ve savcının iddianamesini vesile ederek orduya, derin devlete ve kontrgerilla çetelerine karşı "hukukun üstünlüğü" için örgütlü bir mücadele yürütme cüretini gösterememiştir. Bırakalım örgütlü mücadeleyi, doğru dürüst ses dahi çıkartamamıştır. Genelkurmay Başkanı H. Özkök'ün "kükremesi", sonra "o, Büyükanıt'tı, şimdi daha da büyük anıt oldu" açıklaması had bildirmekle eşanlamlıydı. Hukukun üstünlüğüne toz kondurmayan Cumhurbaşkanı daha başından beri ordunun yanında yerini almıştı. 22 Kasım 2005'te, Şemdinli ziyareti sırasında "ucu nereye ve kime dokunursa dokunsun olay araştırılacaktır" diye açıklama yapan Başbakan Erdoğan'a, ordu haddini bildirdi. Şemdinli'nin orduya ve Büyükanıt'a dokunması, Erdoğan'ın açıklamasına dokundu! Herkes birbirine dokunuyor, ama hiç kimse Büyükanıt'a dokunamıyor. Bu da bir gerçekliktir. Çünkü en üst düzeyde orduya dokunmak, ordunun politikada sonu anlamına gelebileceği gibi, hükümet olmak, devletin tepesine gelmek isteyenlerin önünün kesilebileceği anlamına da gelir: En üst düzeyde orduyu yargı önüne çıkartmak, orduyu hukuk sınırları içinde hareket etmeye, hukukun "üstünlüğü"nü tanımaya zorlamak demektir. Bu, ordunun kendine biçtiği tarihi misyonundan; sürekli iktidarda olmaktan vazgeçmesi anlamına gelir. Diğer taraftan en üst düzeyde orduya dokunmakta başarısız kalmak, ordunun dokunmasına maruz kalmak anlamına gelir. Yani ordu, devletin tepesinde yer almak isteyen dokunucuların önünü kesebilir.