19 Aralık: Katliam ve Direniş
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

19 Aralık 2000, en kanlı zindan katliamlarından ve en şanlı zindan direnişlerinden birinin tarihi olarak, Türkiye/Kuzey Kürdistan ve dünya devrimci mücadeleleri tarihine kanla ve ateşle yazıldı.

19 Aralık 2000'de faşist diktatörlük, 20 cezaevine eş zamanlı bir operasyon düzenleyerek, 28 devrimci tutsağı katletti, onlarcasını sakat bıraktı ve tutsaklar F-Tipi hapishanelere götürüldüler. 19 Aralık katliamı, işçi sınıfı, emekçi yığınlar ve Kürt ulusunun mücadelesini kuşatmaya yönelik geniş bir planın parçası olarak, sokakları teslim almak için zindanları; kitleleri teslim almak için öncülerini teslim alma hedefiyle gerçekleştirildi. Katliam aracılığıyla devrimci tutsaklar, AB patentli F-Tipi tecrit zindanlarına taşınırken, katliamın vahşiliği, şiddetin ölçüsüzlüğü, tüm toplumda bir korku ve acizlik havası uyandırmayı da amaçlıyordu.

Devrimci tutsaklar saldırıya direnişle yanıt verdi. Ölüm oruçları, devletin tutsakları teslim alma planlarını bozdu. F-Tipi zindanlarda da direnişin ve boyun eğmeme geleneğinin süreceğini, ölüm hücresi olarak adlandırılan bu hücrelerde yaşamın, üretimin, siyasal-teorik çalışmaların bir biçimde boy vereceğini gösterdi. Destansı ölüm oruçları sürecinin büyük bir ideolojik kazanımı oldu bu.

Ancak F-Tipi hücre-tecrit saldırısını fiziki/politik olarak da geriletme/püskürtme görevi, hala toplumsal mücadelenin gündeminde duruyor.

Tutsak ailelerinin ve devrimci kamuoyunun mücadele gündeminden hiç düşmeyen bu konu, son aylarda "Üç kapı üç kilit açılsın" talebinin geniş bir kesimce sahiplenilerek yeniden yükseltilmesi ve 19 Aralık katliamının yıldönümüne doğru genişleyen ve büyüyen eylemliliklerin gerçekleştirilmesi biçiminde, faşist diktatörlüğün saldırı dalgasına ve TMY terörüne karşı mücadele ile birleşen bir yol açtı kendine.

Partimize, devrimci ve sosyalist kurumlara yönelik Eylül saldırısının ardından, henüz zayıf ve mayalanma aşamasında ama gelişmekte olan birleşik devrimci direniş hattı, aydınlardan gazetecilere, sendikalardan çeşitli kitle örgütlerine uzanan geniş bir cephede duyarlılığın yükselişi, tecrit karşıtı mücadeleyi de kapsayarak ilerliyor.

Avukat Behiç Aşçı, Gülcan Görüroğlu ve Sevgi Saymaz'ın 250'li günlerini çoktan geride bıraktığı ölüm orucu eylemi, bu mücadelede duyarlılığı yükselten ve konuyu gündemden düşürmeyen önemli bir rol oynuyor.

7 Aralıkta faşist diktatörlük, İstanbul'un emekçi semtlerinde Temel Haklar Dernekleri, TAYAD, Yürüyüş dergisi gibi kurumlara yönelik baskın, gözaltı ve tutuklama saldırısı gerçekleştirdi. Saldırı, bu kurumların yozlaşmaya karşı sürdürdüğü kampanya bahane edilerek yapıldı. Ancak gerçekte bu operasyon, Behiç Aşçı'nın ölüm orucu direnişine yönelik bir saldırı öncesinde alan temizleme girişimi, böylesi bir saldırı karşısında tavır alabilecek kuvvetleri baştan dağıtma girişimi idi. Bu girişim, Eylül saldırıları karşısında gelişen birleşik devrimci direniş yöneliminin de etkisiyle, bir çok semtte polis güçlerine karşı barikat direnişi, bazı kurumlara baskınların yarıda kesilmesi ve devlet güçlerinin işini tamamlayamadan uzaklaşması biçiminde sonuçlandı. Böylece Behiç Aşçı'ya yönelik bir operasyonun önü, geçici olarak da olsa kesilirken, yeni direniş mevzileri elde edildi. 19 Aralık'ın yıldönümünde, cüppeleriyle sokağa çıkan avukatlardan, basın açıklaması ve mitinglere uzanan bir eylem süreci gelişti. Sürecin ana taleplerinden biri "üç kapı üç kilit açılsın" oldu. 7 Aralık saldırısı ve devletin, 19 Aralık'ın yıldönümünde emekçi semtlerindeki eylemlere tahammülsüzlüğü, tecrit karşıtı mücadele karşısında sıkıştığını gösteren bir veriydi.

Öte yandan faşist diktatörlük, uzun süredir süren sessizliğini bozdu ve ilk kez bu konuda bir açıklama yapıldı. Açıklama, ailelerin, avukatların, demokratik kitle örgütlerinin tavır istediği Adalet Bakanı'ndan değil, Cezaevleri Genel Müdürü Kenan İpek'ten geldi. İpek, 3 kapı 3 kilit açılsın talebinin kabul edilemez olduğunu açıkladı. Böylece bir kez daha tecride devam denildi.

Bu açıklama, tecrit karşısında büyüyen mücadele ve gelişen umudu kırmayı hedefleyen, devletin sıkışmışlığını gösteren bir ilk açıklama niteliği taşıyor. Tecrit politikasından kolay vazgeçilmeyeceği ise zaten 6 yıllık sürecin gösterdiği bir durumdu.

Devrimci ve komünistler ise, umut kırmadan, TMY terörüne karşı gelişen dayanışma hattında tecrit terörüne hayır şiarını yükselterek ilerlemeye devam ediyorlar.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

19 Aralık: Katliam ve Direniş
fc Share on Twitter
 

19 Aralık 2000, en kanlı zindan katliamlarından ve en şanlı zindan direnişlerinden birinin tarihi olarak, Türkiye/Kuzey Kürdistan ve dünya devrimci mücadeleleri tarihine kanla ve ateşle yazıldı.

19 Aralık 2000'de faşist diktatörlük, 20 cezaevine eş zamanlı bir operasyon düzenleyerek, 28 devrimci tutsağı katletti, onlarcasını sakat bıraktı ve tutsaklar F-Tipi hapishanelere götürüldüler. 19 Aralık katliamı, işçi sınıfı, emekçi yığınlar ve Kürt ulusunun mücadelesini kuşatmaya yönelik geniş bir planın parçası olarak, sokakları teslim almak için zindanları; kitleleri teslim almak için öncülerini teslim alma hedefiyle gerçekleştirildi. Katliam aracılığıyla devrimci tutsaklar, AB patentli F-Tipi tecrit zindanlarına taşınırken, katliamın vahşiliği, şiddetin ölçüsüzlüğü, tüm toplumda bir korku ve acizlik havası uyandırmayı da amaçlıyordu.

Devrimci tutsaklar saldırıya direnişle yanıt verdi. Ölüm oruçları, devletin tutsakları teslim alma planlarını bozdu. F-Tipi zindanlarda da direnişin ve boyun eğmeme geleneğinin süreceğini, ölüm hücresi olarak adlandırılan bu hücrelerde yaşamın, üretimin, siyasal-teorik çalışmaların bir biçimde boy vereceğini gösterdi. Destansı ölüm oruçları sürecinin büyük bir ideolojik kazanımı oldu bu.

Ancak F-Tipi hücre-tecrit saldırısını fiziki/politik olarak da geriletme/püskürtme görevi, hala toplumsal mücadelenin gündeminde duruyor.

Tutsak ailelerinin ve devrimci kamuoyunun mücadele gündeminden hiç düşmeyen bu konu, son aylarda "Üç kapı üç kilit açılsın" talebinin geniş bir kesimce sahiplenilerek yeniden yükseltilmesi ve 19 Aralık katliamının yıldönümüne doğru genişleyen ve büyüyen eylemliliklerin gerçekleştirilmesi biçiminde, faşist diktatörlüğün saldırı dalgasına ve TMY terörüne karşı mücadele ile birleşen bir yol açtı kendine.

Partimize, devrimci ve sosyalist kurumlara yönelik Eylül saldırısının ardından, henüz zayıf ve mayalanma aşamasında ama gelişmekte olan birleşik devrimci direniş hattı, aydınlardan gazetecilere, sendikalardan çeşitli kitle örgütlerine uzanan geniş bir cephede duyarlılığın yükselişi, tecrit karşıtı mücadeleyi de kapsayarak ilerliyor.

Avukat Behiç Aşçı, Gülcan Görüroğlu ve Sevgi Saymaz'ın 250'li günlerini çoktan geride bıraktığı ölüm orucu eylemi, bu mücadelede duyarlılığı yükselten ve konuyu gündemden düşürmeyen önemli bir rol oynuyor.

7 Aralıkta faşist diktatörlük, İstanbul'un emekçi semtlerinde Temel Haklar Dernekleri, TAYAD, Yürüyüş dergisi gibi kurumlara yönelik baskın, gözaltı ve tutuklama saldırısı gerçekleştirdi. Saldırı, bu kurumların yozlaşmaya karşı sürdürdüğü kampanya bahane edilerek yapıldı. Ancak gerçekte bu operasyon, Behiç Aşçı'nın ölüm orucu direnişine yönelik bir saldırı öncesinde alan temizleme girişimi, böylesi bir saldırı karşısında tavır alabilecek kuvvetleri baştan dağıtma girişimi idi. Bu girişim, Eylül saldırıları karşısında gelişen birleşik devrimci direniş yöneliminin de etkisiyle, bir çok semtte polis güçlerine karşı barikat direnişi, bazı kurumlara baskınların yarıda kesilmesi ve devlet güçlerinin işini tamamlayamadan uzaklaşması biçiminde sonuçlandı. Böylece Behiç Aşçı'ya yönelik bir operasyonun önü, geçici olarak da olsa kesilirken, yeni direniş mevzileri elde edildi. 19 Aralık'ın yıldönümünde, cüppeleriyle sokağa çıkan avukatlardan, basın açıklaması ve mitinglere uzanan bir eylem süreci gelişti. Sürecin ana taleplerinden biri "üç kapı üç kilit açılsın" oldu. 7 Aralık saldırısı ve devletin, 19 Aralık'ın yıldönümünde emekçi semtlerindeki eylemlere tahammülsüzlüğü, tecrit karşıtı mücadele karşısında sıkıştığını gösteren bir veriydi.

Öte yandan faşist diktatörlük, uzun süredir süren sessizliğini bozdu ve ilk kez bu konuda bir açıklama yapıldı. Açıklama, ailelerin, avukatların, demokratik kitle örgütlerinin tavır istediği Adalet Bakanı'ndan değil, Cezaevleri Genel Müdürü Kenan İpek'ten geldi. İpek, 3 kapı 3 kilit açılsın talebinin kabul edilemez olduğunu açıkladı. Böylece bir kez daha tecride devam denildi.

Bu açıklama, tecrit karşısında büyüyen mücadele ve gelişen umudu kırmayı hedefleyen, devletin sıkışmışlığını gösteren bir ilk açıklama niteliği taşıyor. Tecrit politikasından kolay vazgeçilmeyeceği ise zaten 6 yıllık sürecin gösterdiği bir durumdu.

Devrimci ve komünistler ise, umut kırmadan, TMY terörüne karşı gelişen dayanışma hattında tecrit terörüne hayır şiarını yükselterek ilerlemeye devam ediyorlar.