Mahkemeler ve Uluslararası Dayanışma
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Partimize, demokratik, devrimci ve sosyalist kurumlara yönelik olarak faşist diktatörlüğün Eylül 2006'da başlattığı saldırılar farklı yoğunlukta da olsa halen devam etmektedir. 8-12 Eylüldeki toplu tutuklamaları 21 Eylüldeki toplu tutuklama takip etti. Şimdiye kadar diktatörlük, temelsiz nedenlerle birçok devrimci ve komünisti tutukladı ve tutuklamaya devam etmektedir.

Dosyaya konulan 6 aylık gizlilik süresi dolmasına rağmen 8-12 Eylül arasında tutuklananların mahkeme tarihleri henüz belli değil. 21 Eylül'deki saldırılar sonucunda tutuklanan kurum yönetici ve çalışanlarının mahkemeleri başladı. Eylül saldırılarından bu yana geçen zaman içinde bazı duruşmalar görüldü ve Antep'te, Adana'da, İskenderun'da ve son olarak da Diyarbakır'da bazı tahliyeler oldu. Önümüzdeki dönemde tarihi belli olan ve olmayan iki önemli duruşma var. Bunlardan ilki Nisan ayındaki duruşmadır. Aralarında ESP, Atılım, Dayanışma, EKD, Özgür Radyo, Limter-İş ve Tekstil-Sen sendikalarının tutuklu yönetici ve aktivistlerinin bulunduğu duruşma 13 Nisan'da İstanbul'da yapılacak.

Her iki duruşmaya da ülke içinden ve ülke dışından katılım ve destek oldukça önemlidir. Önemlidir, çünkü bu saldırılar sadece partimizle ve adı geçen demokratik ve sosyalist kurumalarla, sendikalarla ve basınla ilgili ve sınırlı değildir. Aynı türden saldırılar Aralık 2006'da HÖC'e, Yürüyüş Dergisi'ne ve TAYAD'a yönelik olarak da gerçekleştirilmişti. Ocak ayında Ermeni aydını gazeteci H. Dink'in katledilmesi de bu saldırı konseptinin uygulanmasının bir sonucudur. Bu saldırılar faşist diktatörlüğün uzun bir süre hazırladığı ve geçtiğimiz yılın Haziran ayından itibaren TMY ile uygulamaya koyduğu yeni tasfiye ve imha konseptinin bir sonucudur. Bu konseptin iki ayağı var. Bunlardan birisini Kürt ulusunun varlığını inkâr ve ulusal mücadeleyi imha oluştururken diğer ayağını devrimci ve komünist hareketi tasfiye etmek, düzen sınırları içine çekmek oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu konsept, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da muhalif güçleri toptan yok etmeye ve teslim alaya yöneliktir. Bu konsept, tek başına faşist diktatörlüğün hazırlamış olduğu bir konsept de değildir. Uluslararası bir konsepttir. Emperyalist güçler ve faşist diktatörlük 2004'te İstanbul'da gerçekleştirilen NATO zirvesinde devrimci güçlerin gelişen direnişinden tedirgin oldular ve saldırı hazırlığına başladılar.

"Terörle Mücadele Yasaları" adı altında sürdürülen bu saldırılara karşı mücadele ulusal ve enternasyonal alanda her antifaşistin, devrimcinin ve komünistin görevidir. Bu saldırılara ancak ve ancak ortaklaştırılan mücadeleyle, dayanışma ile karşı koyabilir ve bu faşist yasaları etkisiz hale getirebiliriz.

Tarihi belli olan ve olmayan her iki duruşmayı, faşizmin ve emperyalizmin yargılandığı kürsülere dönüştürmek göreviyle karşı karşıyayız. Devrimcileri ve komünistleri yargılamaya çalışanları yargılamalıyız.

Bu mahkemelere katılım, birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmenin bir kıstası olarak görülmelidir. Bu mahkemelere uluslararası alandan katılım, enternasyonal dayanışmanın bir gereği olarak algılanmalıdır. Bu anlamda ülke içinden ve ülke dışından tüm duyarlı kişi, kurum ve partileri bu mahkemelere katılmaya çağırıyoruz. TMY'yi işlevsiz kılmanın, mahkemeleri faşist diktatörlüğün ve emperyalizmin yargılandığı kürsüye çevirmenin yegâne yol budur.

Uluslararası alandan devrimci, ilerici, komünist parti ve örgütler, bunun ötesinde avukatlar, gazeteciler, sendikacılar, Eylül tutsaklarıyla dayanışmak için, faşist diktatörlüğü yargılamak için 13 Nisan mahkemesini izleyecek enternasyonal heyetlerde yer almalılar ve gelemeyenler ise mahkeme günlerinde Türk konsoloslukları önünde eylemler düzenlemeliler. Emperyalist burjuvazinin ve faşist diktatörlüğün "terörle mücadele"sine ancak böyle cevap vererek onları teşhir edebiliriz.

Bu saldırılara karşı koymak, bu mahkemeleri diktatörlüğün yargılandığı kürsüye dönüştürmek, aynı zamanda, sınıf mücadelesi sürecinde kazanılmış mevzilerin savunulması anlamına gelir. Unutulmamalıdır ki, burada söz konusu olan politik özgürlüktür. Mahkemeler, politik özgürlüğün gündemleştirildiği arena olmalıdır. Bunun için mücadeleyi yükseltmeliyiz. Bunun için mahkemelere katılmalıyız. Bunun için tutsaklarla dayanışama içinde olmalıyız.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Mahkemeler ve Uluslararası Dayanışma
fc Share on Twitter
 

Partimize, demokratik, devrimci ve sosyalist kurumlara yönelik olarak faşist diktatörlüğün Eylül 2006'da başlattığı saldırılar farklı yoğunlukta da olsa halen devam etmektedir. 8-12 Eylüldeki toplu tutuklamaları 21 Eylüldeki toplu tutuklama takip etti. Şimdiye kadar diktatörlük, temelsiz nedenlerle birçok devrimci ve komünisti tutukladı ve tutuklamaya devam etmektedir.

Dosyaya konulan 6 aylık gizlilik süresi dolmasına rağmen 8-12 Eylül arasında tutuklananların mahkeme tarihleri henüz belli değil. 21 Eylül'deki saldırılar sonucunda tutuklanan kurum yönetici ve çalışanlarının mahkemeleri başladı. Eylül saldırılarından bu yana geçen zaman içinde bazı duruşmalar görüldü ve Antep'te, Adana'da, İskenderun'da ve son olarak da Diyarbakır'da bazı tahliyeler oldu. Önümüzdeki dönemde tarihi belli olan ve olmayan iki önemli duruşma var. Bunlardan ilki Nisan ayındaki duruşmadır. Aralarında ESP, Atılım, Dayanışma, EKD, Özgür Radyo, Limter-İş ve Tekstil-Sen sendikalarının tutuklu yönetici ve aktivistlerinin bulunduğu duruşma 13 Nisan'da İstanbul'da yapılacak.

Her iki duruşmaya da ülke içinden ve ülke dışından katılım ve destek oldukça önemlidir. Önemlidir, çünkü bu saldırılar sadece partimizle ve adı geçen demokratik ve sosyalist kurumalarla, sendikalarla ve basınla ilgili ve sınırlı değildir. Aynı türden saldırılar Aralık 2006'da HÖC'e, Yürüyüş Dergisi'ne ve TAYAD'a yönelik olarak da gerçekleştirilmişti. Ocak ayında Ermeni aydını gazeteci H. Dink'in katledilmesi de bu saldırı konseptinin uygulanmasının bir sonucudur. Bu saldırılar faşist diktatörlüğün uzun bir süre hazırladığı ve geçtiğimiz yılın Haziran ayından itibaren TMY ile uygulamaya koyduğu yeni tasfiye ve imha konseptinin bir sonucudur. Bu konseptin iki ayağı var. Bunlardan birisini Kürt ulusunun varlığını inkâr ve ulusal mücadeleyi imha oluştururken diğer ayağını devrimci ve komünist hareketi tasfiye etmek, düzen sınırları içine çekmek oluşturmaktadır. Dolayısıyla bu konsept, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da muhalif güçleri toptan yok etmeye ve teslim alaya yöneliktir. Bu konsept, tek başına faşist diktatörlüğün hazırlamış olduğu bir konsept de değildir. Uluslararası bir konsepttir. Emperyalist güçler ve faşist diktatörlük 2004'te İstanbul'da gerçekleştirilen NATO zirvesinde devrimci güçlerin gelişen direnişinden tedirgin oldular ve saldırı hazırlığına başladılar.

"Terörle Mücadele Yasaları" adı altında sürdürülen bu saldırılara karşı mücadele ulusal ve enternasyonal alanda her antifaşistin, devrimcinin ve komünistin görevidir. Bu saldırılara ancak ve ancak ortaklaştırılan mücadeleyle, dayanışma ile karşı koyabilir ve bu faşist yasaları etkisiz hale getirebiliriz.

Tarihi belli olan ve olmayan her iki duruşmayı, faşizmin ve emperyalizmin yargılandığı kürsülere dönüştürmek göreviyle karşı karşıyayız. Devrimcileri ve komünistleri yargılamaya çalışanları yargılamalıyız.

Bu mahkemelere katılım, birleşik devrimci mücadeleyi yükseltmenin bir kıstası olarak görülmelidir. Bu mahkemelere uluslararası alandan katılım, enternasyonal dayanışmanın bir gereği olarak algılanmalıdır. Bu anlamda ülke içinden ve ülke dışından tüm duyarlı kişi, kurum ve partileri bu mahkemelere katılmaya çağırıyoruz. TMY'yi işlevsiz kılmanın, mahkemeleri faşist diktatörlüğün ve emperyalizmin yargılandığı kürsüye çevirmenin yegâne yol budur.

Uluslararası alandan devrimci, ilerici, komünist parti ve örgütler, bunun ötesinde avukatlar, gazeteciler, sendikacılar, Eylül tutsaklarıyla dayanışmak için, faşist diktatörlüğü yargılamak için 13 Nisan mahkemesini izleyecek enternasyonal heyetlerde yer almalılar ve gelemeyenler ise mahkeme günlerinde Türk konsoloslukları önünde eylemler düzenlemeliler. Emperyalist burjuvazinin ve faşist diktatörlüğün "terörle mücadele"sine ancak böyle cevap vererek onları teşhir edebiliriz.

Bu saldırılara karşı koymak, bu mahkemeleri diktatörlüğün yargılandığı kürsüye dönüştürmek, aynı zamanda, sınıf mücadelesi sürecinde kazanılmış mevzilerin savunulması anlamına gelir. Unutulmamalıdır ki, burada söz konusu olan politik özgürlüktür. Mahkemeler, politik özgürlüğün gündemleştirildiği arena olmalıdır. Bunun için mücadeleyi yükseltmeliyiz. Bunun için mahkemelere katılmalıyız. Bunun için tutsaklarla dayanışama içinde olmalıyız.