27 Nisan Muhtırası ve Rejim Güçlerinin Saflaşması
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri etrafında rejim içi güçlerin ilerleyen saflaşması, faşist generallerin 27 Nisan Muhtırası ile doruğa çıktı.
Aylardır süren Çankaya Köşkü savaşında, AKP hükümetinin aday gösterme süreci uzadıkça tansiyon yükseldi.
Üç askeri darbeye (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980) ve 28 Şubat 1997'de de bir "post modern darbe"ye imza atmış Türk ordusu daima, cumhuriyetin yegâne sahibi ve koruyucusu olduğunu iddia etmiştir. AKP'nin hükümete gelişinden itibaren, TÜSİAD-AKP ile ordu ve yedeklediği güçler arasındaki güç ilişkilerinde sınırlı bazı değişiklikler olmuş, birinciler, ikinciler aleyhine kimi mevziler kazanmışlardı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri her bakımdan, rejimin güçleri arasında oluşmuş bulunan bu güç dengesinin yeniden düzenlenmesi anlamına geliyordu. Ordu ve yedeğindeki güçler, Cumhurbaşkanlığını AKP'ye kaptırmanın, iktidar gücünü tehlikeye sokacak, mevzilerini zayıflatacak ve Cumhurbaşkanlığının sembolik değeri nedeniyle de rejimin temellerini sarsacak bir adım olarak değerlendirmekteler. Ordu, ana muhalefet partisi CHP ve aynı cephede yer alan başka güçler, AKP'yi bu mevzisinden uzak tutmak için yoğun bir baskı uyguladılar. Bu iktidar dalaşında ordunun ideolojik kılıcı laiklik oldu.
Bir yandan AKP'yi tehditlerle baskı altına almaya çalışan bu güçler, bir yandan da, 14 Nisan'da Ankara'da bir miting düzenleyerek AKP hükümetinin işbirlikçi politikalarına tepki biriktiren kitleleri yedeklemeye ve AKP hükümetinin karşısına çıkarmaya çalıştılar. Yüz binleri sokağa dökerek bunda da başarılı oldular.
Nihayet AKP, 24 Nisan günü adayını açıkladı. AKP'nin en önde gelen isimlerinden Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün adı açıklanır açıklanmaz, Çankaya'ya türban çıkacak mı tartışması doruğa çıktı*.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan günü öğleden sonra başladı. İlk turda gereken 367 çoğunluk sağlanamadığı için seçim, seçim krizine dönüştü: Bu dalaşta başından beri ordunun meclis içindeki başlıca sözcüsü olan CHP, "seçimlerin yapılabilmesi için, meclis oturumunun en az 367 milletvekilinin varlığında açılması gerektiği"** gerekçesiyle sorunu Anayasa Mahkemesine taşıdı. 367 tartışmaları haftalar öncesinden başlamış, CHP itiraz dosyasını günler öncesinden hazırlamış cebinde bekletmekteydi. Bu, Cumhurbaşkanını seçmek için yeterli oy çoğunluğuna sahip olan AKP'yi engellemenin hukuki dayanağı yapılabilecek tek gerekçe olarak görülmekteydi.
Aynı gece saat 23.10'da Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinde yayınladığı muhtıra ile tavrını koydu: "Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır."
Açıklamada, "Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir." denerek de doğrudan bir askeri darbe tehdidi savruluyor.
AKP hükümeti ise şimdilik, muhtıra karşısında ilk tutumundaki ısrarını sürdürme tavrı içinde. Genelkurmay'ın açıklamasını, "yargıya müdahale" olarak niteledi ve bunun "demokratik toplumlarda düşünülemez" olduğunu belirtti.
Ordu bu açıklamasıyla ilk aşamada Anayasa Mahkemesi'nin 27 Nisan günkü Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimini geçerli sayıp-saymama kararını etkilemeyi amaçlıyor. Bu seçimin geçersiz sayılması durumunda Temmuz sonu-Ağustos başında bir erken seçim gündeme gelecek. Genelkurmay bu iki aylık sürede AKP'yi bölme ve yalıtma çabası içine girebilir ve erken seçimle yeniden hükümete taşınmasının önünü kesecek adımlar atabilir. Buna, AKP etrafındaki kimi İslami güçlere yönelik çeşitli kovuşturmalar eşlik edebilir. Ordu yeni provokasyonlara girişerek işçi sınıfı ve emekçi kitleleri, laik-şeriatçı ayrışması ekseninde saflaştırmaya çalışabilir. Ordunun AKP'ye yönelik daha sert önlemlere girişmesi ise, mevcut uluslararası konjonktürde pek mümkün görünmüyor.
AK Parti, 28 Şubat 1997 muhtırasının bir ürünüydü. Bu dönemde, Refah Partisi-DYP koalisyonu hükümetten uzaklaştırıldıktan sonra, Refah Partisi bölünerek tasfiye edilmiş ve ortaya ‘BOP tipi' "ılımlı" İslamcı AK Parti kurulmuştu. Şimdi, 27 Nisan muhtırasıyla, bir önceki muhtıranın ürünü olan ancak artık "çizmeyi aşan" bu partiyi, ordu, mevzilerinden uzaklaştırmaya çalışıyor.
Rejim içi güçler arasındaki bu saflaşma derinleşerek sürerken, devrimci, demokrat, ilerici güçlere ve Kürt halkına yönelik saldırılar da tırmandırılmaktadır. Özellikle DTP'nin erken seçimlerle parlamentoya girmesinin önünü almak için üzerindeki baskılar yoğunlaştırılabilir.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın ilerici, devrimci, komünist güçlerine, birleşik mücadele hattının darbecilere hayır şiarı ekseninde derinleştirilmesi görevi düşmektedir.

Darbecilere destek mitingleri

14 Nisan'da Tayyip Erdoğan'ın muhtemel Cumhurbaşkanı adaylığına karşı Ankara'da Tandoğan meydanında gerçekleşen miting, coğrafyamız tarihinde az görülen bir kalabalığı topladı. ADD ve CHP gibi, antiemperyalist ve sol söylemle ırkçı, şovenist kışkırtmacılığın bayraktarlığını yapan çevreler, MHP ve BBP gibi sivil faşist partiler, gövde gösterisi yaptı. 1 milyonun üzerinde katılım gösterilen mitingin kitle tabanını, darbeci, ırkçı, faşist örgütlerin kendi tabanının çok ötesinde, AKP hükümetinin işbirlikçi politikalarına, ABD ve AB emperyalistlerine sadık uşaklığına, İslami gericiliğe tepki biriktiren emekçi kitleler oluşturuyordu.
Bu miting, AKP'li bir Cumhurbaşkanı olasılığının meşruluğunu azaltmayı ve faşist generallerin, AKP "tatlılıkla" yola gelmediği koşullarda girişeceği, 27 Nisan muhtırası gibi önlemleri meşrulaştırmayı amaçlıyordu.
Mitingin başını çeken ADD'nin başkanı, 2004 yılında darbe planları yapan faşist generaller arasında olduğu açığa çıkan Amerikancı paşa, emekli General Eruygur'dur.
İlerici güçler tarafından Darbecilere Destek Mitingi olarak nitelenen bu mitingin ardından, 29 Nisan'da İstanbul'da bir ikinci miting yapıldı ve bu miting daha kitlesel oldu.
29 Nisan mitinginden iki gün önce ise, belirtilen muhtıra verildi. "Ne şeriat ne darbe, tam demokratik Türkiye" şiarıyla düzenlense de, "Yaşar Paşa çok yaşa" sloganlarıyla başlayan bu miting, gerçekte "Muhtıraya destek" mitinginden öte bir anlam taşımıyordu. Ankara Mitingini "resmi olarak" desteklemeyen DİSK ve birçok demokratik kitle örgütü de bu mitinge katılarak, 28 Şubat muhtırasında oynadıkları uğursuz rolü bir kez daha oynadılar.
Her iki miting de, faşist rejimin emekçi kitleleri Kürt-Türk, laik-şeriatçı, Alevi-Sünni saflaşması temelinde gerici kutuplaşmalarla örgütleyerek yedekleme ve faşist rejime karşı mücadele potansiyelini bu şekilde boşa çıkarma politikasının son örneği oldu.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

27 Nisan Muhtırası ve Rejim Güçlerinin Saflaşması
fc Share on Twitter
 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri etrafında rejim içi güçlerin ilerleyen saflaşması, faşist generallerin 27 Nisan Muhtırası ile doruğa çıktı.
Aylardır süren Çankaya Köşkü savaşında, AKP hükümetinin aday gösterme süreci uzadıkça tansiyon yükseldi.
Üç askeri darbeye (27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980) ve 28 Şubat 1997'de de bir "post modern darbe"ye imza atmış Türk ordusu daima, cumhuriyetin yegâne sahibi ve koruyucusu olduğunu iddia etmiştir. AKP'nin hükümete gelişinden itibaren, TÜSİAD-AKP ile ordu ve yedeklediği güçler arasındaki güç ilişkilerinde sınırlı bazı değişiklikler olmuş, birinciler, ikinciler aleyhine kimi mevziler kazanmışlardı. Cumhurbaşkanlığı seçimleri her bakımdan, rejimin güçleri arasında oluşmuş bulunan bu güç dengesinin yeniden düzenlenmesi anlamına geliyordu. Ordu ve yedeğindeki güçler, Cumhurbaşkanlığını AKP'ye kaptırmanın, iktidar gücünü tehlikeye sokacak, mevzilerini zayıflatacak ve Cumhurbaşkanlığının sembolik değeri nedeniyle de rejimin temellerini sarsacak bir adım olarak değerlendirmekteler. Ordu, ana muhalefet partisi CHP ve aynı cephede yer alan başka güçler, AKP'yi bu mevzisinden uzak tutmak için yoğun bir baskı uyguladılar. Bu iktidar dalaşında ordunun ideolojik kılıcı laiklik oldu.
Bir yandan AKP'yi tehditlerle baskı altına almaya çalışan bu güçler, bir yandan da, 14 Nisan'da Ankara'da bir miting düzenleyerek AKP hükümetinin işbirlikçi politikalarına tepki biriktiren kitleleri yedeklemeye ve AKP hükümetinin karşısına çıkarmaya çalıştılar. Yüz binleri sokağa dökerek bunda da başarılı oldular.
Nihayet AKP, 24 Nisan günü adayını açıkladı. AKP'nin en önde gelen isimlerinden Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün adı açıklanır açıklanmaz, Çankaya'ya türban çıkacak mı tartışması doruğa çıktı*.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, 27 Nisan günü öğleden sonra başladı. İlk turda gereken 367 çoğunluk sağlanamadığı için seçim, seçim krizine dönüştü: Bu dalaşta başından beri ordunun meclis içindeki başlıca sözcüsü olan CHP, "seçimlerin yapılabilmesi için, meclis oturumunun en az 367 milletvekilinin varlığında açılması gerektiği"** gerekçesiyle sorunu Anayasa Mahkemesine taşıdı. 367 tartışmaları haftalar öncesinden başlamış, CHP itiraz dosyasını günler öncesinden hazırlamış cebinde bekletmekteydi. Bu, Cumhurbaşkanını seçmek için yeterli oy çoğunluğuna sahip olan AKP'yi engellemenin hukuki dayanağı yapılabilecek tek gerekçe olarak görülmekteydi.
Aynı gece saat 23.10'da Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinde yayınladığı muhtıra ile tavrını koydu: "Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır."
Açıklamada, "Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir." denerek de doğrudan bir askeri darbe tehdidi savruluyor.
AKP hükümeti ise şimdilik, muhtıra karşısında ilk tutumundaki ısrarını sürdürme tavrı içinde. Genelkurmay'ın açıklamasını, "yargıya müdahale" olarak niteledi ve bunun "demokratik toplumlarda düşünülemez" olduğunu belirtti.
Ordu bu açıklamasıyla ilk aşamada Anayasa Mahkemesi'nin 27 Nisan günkü Cumhurbaşkanlığı ilk tur seçimini geçerli sayıp-saymama kararını etkilemeyi amaçlıyor. Bu seçimin geçersiz sayılması durumunda Temmuz sonu-Ağustos başında bir erken seçim gündeme gelecek. Genelkurmay bu iki aylık sürede AKP'yi bölme ve yalıtma çabası içine girebilir ve erken seçimle yeniden hükümete taşınmasının önünü kesecek adımlar atabilir. Buna, AKP etrafındaki kimi İslami güçlere yönelik çeşitli kovuşturmalar eşlik edebilir. Ordu yeni provokasyonlara girişerek işçi sınıfı ve emekçi kitleleri, laik-şeriatçı ayrışması ekseninde saflaştırmaya çalışabilir. Ordunun AKP'ye yönelik daha sert önlemlere girişmesi ise, mevcut uluslararası konjonktürde pek mümkün görünmüyor.
AK Parti, 28 Şubat 1997 muhtırasının bir ürünüydü. Bu dönemde, Refah Partisi-DYP koalisyonu hükümetten uzaklaştırıldıktan sonra, Refah Partisi bölünerek tasfiye edilmiş ve ortaya ‘BOP tipi' "ılımlı" İslamcı AK Parti kurulmuştu. Şimdi, 27 Nisan muhtırasıyla, bir önceki muhtıranın ürünü olan ancak artık "çizmeyi aşan" bu partiyi, ordu, mevzilerinden uzaklaştırmaya çalışıyor.
Rejim içi güçler arasındaki bu saflaşma derinleşerek sürerken, devrimci, demokrat, ilerici güçlere ve Kürt halkına yönelik saldırılar da tırmandırılmaktadır. Özellikle DTP'nin erken seçimlerle parlamentoya girmesinin önünü almak için üzerindeki baskılar yoğunlaştırılabilir.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın ilerici, devrimci, komünist güçlerine, birleşik mücadele hattının darbecilere hayır şiarı ekseninde derinleştirilmesi görevi düşmektedir.

Darbecilere destek mitingleri

14 Nisan'da Tayyip Erdoğan'ın muhtemel Cumhurbaşkanı adaylığına karşı Ankara'da Tandoğan meydanında gerçekleşen miting, coğrafyamız tarihinde az görülen bir kalabalığı topladı. ADD ve CHP gibi, antiemperyalist ve sol söylemle ırkçı, şovenist kışkırtmacılığın bayraktarlığını yapan çevreler, MHP ve BBP gibi sivil faşist partiler, gövde gösterisi yaptı. 1 milyonun üzerinde katılım gösterilen mitingin kitle tabanını, darbeci, ırkçı, faşist örgütlerin kendi tabanının çok ötesinde, AKP hükümetinin işbirlikçi politikalarına, ABD ve AB emperyalistlerine sadık uşaklığına, İslami gericiliğe tepki biriktiren emekçi kitleler oluşturuyordu.
Bu miting, AKP'li bir Cumhurbaşkanı olasılığının meşruluğunu azaltmayı ve faşist generallerin, AKP "tatlılıkla" yola gelmediği koşullarda girişeceği, 27 Nisan muhtırası gibi önlemleri meşrulaştırmayı amaçlıyordu.
Mitingin başını çeken ADD'nin başkanı, 2004 yılında darbe planları yapan faşist generaller arasında olduğu açığa çıkan Amerikancı paşa, emekli General Eruygur'dur.
İlerici güçler tarafından Darbecilere Destek Mitingi olarak nitelenen bu mitingin ardından, 29 Nisan'da İstanbul'da bir ikinci miting yapıldı ve bu miting daha kitlesel oldu.
29 Nisan mitinginden iki gün önce ise, belirtilen muhtıra verildi. "Ne şeriat ne darbe, tam demokratik Türkiye" şiarıyla düzenlense de, "Yaşar Paşa çok yaşa" sloganlarıyla başlayan bu miting, gerçekte "Muhtıraya destek" mitinginden öte bir anlam taşımıyordu. Ankara Mitingini "resmi olarak" desteklemeyen DİSK ve birçok demokratik kitle örgütü de bu mitinge katılarak, 28 Şubat muhtırasında oynadıkları uğursuz rolü bir kez daha oynadılar.
Her iki miting de, faşist rejimin emekçi kitleleri Kürt-Türk, laik-şeriatçı, Alevi-Sünni saflaşması temelinde gerici kutuplaşmalarla örgütleyerek yedekleme ve faşist rejime karşı mücadele potansiyelini bu şekilde boşa çıkarma politikasının son örneği oldu.