KIBRIS'TA EMPERYALİST "ÇÖZÜM"E DOĞRU
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Kıbrıs sorununu on yıllarca çözümsüzlüğe mahkum eden emperyalist merkezler, bu sefer sorunun çözümü için aktif çaba harcıyorlar. Anlaşılan o ki Kıbrıs'ın paylaşımı AB'nin Kopenhag zirvesinde sonlandırılmış olacak. BM"in taraflara sunduğu plana göre adanın fiilen ikiye bölünmüşlüğü hukuken de tescil ediliyor.

1974'te Türk ordusunun Kıbrıs'a çıkarak adanın Kuzey kısmını işgal etmesinden sonra, bugün de hala devam eden bir fiili durum oluştu. Ada, de facto ikiye bölünmüştü. Güneyde Rum toplumu, Kuzey'de de Türk toplumu, o günden bu güne farklı ekonomik ve siyasi koşullar altında yeniden şekillenme sürecine girdi. Bir nesil böyle yetişti.

Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs Türk tarafı ve Rum tarafı, bu sorunu sürekli, yıllarca iç ve dış politikalarında kullandılar. Her iki taraf açısından Kıbrıs, "ulusal" sorun olmaya devam etti. Her iki taraf ortaya koydukları politikalarla ortak yaşamın değil, ayrılığın, farklı şekillenmenin yolunu açtılar. Adanın bütüleşmesini sağlamak adına her iki tarafın birbirlerine düşman olmalarına çanak tuttular. Türk ve Rum toplumlarının birbirlerine güven beslemeyecek duruma getirilmeleri, her iki tarafta iktidar sahiplerinin işine yarıyordu. Bu oyun on yıllarca oynandı. Ama kesintiye uğrasada toplumlar arası görüşmeler devam etti. Kıbrıs, bazen geri planda kalsada, uluslar arası sorunlardan biri olmaya devam etti ve dönem dönem de Türkiye ve Yunanistan açısından iç siyasal nedenlerden, dönem dönem de emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerden dolayı gündemleştirildi. Hatta bazen savaşın eşiğinden dönüldü.

Kıbrıs'ın Emperyalistler Arası Çelişkilerdeki Yeri

Adadaki yerli figüranların ipleri Türkiye ve Yunanistan'da kazığa bağlıdır. Kıbrıs'ın "ağa"ları, Türkiye ve Yunanistan'da ki "bey"lerin sözünden asla çıkamazlar. Bu ulusal aktörlerin kulağınıda uluslararası aktörler çeker. Kıbrıs sorunun da Amerikan emperyalizmi, Sovyetler Birliği faktörünü gözönünde tutarak hareket ederdi. Revizyonist bloğun ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar (1989/'91) Amerikan emperyalizmi, Sovyetleri, Kıbrıs sorununda uzak tutmak için çoğunlukla Türkiye'nin kulağını çekti. Çünkü, SB'ye yanaşma tehdidi Rum kesiminden geliyordu.

Sonra, '90'lı yılların başından bu yana devreye AB girdi. Bir taraftan AB, diğer taraftan ABD, Kıbrıs sorununu kendi çıkarlarına göre yönlendirmek için adeta birbirleriyle yarıştılar. AB Bakanlar Konseyi 17 Eylül 1990'daki toplantısında, Kıbrıs Rum kesiminin üyelik başvurusunu, sanki hiç bir şey olmamış gibi, normal işlerlik içinde ele aldı ve böylece ilk defa BM ve AB, Kıbrıs sorununu kendi görüşleri doğrultusunda çözümleme de ısrarlı olduklarını ortaya koydular. Bundan sonraki Kıbrıs sorunu üzerine görüşmelerin tarihi, AB ile ABD arasındaki bölgemiz üzerine rekabetin tarihi olmuştur.

AB, 15 Temmuz 1997'de "Gündem 2000" başlıklı raporunda, Kıbrıs'ı aday üye listesine ve 12 Aralık 1997'deki Lüksemburg Zirvesinde de genişleme sürecine aldı. Kıbrıs, 31 Mart 1998'de başlayan tam üyelik görüşmelerine de dahil edildi. Bu toplantıda Türkiye için "ortaklığa hazırlama" kararı alınmıştı. Bu raporun açıklandığı tarihte Türkiye'de yeni işbaşına gelmiş olan 55. hükümet (ANAP-DSP-DYP), sürekli, bilinen retorik destekleme açıklamalarının ötesine geçerek, Kıbrıs'ın stratejik önemine, bu anlamda da Türkiye için vaz geçilemezliğine vurgu yapıyordu. AB'nin kararı, yeni hükümetin, KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) ile bütünleşme sürecini başlatmasına neden oldu. Yoğun uluslararası tepki sonucunda "bütünleşme" kavramının yerini "özel ilişki" kavramı aldı.

10 Aralık 1999'da gerçekleştirilen AB'nin Helsinki Zirvesi'nde Türkiye, aday üyeler arasında sayıldı. Aynı toplantıda 2002 yılında Kıbrıs'ın AB'ye üyeliğinin kararının verileceği de açıklanıyordu. Bu karar AB'nin bu ay içinde Kopenhag'da düzenleyeceği "Doğu Genişlemesi" toplantısında verilecek.

Dünyada onca acil sorun dururken, bir çok bölgede oluk oluk kan akarken, enazından istikrarlı bir sessizliğin olduğu bu adadan ne isteniyor ki, öncelik sırasında Kıbrıs sürekli önplanda oldu? Bunun nedenini emperyalist ülkelerin barış severliğiyle açıklayamayız. Bu ilgiyi Kıbrıs'ın olmayan yeraltı zenginliğiyle de açıklayamayız. Ama giderek artan bu ilginin bir nedeni olmalı.

Kıbrıs'ı önemli kılan, onun jeostratejik konumudur. Kıbrıs, bu konumundan dolayı her dönem, hakim güçler açısından önemli olmuştur. Kıbrıs, ABD ve AB emperyalistleri için bir kontrol ve denetim gemisidir.

Bir kaç yıl öncesine kadar Kıbrıs'ı "ulusal" sorun olarak kabul eden Türk burjuvazisi, bugün daha doğrusu, revizyonist bloğun dağılmasından bu yana Kıbrıs sorununu, stratejik ve Türkiye'nin güvenliği açısından önemini önplana çıkartarak ele alıyor. Türk burjuvazisi jeopolitik düşünüyor. Yani soruna, çıkarlarından dolayı müdahale eden ABD ve AB emperyalist ülkeleri gibi bakıyor.

Kıbrıs, AB'nin Ortadoğu'ya uzanması için vazgeçilmez bir üssü oluşturuyor. Bu adanın AB'ye dahil olması durumunda AB'nin sınırları, Girit'ten 500 km daha doğuya kaydırılmış olacak. Böylece AB, bütün Akdeniz'i kontrol edecek duruma geliyor.

Bu durum, Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası anlayışını, Ortadoğu'daki hakimiyetini ve en önemlisi, Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmesi durumunda Hazar Havzası petrol ve doğalgazının dünya pazarlarına taşınmasında önemli koridor olan Türkiye ve dağıtım merkezi olarak düşünülen Ceyhan'ı doğrudan tehdit eden bir gelişmenin ifadesi olacaktır.

Bu nedenden dolayı ne ABD ve ne de AB, Kıbrıs'tan vaz geçemeyecekler. Güçlü ülke devrimlerinin olmadığı koşullarda Kıbrıs'ın geleceği -belirttiğimiz jeostratejik konumundan dolayı- emperyalistler arası rekabetin seyrine bağlı kalacaktır. Çözümsüzlüğün çözüm yapılmasının esas nedeni budur. Dün ABD-SB arasındaki Akdeniz ve çevresi üzerine hegemonya mücadelesinin yerini bugün ABD ile AB arasındaki rekabet almıştır. Değişen, her zaman aktörler, değişmeyen ise adanın konumu. Bu durum da birkaç emperyalist "çözüm" olasılığı vardır.

a)Amerikan emperyalizminin AB karşısında yenilgiyi kabullenmesi, yani Türk burjuvazisinin de AB'den yana tavır almasıyla ABD'nin bölgedeki, en azından Türkiye ve dolayısıyla Kıbrıs Türk kesimi üzerindeki nüfuzunun zayıflaması.

b)ABD-AB arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi ve AB'nin geri adım atması. Yani Kıbrıs'ı gözden çıkarması.

Bu durum da, yeni, sonuç alıcı emperyalist dengeler oluşana kadar Kıbrıs'ta çözümsüzlük, çözüm olur.

c) Kıbrıs'ın fiili, de facto bölünmüşlüğün hukuki, de jura olarak onanması. Böylece ada nüfuz alanı olarak ABD ve AB tarafından paylaşılmış olur.

BM planı ve bu planın hem ABD ve hem de AB tarafından desteklenmesi ve bu destekten dolayı tarafların (Türk ve Rum) görüşmelere katılmayı reddedememeleri, belirtilen son olasılığın gerçekleşeceğini göstermektedir. Her halükarda Kopenhag zirvesinden sonra Kıbrıs sorununda yeni bir dönem başlayacaktır. Türkiye'nin üyeliğe kabul edilmemesi ve Kıbrıs Rum kesiminin üye yapılması, adanın kesinkes bölünmesi anlamına gelecektir. Türk burjuvazisinin, Türkiye'nin AB'ye kabul edilmemesi durumunda Kıbrıs ile ilgili olarak elde etmek istediği çözüm de budur.

Kıbrıs sorununun esas kalıcı çözümünü sağlayacak olanlar adada yaşayan halklardır. Bu çözümün gerçek zemininin ortaya çıkabilmesi için Türkiye ve KKTC, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ve bunun ötesinde ABD, AB ve İngiltere'nin adadaki tüm askeri güçleri çekmeleri, siyasi yönlendirmeye son vermeleri ve böylece ada halklarının kendi kaderlerini tayin olanağının sağlanması gerekir. Kıbrıs'ta halklar emperyalist müdahaleden ve tüm dışsal etkilenmelerden uzak olarak kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkı elde ettiklerinde kendi aralarındaki sorunları çözüme kavuşturabilirler ve özgürlüklerini kazanmış olurlar.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

KIBRIS'TA EMPERYALİST "ÇÖZÜM"E DOĞRU
fc Share on Twitter
 

Kıbrıs sorununu on yıllarca çözümsüzlüğe mahkum eden emperyalist merkezler, bu sefer sorunun çözümü için aktif çaba harcıyorlar. Anlaşılan o ki Kıbrıs'ın paylaşımı AB'nin Kopenhag zirvesinde sonlandırılmış olacak. BM"in taraflara sunduğu plana göre adanın fiilen ikiye bölünmüşlüğü hukuken de tescil ediliyor.

1974'te Türk ordusunun Kıbrıs'a çıkarak adanın Kuzey kısmını işgal etmesinden sonra, bugün de hala devam eden bir fiili durum oluştu. Ada, de facto ikiye bölünmüştü. Güneyde Rum toplumu, Kuzey'de de Türk toplumu, o günden bu güne farklı ekonomik ve siyasi koşullar altında yeniden şekillenme sürecine girdi. Bir nesil böyle yetişti.

Türkiye ve Yunanistan, Kıbrıs Türk tarafı ve Rum tarafı, bu sorunu sürekli, yıllarca iç ve dış politikalarında kullandılar. Her iki taraf açısından Kıbrıs, "ulusal" sorun olmaya devam etti. Her iki taraf ortaya koydukları politikalarla ortak yaşamın değil, ayrılığın, farklı şekillenmenin yolunu açtılar. Adanın bütüleşmesini sağlamak adına her iki tarafın birbirlerine düşman olmalarına çanak tuttular. Türk ve Rum toplumlarının birbirlerine güven beslemeyecek duruma getirilmeleri, her iki tarafta iktidar sahiplerinin işine yarıyordu. Bu oyun on yıllarca oynandı. Ama kesintiye uğrasada toplumlar arası görüşmeler devam etti. Kıbrıs, bazen geri planda kalsada, uluslar arası sorunlardan biri olmaya devam etti ve dönem dönem de Türkiye ve Yunanistan açısından iç siyasal nedenlerden, dönem dönem de emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerden dolayı gündemleştirildi. Hatta bazen savaşın eşiğinden dönüldü.

Kıbrıs'ın Emperyalistler Arası Çelişkilerdeki Yeri

Adadaki yerli figüranların ipleri Türkiye ve Yunanistan'da kazığa bağlıdır. Kıbrıs'ın "ağa"ları, Türkiye ve Yunanistan'da ki "bey"lerin sözünden asla çıkamazlar. Bu ulusal aktörlerin kulağınıda uluslararası aktörler çeker. Kıbrıs sorunun da Amerikan emperyalizmi, Sovyetler Birliği faktörünü gözönünde tutarak hareket ederdi. Revizyonist bloğun ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar (1989/'91) Amerikan emperyalizmi, Sovyetleri, Kıbrıs sorununda uzak tutmak için çoğunlukla Türkiye'nin kulağını çekti. Çünkü, SB'ye yanaşma tehdidi Rum kesiminden geliyordu.

Sonra, '90'lı yılların başından bu yana devreye AB girdi. Bir taraftan AB, diğer taraftan ABD, Kıbrıs sorununu kendi çıkarlarına göre yönlendirmek için adeta birbirleriyle yarıştılar. AB Bakanlar Konseyi 17 Eylül 1990'daki toplantısında, Kıbrıs Rum kesiminin üyelik başvurusunu, sanki hiç bir şey olmamış gibi, normal işlerlik içinde ele aldı ve böylece ilk defa BM ve AB, Kıbrıs sorununu kendi görüşleri doğrultusunda çözümleme de ısrarlı olduklarını ortaya koydular. Bundan sonraki Kıbrıs sorunu üzerine görüşmelerin tarihi, AB ile ABD arasındaki bölgemiz üzerine rekabetin tarihi olmuştur.

AB, 15 Temmuz 1997'de "Gündem 2000" başlıklı raporunda, Kıbrıs'ı aday üye listesine ve 12 Aralık 1997'deki Lüksemburg Zirvesinde de genişleme sürecine aldı. Kıbrıs, 31 Mart 1998'de başlayan tam üyelik görüşmelerine de dahil edildi. Bu toplantıda Türkiye için "ortaklığa hazırlama" kararı alınmıştı. Bu raporun açıklandığı tarihte Türkiye'de yeni işbaşına gelmiş olan 55. hükümet (ANAP-DSP-DYP), sürekli, bilinen retorik destekleme açıklamalarının ötesine geçerek, Kıbrıs'ın stratejik önemine, bu anlamda da Türkiye için vaz geçilemezliğine vurgu yapıyordu. AB'nin kararı, yeni hükümetin, KKTC (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti) ile bütünleşme sürecini başlatmasına neden oldu. Yoğun uluslararası tepki sonucunda "bütünleşme" kavramının yerini "özel ilişki" kavramı aldı.

10 Aralık 1999'da gerçekleştirilen AB'nin Helsinki Zirvesi'nde Türkiye, aday üyeler arasında sayıldı. Aynı toplantıda 2002 yılında Kıbrıs'ın AB'ye üyeliğinin kararının verileceği de açıklanıyordu. Bu karar AB'nin bu ay içinde Kopenhag'da düzenleyeceği "Doğu Genişlemesi" toplantısında verilecek.

Dünyada onca acil sorun dururken, bir çok bölgede oluk oluk kan akarken, enazından istikrarlı bir sessizliğin olduğu bu adadan ne isteniyor ki, öncelik sırasında Kıbrıs sürekli önplanda oldu? Bunun nedenini emperyalist ülkelerin barış severliğiyle açıklayamayız. Bu ilgiyi Kıbrıs'ın olmayan yeraltı zenginliğiyle de açıklayamayız. Ama giderek artan bu ilginin bir nedeni olmalı.

Kıbrıs'ı önemli kılan, onun jeostratejik konumudur. Kıbrıs, bu konumundan dolayı her dönem, hakim güçler açısından önemli olmuştur. Kıbrıs, ABD ve AB emperyalistleri için bir kontrol ve denetim gemisidir.

Bir kaç yıl öncesine kadar Kıbrıs'ı "ulusal" sorun olarak kabul eden Türk burjuvazisi, bugün daha doğrusu, revizyonist bloğun dağılmasından bu yana Kıbrıs sorununu, stratejik ve Türkiye'nin güvenliği açısından önemini önplana çıkartarak ele alıyor. Türk burjuvazisi jeopolitik düşünüyor. Yani soruna, çıkarlarından dolayı müdahale eden ABD ve AB emperyalist ülkeleri gibi bakıyor.

Kıbrıs, AB'nin Ortadoğu'ya uzanması için vazgeçilmez bir üssü oluşturuyor. Bu adanın AB'ye dahil olması durumunda AB'nin sınırları, Girit'ten 500 km daha doğuya kaydırılmış olacak. Böylece AB, bütün Akdeniz'i kontrol edecek duruma geliyor.

Bu durum, Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası anlayışını, Ortadoğu'daki hakimiyetini ve en önemlisi, Avrasya jeopolitikasının gerçekleşmesi durumunda Hazar Havzası petrol ve doğalgazının dünya pazarlarına taşınmasında önemli koridor olan Türkiye ve dağıtım merkezi olarak düşünülen Ceyhan'ı doğrudan tehdit eden bir gelişmenin ifadesi olacaktır.

Bu nedenden dolayı ne ABD ve ne de AB, Kıbrıs'tan vaz geçemeyecekler. Güçlü ülke devrimlerinin olmadığı koşullarda Kıbrıs'ın geleceği -belirttiğimiz jeostratejik konumundan dolayı- emperyalistler arası rekabetin seyrine bağlı kalacaktır. Çözümsüzlüğün çözüm yapılmasının esas nedeni budur. Dün ABD-SB arasındaki Akdeniz ve çevresi üzerine hegemonya mücadelesinin yerini bugün ABD ile AB arasındaki rekabet almıştır. Değişen, her zaman aktörler, değişmeyen ise adanın konumu. Bu durum da birkaç emperyalist "çözüm" olasılığı vardır.

a)Amerikan emperyalizminin AB karşısında yenilgiyi kabullenmesi, yani Türk burjuvazisinin de AB'den yana tavır almasıyla ABD'nin bölgedeki, en azından Türkiye ve dolayısıyla Kıbrıs Türk kesimi üzerindeki nüfuzunun zayıflaması.

b)ABD-AB arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi ve AB'nin geri adım atması. Yani Kıbrıs'ı gözden çıkarması.

Bu durum da, yeni, sonuç alıcı emperyalist dengeler oluşana kadar Kıbrıs'ta çözümsüzlük, çözüm olur.

c) Kıbrıs'ın fiili, de facto bölünmüşlüğün hukuki, de jura olarak onanması. Böylece ada nüfuz alanı olarak ABD ve AB tarafından paylaşılmış olur.

BM planı ve bu planın hem ABD ve hem de AB tarafından desteklenmesi ve bu destekten dolayı tarafların (Türk ve Rum) görüşmelere katılmayı reddedememeleri, belirtilen son olasılığın gerçekleşeceğini göstermektedir. Her halükarda Kopenhag zirvesinden sonra Kıbrıs sorununda yeni bir dönem başlayacaktır. Türkiye'nin üyeliğe kabul edilmemesi ve Kıbrıs Rum kesiminin üye yapılması, adanın kesinkes bölünmesi anlamına gelecektir. Türk burjuvazisinin, Türkiye'nin AB'ye kabul edilmemesi durumunda Kıbrıs ile ilgili olarak elde etmek istediği çözüm de budur.

Kıbrıs sorununun esas kalıcı çözümünü sağlayacak olanlar adada yaşayan halklardır. Bu çözümün gerçek zemininin ortaya çıkabilmesi için Türkiye ve KKTC, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ve bunun ötesinde ABD, AB ve İngiltere'nin adadaki tüm askeri güçleri çekmeleri, siyasi yönlendirmeye son vermeleri ve böylece ada halklarının kendi kaderlerini tayin olanağının sağlanması gerekir. Kıbrıs'ta halklar emperyalist müdahaleden ve tüm dışsal etkilenmelerden uzak olarak kendi kaderlerini özgürce belirleme hakkı elde ettiklerinde kendi aralarındaki sorunları çözüme kavuşturabilirler ve özgürlüklerini kazanmış olurlar.