HÜKÜMET, AYDINLAR VE KÜRT SORUNU
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Yakın zamanda faşist general İ. Başbuğ'un Kürt halkına, ulusal ve devrimci harekete karşı ilan ettiği saldırı konsepti koşullarında, Türk Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, "Kürt sorununu" kabul ettiğini açıkladı. O, PKK'den "silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini" isteyen Türk aydınlarıyla görüştü ve gündemi meşgul etmeye devam ediyor.

T. Erdoğan, açıklamaları ve politik duruşlarıyla devlete yedeklenmeye eğilimli ve sosyal şoven etkiler taşıyan Türk aydınlarıyla görüşmeyi tercih etti. Özellikle bildiriye destek veren liberal veya reformist Kürt aydınlarına yer vermedi. Ama İHD'yi bölücülük yapmak ve PKK'ye destek vermekle suçlayıp üyelikten istifa eden "solcu" ve roman yazarı Adalet Ağaoğlu'nun görüşmede yer almasını istedi ve onurlandırdı. Bu durum anlaşılırdı. Zira, Diyarbakır konuşmasında "Kürt sorunu"na işaret etmenin yanında, resmi politika sloganı "Tek ülke, tek devlet ve tek millet" tekerlemesine ihtiyaç vardı.

T. Erdoğan'ın açıklaması dikkatleri çekti. Çünkü; AKP hükümeti ve T. Erdoğan, Kürt sorununu "sanal bir sorun" görüyor, "düşünmezsen Kürt sorunu olmaz" diyordu. Bir kaç ay içinde gerçekleşen bu "değişiklik" açıklanmalıydı.

Kürdistan'ın başkenti Diyarbakır gezisi öncesinde "barış bildirisi" yayınlayan Türk aydınlarıyla görüşmesi ve "Kürt sorununu" dile getirmesi, Diyarbakır konuşmasında "geçmişte bazı hataların işlendiğini" kabul etmesi, ilan edilen saldırı konseptiyle ilişkili bir diğer soruydu.

Açıklamalar, AKP hükümeti ile generaller kliği arasında bir çelişkiye işaret değil miydi?

3 Ekim'de AB ile başlayacak görüşmelerin bir hamlesi olabilir mi?

ABD'nin Ortadoğu ve Kürt sorununa ilişkin politikaları mı bu açıklamayı yaptırdı?

Ayrıca, Kürt ulusal özgürlük mücadelesi tarihinde benzer açıklamalara defalarca rastlandı. 1921 Lozan Antlaşmasında İ. İnönü, "Biz Kürt ve Türk halkının temsilcileriyiz" demişti. 1993'da T. Özal, "Kürtlerle federasyonu bile tartışırız", S. Demirel, "Kürt realitesini tanıyoruz" açıklamaları yapmışlardı. Daha sonra başbakan Tansu Çiller, "Bask modeli"ni çözüm gösterdi. M. Yılmaz ise, " AB'ye giriş Diyarbakır'dan geçer" dedi.

Bu açıklamaların tümünde ortak yanlar bulmak mümkündür: Açıklamalar, hiçbir zaman Türk burjuva devletinin imha ve inkar politikasının kırılması ve aşılması anlamını taşımıyor. Kürt ulusal hareketinin iradesi ve baskısı sonucu bazı dönemlerde oyalama ve beklentiler yaratan mesajlar taşıyor. Dolayısıyla Kürtler, ulus olarak değil, bireyler olarak kabul ediliyor. Ve açıklamalar hep sözde kalıyor, Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerini karşılayacak girişim ve pratik yönelimleri kapsamıyor.

Başbakan T. Erdoğan'ın bu açıklaması, PKK ve liberal bazı çevreleri yeni beklentilere sokabildi. PKK, açıklamayı temkinli karşıladığını ve olumlu bulduğunu açıkladı. Ama pratik adımlar beklediğini ekledi. İyi niyet adımı olarak 20 Ağustos ile 20 Eylül ta-rihleri arasında "aktif savunmadan pasif savunmaya" geçeceğini açıkladı.

Peki hangi gelişmeler, T. Erdoğan'a bu açıklamayı yaptırdı?

PKK, Haziran 2004 tarihinde 5 yıl boyunca tek taraflı olarak sürdürdüğü ateşkese son vermişti. Devletin bu süre zarfında "ne savaş ne de barış" politikasıyla Kürt ulusal hareketini oyaladığını ve çürümeye bıraktığını, o nedenle demokratik talepler doğrultusunda adımlar atması gerektiğini söyledi. PKK Gerillaları, eylemleriyle Türk ordusuna beklemediği düzeyde kayıplar verdirdi. Türkiye'de kışkırtılan şovenizm ve milliyetçilik dalgası linç girişimleriyle tehlikeli boyutlara vardırıldı. Türk-Kürt boğazlaşmasının güçlü işaretleri ortaya çıktı. Bu durum, Kürdistan'ın Türkiye'den kopuş sürecini önüne geçilemeyecek tarzda hızlandırabilirdi. ABD, sömürgeci rejimin bütün ısrarlarına ve taktik manevralarına rağmen PKK'nin silahlı güçlerine yönelmedi. Irak'ta Kürtlerin "devletleşme" süreci hızla ilerledi. Sömürgeci Türk rejiminin Irak Kürdistanı'na yönelik "kırmızı çizgileri" pembeleşti. Türk askerlerinin kafalarına ABD askerleri tarafından çuval geçirildi. İran ve Suriye Kürdistan'ında Kürtler ayaklandı. Kısacası, Türkiye, Irak ve Ortadoğu'daki siyasi koşullar, güç ilişkileri ve gelişme dinamikleri, faşist rejimi, hiç olmazsa büyük sermayenin örgütü TÜSİAD ve AKP'yi farklı yönelim ve arayışlar doğrultusunda yeniden harekete geçirdi. AKP'nin, hükümet etmede generaller karşısında uğradığı inisiyatif yitimini yeniden kazanmak istemesi diğer önemli bir faktör.

Bu koşullar altında 150 Türk aydını, bir "barış bildirisi" yayınladı. Orada, "Artık insanlarımız ölmesin, barış içinde ve adil bir yaşam sürdürelim. PKK'nin silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini istiyoruz. Hükümetin (...) gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesini talep ediyoruz." çağrısında bulundular. Onlar, katliam ve vahşet manzaralarıyla yeniden kirli ve karanlık savaşın örneklerini ortaya koyan faşist Türk devletinden saldırı ve operasyonlarını durdurmasını bile istemediler.

Bazı Kürt aydınları, "hükümetten operasyonlara derhal son vermesini, çatışmalı ortama son verilmesi için barış sürecini başlatmasını bekliyoruz" diyerek Türk aydınlarının açıklamasını desteklediklerini ilan ettiler.

Bu açıklamaları onurlu aydın tutumu ile bağdaştırmayan devrimci ve sosyalist aydınlar ise aynı süreçte" militarizm ve şovenizme karşı" bir bildirge yayınladılar:

"Kaynağı bizzat devletin kendisi olan şiddetin sorumluluğunu başka adreslerde aramak, aydının vicdanıyla da, bilimsel gerçekçi kimliğiyle de bağdaşmaz. (...) Bizler, halklarımızın ufkunun karartılmasına izin vermeyeceğimizi, hayatın ve toplumun aydından beklediği sorumluluğu yerine getirmekten kaçınmayacağımızı duyuruyoruz.

İşçi sınıfı hareketini, tüm demokratik kitle örgütlerini, emekçileri ve toplumun bütün ezilenlerini birleşik bir cephe gibi davranmaya, birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz" diyerek tarihsel ve siyasal sorumluluklarıyla bağdaşır bir açıklama yaptılar.

Bu gelişmeler karşısında PKK, Brüksel'de bir aylık ateşkes kararını duyurmak istedi. Bu karar, bir ay boyunca aktif savunmadan pasif savunmaya geçmek biçimindedir.

AKP hükümeti, Belçika hükümetinden T. Erdoğan'ın açıklamalarına karşı Brüksel'de basın açıklaması yapacak Kongra-Gel (PKK) Başkanı Z. Aydar'ın yakalanmasını ve basın açıklamasının yasaklanmasını istedi. Basın açıklanması yasaklandı. Aynı günlerde A. Öcalan'ın kardeşiyle yapacağı ziyaret uyduruk gerekçelerle engellendi. 23 Ağustos'taki MGK toplantısından sonra yasaklamalar ve saldırılar boyutlandı. DEHAP yöneticilerine, sayın Öcalan dedikleri için yurtdışına çıkma yasağı ve 10 yıla varan hapis cezasıyla davalar açıldı. DEHAP Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'e, bir gerillanın cenazesinin taşınması için belediye aracı tahsis ettiğinden dolayı dava açıldı.

MLKP, T. Erdoğan'ın açıklamalarının, Kürt ulusuna yönelik imha ve inkar politikasından ayrı ele alınamayacağını düşünmektedir. Bu açıklama, günümüzde Kürt halkı ve devrimci harekete yönelik saldırı dalgasının bir parçası; Türk aydınları ve toplumun liberal kesimlerini yedeklemenin bir ihtiyacıdır.

Kürt sorunun çözümü devrimci halkçı çözümdür. Yaşadığımız siyasal konjonktür, Kürt halkına önemli tarihi ve siyasi fırsatlar, olanaklar ve dinamikler sunmaktadır. MLKP, sömürgeci rejimin kirli ve oyalayıcı taktiklerine, şovenist saldırı dalgasına karşı Türk ve Kürt halkının birleşik mücadelesinin büyütülmesi çağrısını yinelemektedir.

MLKP, Kürt ve Türk halkının özgür, eşit ve gönüllü federatif birliği için mücadele eder. Bu temel talebin gerçekleşmesi doğrultusunda, günümüzde demokratik ve onurlu barış, Kürtlerin siyasal temsiliyeti ve anadilde eğitim (Kürtçe) gibi somut talep-lerle bağımsız eylemini sürdürmekte, ulusal hareket ve diğer devrimci ve ilerici güçlerle birleşik mücadele yürütmenin zorunluluğuna işaret etmektedir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

HÜKÜMET, AYDINLAR VE KÜRT SORUNU
fc Share on Twitter
 

Yakın zamanda faşist general İ. Başbuğ'un Kürt halkına, ulusal ve devrimci harekete karşı ilan ettiği saldırı konsepti koşullarında, Türk Başbakanı R. Tayyip Erdoğan, "Kürt sorununu" kabul ettiğini açıkladı. O, PKK'den "silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini" isteyen Türk aydınlarıyla görüştü ve gündemi meşgul etmeye devam ediyor.

T. Erdoğan, açıklamaları ve politik duruşlarıyla devlete yedeklenmeye eğilimli ve sosyal şoven etkiler taşıyan Türk aydınlarıyla görüşmeyi tercih etti. Özellikle bildiriye destek veren liberal veya reformist Kürt aydınlarına yer vermedi. Ama İHD'yi bölücülük yapmak ve PKK'ye destek vermekle suçlayıp üyelikten istifa eden "solcu" ve roman yazarı Adalet Ağaoğlu'nun görüşmede yer almasını istedi ve onurlandırdı. Bu durum anlaşılırdı. Zira, Diyarbakır konuşmasında "Kürt sorunu"na işaret etmenin yanında, resmi politika sloganı "Tek ülke, tek devlet ve tek millet" tekerlemesine ihtiyaç vardı.

T. Erdoğan'ın açıklaması dikkatleri çekti. Çünkü; AKP hükümeti ve T. Erdoğan, Kürt sorununu "sanal bir sorun" görüyor, "düşünmezsen Kürt sorunu olmaz" diyordu. Bir kaç ay içinde gerçekleşen bu "değişiklik" açıklanmalıydı.

Kürdistan'ın başkenti Diyarbakır gezisi öncesinde "barış bildirisi" yayınlayan Türk aydınlarıyla görüşmesi ve "Kürt sorununu" dile getirmesi, Diyarbakır konuşmasında "geçmişte bazı hataların işlendiğini" kabul etmesi, ilan edilen saldırı konseptiyle ilişkili bir diğer soruydu.

Açıklamalar, AKP hükümeti ile generaller kliği arasında bir çelişkiye işaret değil miydi?

3 Ekim'de AB ile başlayacak görüşmelerin bir hamlesi olabilir mi?

ABD'nin Ortadoğu ve Kürt sorununa ilişkin politikaları mı bu açıklamayı yaptırdı?

Ayrıca, Kürt ulusal özgürlük mücadelesi tarihinde benzer açıklamalara defalarca rastlandı. 1921 Lozan Antlaşmasında İ. İnönü, "Biz Kürt ve Türk halkının temsilcileriyiz" demişti. 1993'da T. Özal, "Kürtlerle federasyonu bile tartışırız", S. Demirel, "Kürt realitesini tanıyoruz" açıklamaları yapmışlardı. Daha sonra başbakan Tansu Çiller, "Bask modeli"ni çözüm gösterdi. M. Yılmaz ise, " AB'ye giriş Diyarbakır'dan geçer" dedi.

Bu açıklamaların tümünde ortak yanlar bulmak mümkündür: Açıklamalar, hiçbir zaman Türk burjuva devletinin imha ve inkar politikasının kırılması ve aşılması anlamını taşımıyor. Kürt ulusal hareketinin iradesi ve baskısı sonucu bazı dönemlerde oyalama ve beklentiler yaratan mesajlar taşıyor. Dolayısıyla Kürtler, ulus olarak değil, bireyler olarak kabul ediliyor. Ve açıklamalar hep sözde kalıyor, Kürtlerin ulusal ve demokratik taleplerini karşılayacak girişim ve pratik yönelimleri kapsamıyor.

Başbakan T. Erdoğan'ın bu açıklaması, PKK ve liberal bazı çevreleri yeni beklentilere sokabildi. PKK, açıklamayı temkinli karşıladığını ve olumlu bulduğunu açıkladı. Ama pratik adımlar beklediğini ekledi. İyi niyet adımı olarak 20 Ağustos ile 20 Eylül ta-rihleri arasında "aktif savunmadan pasif savunmaya" geçeceğini açıkladı.

Peki hangi gelişmeler, T. Erdoğan'a bu açıklamayı yaptırdı?

PKK, Haziran 2004 tarihinde 5 yıl boyunca tek taraflı olarak sürdürdüğü ateşkese son vermişti. Devletin bu süre zarfında "ne savaş ne de barış" politikasıyla Kürt ulusal hareketini oyaladığını ve çürümeye bıraktığını, o nedenle demokratik talepler doğrultusunda adımlar atması gerektiğini söyledi. PKK Gerillaları, eylemleriyle Türk ordusuna beklemediği düzeyde kayıplar verdirdi. Türkiye'de kışkırtılan şovenizm ve milliyetçilik dalgası linç girişimleriyle tehlikeli boyutlara vardırıldı. Türk-Kürt boğazlaşmasının güçlü işaretleri ortaya çıktı. Bu durum, Kürdistan'ın Türkiye'den kopuş sürecini önüne geçilemeyecek tarzda hızlandırabilirdi. ABD, sömürgeci rejimin bütün ısrarlarına ve taktik manevralarına rağmen PKK'nin silahlı güçlerine yönelmedi. Irak'ta Kürtlerin "devletleşme" süreci hızla ilerledi. Sömürgeci Türk rejiminin Irak Kürdistanı'na yönelik "kırmızı çizgileri" pembeleşti. Türk askerlerinin kafalarına ABD askerleri tarafından çuval geçirildi. İran ve Suriye Kürdistan'ında Kürtler ayaklandı. Kısacası, Türkiye, Irak ve Ortadoğu'daki siyasi koşullar, güç ilişkileri ve gelişme dinamikleri, faşist rejimi, hiç olmazsa büyük sermayenin örgütü TÜSİAD ve AKP'yi farklı yönelim ve arayışlar doğrultusunda yeniden harekete geçirdi. AKP'nin, hükümet etmede generaller karşısında uğradığı inisiyatif yitimini yeniden kazanmak istemesi diğer önemli bir faktör.

Bu koşullar altında 150 Türk aydını, bir "barış bildirisi" yayınladı. Orada, "Artık insanlarımız ölmesin, barış içinde ve adil bir yaşam sürdürelim. PKK'nin silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini istiyoruz. Hükümetin (...) gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesini talep ediyoruz." çağrısında bulundular. Onlar, katliam ve vahşet manzaralarıyla yeniden kirli ve karanlık savaşın örneklerini ortaya koyan faşist Türk devletinden saldırı ve operasyonlarını durdurmasını bile istemediler.

Bazı Kürt aydınları, "hükümetten operasyonlara derhal son vermesini, çatışmalı ortama son verilmesi için barış sürecini başlatmasını bekliyoruz" diyerek Türk aydınlarının açıklamasını desteklediklerini ilan ettiler.

Bu açıklamaları onurlu aydın tutumu ile bağdaştırmayan devrimci ve sosyalist aydınlar ise aynı süreçte" militarizm ve şovenizme karşı" bir bildirge yayınladılar:

"Kaynağı bizzat devletin kendisi olan şiddetin sorumluluğunu başka adreslerde aramak, aydının vicdanıyla da, bilimsel gerçekçi kimliğiyle de bağdaşmaz. (...) Bizler, halklarımızın ufkunun karartılmasına izin vermeyeceğimizi, hayatın ve toplumun aydından beklediği sorumluluğu yerine getirmekten kaçınmayacağımızı duyuruyoruz.

İşçi sınıfı hareketini, tüm demokratik kitle örgütlerini, emekçileri ve toplumun bütün ezilenlerini birleşik bir cephe gibi davranmaya, birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz" diyerek tarihsel ve siyasal sorumluluklarıyla bağdaşır bir açıklama yaptılar.

Bu gelişmeler karşısında PKK, Brüksel'de bir aylık ateşkes kararını duyurmak istedi. Bu karar, bir ay boyunca aktif savunmadan pasif savunmaya geçmek biçimindedir.

AKP hükümeti, Belçika hükümetinden T. Erdoğan'ın açıklamalarına karşı Brüksel'de basın açıklaması yapacak Kongra-Gel (PKK) Başkanı Z. Aydar'ın yakalanmasını ve basın açıklamasının yasaklanmasını istedi. Basın açıklanması yasaklandı. Aynı günlerde A. Öcalan'ın kardeşiyle yapacağı ziyaret uyduruk gerekçelerle engellendi. 23 Ağustos'taki MGK toplantısından sonra yasaklamalar ve saldırılar boyutlandı. DEHAP yöneticilerine, sayın Öcalan dedikleri için yurtdışına çıkma yasağı ve 10 yıla varan hapis cezasıyla davalar açıldı. DEHAP Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir'e, bir gerillanın cenazesinin taşınması için belediye aracı tahsis ettiğinden dolayı dava açıldı.

MLKP, T. Erdoğan'ın açıklamalarının, Kürt ulusuna yönelik imha ve inkar politikasından ayrı ele alınamayacağını düşünmektedir. Bu açıklama, günümüzde Kürt halkı ve devrimci harekete yönelik saldırı dalgasının bir parçası; Türk aydınları ve toplumun liberal kesimlerini yedeklemenin bir ihtiyacıdır.

Kürt sorunun çözümü devrimci halkçı çözümdür. Yaşadığımız siyasal konjonktür, Kürt halkına önemli tarihi ve siyasi fırsatlar, olanaklar ve dinamikler sunmaktadır. MLKP, sömürgeci rejimin kirli ve oyalayıcı taktiklerine, şovenist saldırı dalgasına karşı Türk ve Kürt halkının birleşik mücadelesinin büyütülmesi çağrısını yinelemektedir.

MLKP, Kürt ve Türk halkının özgür, eşit ve gönüllü federatif birliği için mücadele eder. Bu temel talebin gerçekleşmesi doğrultusunda, günümüzde demokratik ve onurlu barış, Kürtlerin siyasal temsiliyeti ve anadilde eğitim (Kürtçe) gibi somut talep-lerle bağımsız eylemini sürdürmekte, ulusal hareket ve diğer devrimci ve ilerici güçlerle birleşik mücadele yürütmenin zorunluluğuna işaret etmektedir.