Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da şovenizm ve linç saldırıları
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Uzunca bir süredir Kürt halkına dönük tırmanan saldırılar, son süreçte, bir Türk-Kürt çatışması tartışmalarını ve kaygılarını gündeme getiren boyutlara ulaşmaktadır.

Türk devleti, bir yandan Kongra-Gel'in ateşkese son vermesi sonrasında gelişen gerilla saldırılarıyla, özellikle de mayınlı eylemler sonucunda azımsanamaz kayıplar vermiştir. Bu sürece, gerillaya silah bıraktırılması, Kürt ulusuna PKK'siz ve Öcalan'sız çözüm dayatılması temelinde yanıt vermek durumundadır. Bir yandan da Batı'da, özelleştirme, gecekondu yıkımları, tarım, vb. olmak üzere her alanda yansıma bulan ve başta işçiler olmak üzere, emekçi memurların, köylülerin, öğrencilerin tekil direnişlerini ve önemli devrimci olanakları da açığa çıkaran neoliberal saldırıları hayata geçirmek, gelişen tepkileri bastırmak sorunuyla yüz yüzedir. Kendileri bakımından tehlikeli bir durumdur, çünkü neoliberal saldırılar, SEKA'da, Seydişehir'de vb. işçi direnişleri, gecekondularda halk direnişleri vb. biçimlerde açığa çıkan batıdaki bir direnişin, Kürt halkının ulusal mücadelesiyle birleşmesinin, yani faşist diktatörlüğe karşı ezilenlerin birleşik mücadelesinin olanaklarını barındırmaktadır.

Devletin Kürt ulusal mücadelesine verdiği yanıt, yani bu yeni saldırı konsepti, her iki cepheye de müdahalesini içermektedir. Kürdistan'da gerillaya dönük operasyonlar, kitle gösterilerine ateş açılması gibi çeşitli biçimlerde fiziksel saldırıların, ve Türk aydınlarının açıklamalarından, devlet güdümlü yeni Kürt oluşumlarının örgütlenmesine dek çeşitli araçlarla kuşatmanın yanı sıra, bu saldırı konseptine bizzat Türk ezilenlerini de dahil etmeye çalışmaktadır. Böylece Türk işçi ve emekçilerinin neoliberalizme karşı direnişini şovenizmle, Kürt ulusunun imha ve inkara karşı direnişini faşist saldırılarla kırma; coğrafyanın ezilenlerinin, devlet-halk, emek-sermaye vb. biçimindeki saflaşmalarının önünü keserek, Türk Kürt ayrışması temelinde gerici bir saflaşmaya sürükleme çabası vardır.

Kürt ulusal mücadelesine dönük saldırılar, MHP'li sivil faşistlerin üniversitelerde Kürt ve devrimci gençlere saldırıları, Abdullah Öcalan'a ilişkin AİHM kararından, Ermeni sorununa değin çeşitli vesilelerle şovenist propagandanın tırmandırılması ve Kürdistan dağlarında süre giden operasyonlarla tırmanış sinyalleri verdi. Newroz kutlamaları esnasında, Türk bayrağının Kürtler tarafından yakıldığı yönündeki provokasyonla linç kampanyalarının startı verildi. Ardından Genelkurmay'ın topyekün savaş çağrısı, sivillerin de bu sürece katılımı çağrısı geldi. Bu temelde linç girişimleri yaygınlaştı, MHP'li (Milliyetçi Hareket Partisi) faşistler burada önemli bir rol oynadı. Kürt halkı, faşist diktatörlüğe karşı 20 yıllık savaş deneyiminin getirdiği olgunlukla, Türk Kürt saflaşmasına prim vermezken, Türk ezilen kitleleri için tablo böyle olmadı.

Türk burjuvazisinin bu dönemdeki hamlelerinden biri, Tayyip Erdoğan'ın PKK'ye silah bırakma çağrısının merkezinde durduğu açıklamalar yapan bazı 'aydın'larla görüşmesi oldu, bu durum bazı beklentiler yarattı ve Kongra-Gel bu hamleyi 1 aylık pasif savunmayla yanıtladı. Bu bir ay, hiç de sürpriz olmayan biçimde, saldırıların tırmandığı bir dönem oldu. Operasyonlar sürdü, Van'da ve Dersim'de kitle gösterilerine ateş açılması sonucu iki Kürt emekçisi katledildi, medya bombardımanı yoğunlaştı. Yasal Kürt kurumlarına saldırılar, DEHAP'a açılan davalar, "alternatif" Kürt grupları örgütleme girişimleri vb. sayısız biçimde, PKK'siz çözüm dayatması ve inkarcı politika tırmandı. DEHAP'ın Gemlik yürüyüşüne yapılan linç saldırıları sürece damgasını vurdu.

Türk burjuva devletinin PKK'siz çözüm hamleleri, ABD'li ve AB'li emperyalistlerin de desteğini almış; ABD, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde, Kürt sorununa PKK'siz çözüm yolunda daha ileri hamlelerin sinyallerini vermiş; AB'li emperyalistler ise, Alman emperyalistlerinin Özgür Politika gazetesi başta olmak üzere çeşitli Kürt kurumlarına dönük operas-yonu nezdinde, rengini göstermiştir.

Bu saldırı süreci, çeşitli örgütlerde çeşitli biçimlerde tepkiler doğurmaya, saflaştırmaya, net tutum sergilemeyenleri şovenizmin kucağına savurmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ayın en önemli gelişmelerinden biri, DİSK'in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), provokasyon çıkabileceği gerekçesiyle 12 Eylül mitinglerinin iptalini istemesi oldu. DİSK'in, önderlerinden Kemal Türkler'in katledilmesinden, ve sayısız üyesinin işkence ve baskı gördüğü 12 Eylül darbesinden sorumlu olanlardan hesap sorulacak olan bu mitinglerin iptalini istemesi, Kürt sorununda tutarlı demokrat tavır alamayan bir kuvvetin, Türk ve Kürt emekçilerinin çıkarlarını savunmadaki sınırlarını gösteriyor. Bu aynı zamanda, Generallerin, sivillerin ve sivil toplum örgütlerini de topyekün savaşa dahil etme yöneliminin bir ürünüdür.

AB'ci çözüm ekseninde durmayı sürdüren Kongra-Gel, bir aylık sürenin sonunda, pasif savunma sürecini AB müzakerelerinin yapılacağı 3 Ekim'e kadar ertelediğini ilan etti. Ancak gelişmeler, Türk devletinin müzakere sürecinden sonra ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ne yöneliminin hız kazanacağına işaret ediyor. Dolayısıyla da PKK'siz çözüm arayışları güçlenecek, bu da saldırıların daha da tırmanacağı bir iradenin ortaya çıkması, siyasal sürecin daha da sertleşmesi anlamına gelecektir.

Süreç bu biçimde ilerliyor. Faşist diktatörlüğün saldırılarının hedefinde yalnızca Kürt halkı ve Kürt ulusal hareketi değil, Türk işçi ve emekçileri, ve coğrafyada mücadele etmekte olan bütün ilerici, devrimci, komünist kuvvetler duruyor. Terörle Mücadele Yasasında yapılan, bu yasanın hedeflerini ve keyfiyet alanını genişleten değişiklikler; Terörle Mücadele Yüksek Kurulu toplantısının 8 yıl aradan sonra yeniden toplanması gibi, egemenlerin siyasal iradesini güçlendiren adımlar de buna işaret ediyor.

Bu koşullar altında temel görev, Türk faşist diktatörlüğünün örgütlemeye çalıştığı Türk-Kürt saflaşması karşısında, faşizme, emperyalizme ve işbirlikçilerine, neoliberal yıkım politikalarına, Terörle mücadele adı altında kazanılmış demokratik hakların daha da daraltılmasına karşı Türk ve Kürt ezilenlerinin Türk faşist diktatörlüğüne karşı cepheleşmesini sağlamaktır. Marksist Leninist Komünistlerin geliştirmeye çalıştığı hat da budur. MGK diktatörlüğünün dayattığı Türk-Kürt saflaştırması, emekten ve özgürlükten yana güçlerin faşistler-antifaşistler, ezenler-ezilenler, emperyalizmin uşakları-emperyalizme karşı olanlar gibi temeller üzerinden saflaştırılmasıyla, emek güçleri ve diğer ezilenlerin cepheleştirilmesiyle yarılabilir. Linçlere karşı mücadeleyi ön plana çıkartmak, bu cepheyi yaratma yönelimi bakımından en elverişli kalkış noktasıdır. Sömürgeci savaş rejiminin faşist güruhları harekete geçirerek örgütlediği linç saldırılarının her örneğini, bütün alanlarda duraksamadan ve bütün ilerici ve anti faşist güçleri birleştiren en yaygın kitlesel protestolarla karşılamak, linç güruhlarının örgütlendiği odakları, linç güruhlarını örgütleyen, kışkırtan yapıları misilleme dahil, en etkin biçimde yanıtlamak; anti faşist güçlerin en kararlı bölüklerini birleştirerek emekten, özgürlükten yana güçleri cepheleştirmenin temellerini atabilir. Ancak bu cepheleşme ihtiyaç ve zorunluluğu, diğer devrimci parti ve örgütlerin sürece ilgisizliği gibi bir handikapla da karşı karşıyadır. Kürt ulusal sorunu ve talepleri zemininde ilericilerin, devrimcilerin eylemsizliği, ulusal demokratik talepler zemininde pratik politika yapma anlayış ve yönelimlerinin olmaması da bir diğer temel engel ve zorluktur. Marksist Leninist komünistlerin geliştirmeye çalıştığı hat, bu zorlukları aşarak ilerletilmektedir.

Bu bakımdan Türkiye ve K. Kürdistan'da geliştirilmesi gereken hattı işaretleyen eylemlilikler de yaşandı.

ESP'li (Ezilenlerin Sosyalist Platformu) sosyalist yurtseverlerin, 1-4 Eylül tarihlerinde Kürt ulusal mücadelesinin başkenti Amed'den (Diyarbakır), emeğin başkenti İstanbul'a gerçekleştirdikleri kardeşlik yürüyüşü, ezilen Kürt halkına, ulusal özgürlüklerini kazanmaları için Türk işçi ve emekçilerinin elini tutmaları gerektiği mesajını verirken, Türk emekçilerine de Kürt halkının kardeşlik özlemini taşıyor, faşizme ve şovenizme karşı cepheleşme çağrısını temsil ediyordu. Yürüyüş güzergahı olarak, TC'nin resmi başkenti Ankara'nın değil de, emeğin başkenti İstanbul'un seçilmiş olmasıysa, Kürt sorununa çözümün Türk burjuvazisiyle uzlaşma çabalarından değil, Türk işçi ve emekçileriyle el ele Türk burjuva devletine karşı mücadeleden geçtiğini anlatıyordu.

Son bir aylık dönemde sosyalistler, komünistler, şovenist kışkırtmalara karşı dayanışmanın pratik örneklerini sergilediler. DEHAP'ın Gemlik yürüyüşüne yönelik linç saldırıları karşısında, Amed'de, İstanbul'da, Ankara'da, Mersin'de ve başka illerde ESP'nin basın açıklamaları; DEHAP'ın hedef gösterilmesi, eylemlerine faşist saldırılar, binalarına yönelik tahripler karşısında ESP'nin DEHAP'a, EKB'li (Emekçi Kadınlar Birliği) kadınların DEHAP kadın kollarına gerçekleştirdiği dayanışma ziyaretleri, yine ESP'li sosyalistlerin, çeşitli ilerici, devrimci, demokrat kurumları bir araya getirerek şovenist kışkırtmalara karşı ortak eylemler örgütlemedeki ısrarı ve çeşitli başarıları, generallerin gerici Türk-Kürt saflaşmasını kışkırtması karşısında ezilenlerin cepheleşmesinin de olumlu pratik adımları oldu. Ağustos ayında Kürt halkının çeşitli demokratik taleplerini dillendirmek üzere Kandil Dağı'na giden 222 kişilik canlı kalkan ekibine destek olmak için 8 Eylül'de İstanbul'dan yola çıkan heyette de, Türkiyeli sosyalistleri temsilen bir ESP'li ve Kürt kadınlarına kardeşlik mesajı götüren EKB'li bir Türk kadını yer aldı.

ESP'liler emekçi semtlerinde meşaleli eylemler, ajitasyon çalışmaları, bildiri dağıtımlarıyla da Türk emekçilerini şovenist zehirlenmeye karşı halkların kardeşliği ve sosyalizmin ışığıyla bilinçlendirme çalışmaları yürütüyorlar. İstanbul'un Gazi mahallesinde SGD (Sosyalist Gençlik Derneği) ile DEHAP gençliğinin ortak mitingi, yine üniversite açılışlarında halkların kardeşliği vurgusuyla etkinlikler örgütlemeleri, sürece gençlik cephesinden verilen yanıtlardır.

Devletin Kürt kurumları ve Kürt halkına karşı MHP'li sivil faşistler üzerinden örgütlemeye çalıştığı gerici şiddete karşılık, MHP binaları ve faşist kurumlar Batı'da devrimci şiddetin hedefi oldu. MHP Ümraniye ilçe binası ve MHP'nin sözcülüğünü yapan Ortadoğu gazetesi 8 Eylül tarihinde FESK'in (Fakirlerin ve Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) bombalarının hedefi olurken, MLKP de 16 Eylül'de İzmir'in Buca ilçesinde MHP lokalini bombaladı, İstanbul'un Gülsuyu ilçesinde DEHAP'ın eylemine polis saldırısını molotoflu gösteriyle yanıtladı, çeşitli illerde pankart asma, yazılama vb. eylemler gerçekleştirdi. Batı'da gerçekleşen bu eylemler, Kürt halkına dönük saldırılara olduğu kadar, Türk emekçilerine yönelik şovenizm bombardımanına da, sertleşen siyasal koşullara uygun birer cevaptı.

Bu hattan ilerleyerek, yeni saldırı konseptini boşa çıkarmak mümkündür; Türkiye ve K. Kürdistan'da devrimci mücadelenin gelişimi bakımından zorunludur.

Partimiz bu hattan mücadeleyi büyütmeye kararlıdır.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da şovenizm ve linç saldırıları
fc Share on Twitter
 

Uzunca bir süredir Kürt halkına dönük tırmanan saldırılar, son süreçte, bir Türk-Kürt çatışması tartışmalarını ve kaygılarını gündeme getiren boyutlara ulaşmaktadır.

Türk devleti, bir yandan Kongra-Gel'in ateşkese son vermesi sonrasında gelişen gerilla saldırılarıyla, özellikle de mayınlı eylemler sonucunda azımsanamaz kayıplar vermiştir. Bu sürece, gerillaya silah bıraktırılması, Kürt ulusuna PKK'siz ve Öcalan'sız çözüm dayatılması temelinde yanıt vermek durumundadır. Bir yandan da Batı'da, özelleştirme, gecekondu yıkımları, tarım, vb. olmak üzere her alanda yansıma bulan ve başta işçiler olmak üzere, emekçi memurların, köylülerin, öğrencilerin tekil direnişlerini ve önemli devrimci olanakları da açığa çıkaran neoliberal saldırıları hayata geçirmek, gelişen tepkileri bastırmak sorunuyla yüz yüzedir. Kendileri bakımından tehlikeli bir durumdur, çünkü neoliberal saldırılar, SEKA'da, Seydişehir'de vb. işçi direnişleri, gecekondularda halk direnişleri vb. biçimlerde açığa çıkan batıdaki bir direnişin, Kürt halkının ulusal mücadelesiyle birleşmesinin, yani faşist diktatörlüğe karşı ezilenlerin birleşik mücadelesinin olanaklarını barındırmaktadır.

Devletin Kürt ulusal mücadelesine verdiği yanıt, yani bu yeni saldırı konsepti, her iki cepheye de müdahalesini içermektedir. Kürdistan'da gerillaya dönük operasyonlar, kitle gösterilerine ateş açılması gibi çeşitli biçimlerde fiziksel saldırıların, ve Türk aydınlarının açıklamalarından, devlet güdümlü yeni Kürt oluşumlarının örgütlenmesine dek çeşitli araçlarla kuşatmanın yanı sıra, bu saldırı konseptine bizzat Türk ezilenlerini de dahil etmeye çalışmaktadır. Böylece Türk işçi ve emekçilerinin neoliberalizme karşı direnişini şovenizmle, Kürt ulusunun imha ve inkara karşı direnişini faşist saldırılarla kırma; coğrafyanın ezilenlerinin, devlet-halk, emek-sermaye vb. biçimindeki saflaşmalarının önünü keserek, Türk Kürt ayrışması temelinde gerici bir saflaşmaya sürükleme çabası vardır.

Kürt ulusal mücadelesine dönük saldırılar, MHP'li sivil faşistlerin üniversitelerde Kürt ve devrimci gençlere saldırıları, Abdullah Öcalan'a ilişkin AİHM kararından, Ermeni sorununa değin çeşitli vesilelerle şovenist propagandanın tırmandırılması ve Kürdistan dağlarında süre giden operasyonlarla tırmanış sinyalleri verdi. Newroz kutlamaları esnasında, Türk bayrağının Kürtler tarafından yakıldığı yönündeki provokasyonla linç kampanyalarının startı verildi. Ardından Genelkurmay'ın topyekün savaş çağrısı, sivillerin de bu sürece katılımı çağrısı geldi. Bu temelde linç girişimleri yaygınlaştı, MHP'li (Milliyetçi Hareket Partisi) faşistler burada önemli bir rol oynadı. Kürt halkı, faşist diktatörlüğe karşı 20 yıllık savaş deneyiminin getirdiği olgunlukla, Türk Kürt saflaşmasına prim vermezken, Türk ezilen kitleleri için tablo böyle olmadı.

Türk burjuvazisinin bu dönemdeki hamlelerinden biri, Tayyip Erdoğan'ın PKK'ye silah bırakma çağrısının merkezinde durduğu açıklamalar yapan bazı 'aydın'larla görüşmesi oldu, bu durum bazı beklentiler yarattı ve Kongra-Gel bu hamleyi 1 aylık pasif savunmayla yanıtladı. Bu bir ay, hiç de sürpriz olmayan biçimde, saldırıların tırmandığı bir dönem oldu. Operasyonlar sürdü, Van'da ve Dersim'de kitle gösterilerine ateş açılması sonucu iki Kürt emekçisi katledildi, medya bombardımanı yoğunlaştı. Yasal Kürt kurumlarına saldırılar, DEHAP'a açılan davalar, "alternatif" Kürt grupları örgütleme girişimleri vb. sayısız biçimde, PKK'siz çözüm dayatması ve inkarcı politika tırmandı. DEHAP'ın Gemlik yürüyüşüne yapılan linç saldırıları sürece damgasını vurdu.

Türk burjuva devletinin PKK'siz çözüm hamleleri, ABD'li ve AB'li emperyalistlerin de desteğini almış; ABD, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde, Kürt sorununa PKK'siz çözüm yolunda daha ileri hamlelerin sinyallerini vermiş; AB'li emperyalistler ise, Alman emperyalistlerinin Özgür Politika gazetesi başta olmak üzere çeşitli Kürt kurumlarına dönük operas-yonu nezdinde, rengini göstermiştir.

Bu saldırı süreci, çeşitli örgütlerde çeşitli biçimlerde tepkiler doğurmaya, saflaştırmaya, net tutum sergilemeyenleri şovenizmin kucağına savurmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ayın en önemli gelişmelerinden biri, DİSK'in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu), provokasyon çıkabileceği gerekçesiyle 12 Eylül mitinglerinin iptalini istemesi oldu. DİSK'in, önderlerinden Kemal Türkler'in katledilmesinden, ve sayısız üyesinin işkence ve baskı gördüğü 12 Eylül darbesinden sorumlu olanlardan hesap sorulacak olan bu mitinglerin iptalini istemesi, Kürt sorununda tutarlı demokrat tavır alamayan bir kuvvetin, Türk ve Kürt emekçilerinin çıkarlarını savunmadaki sınırlarını gösteriyor. Bu aynı zamanda, Generallerin, sivillerin ve sivil toplum örgütlerini de topyekün savaşa dahil etme yöneliminin bir ürünüdür.

AB'ci çözüm ekseninde durmayı sürdüren Kongra-Gel, bir aylık sürenin sonunda, pasif savunma sürecini AB müzakerelerinin yapılacağı 3 Ekim'e kadar ertelediğini ilan etti. Ancak gelişmeler, Türk devletinin müzakere sürecinden sonra ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'ne yöneliminin hız kazanacağına işaret ediyor. Dolayısıyla da PKK'siz çözüm arayışları güçlenecek, bu da saldırıların daha da tırmanacağı bir iradenin ortaya çıkması, siyasal sürecin daha da sertleşmesi anlamına gelecektir.

Süreç bu biçimde ilerliyor. Faşist diktatörlüğün saldırılarının hedefinde yalnızca Kürt halkı ve Kürt ulusal hareketi değil, Türk işçi ve emekçileri, ve coğrafyada mücadele etmekte olan bütün ilerici, devrimci, komünist kuvvetler duruyor. Terörle Mücadele Yasasında yapılan, bu yasanın hedeflerini ve keyfiyet alanını genişleten değişiklikler; Terörle Mücadele Yüksek Kurulu toplantısının 8 yıl aradan sonra yeniden toplanması gibi, egemenlerin siyasal iradesini güçlendiren adımlar de buna işaret ediyor.

Bu koşullar altında temel görev, Türk faşist diktatörlüğünün örgütlemeye çalıştığı Türk-Kürt saflaşması karşısında, faşizme, emperyalizme ve işbirlikçilerine, neoliberal yıkım politikalarına, Terörle mücadele adı altında kazanılmış demokratik hakların daha da daraltılmasına karşı Türk ve Kürt ezilenlerinin Türk faşist diktatörlüğüne karşı cepheleşmesini sağlamaktır. Marksist Leninist Komünistlerin geliştirmeye çalıştığı hat da budur. MGK diktatörlüğünün dayattığı Türk-Kürt saflaştırması, emekten ve özgürlükten yana güçlerin faşistler-antifaşistler, ezenler-ezilenler, emperyalizmin uşakları-emperyalizme karşı olanlar gibi temeller üzerinden saflaştırılmasıyla, emek güçleri ve diğer ezilenlerin cepheleştirilmesiyle yarılabilir. Linçlere karşı mücadeleyi ön plana çıkartmak, bu cepheyi yaratma yönelimi bakımından en elverişli kalkış noktasıdır. Sömürgeci savaş rejiminin faşist güruhları harekete geçirerek örgütlediği linç saldırılarının her örneğini, bütün alanlarda duraksamadan ve bütün ilerici ve anti faşist güçleri birleştiren en yaygın kitlesel protestolarla karşılamak, linç güruhlarının örgütlendiği odakları, linç güruhlarını örgütleyen, kışkırtan yapıları misilleme dahil, en etkin biçimde yanıtlamak; anti faşist güçlerin en kararlı bölüklerini birleştirerek emekten, özgürlükten yana güçleri cepheleştirmenin temellerini atabilir. Ancak bu cepheleşme ihtiyaç ve zorunluluğu, diğer devrimci parti ve örgütlerin sürece ilgisizliği gibi bir handikapla da karşı karşıyadır. Kürt ulusal sorunu ve talepleri zemininde ilericilerin, devrimcilerin eylemsizliği, ulusal demokratik talepler zemininde pratik politika yapma anlayış ve yönelimlerinin olmaması da bir diğer temel engel ve zorluktur. Marksist Leninist komünistlerin geliştirmeye çalıştığı hat, bu zorlukları aşarak ilerletilmektedir.

Bu bakımdan Türkiye ve K. Kürdistan'da geliştirilmesi gereken hattı işaretleyen eylemlilikler de yaşandı.

ESP'li (Ezilenlerin Sosyalist Platformu) sosyalist yurtseverlerin, 1-4 Eylül tarihlerinde Kürt ulusal mücadelesinin başkenti Amed'den (Diyarbakır), emeğin başkenti İstanbul'a gerçekleştirdikleri kardeşlik yürüyüşü, ezilen Kürt halkına, ulusal özgürlüklerini kazanmaları için Türk işçi ve emekçilerinin elini tutmaları gerektiği mesajını verirken, Türk emekçilerine de Kürt halkının kardeşlik özlemini taşıyor, faşizme ve şovenizme karşı cepheleşme çağrısını temsil ediyordu. Yürüyüş güzergahı olarak, TC'nin resmi başkenti Ankara'nın değil de, emeğin başkenti İstanbul'un seçilmiş olmasıysa, Kürt sorununa çözümün Türk burjuvazisiyle uzlaşma çabalarından değil, Türk işçi ve emekçileriyle el ele Türk burjuva devletine karşı mücadeleden geçtiğini anlatıyordu.

Son bir aylık dönemde sosyalistler, komünistler, şovenist kışkırtmalara karşı dayanışmanın pratik örneklerini sergilediler. DEHAP'ın Gemlik yürüyüşüne yönelik linç saldırıları karşısında, Amed'de, İstanbul'da, Ankara'da, Mersin'de ve başka illerde ESP'nin basın açıklamaları; DEHAP'ın hedef gösterilmesi, eylemlerine faşist saldırılar, binalarına yönelik tahripler karşısında ESP'nin DEHAP'a, EKB'li (Emekçi Kadınlar Birliği) kadınların DEHAP kadın kollarına gerçekleştirdiği dayanışma ziyaretleri, yine ESP'li sosyalistlerin, çeşitli ilerici, devrimci, demokrat kurumları bir araya getirerek şovenist kışkırtmalara karşı ortak eylemler örgütlemedeki ısrarı ve çeşitli başarıları, generallerin gerici Türk-Kürt saflaşmasını kışkırtması karşısında ezilenlerin cepheleşmesinin de olumlu pratik adımları oldu. Ağustos ayında Kürt halkının çeşitli demokratik taleplerini dillendirmek üzere Kandil Dağı'na giden 222 kişilik canlı kalkan ekibine destek olmak için 8 Eylül'de İstanbul'dan yola çıkan heyette de, Türkiyeli sosyalistleri temsilen bir ESP'li ve Kürt kadınlarına kardeşlik mesajı götüren EKB'li bir Türk kadını yer aldı.

ESP'liler emekçi semtlerinde meşaleli eylemler, ajitasyon çalışmaları, bildiri dağıtımlarıyla da Türk emekçilerini şovenist zehirlenmeye karşı halkların kardeşliği ve sosyalizmin ışığıyla bilinçlendirme çalışmaları yürütüyorlar. İstanbul'un Gazi mahallesinde SGD (Sosyalist Gençlik Derneği) ile DEHAP gençliğinin ortak mitingi, yine üniversite açılışlarında halkların kardeşliği vurgusuyla etkinlikler örgütlemeleri, sürece gençlik cephesinden verilen yanıtlardır.

Devletin Kürt kurumları ve Kürt halkına karşı MHP'li sivil faşistler üzerinden örgütlemeye çalıştığı gerici şiddete karşılık, MHP binaları ve faşist kurumlar Batı'da devrimci şiddetin hedefi oldu. MHP Ümraniye ilçe binası ve MHP'nin sözcülüğünü yapan Ortadoğu gazetesi 8 Eylül tarihinde FESK'in (Fakirlerin ve Ezilenlerin Silahlı Kuvvetleri) bombalarının hedefi olurken, MLKP de 16 Eylül'de İzmir'in Buca ilçesinde MHP lokalini bombaladı, İstanbul'un Gülsuyu ilçesinde DEHAP'ın eylemine polis saldırısını molotoflu gösteriyle yanıtladı, çeşitli illerde pankart asma, yazılama vb. eylemler gerçekleştirdi. Batı'da gerçekleşen bu eylemler, Kürt halkına dönük saldırılara olduğu kadar, Türk emekçilerine yönelik şovenizm bombardımanına da, sertleşen siyasal koşullara uygun birer cevaptı.

Bu hattan ilerleyerek, yeni saldırı konseptini boşa çıkarmak mümkündür; Türkiye ve K. Kürdistan'da devrimci mücadelenin gelişimi bakımından zorunludur.

Partimiz bu hattan mücadeleyi büyütmeye kararlıdır.