Kadınlar Ve Milis Çalışması
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Partinin Sesi / Sayı : 42 / Eylül – Ekim 2003


"Kadınsız devrim olmaz", "göğün yarısı kadınlarındır" sözlerini pek çok konuşmada ve yazıda dillendiririz. Konunun önemini vurgularız. Az ya da çok hepimizin söyleyeceği bir iki çift lafı vardır. Pratikte ise özellikle kadın komünistlerde "ilgisizlik" ya da yarı ilgililik hali mevcut. Diyecek onca sözümüz olmasına karşın, bu soruna ilişkin yazıların ezici çoğunluğu erkeklere aittir. Belki sorunun öznesi olduğumuzdan, belki uzaklaşma isteminden, belki de "biz zaten devrimciyiz, bu sorunu çoktan çözdük" diye düşünmemizden, yarı ilgililik durumundan pek sıyrılamıyoruz. Belki de bir tür edilgenlik hali...
"Kadınlar ve milis çalışması", pek irdelenmeyen bir konudur. Milis denildi mi ilk akla gelen varoşların genç erkekleridir. Bu kendini milis gerçeğimizde de gösterir. Peki neden milis çalışması kadınlara uzak? Sorunumuz nedir? Böyle bir meselenin varlığını gündeme getirme, çözümü için kafa yormada niye edilgenlik hali sürgit devam ediyor?
"Yönetmeye hazır olanları değil, fakat boyun eğmeye daha da hazır olanları suçluyorum" diyor Thucydides. Her Yaştan kadın yoldaşımız, canı gönülden milis çalışmasında yer almayı isteyebilir. Peki salt istem yeterli midir? İstemek kendi başına bir çözüm değildir. İstemek, ısrarla üstüne gitmeyi gerektirir.
'60'lı, '70'li yıllarda ya da daha öncesinde kadınlar vardır kavgada. Ama ezici çoğunluğuyla belirli görevlerle sınırlanmışlardır. Ve denir ki, tanıdıkça tutkuyla, inançla sarılırlardı kavgaya. İşkenceler karşısında sevgilileri zayıflık gösterdiğinde, onlar yüzünü geleceğe dönüp direnmişlerdi. Arjantin'den, İtalya'dan, Yunanistan'dan Türkiye ve Kuzey Kürdistan'dan ve dünyanın dört bir yanından yükselmiştir sesleri. Bugüne gelene dek çok yol katledildi. Etiyopya devriminde, inanılmaz mücadeleler verdi kadın devrimciler, erkek egemen anlayışlara karşı. Ve özgürlük alevinin tutuştuğu her yerde kavgada kadınlar, bin yılların ezilmişliğine, geleneksel kadın kimliğine karşı öyle ya da böyle kavgaya tutuştular. Hem kendileriyle, hem de erkek arkadaşlarıyla... Bu çatışma durumu hiç bitmedi, bitmezde. İlerledikçe yenilendikçe, sorunlar da yenileniyor ve farklı çatışmalar başlıyor. Değişim bunu zorunlu kılıyor. Kadınlar kendi özgürlüklerinin yakasına yapışıyorlar inatla. Ve kavgada gelişiyorlar, geliştikçe büyütüyorlar kavgayı.
"Bu akşam da gönlünüzce bitmediyse gün/suçun yarısı bizim yarısı günün/ sanki yapının tuğlası bizsek harcı o/ onun da iyi olması lazım." Evet kadın komünistler "suçun yarısı bizim, yarısı günün."
Kadın komünistler bir çalışma alanı tercih ederken neden milis faaliyeti öncelikli değildir ya da hiç akla bile gelmez? Altını kazısak ne çıkar acaba? Yoksa erkek işi gibi mi görülüyor? "Haydi canım sende" demeyelim. Öncelikle soruları çoğaltsak, aynaya baksak, ama ta derininden, şöyle gözümüzün içine içine, sonra yanıtlar bulsak ve yaşama geçirsek. Sakın eski, bağrımıza kök salmış olmasın? Eskinin ortaya çıkış biçimleri çeşit çeşittir, eski huzurla ölüp gitme istemez, ayak diretir, her yerde insanın yoluna çıkıp kılıktan kılığa girer. İşte tam da bu yüzden iyi irdeleyelim.
Örgütçü, propagandacı, ajitatör olduğu gibi, milis yahut müfreze savaşçısı, komutanı olarak da varlıklarını göstermeli kadın yoldaşlar. Bu alanın üzerinden atlayamayız. Bunlara kimse itiraz etmeyeceğine göre, mevcut durumu nasıl izah edeceği?
Aslında sorunun temel nedenlerinden birini yönelim eksikliği oluşturuyor. Kuşkusuz bunda Partimizin 2. ve 3. Kongreler arası dönemde körelen yanları, askeri mücadele biçimlerini kullanma ve askeri araçlar edinme konusundaki geriye düşüşü vb. de önemli bir role sahiptir. Fakat günümüz açısından temel sorunu bireysel ilgi ve yönelim temelinde ele almak çok daha yerinde olur. Tabii örgütsel teşvik, eğitim ve yön verme de ihmal edilmemek kaydıyla.
Sorunun ikinci bileşimine gelelim. Kadınların bu alandaki edilgenliğinin bir nedenini yukarıda vurguladık. Salt buna sığınarak açımlamaya çalışmak, olsa olsa kendinden kaçış olarak tanımlayabileceğimiz bir durum olur. Sorunumuz kaçış değil, aşmak ise o zaman haydi yoldaşlar, tereddütsüz yatalım ameliyat masasına... Öncelikle günümüzde komünist kadının kendine çizdiği sınırları irdelemek gerekiyor. Bu sınıra yezidi çemberi de diyebilirsiniz, yahut sindrella gibi hâlâ dışarıdan bir şeylerin kendi yaşamlarını dönüştürmesini bekleme, isteme de diyebiliriz. Kapitalist dünyada kadınlar, memurluk, sekreterlik, eğitim ve sosyal hizmet alanlarının tercih ediyorlar. Konuya ilişkin yapılan araştırmaların sonucu böyledir. Bu araştırmalar diyor ki, "kadınlar ayrıca iktidardan aktif olarak kaçmaktadır". Yine "ordudaki kadınlar üzerine bir değerlendirme" adlı raporda, kadınların ordudan kaçmak için hamileliği bir silah gibi kullanmasından bahsediyor. Tüm bunları n altında yatan nedenleri ise, öz-saygı yokluğu, başarma korkusu, özgürlük korkusu, bağımlı kişilik vb. biçimde sıralayabiliriz. Bir diğeri bin yılların beyinlere kazınmış bilinci; "savaş erkeklerin işidir" ezberidir. İşte 20-21. yy'ın "çağdaş-uygar" kadınlarının somut durumunun tablosu. Eh işte kapitalizmin uygarlığı bu kadar olur deyip geçmeyin lütfen! Evet, iki yüzlü kapitalizmin sonuçlarıdır bu berbat tablo. Özel mülkiyet dünyası varoldukça gerçek eşitlik sağlanamaz ve kelimenin tam anlamıyla özgürleşmiş bir kadın ve de erkek çıkmaz. Biz komünistler de, bu toplumsal gerçeğin dışında değiliz ve fanusta yaşamıyoruz. Devrimci olmak, kapitalizmin barbarlığına karşı koyuşla, özel mülkiyet dünyasının reddiyle başlıyor. Devrimci olmak, sadece yeniye açılan kapıdan atılan ilk adımdır. Yeni kadın ve yeni erkek buradan adım adım yürüyerek gelişiyor. İşte bu yüzden, günümüz kadınının kendine çizdiği sınırlardan, yani yezidi çemberinden, komünist kadınlar maalesef muaf değildir. Bunu görmek için kendi tablomuza bakmak kafi.
Komünist kadın, örgütçülük, ajitasyon, propaganda gibi alanlarda iddiasını kuşanıyor ve varlığını tartışmasız kabul ettiriyor. Gel gelelim, teori ve askeri alan pek tercihleri değil. Her iki alanda da yokluğunu basit gerekçelerle, tarihsel kökenine inmeden açıklayamayız.
Silah kuşanmak, savaşmak erkekliğin namı, erdemi olagelmiştir bin yıllardır. Silah kuşanan kadın ise, "erkek gibi kadın" diye tanımlanır. Bu geleneksel zihniyetin bir yanılgısı olarak da askerlik, savaşmak erkek işi olarak görülür. Bu anlayışın bir diğer çarpık bir yanılgısı da askeri savaşımın kadını erkeksileştirdiğidir. Şu gerçeğe de değinmeden geçmeyeceğiz, silahlı savaşım veren devrimci örgütlerde yer yer erkeksileşen kadınlar görmek söz konusudur. Geleneksel zihniyetin farklı açıdan yansımasıdır bu. Komünist kadın erkek karikatürlüğünü reddederek, kendi kimliğiyle, emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı savaşımın öznesi olmalıdır. Bu alanda da varlığını göstermeli ve yön tayin edici rol oynamalıdır. Bunu sindrella misali, dışarıdan sihirli bir değneğin kendisine değdirilmesini bekleyerek değil, kendi gücüne inanarak ve güvenerek başaracaktır. Kadın komünistler, silahı da kalemi de iyi kullanmayı görev edinmeliler kendilerine. Bu hem haklarıdır, hem de gerekli potansiyele sahiptirler. Yeter ki açığa çıkarmayı bilsinler. İstesinler ve kendilerine güvensinler. Rosa'lar, Clara'lar, Kolantai'ler, Tanya'lar, Sena Meydli'ler, Zilan'lar, Güneş'ler, Sibel'ler, Sabahat'lar, Ayfer'ler, Barbara'lar bunu yazdılar tarihe.
Devrimi örgütlerken vazgeçilmez olan milis gerçeği hayatın, göğün ve toplumun yarısı olan kadını hakkınca kapsamazsa hep eksik kalacaktır. Elbette, milis ve müfrezeyi erkek işi gördükçe kadın komünistler de özgürleşmek için gerekli bazı önemli zirvelerden uzak kalmış olacaklardır. Artık teorimiz yaşamın tam ortasına oturmak zorundadır. Kadınların milis faaliyetinde yer almalarında, Partimizin bunu teşvik etmesi özel bir öneme sahiptir. Komünist kadın, tarihte oynayacağı rolün bilincini ve eylemini kuşanarak çıtayı yükseltmeli. Teoriye ve askeri faaliyete ilgisini, yönelimini yoğunlaştırmalı. Unutmayalım ki gün bize bağlı, bunu bilincimize kazıyalım!