"Ne yani, biz insan değil miyiz?" cümlesini bir yakınma ve serzeniş tonunda ne zaman duyarsınız? Genellikle hata yapan, bazı talepleri olumsuz yanıtlanan devrimcilerin yakınma zamanlarında değil mi? Çoğunlukla evet. Uyku, okumaktan daha tatlı gelmiş, uzanıp kalmıştır. Ya da, gün ağaralı, işçiler iş başı yapalı saatler olmuş, insanlar öğlen yemeği hazırlıklarına başlamışken, esneyerek, kapıyı çalan yoldaşına açmıştır. "Şimdi iş mi senin bu yaptığın" sorusuna yukarıdaki cümle iyi bir giriş olmaz mı sizce de? Ne de olsa o da bir insandır ve biraz uykuyu sevmesinde abartılacak bir şey yoktur.
Bunun bir başka versiyonu daha var. Burada değişen, söylemin vurgusudur. Akil adam tonlamasında: "Ne de olsa hepimiz insanız!" denir kimi zamanlar. Bu da, daha çok meşrulaştırma cümlesidir. Örneklendirerek gidelim. Görüşülmüş, konuşulmuş, bir çok konuda anlaşılmıştır. Şimdi herkesin gidip bu anlaşmaya göre hareket etmesi gerekmektedir. Ama o da ne? Ortak belirlediğiniz işler kalmış, planlar aksamaya başlamıştır. Nedenini tartıştığınızda, "unuttum, düşünemedim, uyuya kaldım, valla ben de anlayamadım nasıl oldu?" vb. vb. Sonrasında genelde klasik bir cümle duyulur. Aslında bunların olmaması lazım ama "hepimiz insanız ne de olsa" ve böyle hatalar her zaman olabilir!
Evet, "uç" bir giriş yaptık ve bazı dikkatleri çektik sanırız. Çünkü gerçekte, bu tür örnekler Kürdistan çalışmamızın geneli için kesinlikle belirleyen değildir. Tersine yoldaşlarımız bir çok alanda, canla başla çalışıyorlar. Ama yetmez. Daha çok çalışmak zorundayız. Bu nedenle her türlü zaafa karşı da donanmalıyız. Sözünü ettiğimiz sorunlar tipik de olsa, yer yer karşımıza çıkıyor ve biz bunu değiştirmek istiyoruz. Öyleyse devam edelim.
Konumuz komünist ve devrimci militanların kendileriyle ilişkileri ve biz bu sorunu genel geçer cümlelerle tartışmak istemiyoruz. Bu nedenle genel bir insanlık söylemi kullanmıyoruz. Meramımızı anlatmak için başka bir soru daha soralım. Komünistler özel insanlar mıdır? Biz hemen cevabımızı verelim: Evet! Komünistler özel insanlardır, ama bu özellik onlara ayrıcalık değil, görev yükler. Çünkü onlar "farkındadırlar". Yaşanan zulmün de, ezilenlerin kurtuluşunun mümkün olduğunun da. Keza onlar, reddetmişlerdir. Komünistler, düzeni ve onun her türlü gayri insani değerlerini reddedip, yeni bir yaşam ve yeni bir dünya kurulabileceğini biliyorlar. Ya da bilmeliler. Hal böyle olunca, "hepimiz insanız" cümlesinin aslında bir görev savma, bir nitelik gizleme pratiği olduğu ortaya çıkmaz mı? Che Guevara'nın aydınlık yüzünün resmedildiği kartlara da yazılan güzel bir sözü var. "Zulmün ve vahşetin olduğu yerde halka ayaklanmasını söylemeyen alçağın tekidir" diye. Katılmayan yoktur herhalde bu söze ve/veya bu anlayışa. Peki, zulme ve vahşete karşı ayaklanma çağrısı yapmak, en önde olmayı gerektirmez mi? Yanıtlar elbetteki evet'tir. Orada da, bir sorun yok. Demek ki, o zaman, tutarlılık bunu kendi şahsında somutlaştırmaktır. Che öyle yaptı. Zulmün ve vahşetin olduğu ülkelere gidip halka ayaklanmasını söyledi. Bunun için en önde yürüdü. Bolivya dağlarında aşağılık Amerikan uşaklarının kurşunlarına hedef olurken, yüreğinin rahatlığı cansız bedeninin yüzündeki aydınlıkta somutlaşmıştı. Bulabilirseniz o fotoğraftaki Che'ye ve onun cansız bedeninin etrafında bakışan aşağılık katillerinin korku dolu yüzlerine bir bakın. Göreceksiniz...
Tutarlılık iyi bir rahatlık kaynağıdır. İnsanı hafifletir. Yüklerinden arındırır. Özellikle taşıması zor yürek yüklerinden... Bir komünist ve de devrimci için her halde en büyük yürek yükü, bilip de yapmamaktır. "Hepimiz insanız" cümlesi işte burada, bir kandırma ve kendini aldatma işlevi görebiliyor. Hepimiz insanız doğru ama bizim diğer insanlardan farkımız var. Farkındayız. O durumda, herkes gibi yaşayamayız. Örneğin düzen kuramayız. Düzenle barışık yaşayamayız. Örgütsüzlüğe gelemeyiz. Mülkiyetin kirli girdaplarından uzak dururuz. Alışamayız. Bilgiye, eyleme, insana ve değiştirmeye tutkuyla bağlanırız. Bu konularda genel olarak insanlardan farklı olmamızdan daha doğal ne olabilir? Diğer insanlar gibi biz de, severiz elbette. Kızarız, ağlarız, şaşırır, sevinir, öğrenir, dokunur, görür, korkar, unutur, acıkır, değiştirir, değişir ve günün birinde ölürüz. Ölümlüyüz bütün insanlar gibi.
Pranga veya Kırbaç
Zaten bizim konumuz bunlar değil. Biz bütün bu "insani" özellikleri yönetebiliriz. Bunların hiç birinin esiri olmayız. Fark buradadır. Bilgisizliğine, yetmezliklerine, zaaflarına esir düşmek, kader deyip çaresizce teslim olmak sıradan bir insan için "anlaşılır" olsa da, bir komünist için asla kabul edilemez. Burada sıradan insanlardan "farklı olmak" bir zorunluluktur. Çünkü sorunun kaynağını çözümlemek, ortadan kaldıracak yol ve yöntemi bilmek gibi bir ayrıcalığa sahiptir onlar ve/ veya ortak akılları olan partileri. Bundan sonrası sorunun ele alınış tarzında somutlaşır.
Zaafa ya da soruna razı olmak, onu ayağına pranga yapmak da bir tarzdır, aynı sorunu/zaafı, onu aşmak için motive edici bir "kırbaç" olarak görmek de. (Bir Alman atasözü "her benzetme topaldır" der. Bizim kırbaç da böyle bir şey.) "Teorik olarak birikimim yok o yüzden yazı yazamam" deyip işin içinden çıkmak, bir yetmezliği kendine pranga yapmaya örnekse, bu durumu daha fazla okumanın, daha fazla emek harcamanın vesilesi olarak görmek, bunun için zaman, imkan, enerji yaratmak da bu zaafı kendini kamçılayan bir itici güç yapmak için başka bir örnektir. "İnsanları dönüştürmekte zorlanıyorum" deyip yalnızlaşmayı tercih etmek bir pranga, bu durumu değiştirmek için kendini zorlamak, "görürsünüz daha iyisini de yaparım" demek de kırbaç örneği olarak görülebilir.
"Bi aqlê vala tu nagîhê hevala" diyen bir atasözümüz var. "Boş kafayla arkadaşlarına yetişemezsin" anlamında. Yetişmek ve aşmak için, kafanın dolu olması lazım diye de okunabilir. Doldurmak bir eylem ve yönelim gerektirir. Bütün insanlar analarından "boş kafayla" doğarlar. Bilgiyi belli bir yaşa ve zamana kadar çevreden, aileden, okuldan edinirler. Egemen olan düşüncenin-ideolojinin yönlendirdiği bir yetişme şeklidir bu. Sonra farkına varırsa insan, başka türlü bakmaya, başka türlü düşünmeye başlar. Yani bazılarının sandığı gibi kimse anasından devrimci, teorisyen ya da lider olarak doğmaz. Bunların hepsi sonradan edinilir. Sonradan olunur.
Bu "oluş süreci"nin başlıca kurucu öğesi emektir. Kuşkusuz irade ve inatla birleşen bir emek.
Konumuzla ilintisi içinde şöyle söyleyebiliriz. Bir komünist yetmezliklerini görüp yönetebildiği ölçüde, onu değiştirebilir. Onun esiri olmaz. Bazı durumlarda, yeterince emek vermeden, yeterince bedel ödemeden, bırakın bedeli, doğru düzgün kişisel bir yoğunlaşma yapmadan "kolay başarı" beklentileri insanları yönetebiliyor. Olmayınca da bu kez sızlanmalar, kararsızlıklar, ağlamalar başlıyor. "Yapamıyoruz- edemiyoruz" diye. İki kitap okumakla teorisyen, birkaç makaleyle yazar, iki ajitasyon çalışmasıyla lider, iki eylemle de önder parti olunmuyor. Daha fazla emek, daha fazla irade ve daha fazla inat gerekiyor. Yayınlarımıza yazı yazmasını istediğimiz kimi yoldaşlar, olanca inandırıcılıklarıyla(!) hiç yazı yazamadıklarını söylüyor ve kendilerinden "yazı yazmalarını istemememizi" istiyorlar. "Bir makale yazmak için kaç deneme yaptınız" sorusuna verdikleri cevap üçü beşi geçmiyor ne yazık ki? Hayır, sorun bir yayına yazı yazmamakla kalsa bir şey olmayacak. Buradan hareketle kendilerine güvensizlik geliştirenler, hatta abartarak, okumaya, yazmaya, öğrenmeye ilgisizleşenler olunca işin rengi ve bizim gündemimizdeki ağırlığı değişiyor doğal olarak.
Hep Daha Fazlasını Yapma Zorunluluğu!
Sorunu tartışmaya bir başka örnekle devam edelim. Onbinlerce şehit, binlerce tutsak, binlerce gerilla, yoğun bir savaş ve ödenen bedelle ulusal hareket Kürdistan'da milyonları etkileyen bir düzeye ulaştı. Yılların emeği, teri, kanı ve canı var bu düzeyin oluşmasında. Şimdi, kısa süredir yoğunlaşan birkaç, elbetteki değerli, ajitasyon çalışmasıyla geniş Kürt kitlelerinin bizim saflarda toplanacağını beklemek, bu olmayınca da, "burada sosyalist yurtsever çizgiyi egemen kılmak neredeyse imkansız" demek de bir prangalaştırma ve teslimiyet örneği sayılamaz mı? Kazanılmış bir kitleye başka bir düşünceyi anlatmak için, normalin çok üzerinde çalışmak, yoğunlaşmak gerektiği açık değil mi?
Hemen vurgulamak gerekir ki, örgütlü olanların dışında genel bir yurtseverliğin geçerli olduğu Kürt halkının saflarında sosyalizmi örgütlemek, özgür, eşit ve kardeş bir dünyanın birlikte mücadelesini yürütmek, onları harekete geçirmek için, normalin çok üzerinde çalışılacağı açıktır. Bu gerçeği görüp daha fazla emek ve irade göstermek yerine, duruma teslim olmak anın yetmezliğini prangalaştırmaktır. Başka yazılarda gündem edeceğimiz bu anlayışı konumuzla bağı içerisinde ele almaya çalıştık. Devam edelim.
Yetmezlikler, yüzeysellikler, sorunlar devrimci-komünist çalışmanın gelişimini geciktiren, engelleyen küçük barikatlardır. Aşmaya çalışmak, biraz daha emek yoğunluğunu biraz daha zamanı gerektiriyor. Bunlara kafa yormak kaçınılmaz olarak, başka sorunlara zaman ayırmamak anlamına geliyor. Bu nedenle süreğen hale gelen zaaflarla, yetmezliklerle uzlaşmak çalışmalarımızın aleyhinedir. Burada kopuş ya da kopuşmak özel bir görev ve bilinç halini alır. Sorunlar gerçekçi ve somut bir şekilde ortaya konulup, çözüm için ikna süreci işletilir ve bu kapsamda gerekli düzenlemeler yapılırsa, geriye herkesin bu doğrultuda yoğunlaşma görevi kalır.
Yeni dönemin kendine özgü sorunları var. Her biri bu düzenin şu veya bu düzeyde izlerini taşıyan komünistlerin-devrimcilerin emekleriyle büyüyen bir mücadele bizimkisi. Kuşkusuz bu yetersizlikler çalışmalara da ilişkilere de yansıyabiliyor. Bu da bir yere kadar normaldir. Ama bir yere kadar!
Kurucu nitelikte bir çalışmayı, Kürdistan'da inşa etmeye çalışıyoruz. Bu sürecin insanları her bakımdan bu bilinçle donanmalıdır ki, bu görevin hakkını verebilsinler. Gençlik, deneyimsizlik, yetersizlik gibi gerekçeler aşılabilir olgulardır. Zaman içinde, her biri değişik süreçlere konu olarak, aşılabilir. Bunun için, bilinçli ve iradi bir hat tutturmak zorunludur. Gençliğin biyolojik olarak aşılması hariç, diğer bütün özelliklere müdahale edilebilir. (Kuşkusuz genç kalmak için de bir dizi müdahale var ama atasözümüzün de dediği gibi "Heyfa ciwanîyê pîrî li pêye." -Yazık gençliğe yaşlılık ardından geliyor!- Sonuçta kaçınılmaz olarak yaşlanıyor insanlar.)
Aşmak ya da kopmak için insanların kendilerini iradi ve planlı çabalarla yönetmeleri gerekiyor. Özellikle genç ve gelişmeye açık yoldaşların önlerine böyle bir sorumluluk ve görev koymak, onlardan böylesine özel bir dönemin kadroları olarak, kendileriyle birlikte partiyi de yükseltmelerini istemek hakkımız var. Elbette ondan önce partinin oluşmuş deneyimlerini, birikimini onlarla paylaşmak gibi bir de görevimiz!
İnsanlarımız genç, birikimimiz zayıf deyip bunu ayağımıza pranga yapmak yerine bu bilinçle kendimizi de çalışmalarımızı da daha bir iradi şekilde yönetmek önceliğimizdir. Bu yürünecek yolumuzdur.
|