Mücadelede her geçen gün yeni şeyler öğrenerek ilerliyoruz. Faşizmin tüm baskı ve yıldırma politikalarına, gözaltılarına, tutuklamalarına karşı koyuyoruz. Barikat başlarında tereddüt etmeden haklı davamız için faşizmle mücadele ediyoruz. Fakat ailelerin gerici ve baskıcı tutumları karşısında ne kadar haklılığımızı savunup, savaşıyoruz? Militanlık ve kavga ile aile yaşamını ve bu iki durum arasındaki ilişkiyi nasıl kuruyoruz? Tıpkı bir dizi sorunla, geriliklerimizle mücadele ettiğimiz gibi, ailelerimizin geri yanlarıyla mücadele etmek ve onları da değiştirerek yolumuzda yürümek zorundayız.
Aile ve Biz
Özel mülkiyete dayalı toplumlarda sömürü ve baskı sisteminin en küçük birimidir aile. Bir yönetme şekli olan, sömürü sisteminin ideolojisi ile biçimlendirilen aile, aynı zamanda kapitalist düzenin teminatıdır. Aile kurumu politik bir yapıdır. Anne, baba ve çocuklardan oluşan basit bir kurum olarak görmek bizleri yanılgıya düşürür. Tek eşli ailenin ortaya çıkmasındaki temel etken özel mülkiyettir. Ve bu aile biçimi aynı zamanda erkek egemenliği üzerine kurulmuştur. Çünkü babaları bilinen çocuklar, elde edilen mirasında devamlılığına hizmet eder. Bugün yaşadığımız kapitalist sistem de bu durumdan güç alır. Toplumu yönetmede bu küçük birim önemli bir rol oynar. Ailede; evin reisi olarak erkek egemen tarafı, kadın ise sömürüleni ifade eder. Bu iki durumdan faklı olarak çocuk ise, her ikisinin baskısına maruz kalır. Çocuk mülk olarak görülür. Bunu dayatan kapitalizm, çocuğun kendi istedikleri hayatı değil, ailenin onun için seçtiği hayatı yaşamak zorunda bırakılır.
Devrimci mücadele yürüten birçok genç aile baskısıyla karşı karşıya kalır. Aileler bizlerin devrimci mücadele yürütmesini çoğu kez engellerler. Bizleri büyüttüklerini, okuttuklarını, emek harcadıklarını ve buna karşı bizlerin ise nankörlük yaptığını sık sık dile getirirler. Devrimcilik yaparak hem kendimize hem de onlara zarar verdiğimizi durmadan ifade ederler. Ve bizi düşündükleri ve korumak istedikleri için engel olduklarını söylerler. Aynı zamanda ayrı yaşamayı kaldıramadıklarını söyleyerek baskı yaparlar. Oysaki evlenip yada bir memur olarak başka diyarlara gittiğimizde pekala gönül rahatlığıyla yaşarlar. Günlük yaşamlarına devam ederler. Yaşamlarında çocukları ile ilgili sorun yoktur, çünkü çocukları onların istediği gibi bir yaşam sürdürmektedir.
Oysaki ailelerde kapitalist düzenden hoşnut değildir. Açlık, yoksulluk, toplumsal çürüme, hak ihlalleri, işsizlik vb. onları da rahatsız eder. Bu düzenin değişmesini isterler. Ama kendi çocuğu bu çürümüş sistemi değiştirmek için harekete geçtiğinde, önlerine de en başta kendileri dikilirler. (Fakat başka ailelerin çocukları mücadele ettiğinde ise ses çıkarmazlar. Devlete kafa tutmalarından, hakları için mücadele etmelerinden büyük bir keyif duyarlar.) Tehditler savurur, evden kovarlar. Üzerimizde etkili olabilmek için, çıkınlarındaki her şeyi bize karşı koz olarak kullanırlar. Örneğin, sevgiyi bir baskı aracı olarak kullanırlar. Ama bilmeliyiz ki, bu özgür bir sevgi olamaz. Bu sevgi bireyci, mülkiyetçi düşüncenin şekillendirdiği bir sevgidir. Tabi ki bizler ailelerimize karşı çıkarsız bir sevgi duyuyoruz. Fakat şunu gözden kaçırmamalı ve bir bilinç olarak ailelerimize empoze etmeliyiz; ailelerimizin bize duyduğu sevgi, bizi ezilenlere, emekçilere duyduğumuz sevgiden alıkoymayacaktır. Ailelerimizde ezilenler cephesi içindedir. Biz aynı zamanda onların kurtuluşu içinde mücadele ediyoruz.
Ailelerin bizler üzerindeki baskısını, sömürgeciliğin baskılarından ayrı ele alamayız. Sömürgeci devletin halkımız ve ezilenler üzerindeki baskısı arttıkça, ailelerinde bizler üzerindeki baskısı artar. Sokak infazları, gözaltılar, işkenceler, tutuklamalar aileler üzerinde korku yaratır. Bununla birlikte salt kendini ve çocuğunu koruma bireyci yan ortaya çıkar. Küçük 'mutlu' yuvanın korunması her şey haline gelir. Dışarıda yaşananlar karşısında kayıtsızlık ortaya çıkar ve üç maymun (görmedim, bilmiyorum, duymadım) oynanır. Devletin ezilenlere saldırısının aynı zamanda kendisine yapıldığını görmek istemez.
Daha fazla cüret ve irade
Eskiyi yıkıp yeniyi kurma savaşı, iddialı ve iradeli olmayı gerektirir. Devrimciliğimizde, bıkmadan, usanmadan, gerici değer yargılarıyla mücadele etmek, geriliklerimizle hesaplaşmak ve bilincimizi geliştirmek yaşamımızın en önemli parçasıdır. Bu anlamda ailelerimizin baskıcı ve gerici tutumları karşısında bizlerin nasıl tutum içinde olduğu önemli bir yerde durur. Seçtiğimiz yaşamın arkasında durarak, devrimciliğimizi açık bir şekilde ailelerimiz karşısında savunuyor muyuz? Yine en yakınımızda olan bu bireyleri değiştirmek ve özgürleştirmek için çaba harcıyor muyuz? Onlara neden mücadele ettiğimizi, devrimci mücadelenin neden onurlu bir duruş olduğunu gerçekten anlatıyor muyuz? Ailelerimiz devrimci mücadele yürüttüğümüzü biliyor mu? Bilmiyorsa hem mücadeleye hem de ailelerimize haksızlık yapmıyor muyuz? Sorular çoğaltılabilir ama bilmeliyiz ki; bu bir emek, sabır ve irade işidir. Hemen birkaç rauntta pes etmek, 'elimden geleni yaptım olmadı', 'başaramıyorum, aileme yeniliyorum' demek kolaycılık olmaz mı? Barikat başlarında, gözaltılarda, tutuklamalarda en militan ve tutarlı duruş sergilenir. Düşmana karşı hiçbir korkuya yer verilmeden direnilir. Peki söz konusu aileler olduğunda aynı tutarlılık ne kadar gösterilir?
Biz mücadele içinde geliştikçe, henüz kazanılmamış olan ailenin baskısı da artar. Burada bizimle aile arasında bir irade savaşı başlar. Onlar değişime direnerek bizlere kendilerini ve isteklerini dayatırlar. Bizler ise bu baskıcı tutumu kabul etmemeliyiz. Çünkü buradan özgürlük doğmaz. Bizler ideallerimizin arkasında istikrarlı durduğumuzda özgürlüğümüzü, eşit ilişkileri ve karşılıklı saygıyı kazanırız. Bunun başarıyla sonuçlanan birçok örneği var. Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Yanı başımızda tüm işi devrimci mücadele olan yoldaşlarımız azımsanmayacak kadar çoktur. Yine Kürdistan devletin ve feodal aile baskısının en yoğun yaşandığı yerdir. Burada gençlik her yönüyle saldırı menzili içindedir. Tüm bunlara rağmen mücadelenin dinamik olduğu, başkaldırıların yaşandığı topraklardır. Özgürlüğe varabilmek için, kadınlarımız zincirlerini kıra kıra gerilla saflarında mücadeleye katıldı. Bunu yaparken hem kendisi mücadelede büyüdü, hem de ailelerini değiştirerek mücadele saflarına kattı. Kadınların bu kararlılığı bize örnek olmalıdır.
Kendimize ve Partimize Güvenelim
Sosyalizme ve devrime, güçlü bir inançla bağlı olmak aynı zamanda, yüzeyselliklerimize, zayıflıklarımıza karşı mücadeleyi de büyütür. Partiye, kendilerine güvenleri zayıflayanlar kritik anlarda -ve bu anlardan biride aile ile mücadeledir- savaşma yetilerini de kaybederler. Bunu yaratan, düzenle görünür ve görünmez bağların devamıdır. 'Eski yaşamıma sonra belki dönerim' düşüncesiyle, bir gemiyi limana sımsıkı bağlamaktır. Oysaki savaşta kazanmaya kilitlenmek, başarının yoludur. Napolyon'un savaş taktikleri bu konuda çarpıcı bir örnektir. Napolyon bir adayı almak için ordusunu toplar. Adaya vardıklarında askerlerine geldikleri gemileri yakmalarını söyler, yüzlerce gemi ateşe verilir. Savaşı ancak böyle kazanabilirdi. Askerler geride kendilerini bekleyen gemilerin olduğu düşüncesiyle savaşta karşı karşıya kaldıkları zorluktan kolayca kaçıp dönebilirler, kazanmaya kilitlenemezlerdi. Oysa bu eylemle birlikte kazanmaktan başka seçenekleri kalmadı. Ve kazandılar da savaşı. Bizlerde devrime ve sosyalizme varabilmek için arkamızda bıraktığımız düzenle barışık tüm gemilerimizi yakmalıyız. Ancak o zaman başarabiliriz.
Özgürlük için daha fazla cüret ve irade. Çünkü bu sistemin bir ürünü olan aile biçimine baş kaldırmadan, bu sisteme de baş kaldıramayız. Ailelerimizle ilişkimizde ve mücadelemizde çıkarsız sevgi, kararlılık ve haklılığımız yolumuzu aydınlatır. Dünyayı değiştirmek iddiasıyla yola çıkan bizler için, ailelerimizi değiştirmek yada bir engel durumundan çıkarmak zor olmasa gerek.
Bir Okur
|