Bir süredir parti kolektifi içinde kadın sorununa dair tartışmalar yürütüyoruz. İçeriği, gündemi farklılıklar gözetse de bir dönem daha devam edecek bu tartışmalar. 3. Kongreden günümüze baktığımızda, kadın çalışması açısından ülkemiz zemininde hızlı gelişme içinde olduğumuzu söylemek mümkün değil. Dolayısıyla gerek Kuzey Kürdistan topraklarında gerekse de Türkiye cephesinde komünistlerin yürüttüğü kadın çalışmasının düzeyine baktığımızda neden bu tartışmaları daha uzun süre yürütmek zorunda kalacağımız daha iyi anlaşılır.
Dengê Kurdistan'ın 13. sayısında bir anket yayımlanmıştı. Fakat üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen kayda değer sayıda anketin cevaplandırıldığını söyleyemeyiz. Evet, haksızlık etmeyelim kimi alanlarda (bir kısmı özel zorlamalara dayalı olarak) sınırlı sayıda anketin cevapları geri dönmüştür. Peki, bu durumu ne ile açıklıyoruz? Bu anket kadın çalışmasının bir parçası olarak değil de herhangi bir konu ile ilgili düzenlenmiş olsaydı da acaba aynı ilgisizlik olacak mıydı? Bunun üzerinde özelde her kadın yoldaşın ve tabi erkek yoldaşların düşünmesi gerekiyor.
Öncelikle bu anketle amaçlanan neydi onu hatırlamak için Dengê Kurdistan'ın ilgili sayısına dönüp bir bakalım; "' kendi kendimizle tartışmak, ortak sonuçlara ulaşmak için, önce mevcut olanı anlamak amacıyla küçük bir anket düzenliyoruz' Alan çalışmamızın kadın gerçeğini tam olmasa da bir kısmını göreceğiz belki bu yolla. Belki de bir ayna tutacağız kendimize."
Anket ve orada sorulan soruların yanıtlarını aramak, kadınlar arasındaki parti çalışmasının sorunlarıyla doğrudan ilgili olduğu, bu alandaki sorunlarımız da devam ettiği için, hala geçerliliğini koruyor. Gecikmiş olsa da yoldaşlar görevlerini yerine getirmelidir kuşkusuz. Ankete verilen cevaplar üzerinden daha derin tartışmalar yaparak sonuçlara ulaşmak mevcut durum nedeniyle çok olanaklı değil. Daha sonra sonuçlar üzerinden kimi çıkarsamalar yapılarak gerekli adımlar da atılacaktır elbette Buna rağmen bu yazıda hem anketin cevaplandırılmamış olması üzerine ve hem de, elimizdeki sınırlı sayıda olsa da, anket yanıtlarına bakarak, bazı değerlendirmeler yapacağız.
Kendimizle ve hemcinsimizle barışık yaşamak
Öncelikle ankete gösterilen ilgisizlik, başka bir ifade ile gösterilmeyen ilginin nedenleri üzerine durmak gerekiyor. Öncelikle karşılaştığımız birçok durum ve sorun karşısında vurguladığımız ve artık klasikleşme riski olan bir tespitin burada da geçerliliği söz konusu. Kadın sorununa ilgisizlik, kendi cinsimize yabancılaşma gibi geri bir zihniyet burada da karşımıza çıkıyor. Her ne kadar klasikleşmiş bir söz gibi algılanma tehlikesi olsa da ilk elden sorunumuzu böyle adlandırmak gerekiyor. Dolayısıyla yukarıdaki "kadın çalışmasının bir parçası olarak değil de herhangi bir konu ile ilgili düzenlenmiş olsaydı aynı ilgisizlikle karşılaşmak mümkün olacak mıydı?" sorusuna "hayır" yanıtını kolaylıkla vermek mümkün. Söz konusu kadın sorunu olunca birçok noktada benzer sorunlar yaşayabiliyoruz. Alınan kimi kararlar havada kalabiliyor, zaman zaman bültenler dağıtılmıyor, paraları toplanıp gerekli yerlere iletilmiyor, kadına dönük şiddete karşı ilgisiz, duyarsız davranışlarla karşılaşılıyor. Peki, neden böyle oluyor? Bu soruya yakın zamanda yapılan demokratik kadın kurumunun kurultayından bültene yansıyan bir yazıdaki belirleme ile cevap verelim. "'Kadrolarının ve kurumlarının kendilerini devrimci eleştiri süzgecinden geçirmesi emekçi kadın kitlelerine duyulan güvensizliğin aşılması gerektiği ve bu yoldan örgütten kadın kitlesi kadın kitlesinden örgüt yaratılacağı sonucuna ulaşıldı." Bu tespit demokratik kadın kurumunun kurultayındaki tartışmaların ardından sonuç bildirgesine yansıdı.
Emekçi kadın kitlesine duyulan güvensizlik! Bu bizim bakımımızdan da vahim, ama gerçek olan bir durumu yansıtıyor esasında.. Şimdi düşünelim; söz konusu olan herhangi bir sendika, parti, demokratik kitle örgütü değil, demokratik kadın kurumu. Yani politikasını kadınlar üzerine yapan, örgütlerini kadınların oluşturduğu, hedef kitlesi emekçi kadınlar olan, demokratik kadın hareketini yaratmada kendine görev biçen bir kurum.. Dolayısıyla emekçi kadınlara duyulan güvensizlik-bunun, düzeyinin ne kadar olduğundan bağımsız- böyle bir kurumun gelişmesinde önemli bir prangadır. Söz konusu kurumun hedefleri ne kadar büyük, ufku ne kadar sınırsız olursa olsun kadrolarında somutlaşan böyle bir pranga engel olacaktır. Kendine biçtiği yükümlülük ne olursa olsun varlık nedenleri ile arasındaki bu kocaman engel olduğu sürece geleceğe yürümesinde bir takım sorunlar çıkacaktır.
İşte, bu bilinçle demokratik kadın örgütlenmesi kolektif bir yüzleşme yaparak, kendi geçmiş pratiğine ayna tuttu. Sorunlarının altını kalınca çizip, değişim isteğiyle kendisini eylemin ateşine atıverdi büyük bir tutku ve bilinç açıklığı ile. Zaman kaybetmeden, daha hızlı, daha ısrarlı bir şekilde kitle denizine kulaç atmaya başladı. Süreklilik görevinin böylesi eylemlerin olmazsa olmazı olduğu geçmiş deneylerimizden de sabit olduğundan, bize güvenle omuz vermek düşüyor bu onurlu çabaya...
Tam da buradan, demokratik kadın çalışmasının özeleştirel değerlendirme pratiğinden bakarak, Kürdistan'da sosyalist yurtsever kadın politikasının etkin tarzda uygulanması ve yürütülmesinde, gerekse de demokratik kadın faaliyetlerini pratikleştirmede yaşadığımız sıkıntılarımızın kaynağını kadına, hemcinslerimize dair duyduğumuz "güvensizlik" olarak açıklamak abartılı bir belirleme olarak algılanmaz herhalde. Hemcinslerimize olan güvenin, aynı zamanda kendimize duyduğumuz güvensizlikle ilgili olduğunu da eklemek gerekiyor. Yaşadığımız toplumsal yapının sosyal özgünlüğünü düşündüğümüzde Türk kadınına göre, hemcinslerimizi ortak sorunlarımıza karşı mücadeleye çekmede, özgürleşme mücadelesine kazanma konusunda hem avantajlarımız var hem de dezavantajlarımız. Her şeyden önce, ulusal özgürlük mücadelesi kadınlarımızda muazzam bir uyanış yarattı. Bu uyanış karşılığını dağlara giden binlerce Kürt kadınında buldu. Aynı süreçte kadının özgürleşmesi kapsamında değerlendirilebilecek kimi adımlar atıldı. Bunlar, aydınlanmakta olan kadın gerçeğimiz nedeniyle avantajlarımızı oluşturuyor. Dezavantajlarımız ulusal duygularına rağmen hala ikinci sınıf insan olmayı kader sayan, feodal değerlerin, töre cinayetlerinin kurbanı yüzbinlerce kadınımız olduğu gerçeğidir. Keza ulusal hareketin içine düştüğü ideolojik teslimiyet ve politik reformculuk sürecinin mücadeleye yansımaları söz konusu oluyor. Bunlar da dezavantajlarımızı oluşturuyor. Bu nedenle iki kat daha fazla ısrarcı ve inatçı olmayı gerektiriyor. Kendi güvensizliklerimizi aşacağımız yol da buradan geçiyor çünkü. Kendimize dair duyduğumuz güvensizliklerimizin üzerine yürümezsek karşımızdakini nasıl ikna edebiliriz ki?
Kendimizle yüzleşmek!
Kadının yaşadığı güven-güvensizlik sorunu bireysel değil, toplumsal bir olgudur. Bu yüzden bu sorunun çözümünde kendimizle savaşımımız yeterli olmayacaktır. Her şeyden önce sömürgeciliğin egemen olduğu, gericiliğin kendini yaşattığı koşullarda adeta herkese ve her şeye karşı dövüşmek zorundayız. Gerçeğimiz ne yazık ki, bugün için bu.
Sorunlarımıza, ilgisizlik gösteren, ya da sadece bizim sorunumuz olarak gören, sözde olmasa da pratikte kadını ikincil gören, erkek yoldaşlara karşı da amansız bir mücadele yürütmek zorundayız. Anketi cevaplandıran yoldaşların da belirttiği gibi -etkisi azalmış olsa da- "kadın sorunu yok, sorunlu kadın var" yaklaşımına karşı arınmış, siyasallaşmış bir bilinç ve büyük bir irade ile savaş açmak zorundayız. Dolayısıyla kendimize güvenimizi kazandığımız oranda yanı başımızdakilerin de bize güven duymasını sağlamayı başarabiliriz. Emekçi Kürt kadını ile aramızda kuracağımız güven köprüsü sosyalist yurtsever kadın hareketinin gelişiminde çok özel bir rol oynayacaktır.
Güvenin ve umudun adresi olmak!
Anketlerde Kürt kadını ya da Kürdistan'da kadın olmayı tarif ederken yoldaşlar "içe dönük bir psikolojisi var ve özgüven sorunu yaşıyor" diye cevap vermiş. Bir ulusal devrimin inşasının her aşamasında yer almış özgürleşen Kürt kadın gerçekliği yanında binler, on binlerce kadın dört duvarla çevrelenmiş dünyasında yalnızlığını ve acılarını yaşıyor. Kürt kadının bu durumu ve kendi yaşadığımız öz güven sorunundan, içe kapanık ruh halimizden, kendimizi değersizleşmiş silik bir varlık olarak görme eğilimi, ruh hali birbiri ile bağlıdır. Yaşadığımız toprakların gerçekliği -birey olarak da- bizim gerçekliğimizdir aynı zamanda. Özgürleşmiş bireyler olarak kendimizi görsek de bu verili durum içinde özgürleşmiş ve etkinleşmiş bireyler, kadınlar olarak bu gelişim sürecini tamamlamış olduğumuzu söylemek için oldukça erken. Şöyle bir çevremize bakalım. Eylemde aktif militan olan, fedakârlıkta üzerimize düşenleri tartışmasız yerine getiren, birçok zorluğa göğüs geren bizler, politika üretmede, ideolojik mücadelede neden daha fazla öne çıkmıyoruz? Bu, öğretilmiş ikincil rol bilincinin bir tezahürü, erkeğe eklemlenme ve kendine güvensizlik olarak ifade edilemez mi?
"Maddi yaşamın üretim tarzı genel olarak, toplumsal, politik ve zihinsel yaşam sürecini koşullandırır. İnsanların varlıklarını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen toplumsal varlıklarıdır."(Marx)
Bizim başta gelen görevimiz verili koşulları değiştirmek değil midir. O nedenle değiştirmek için değişmek parolamız olmalıdır. Kendi prangalarımız bizi birçok alanda geride tutar, toplumsal yapının görünür, görünmez etkileri bizi gericiliğin girdabına çekerken, küçük bir başarısızlıkta yenilgi psikolojisine girip, daha büyük görevler, sorumluluklar almaktan kaçınabiliyoruz. Dolayısıyla devrimin inşasında daha büyük roller oynayabilecekken, sırf bu geri yanlarımız nedeniyle, kendimizi sınırlıyor, varolanla yetinmeye çalışıyoruz. Bu gerçeğe rağmen emekçi kadınların toplumsal değer yargılarını bir çırpıda yıkıp bizimle birlikte olmasını, omuz omuza savaşımın içinde yer almasını beklemek elbette kolaycılık olur. Oysa emekçi kadının güvenini kazandığımızda ve gerçek kurtuluşun yolunu ancak birlikte kuracağımıza onu inandırdığımızda parti toprağımızın daha bir şenleneceğini göreceğiz hep birlikte. Bunun yolu ise elbette ki hayatın yeşilliğinde sınanacak pratiğimizdir. Emekçi, işçi, öğrenci kadının yaşadığı sorunlara karşı gösterdiğimiz duyarlılık yetmez, acıların ortağı olduğumuz kadar kadının bedenine, düşlerine, umutlarına yapılan her türlü şiddetin karşısında hesap soran militan bir eylemsel hattır bu güveni sağlayacak olan. Halkımız kirli savaşın her boyutunu amansızca yaşıyor, bedeller ödüyor. Onurlu bir yaşam için daha büyük bedeller ödemeyi de göze almış olduğunu her durumda gösteriyor. Özcesi hayat bizden önce eylem sonra söz bekliyor!
SERPERÎ
|