Darbecileri işçi sınıfı ve emekçiler yargılayacak!
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 12 Eylül darbesi, önce devrimci ve yurtsever güçleri ezmiş, sonra rejimin bu yapısını yasal güvenceye kavuşturmuş ve kurumsallaştırmıştır.

01 Ağustos 2009 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 84

 

 

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'de olmak üzere 3 askeri darbeye, 28 Şubat 1997'de ise "postmodern darbeye" tanıklık eden Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da cuntacıların yargılanması için mücadele on yıllardır sürerken, rejim güçlerinin iç çatışmaları kapsamında darbecilerin yargılanması üzerine tartışmalar tekrar alevlendi.
Ordu ile hükümet cephesi arasında ABD'nin Ortadoğu politikaları çerçevesinde varılan uzlaşma, hükümeti hedef alan "İrticayla Mücadele Eylem Planı"nın açığa çıkmasıyla bir kez daha sarsıldı. İktidar savaşının bütün sertliğiyle sürdüğünü bir kez daha gösterdi. Öte yandan cuntacıların yargılanması ve 12 Eylül'le hesaplaşılmasına ilişkin tartışmalar yeniden gündeme geldi.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, işkence, idam, gözaltında kayıp, siyasi cinayetler, sokak infazları, mültecilik, kitap yakmalar, tecavüzlerle dolu kanlı bir tarihtir. Cunta yönetiminin ardından 1983'te ilk seçimler yapılıp burjuva parlamento yeniden açılsa da, ordu MGK aracılığıyla burjuva siyasetin esas belirleyeni olmayı sürdürmüş, dahası parlamentonun açılması ancak devrimci ve yurtsever güçler, ilerici demokratik muhalefet ezildikten ve ordunun siyasetteki rolü anayasa ve diğer kurumlarca güvenceye alındıktan sonra gerçekleşmiştir.
12 Eylül askeri faşist darbesini gerçekleştiren cuntacıların ve cuntacıların şefi Kenan Evren'in yargılanmaması için, halka silah süngüsü altında zorla kabul ettirilen 1982 anayasasına, "Geçici" 15. Madde olarak, darbecilerin yargılanmasını engelleyen bir madde konmuş, darbecilik anayasa düzeyinde güvence ve meşruiyete kavuşmuştu.
Anayasanın "Geçici 15. Maddesi" bir türlü geçmek bilmemiştir, bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. Aslında 12 Eylül askeri faşist darbesini takip eden cunta yönetiminin devlet yapısı esasen bütün hatlarıyla otuz yıldır korunmaktadır.
Darbe tartışmaları, özellikle son süreçte, altında Albay Dursun Çiçek'in imzası bulunan "İrticayla Mücadele Eylem Planı" isimli darbe belgesinin açığa çıkmasıyla alevlendi. TSK belgeyi "kağıt parçası" olarak isimlendirdi, TSK içinde cadı avı yapmayacaklarını belirtti. Ancak Albay, hükümetle ordu cephesi arasındaki zorunlu uzlaşmanın da sonucu olarak sivil mahkeme tarafından tutuklandı.
Hükümetle ordu arasındaki iktidar çatışması tüm şiddetiyle sürmesine rağmen iki cephe arasındaki bu zorunlu uzlaşmanın iki temel nedeni var. Birincisi uluslararası konjonktürle ilgilidir, ABD işbirlikçisi Türk sömürgeci faşizminin her iki cephesinin ABD'nin Ortadoğu politikaları ekseninde yan yana gelmesidir. İkincisi, iç dengelerle bağlantılıdır. Rejimin daha şiddetli çatışmalara karşı kırılgan olduğu gerçeğidir.
Uzun bir süredir mevzi üstüne mevzi kaybeden, "darbe planlarını" ara arda yürürlüğe sokmasının nedeni de bu olan TSK, mevcut durumunu, burjuva iktidar üzerindeki etki ve ayrıcalıklarını sürdürmek istiyor. Bu nedenle ordunun varlığının rejimin bekası olduğu argümanını sık sık yineliyor. Öte yandan Tayip Erdoğan, son tartışmalarda "rejimin bekası polistir" diyebilmiştir. Sonradan sözünü yumuşatmaya çalışsa da mesaj açıktır. Rejimin bekası rolünün ordudan polise geçmesi, ordu cephesinden hükümet cephesine geçmesi anlamına gelmektedir. Ortadaki, süregiden çatışmada hangi tarafın üstün çıkacağıdır.
Erdoğan, orduyu gerileterek kendi iktidarını genişletme adımlarını demokrasi adı altında sunmaya çalışıyor. Öte yandan sorun, rejimin niteliğinin hangi yönde değişeceğine ilişkin bir kavga değildir, mevcut askeri bürokratik devlet yapısı, 12 Eylül faşist anayasasının esasları korunmak üzere mevcut rejim üzerinde kimin daha fazla hakimiyet kuracağıdır.
Öte yandan ara arda ortaya çıkan darbe planları ve darbe tartışmaları, burjuva medyanın, burjuva muhalefet partilerinin ve burjuvazinin çeşitli cephelerinin açıklamaları, durumu sulandırmaktan ve karikatürize etmekten öteye gitmemektedir.
12 Eylül darbesi, önce devrimci ve yurtsever güçleri ezmiş, sonra rejimin bu yapısını yasal güvenceye kavuşturmuş ve kurumsallaştırmıştır. MGK, devletin gerçek yönetim mekanizmasıdır, Türk sömürgeci faşist devletinin bütün temel uygulamaları burada karara bağlanır. Milli güvenlik Siyaset belgesi, Türkiye Cumhuriyetinin gayriresmi ve gerçek anayasasıdır.
Burjuvazinin darbe tartışmalarının arkasında bu gerçek vardır. AKP hükümetinin TCK'da yaptığı değişikliklerle askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açması, bu iktidar dalaşı çerçevesinde okunmalıdır.
İlerici, devrimci ve komünist güçler yıllardır cuntacıların yargılanması, anayasanın "Geçici" 15. Maddesinin kaldırılması, işkence ve tüm insanlık suçlarının cezasını bulması amacıyla büyük bir mücadele veriyorlar. işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen Kürt ulusunun özgürlük ve demokrasi mücadelesinde darbecilerin yargılanması büyük bir kazanım olacaktır. Süregiden darbe tartışmalarına bu bilinçle müdahale etmek ve cuntacıların kanlı suçlarının gerçek muhatapları olan işçi sınıfı ve emekçilerin darbe karşıtı mücadelesini büyütmek gerekmektedir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Darbecileri işçi sınıfı ve emekçiler yargılayacak!
fc Share on Twitter
 

 12 Eylül darbesi, önce devrimci ve yurtsever güçleri ezmiş, sonra rejimin bu yapısını yasal güvenceye kavuşturmuş ve kurumsallaştırmıştır.

01 Ağustos 2009 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 84

 

 

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'de olmak üzere 3 askeri darbeye, 28 Şubat 1997'de ise "postmodern darbeye" tanıklık eden Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da cuntacıların yargılanması için mücadele on yıllardır sürerken, rejim güçlerinin iç çatışmaları kapsamında darbecilerin yargılanması üzerine tartışmalar tekrar alevlendi.
Ordu ile hükümet cephesi arasında ABD'nin Ortadoğu politikaları çerçevesinde varılan uzlaşma, hükümeti hedef alan "İrticayla Mücadele Eylem Planı"nın açığa çıkmasıyla bir kez daha sarsıldı. İktidar savaşının bütün sertliğiyle sürdüğünü bir kez daha gösterdi. Öte yandan cuntacıların yargılanması ve 12 Eylül'le hesaplaşılmasına ilişkin tartışmalar yeniden gündeme geldi.
12 Eylül 1980 askeri darbesi, işkence, idam, gözaltında kayıp, siyasi cinayetler, sokak infazları, mültecilik, kitap yakmalar, tecavüzlerle dolu kanlı bir tarihtir. Cunta yönetiminin ardından 1983'te ilk seçimler yapılıp burjuva parlamento yeniden açılsa da, ordu MGK aracılığıyla burjuva siyasetin esas belirleyeni olmayı sürdürmüş, dahası parlamentonun açılması ancak devrimci ve yurtsever güçler, ilerici demokratik muhalefet ezildikten ve ordunun siyasetteki rolü anayasa ve diğer kurumlarca güvenceye alındıktan sonra gerçekleşmiştir.
12 Eylül askeri faşist darbesini gerçekleştiren cuntacıların ve cuntacıların şefi Kenan Evren'in yargılanmaması için, halka silah süngüsü altında zorla kabul ettirilen 1982 anayasasına, "Geçici" 15. Madde olarak, darbecilerin yargılanmasını engelleyen bir madde konmuş, darbecilik anayasa düzeyinde güvence ve meşruiyete kavuşmuştu.
Anayasanın "Geçici 15. Maddesi" bir türlü geçmek bilmemiştir, bugün de geçerliliğini sürdürmektedir. Aslında 12 Eylül askeri faşist darbesini takip eden cunta yönetiminin devlet yapısı esasen bütün hatlarıyla otuz yıldır korunmaktadır.
Darbe tartışmaları, özellikle son süreçte, altında Albay Dursun Çiçek'in imzası bulunan "İrticayla Mücadele Eylem Planı" isimli darbe belgesinin açığa çıkmasıyla alevlendi. TSK belgeyi "kağıt parçası" olarak isimlendirdi, TSK içinde cadı avı yapmayacaklarını belirtti. Ancak Albay, hükümetle ordu cephesi arasındaki zorunlu uzlaşmanın da sonucu olarak sivil mahkeme tarafından tutuklandı.
Hükümetle ordu arasındaki iktidar çatışması tüm şiddetiyle sürmesine rağmen iki cephe arasındaki bu zorunlu uzlaşmanın iki temel nedeni var. Birincisi uluslararası konjonktürle ilgilidir, ABD işbirlikçisi Türk sömürgeci faşizminin her iki cephesinin ABD'nin Ortadoğu politikaları ekseninde yan yana gelmesidir. İkincisi, iç dengelerle bağlantılıdır. Rejimin daha şiddetli çatışmalara karşı kırılgan olduğu gerçeğidir.
Uzun bir süredir mevzi üstüne mevzi kaybeden, "darbe planlarını" ara arda yürürlüğe sokmasının nedeni de bu olan TSK, mevcut durumunu, burjuva iktidar üzerindeki etki ve ayrıcalıklarını sürdürmek istiyor. Bu nedenle ordunun varlığının rejimin bekası olduğu argümanını sık sık yineliyor. Öte yandan Tayip Erdoğan, son tartışmalarda "rejimin bekası polistir" diyebilmiştir. Sonradan sözünü yumuşatmaya çalışsa da mesaj açıktır. Rejimin bekası rolünün ordudan polise geçmesi, ordu cephesinden hükümet cephesine geçmesi anlamına gelmektedir. Ortadaki, süregiden çatışmada hangi tarafın üstün çıkacağıdır.
Erdoğan, orduyu gerileterek kendi iktidarını genişletme adımlarını demokrasi adı altında sunmaya çalışıyor. Öte yandan sorun, rejimin niteliğinin hangi yönde değişeceğine ilişkin bir kavga değildir, mevcut askeri bürokratik devlet yapısı, 12 Eylül faşist anayasasının esasları korunmak üzere mevcut rejim üzerinde kimin daha fazla hakimiyet kuracağıdır.
Öte yandan ara arda ortaya çıkan darbe planları ve darbe tartışmaları, burjuva medyanın, burjuva muhalefet partilerinin ve burjuvazinin çeşitli cephelerinin açıklamaları, durumu sulandırmaktan ve karikatürize etmekten öteye gitmemektedir.
12 Eylül darbesi, önce devrimci ve yurtsever güçleri ezmiş, sonra rejimin bu yapısını yasal güvenceye kavuşturmuş ve kurumsallaştırmıştır. MGK, devletin gerçek yönetim mekanizmasıdır, Türk sömürgeci faşist devletinin bütün temel uygulamaları burada karara bağlanır. Milli güvenlik Siyaset belgesi, Türkiye Cumhuriyetinin gayriresmi ve gerçek anayasasıdır.
Burjuvazinin darbe tartışmalarının arkasında bu gerçek vardır. AKP hükümetinin TCK'da yaptığı değişikliklerle askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açması, bu iktidar dalaşı çerçevesinde okunmalıdır.
İlerici, devrimci ve komünist güçler yıllardır cuntacıların yargılanması, anayasanın "Geçici" 15. Maddesinin kaldırılması, işkence ve tüm insanlık suçlarının cezasını bulması amacıyla büyük bir mücadele veriyorlar. işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilen Kürt ulusunun özgürlük ve demokrasi mücadelesinde darbecilerin yargılanması büyük bir kazanım olacaktır. Süregiden darbe tartışmalarına bu bilinçle müdahale etmek ve cuntacıların kanlı suçlarının gerçek muhatapları olan işçi sınıfı ve emekçilerin darbe karşıtı mücadelesini büyütmek gerekmektedir.