Kürt halkı barış serhildanında*
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Aylardır gündemde duran "demokratik açılım" söylemlerinin içi tam da bu nedenle en ufak bir pratik adımla doldurulamamıştı. Bu sürece PKK'nin yanıtı, Kandil, Maxmur ve Avrupa olmak üzere üç merkezden yola çıkacak barış gruplarının Türkiye/Kuzey Kürdistan'a gönderilmesi oldu. Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine şekillenen bu politikayla öncelikle 8'i Kandil'den, 26'sı Maxmur'dan olmak üzere 34 kişilik ilk grup Türkiye sınırlarına giriş yaptı.

01 Kasım 2009 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 87

 

Aylardır politik yaşamın merkezinde duran "demokratik açılım" tartışmaları, 19 Ekim günü Habur sınır kapısından Kuzey Kürdistan'a giriş yapan 34 kişilik barış grubuyla yeni bir evreye girdi.
Mayıs ayından bu yana Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere faşist diktatörlüğün temsilcilerinin "Kürt sorunun çözümünde tarihi fırsat"tan bahsetmeleriyle gelişen sürece PKK'nin yanıtı tek taraflı ateşkes olmuştu. Tarihi fırsat açıklamalarını, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere sömürgeciliğin temsilcilerince yapılan inkarı-imhacı açıklamalar izlemiş, Türk sömürgeci faşizminin açılımdan kastının ABD'nin himayesinde uluslararası ve bölgesel düzlemde PKK'nin tasfiyesi için uygun koşulların doğacağı olduğu açığa çıkmıştı. Sömürgeci burjuvazinin iki kliği arasında Kürt sorunun çözümünde belli görüş ayrılıkları olduğu gerçeği de bu tablonun bir parçasıydı. Her iki taraf da sorunu imha ve inkar temelinde çözme konusunda gerçek bir irade birliğine sahip olsalar da, AKP cephesi Kürtçe TV, cadde isimlerinin değiştirilmesi gibi kırıntıları da çözüm planına dahil etme, 29 Mart seçimlerinde olduğu gibi, AKP'nin bu gibi hamlelerle Kürt halkı için bir alternatif haline getirilmesi gibi unsurları da içeren bir çizgiye sahipti. Türk burjuvazisi, ABD'nin Kürt ulusal özgürlük hareketinin bu temelde tasfiyesini de kapsayan bölge planlarında kendisine biçilen rolü oynama, bölge planlarına entegre olma yönünde iç irade birliğini sağlamak üzere Ergenekon operasyonlarında da ifade bulan bir çaba içine girse de, bir irade birliği sağlamış değil. Bununla birlikte, "demokratik açılım" sürecinin sonuçta her iki cephe bakımından da Kürt halkının PKK önderliğinde yürüttüğü ulusal özgürlük mücadelesinin tasfiyesini hedeflediği açıktır.
Aylardır gündemde duran "demokratik açılım" söylemlerinin içi tam da bu nedenle en ufak bir pratik adımla doldurulamamıştı. Bu sürece PKK'nin yanıtı, Kandil, Maxmur ve Avrupa olmak üzere üç merkezden yola çıkacak barış gruplarının Türkiye/Kuzey Kürdistan'a gönderilmesi oldu. Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine şekillenen bu politikayla öncelikle 8'i Kandil'den, 26'sı Maxmur'dan olmak üzere 34 kişilik ilk grup Türkiye sınırlarına giriş yaptı.
Türk sömürgeci faşizminin temsilcilerinden AKP hükümetinin barış grupları sürecinden beklentisi, grupların gelişini "PKK'nin tasfiyesi", "gerillanın silah bırakıp teslim olması" olarak lanse etmek, burjuva medya aracılığıyla bu propagandayı kitle tabanını genişletmenin vesilesi yapmak, böylelikle bir yandan Kürt halkına kendi iradesini dayatırken, diğer yandan gerek Kürt halkına "Kürt açılımı" konusunda adım attığı görüntüsü vermek, gerekse de Türk halkını "açılım" politikasına ikna etmekti.
Kürt halkı barış gruplarını büyük bir coşkuyla karşıladı. Yüz bini aşkın bir kitle sınırda üç gün boyunca barış elcilerini bekledi. DTP'nin örgütlediği eylemlere DTP milletvekilleri de destek verdi. Gittikleri her kentte yüz binler tarafından karşılanan barış grupları, Kürt halkının barış talebini sömürgeci faşizmin komuta merkezlerine taşıdı. Her ne kadar inkar edilse de, Kürt ulusal önderi Öcalan'ın çağrısıyla ve KCK'nin yönetiminde yola çıkan barış gruplarının tutuklanmamış olması, Kürt halkının siyasi iradesine yenik düşmenin, bu iradeyle muhatap olmanın bir biçimi oldu.
Barış grupları ve onları umut ve coşkuyla karşılayan Kürt halkı, burjuva medyanın tüm çarpıtma çabalarına rağmen, "teslim olan teröristler" iddiasını yerle bir ettiler. Barış grupları sınırdan gerilla kıyafetleriyle girdiler, bu kıyafetlerle açıklamalar yaptılar. Açıklamalarında pişmanlık yasasından yararlanmayacaklarını, teslim olmaya gelmediklerini, barışın elçisi olarak geldiklerini açıkladılar. Böylelikle Kürt halkı onurlu ve demokratik bir barış istediğini, sömürgeci faşizmin AKP önderliğindeki tasfiyeci barış söylemlerine prim vermeyeceğini haykırmış oldu.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, barış gruplarının tutuklanmamasını olumlu bulduğunu, ancak bunun barış anlamına gelmediğini vurguladı, "biz açılımımızı yaptık, artık sıra hükümette" dedi. Böylece Kürt halkının barış talebi, aylardır Kürt açılımı söylemini dilinden düşürmeyen AKP hükümetinin vaatlerinin sınanacağı bir aşamayı ortaya çıkardı.
AKP hükümetinde, barış gruplarını kendi inisiyatifinde gelişen bir durum olarak gösterme çabalarının boşa çıkması, gerek grup bileşenlerinin, gerekse DTP yetkililerinin sürecin Öcalan'ın inisiyatifiyle geliştiğine yaptıkları vurgular, ciddi bir hazımsızlık yarattı. Kürt halkının karşılama gösterileri şov olarak nitelendi, gerillaların askeri giysileriyle gösterilerde konuşması burjuva medyanın gündemine oturtuldu, psikolojik savaşın hedefine kondu. Avrupa'dan gelecek olan üçüncü grubun yola çıkması engellendi, AKP "sil baştan yaparız" tehdidiyle sürecin başına dönüleceği yönünde açıklamalar yapmaya başladı. Açılım söylemlerinin güdüklüğü bir kez daha açığa çıktı.
AKP burada umduğunu bulamazken, ordu cephesini ve Türk işçi ve emekçilerinin bu cephenin etkisi altındaki kesimlerini ikna çabası da boşa çıktı. AKP'nin ABD'ci çözüm planlarına direnç gösteren bu kesimler AKP'yi "teslimiyetçi" olarak teşhir ettiler, ırkçı şovenist politikalarına Türk işçi ve emekçileri yedeklemeye çalıştılar.
Kürt halkının onursuz bir barışa evet demeyeceğini haykırarak bir kez daha ABD'ci tasfiye planlarını darbelemesi, AKP'nin statüko yönünde çark etme eğilimini güçlendirdi.
Tüm bu gelişmelerin üzerine Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada, "açılım" planının PKK'yi tasfiye planı olduğunu söyledi. Barış gruplarının hükümetin samimiyetsizliğini ortaya koyduğunu, misyonunu oynadığını, artık başka grubun gelmeyeceğini açıkladı.
Sürecin önemli bir sonucu, barış talebinin tepkiler her ne olursa olsun Türk işçi ve emekçilerin de gündeminin önemli bir parçası haline gelmesi oldu.
Partimiz MLKP, Kürt halkının barış talebine ve eylemlerine geçmişte olduğu gibi bu süreçte de sahip çıktı. Özellikle Türk işçi ve emekçilerinin Kürt halkının barış talebinin muhatabı haline getirilmesi, şovenist propagandanın etkisinden kurtarılması, kardeş kanı dökmek üzere Kürt halkının üstüne gönderilerek savaşta ölen Türk askerlerinin işçi ve emekçi çocukları olduğu gerçeğini öne çıkararak asker ailelerinin kirli savaşa karşı harekete geçirilmesi, gençliğin sömürgeciliğin askeri olmayı, kardeş kanı dökmeyi reddetme yönünde harekete geçirilmesi gibi somut olgular ekseninde politika yürüttü. Yaşanan süreç, bu bakımdan da ciddi olanaklar sunuyor. Kürt sorununa emekçi çözüm de, tam da bu eksende, Kürt halkının ulusal demokratik talepleri ile Türk işçi ve emekçilerinin politik özgürlükler mücadelesini birleştirmekten geçiyor, ki bu Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da devrim stratejisinin en esaslı konularından birini oluşturuyor.


 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Kürt halkı barış serhildanında*
fc Share on Twitter
 

Aylardır gündemde duran "demokratik açılım" söylemlerinin içi tam da bu nedenle en ufak bir pratik adımla doldurulamamıştı. Bu sürece PKK'nin yanıtı, Kandil, Maxmur ve Avrupa olmak üzere üç merkezden yola çıkacak barış gruplarının Türkiye/Kuzey Kürdistan'a gönderilmesi oldu. Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine şekillenen bu politikayla öncelikle 8'i Kandil'den, 26'sı Maxmur'dan olmak üzere 34 kişilik ilk grup Türkiye sınırlarına giriş yaptı.

01 Kasım 2009 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 87

 

Aylardır politik yaşamın merkezinde duran "demokratik açılım" tartışmaları, 19 Ekim günü Habur sınır kapısından Kuzey Kürdistan'a giriş yapan 34 kişilik barış grubuyla yeni bir evreye girdi.
Mayıs ayından bu yana Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başta olmak üzere faşist diktatörlüğün temsilcilerinin "Kürt sorunun çözümünde tarihi fırsat"tan bahsetmeleriyle gelişen sürece PKK'nin yanıtı tek taraflı ateşkes olmuştu. Tarihi fırsat açıklamalarını, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ olmak üzere sömürgeciliğin temsilcilerince yapılan inkarı-imhacı açıklamalar izlemiş, Türk sömürgeci faşizminin açılımdan kastının ABD'nin himayesinde uluslararası ve bölgesel düzlemde PKK'nin tasfiyesi için uygun koşulların doğacağı olduğu açığa çıkmıştı. Sömürgeci burjuvazinin iki kliği arasında Kürt sorunun çözümünde belli görüş ayrılıkları olduğu gerçeği de bu tablonun bir parçasıydı. Her iki taraf da sorunu imha ve inkar temelinde çözme konusunda gerçek bir irade birliğine sahip olsalar da, AKP cephesi Kürtçe TV, cadde isimlerinin değiştirilmesi gibi kırıntıları da çözüm planına dahil etme, 29 Mart seçimlerinde olduğu gibi, AKP'nin bu gibi hamlelerle Kürt halkı için bir alternatif haline getirilmesi gibi unsurları da içeren bir çizgiye sahipti. Türk burjuvazisi, ABD'nin Kürt ulusal özgürlük hareketinin bu temelde tasfiyesini de kapsayan bölge planlarında kendisine biçilen rolü oynama, bölge planlarına entegre olma yönünde iç irade birliğini sağlamak üzere Ergenekon operasyonlarında da ifade bulan bir çaba içine girse de, bir irade birliği sağlamış değil. Bununla birlikte, "demokratik açılım" sürecinin sonuçta her iki cephe bakımından da Kürt halkının PKK önderliğinde yürüttüğü ulusal özgürlük mücadelesinin tasfiyesini hedeflediği açıktır.
Aylardır gündemde duran "demokratik açılım" söylemlerinin içi tam da bu nedenle en ufak bir pratik adımla doldurulamamıştı. Bu sürece PKK'nin yanıtı, Kandil, Maxmur ve Avrupa olmak üzere üç merkezden yola çıkacak barış gruplarının Türkiye/Kuzey Kürdistan'a gönderilmesi oldu. Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine şekillenen bu politikayla öncelikle 8'i Kandil'den, 26'sı Maxmur'dan olmak üzere 34 kişilik ilk grup Türkiye sınırlarına giriş yaptı.
Türk sömürgeci faşizminin temsilcilerinden AKP hükümetinin barış grupları sürecinden beklentisi, grupların gelişini "PKK'nin tasfiyesi", "gerillanın silah bırakıp teslim olması" olarak lanse etmek, burjuva medya aracılığıyla bu propagandayı kitle tabanını genişletmenin vesilesi yapmak, böylelikle bir yandan Kürt halkına kendi iradesini dayatırken, diğer yandan gerek Kürt halkına "Kürt açılımı" konusunda adım attığı görüntüsü vermek, gerekse de Türk halkını "açılım" politikasına ikna etmekti.
Kürt halkı barış gruplarını büyük bir coşkuyla karşıladı. Yüz bini aşkın bir kitle sınırda üç gün boyunca barış elcilerini bekledi. DTP'nin örgütlediği eylemlere DTP milletvekilleri de destek verdi. Gittikleri her kentte yüz binler tarafından karşılanan barış grupları, Kürt halkının barış talebini sömürgeci faşizmin komuta merkezlerine taşıdı. Her ne kadar inkar edilse de, Kürt ulusal önderi Öcalan'ın çağrısıyla ve KCK'nin yönetiminde yola çıkan barış gruplarının tutuklanmamış olması, Kürt halkının siyasi iradesine yenik düşmenin, bu iradeyle muhatap olmanın bir biçimi oldu.
Barış grupları ve onları umut ve coşkuyla karşılayan Kürt halkı, burjuva medyanın tüm çarpıtma çabalarına rağmen, "teslim olan teröristler" iddiasını yerle bir ettiler. Barış grupları sınırdan gerilla kıyafetleriyle girdiler, bu kıyafetlerle açıklamalar yaptılar. Açıklamalarında pişmanlık yasasından yararlanmayacaklarını, teslim olmaya gelmediklerini, barışın elçisi olarak geldiklerini açıkladılar. Böylelikle Kürt halkı onurlu ve demokratik bir barış istediğini, sömürgeci faşizmin AKP önderliğindeki tasfiyeci barış söylemlerine prim vermeyeceğini haykırmış oldu.
KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, barış gruplarının tutuklanmamasını olumlu bulduğunu, ancak bunun barış anlamına gelmediğini vurguladı, "biz açılımımızı yaptık, artık sıra hükümette" dedi. Böylece Kürt halkının barış talebi, aylardır Kürt açılımı söylemini dilinden düşürmeyen AKP hükümetinin vaatlerinin sınanacağı bir aşamayı ortaya çıkardı.
AKP hükümetinde, barış gruplarını kendi inisiyatifinde gelişen bir durum olarak gösterme çabalarının boşa çıkması, gerek grup bileşenlerinin, gerekse DTP yetkililerinin sürecin Öcalan'ın inisiyatifiyle geliştiğine yaptıkları vurgular, ciddi bir hazımsızlık yarattı. Kürt halkının karşılama gösterileri şov olarak nitelendi, gerillaların askeri giysileriyle gösterilerde konuşması burjuva medyanın gündemine oturtuldu, psikolojik savaşın hedefine kondu. Avrupa'dan gelecek olan üçüncü grubun yola çıkması engellendi, AKP "sil baştan yaparız" tehdidiyle sürecin başına dönüleceği yönünde açıklamalar yapmaya başladı. Açılım söylemlerinin güdüklüğü bir kez daha açığa çıktı.
AKP burada umduğunu bulamazken, ordu cephesini ve Türk işçi ve emekçilerinin bu cephenin etkisi altındaki kesimlerini ikna çabası da boşa çıktı. AKP'nin ABD'ci çözüm planlarına direnç gösteren bu kesimler AKP'yi "teslimiyetçi" olarak teşhir ettiler, ırkçı şovenist politikalarına Türk işçi ve emekçileri yedeklemeye çalıştılar.
Kürt halkının onursuz bir barışa evet demeyeceğini haykırarak bir kez daha ABD'ci tasfiye planlarını darbelemesi, AKP'nin statüko yönünde çark etme eğilimini güçlendirdi.
Tüm bu gelişmelerin üzerine Kürt ulusal önderi Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada, "açılım" planının PKK'yi tasfiye planı olduğunu söyledi. Barış gruplarının hükümetin samimiyetsizliğini ortaya koyduğunu, misyonunu oynadığını, artık başka grubun gelmeyeceğini açıkladı.
Sürecin önemli bir sonucu, barış talebinin tepkiler her ne olursa olsun Türk işçi ve emekçilerin de gündeminin önemli bir parçası haline gelmesi oldu.
Partimiz MLKP, Kürt halkının barış talebine ve eylemlerine geçmişte olduğu gibi bu süreçte de sahip çıktı. Özellikle Türk işçi ve emekçilerinin Kürt halkının barış talebinin muhatabı haline getirilmesi, şovenist propagandanın etkisinden kurtarılması, kardeş kanı dökmek üzere Kürt halkının üstüne gönderilerek savaşta ölen Türk askerlerinin işçi ve emekçi çocukları olduğu gerçeğini öne çıkararak asker ailelerinin kirli savaşa karşı harekete geçirilmesi, gençliğin sömürgeciliğin askeri olmayı, kardeş kanı dökmeyi reddetme yönünde harekete geçirilmesi gibi somut olgular ekseninde politika yürüttü. Yaşanan süreç, bu bakımdan da ciddi olanaklar sunuyor. Kürt sorununa emekçi çözüm de, tam da bu eksende, Kürt halkının ulusal demokratik talepleri ile Türk işçi ve emekçilerinin politik özgürlükler mücadelesini birleştirmekten geçiyor, ki bu Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da devrim stratejisinin en esaslı konularından birini oluşturuyor.