Bir Karşıdevrim Hareketi olarak 12 Eylül 30. Yılında
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

30. yıl siyasal ve toplumsal olarak yüzleşme ve hesaplaşma yılı olmalıdır. 12 Eylül'de tüm yitirdiklerimizi geri istemeliyiz. 12 Eylül'de tüm kaybettiklerimizin hesabını sormalıyız.

 

01 Eylül 2010 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 97 

12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasının üzerinden 30 yıl geçti. 12 Eylül askeri faşist darbesi, gelişen ve örgütlü güç olarak tüm toplumu saran sınıf mücadelesinin önünü kesmek, ilerici, yurtsever, devrimci, komünist hareketi tasfiye etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Dilsiz, sağır, görmez bir toplum yaratmayı amaçlamıştır. Hakim sınıflar, artık eski yöntemle yönetmekte zorlandıkları, sınıf çelişkilerinin keskinleştiği, yönetilen işçi sınıfı ve emekçi yığınların işte artık yönetilmek istemediği, sınıfsal ve toplumsal hoşnutsuzlukların sokağı örgütlediği, devrimci alternatiflerin kendini hissettirdiği, antifaşist hareketin yükseldiği bir dönemde, Pentagon'da hazırlanıp planlanan 12 Eylül askeri faşist cunta, yönetime el koymuştur. 27 Mayıs, 12 Mart askeri darbeleri gibi 12 Eylül'de Amerikancı bir askeri darbedir. Darbenin daha kamuoyuna duyurusunun yapılmadığı saatlerde, Pentagon'a Amerika Büyükelçisi "bizim çocuklar iyi bir işi başardılar" diye haber geçmesi bunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir.
12 Eylül darbesini egemen sınıfların büyük bir bölümü desteklemiştir. Gündemde olan ama işçi sınıfı ve emekçilerin kabul etmediği İMF reçetesi olan 24 Ocak Kararları'nı uygulamak için böyle bir darbeye ihtiyaç duymuşlardır. TÜSİAD temsilcilerinden Halit Narin, darbenin ardından "şimdi gülme sırası bizde" diyerek darbenin sınıfsal niteliğini, kime hizmet için geldiğini en yalın ifadeyle belirtmiştir. Yine, 24 Ocak Kararlarının mimarı Turgut Özal, "darbe olmasaydı, 24 Ocak kararlarını uygulayamazdık" demiş, İMF ile yapılan anlaşmalara imza atarken, "başka koşullarda bu kararlara imza atan idama gider" diyerek, hakim sınıfların yüksek çıkarlarının gereğini yerine getiren cuntayı tanımlamıştır.
İşçi sınıfının ve emekçi yığınların sosyal kurtuluş mücadelesi egemen güçleri o denli korkutur olmuştur ki, 12 Eylül darbesi ardından, cunta şeflerinden Kenan Evren, "bugün yönetime biz el koymasaydık, burada onlar konuşuyor olacaktı" diyerek, tüm saldırıların hedefinde işçi sınıfı, emekçi kitleler ve onların örgütlü güçleri tutulmuştur. Mevcut anayasa ortadan kaldırılmış, parlamento lağvedilmiş, tüm siyasi partiler ve sendikalar, kitle örgütleri, ilerici, devrimci ve sosyalist basın kapatılmış, varlıklarına el konulmuş, yönetici ve üyeleri gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Parlamentoda temsili olan burjuva partilerin yöneticileri Zincirbozan'da gözaltında tutulurken, demokratik kitle örgütleri temsilcileri, üye ve yöneticileri, ilerici, yurtsever, devrimci ve komünistler ise yasal olarak 3 ay olarak belirlenen, ancak ihtiyaç duydukları durumda cezaevinden yeniden sorguya alınacak düzenlemelerle uzun süreli gözaltıyla, sistemli işkenceli sorgulardan sonra cezaevlerine gönderilmişlerdi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan tam bir "Açık Hapisane"ye dönüştürülmüştür. İşkence, baskı, zulüm dizginsizce "Açık hapisane"nin günlük yaşamı olmuştur.
12 Eylül'le birlikte Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da resmi rakamlara göre, 1 milyon 680 bin kişinin fişlendiği, 650 bin kişinin gözaltına alınıp işkenceden geçirildiği, 230 bin kişinin değişik iddialarla mahkemelere çıkarıldığı, 517 idam cezası verilip 50 kişinin asıldığı, 171 kişinin işkencede can verdiği, 14'ü açlık grevlerinde olmak üzere 299 kişinin hapishanelerde hayatını kaybettiği; 30 bin işçinin, 3854 öğretmenin, 120 öğretim üyesinin, 47 Hakimin, 153 teğmen, 216 üsteğmen, 26 yüzbaşı ve 2 yarbay, toplam 397 subay, 176 astsubay, 447 askeri öğrenci olmak üzere toplam 3 bin dolayında insanın ordudan 'sakıncalı' olduğu gerekçesiyle işten atılıp, meslekten men edildiği, 14 bin kişinin TC vatandaşlığından çıkarıldığı; 30 bin insanın siyasi mülteci olarak yurtdışına kaçmak zorunda kaldığı, 937 filmin 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandığı, 39 ton gazete, dergi, kitabın imha edildiği kara günler yaşanmıştır. 12 Eylül faili meçhuller ve gözaltında kayıplar ile birlikte geldi. Cunta düzeninin ilk gözaltında kaybı Faruk Tunay'dı. O'nu; Hayrettin Eren, Hüseyin Morsümbül, Nurettin Öztürk izledi. Devlet kayıtlarına geçen ilk resmi kayıp ise Cüneyt Aydınlar oldu.
17 devrimci, komünist ipi yiğitçe göğüslemiş, idam sehpasında devrimci onuru yükseklerde tutmuştur.
12 Eylül tüm bu katliam ve saldırılarla, gözaltı ve tutuklamalarla, Metris, Mamak, Diyarbakır örneğinde olduğu gibi cezaevleriyle toplumu belleksizleştirme, her alanda ve her yönde tek tipleştirme, korku duvarını örme hareketidir. 82 Anayasası, MGK, YÖK, RTÜK ile bunu kurumlaştıran faşist bir harekettir.
12 Eylül AFC'nın topyekün saldırıları karşısında ilerici, devrimci ve komünist hareket hazırlıksız yakalanmış, ağır bir yenilgi almıştır. Bu yenilgi sokakta, üretim alanlarında direnişsiz bir yenilgidir. Kitlelerden tecrit olmuş, kitle bağları zayıflamış, varlık yokluk yaşar hale gelmiştir. 12 Eylül ve sonrasında bir çok ilerici, devrimci grup, örgüt aldığı ağır darbelerin sonucu olarak toparlanamamış, önderlik gücünü kaybetmiş, tasfiye olmuş, çizgi değişikliğiyle ideolojik, politik tasfiyeciliğe sürüklenmiştir. İlerici, devrimci, yurtsever ve komünist hareket ciddi bir kadro, militan kaybı yaşamış, kitle gücünü yitirmiştir. 12 Eylül'ün üzerinden 30 yıl geçmesine karşın, kitlelere güven vermede, umut olmada, kitleselleşmede hala 12 Eylül öncesinin gerisindedir.
12 Eylül 1980 cuntasının üzerinden bugün 30 yıl geçti. 30 yıl sonrasında geriye dönüp baktığımızda, bugün 12 Eylül'ün yarattığı korku duvarının aşıldığı, tek tipleştirmenin gerilediği, dilsizliğin, sağırlığın ve görmezliğin giderek önemli oranda aşıldığı, siyasal ve toplumsal gelişmelere karşı toplumsal bir ilgi ve duyarlılığın geliştiğini, 12 Eylül'le ve onun tüm kurumlarıyla hesaplaşma bilincinde bir uyanışın, toplumsal bir ilgi ve duyarlılığın gelişmekte olduğunu görebiliriz. Ancak 12 Eylül'le hesaplaşmak için bütünüyle bu yeterli değil.
Bugün, hala, bir çok maddelerinin şu ya da bu düzeyde, bu biçimde değiştirilse de, referanduma sunulan 23 maddeye karşın, 12 Eylül hukukunu ifade eden 82 Anayasası, MGK, YÖK, RTÜK gibi kurumları hala hükmünü sürdürmekte olup yürürlüktedir. Yapılan tüm değişiklikler makyaj yenileme rolü oynamaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Kenan Evren başta olmak üzere, darbeciler hala yargılanmamaktadır. Sadece darbeciler değil, darbenin tüm sonuçlarıyla hesaplaşılmamaktadır.
Bu anlamda, 12 Eylül'ün 30. yılında siyasal ve toplumsal olarak 12 Eylül ve sonuçlarıyla bir bütün hesaplaşmaya, yüzleşmeye ihtiyaç var. 30. yıl siyasal ve toplumsal olarak yüzleşme ve hesaplaşma yılı olmalıdır. 12 Eylül'de tüm yitirdiklerimizi geri istemeliyiz. 12 Eylül'de tüm kaybettiklerimizin hesabını sormalıyız. Tüm ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist güçlerin hedefinde bu olmalıdır. Bu ortak paydada birleşilmeli, mücadele yükseltilmelidir. Bunu başarmak zorundayız. Bu eşiği mutlak bir biçimde aşmak durumundayız. Karanlıklardan aydınlığa çıkmanın yolu buradan geçmektedir. Siyasal özgürlüklerin kazanıma dönüşmesi, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin demokratikleşme adımlarını güçlendirmesi, faşist diktatörlüğe karşı tüm uluslardan işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin birleşik mücadelesini iktidara taşıma, işçi emekçi sovyetlerini kurmasının yolu da buradan geçmektedir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Bir Karşıdevrim Hareketi olarak 12 Eylül 30. Yılında
fc Share on Twitter
 

30. yıl siyasal ve toplumsal olarak yüzleşme ve hesaplaşma yılı olmalıdır. 12 Eylül'de tüm yitirdiklerimizi geri istemeliyiz. 12 Eylül'de tüm kaybettiklerimizin hesabını sormalıyız.

 

01 Eylül 2010 /Enternasyonal Bülten/ Sayı: 97 

12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasının üzerinden 30 yıl geçti. 12 Eylül askeri faşist darbesi, gelişen ve örgütlü güç olarak tüm toplumu saran sınıf mücadelesinin önünü kesmek, ilerici, yurtsever, devrimci, komünist hareketi tasfiye etmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Dilsiz, sağır, görmez bir toplum yaratmayı amaçlamıştır. Hakim sınıflar, artık eski yöntemle yönetmekte zorlandıkları, sınıf çelişkilerinin keskinleştiği, yönetilen işçi sınıfı ve emekçi yığınların işte artık yönetilmek istemediği, sınıfsal ve toplumsal hoşnutsuzlukların sokağı örgütlediği, devrimci alternatiflerin kendini hissettirdiği, antifaşist hareketin yükseldiği bir dönemde, Pentagon'da hazırlanıp planlanan 12 Eylül askeri faşist cunta, yönetime el koymuştur. 27 Mayıs, 12 Mart askeri darbeleri gibi 12 Eylül'de Amerikancı bir askeri darbedir. Darbenin daha kamuoyuna duyurusunun yapılmadığı saatlerde, Pentagon'a Amerika Büyükelçisi "bizim çocuklar iyi bir işi başardılar" diye haber geçmesi bunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir.
12 Eylül darbesini egemen sınıfların büyük bir bölümü desteklemiştir. Gündemde olan ama işçi sınıfı ve emekçilerin kabul etmediği İMF reçetesi olan 24 Ocak Kararları'nı uygulamak için böyle bir darbeye ihtiyaç duymuşlardır. TÜSİAD temsilcilerinden Halit Narin, darbenin ardından "şimdi gülme sırası bizde" diyerek darbenin sınıfsal niteliğini, kime hizmet için geldiğini en yalın ifadeyle belirtmiştir. Yine, 24 Ocak Kararlarının mimarı Turgut Özal, "darbe olmasaydı, 24 Ocak kararlarını uygulayamazdık" demiş, İMF ile yapılan anlaşmalara imza atarken, "başka koşullarda bu kararlara imza atan idama gider" diyerek, hakim sınıfların yüksek çıkarlarının gereğini yerine getiren cuntayı tanımlamıştır.
İşçi sınıfının ve emekçi yığınların sosyal kurtuluş mücadelesi egemen güçleri o denli korkutur olmuştur ki, 12 Eylül darbesi ardından, cunta şeflerinden Kenan Evren, "bugün yönetime biz el koymasaydık, burada onlar konuşuyor olacaktı" diyerek, tüm saldırıların hedefinde işçi sınıfı, emekçi kitleler ve onların örgütlü güçleri tutulmuştur. Mevcut anayasa ortadan kaldırılmış, parlamento lağvedilmiş, tüm siyasi partiler ve sendikalar, kitle örgütleri, ilerici, devrimci ve sosyalist basın kapatılmış, varlıklarına el konulmuş, yönetici ve üyeleri gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Parlamentoda temsili olan burjuva partilerin yöneticileri Zincirbozan'da gözaltında tutulurken, demokratik kitle örgütleri temsilcileri, üye ve yöneticileri, ilerici, yurtsever, devrimci ve komünistler ise yasal olarak 3 ay olarak belirlenen, ancak ihtiyaç duydukları durumda cezaevinden yeniden sorguya alınacak düzenlemelerle uzun süreli gözaltıyla, sistemli işkenceli sorgulardan sonra cezaevlerine gönderilmişlerdi. Türkiye ve Kuzey Kürdistan tam bir "Açık Hapisane"ye dönüştürülmüştür. İşkence, baskı, zulüm dizginsizce "Açık hapisane"nin günlük yaşamı olmuştur.
12 Eylül'le birlikte Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da resmi rakamlara göre, 1 milyon 680 bin kişinin fişlendiği, 650 bin kişinin gözaltına alınıp işkenceden geçirildiği, 230 bin kişinin değişik iddialarla mahkemelere çıkarıldığı, 517 idam cezası verilip 50 kişinin asıldığı, 171 kişinin işkencede can verdiği, 14'ü açlık grevlerinde olmak üzere 299 kişinin hapishanelerde hayatını kaybettiği; 30 bin işçinin, 3854 öğretmenin, 120 öğretim üyesinin, 47 Hakimin, 153 teğmen, 216 üsteğmen, 26 yüzbaşı ve 2 yarbay, toplam 397 subay, 176 astsubay, 447 askeri öğrenci olmak üzere toplam 3 bin dolayında insanın ordudan 'sakıncalı' olduğu gerekçesiyle işten atılıp, meslekten men edildiği, 14 bin kişinin TC vatandaşlığından çıkarıldığı; 30 bin insanın siyasi mülteci olarak yurtdışına kaçmak zorunda kaldığı, 937 filmin 'sakıncalı' bulunduğu için yasaklandığı, 39 ton gazete, dergi, kitabın imha edildiği kara günler yaşanmıştır. 12 Eylül faili meçhuller ve gözaltında kayıplar ile birlikte geldi. Cunta düzeninin ilk gözaltında kaybı Faruk Tunay'dı. O'nu; Hayrettin Eren, Hüseyin Morsümbül, Nurettin Öztürk izledi. Devlet kayıtlarına geçen ilk resmi kayıp ise Cüneyt Aydınlar oldu.
17 devrimci, komünist ipi yiğitçe göğüslemiş, idam sehpasında devrimci onuru yükseklerde tutmuştur.
12 Eylül tüm bu katliam ve saldırılarla, gözaltı ve tutuklamalarla, Metris, Mamak, Diyarbakır örneğinde olduğu gibi cezaevleriyle toplumu belleksizleştirme, her alanda ve her yönde tek tipleştirme, korku duvarını örme hareketidir. 82 Anayasası, MGK, YÖK, RTÜK ile bunu kurumlaştıran faşist bir harekettir.
12 Eylül AFC'nın topyekün saldırıları karşısında ilerici, devrimci ve komünist hareket hazırlıksız yakalanmış, ağır bir yenilgi almıştır. Bu yenilgi sokakta, üretim alanlarında direnişsiz bir yenilgidir. Kitlelerden tecrit olmuş, kitle bağları zayıflamış, varlık yokluk yaşar hale gelmiştir. 12 Eylül ve sonrasında bir çok ilerici, devrimci grup, örgüt aldığı ağır darbelerin sonucu olarak toparlanamamış, önderlik gücünü kaybetmiş, tasfiye olmuş, çizgi değişikliğiyle ideolojik, politik tasfiyeciliğe sürüklenmiştir. İlerici, devrimci, yurtsever ve komünist hareket ciddi bir kadro, militan kaybı yaşamış, kitle gücünü yitirmiştir. 12 Eylül'ün üzerinden 30 yıl geçmesine karşın, kitlelere güven vermede, umut olmada, kitleselleşmede hala 12 Eylül öncesinin gerisindedir.
12 Eylül 1980 cuntasının üzerinden bugün 30 yıl geçti. 30 yıl sonrasında geriye dönüp baktığımızda, bugün 12 Eylül'ün yarattığı korku duvarının aşıldığı, tek tipleştirmenin gerilediği, dilsizliğin, sağırlığın ve görmezliğin giderek önemli oranda aşıldığı, siyasal ve toplumsal gelişmelere karşı toplumsal bir ilgi ve duyarlılığın geliştiğini, 12 Eylül'le ve onun tüm kurumlarıyla hesaplaşma bilincinde bir uyanışın, toplumsal bir ilgi ve duyarlılığın gelişmekte olduğunu görebiliriz. Ancak 12 Eylül'le hesaplaşmak için bütünüyle bu yeterli değil.
Bugün, hala, bir çok maddelerinin şu ya da bu düzeyde, bu biçimde değiştirilse de, referanduma sunulan 23 maddeye karşın, 12 Eylül hukukunu ifade eden 82 Anayasası, MGK, YÖK, RTÜK gibi kurumları hala hükmünü sürdürmekte olup yürürlüktedir. Yapılan tüm değişiklikler makyaj yenileme rolü oynamaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir. Kenan Evren başta olmak üzere, darbeciler hala yargılanmamaktadır. Sadece darbeciler değil, darbenin tüm sonuçlarıyla hesaplaşılmamaktadır.
Bu anlamda, 12 Eylül'ün 30. yılında siyasal ve toplumsal olarak 12 Eylül ve sonuçlarıyla bir bütün hesaplaşmaya, yüzleşmeye ihtiyaç var. 30. yıl siyasal ve toplumsal olarak yüzleşme ve hesaplaşma yılı olmalıdır. 12 Eylül'de tüm yitirdiklerimizi geri istemeliyiz. 12 Eylül'de tüm kaybettiklerimizin hesabını sormalıyız. Tüm ilerici, yurtsever, devrimci ve komünist güçlerin hedefinde bu olmalıdır. Bu ortak paydada birleşilmeli, mücadele yükseltilmelidir. Bunu başarmak zorundayız. Bu eşiği mutlak bir biçimde aşmak durumundayız. Karanlıklardan aydınlığa çıkmanın yolu buradan geçmektedir. Siyasal özgürlüklerin kazanıma dönüşmesi, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin demokratikleşme adımlarını güçlendirmesi, faşist diktatörlüğe karşı tüm uluslardan işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin birleşik mücadelesini iktidara taşıma, işçi emekçi sovyetlerini kurmasının yolu da buradan geçmektedir.