Uluslararası ziyaretlerde kirli pazarlıklar
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Sömürgeci faşist diktatörlüğün, füze kalkanı, Türk ordusu askerlerini Afganistan'a ve diğer yerlere gönderme seçeneği ve belki de Suriye'ye muhtemel bir müdahaleye katılım da dahil olmak üzere Türkiye'yi Ortadoğu'da bir savaş üssüne çevirmeye çalışan ABD emperyalizmi ile işbirliği her zamanki kadar sıkı.

 

01 Ekim 2011 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 109  

Eylül ayı ortalarında faşist rejimin Başbakanı Tayyip Erdoğan, son dönemde uzun yıllar hüküm süren diktatörlüklerin devrildiği Kuzey Afrika ülkelerini ziyaret etti. Mısır'dan başlayıp Tunus ve Libya'yla sürdürdüğü ziyaretlerinde özgüvenle bu ülkeler için bir çözüm olarak "Türkiye Modelinin" propagandasını yaptı ve tüm bölgenin geleceği üzerinde Türkiye'nin belirleyici rol oynamasını ve çıkarlarını açıkça savundu.
Bu yolculuğun ardından faşist diktatörlüğün burjuva temsilcileri ABD ve Almanya'ya ziyaretlerde bulundular ve Türkiye'nin bölgesel bir güç olması yolunda yürüttükleri seferi sürdürdüler. Nihayet, bu yolculukları FBI başkanının ve sonrasında da İngiltere genelkurmay başkanının Türkiye'ye gelmesi tamamladı.
Türk burjuva devleti tüm bu faaliyetler boyunca bölgedeki ekonomik ilişkilerini ve siyasi etkisini artırarak Ortadoğu'da önemli bir oyuncu olma konumunu güçlendirmeye ve en önemli stratejik amaçlarından biri olmayı sürdüren Kürt ulusal hareketini tasfiye etme çabalarında başta ABD olmak üzere emperyalist efendilerinden daha fazla destek almaya çalıştı.
Erdoğan Mısır'da kaldığı süre boyunca söylemde İsrail'i hedef alıp Filistin halkının en sert savunucusu gibi davranarak başarılı bir şekilde popülerliğini artırmaya çalıştı. 2009'da Davos'ta Tayyip Erdoğan'ın İsrail devlet başkanı Shimon Peres'le karşı karşıya gelmesiyle başlamak üzere ve Mayıs 2010'da Mavi Marmara olayıyla zirveye ulaşacak şekilde, ABD emperyalizminin bölgedeki iki temel işbirlikçisi arasındaki ilişkiler gerginliğin ötesine geçmiş görünüyor. Bu durum Erdoğan'ın ziyaretlerinden kısa süre önce Mavi Marmara olayı hakkındaki BM raporu ve İsrail'in gemideki 9 TC vatandaşının öldürülmesiyle ilgili özür dilemeyi reddetmesi çerçevesinde yeniden tırmandı. Gerilimin bir başka gündemi de İsrail'in onarım için gönderilen ve şu anda Kürdistan'da sürdürülen yeni kirli savaş dalgasında Türk devletinin ihtiyaç duyduğu İnsansız Hava Araçlarını geri göndermemesiydi.
AKP hükümeti İsrail ile çelişkili görünen ilişkilerinden başarılı bir şekilde yararlanıyor. Bir yandan, Ankara rejimi İsrail'le olan yakın askeri ve ticari ilişkilerini kemeyi hiç düşünmedi ve düşünmeyecek ve iki ülke arasındaki hiçbir anlaşma iptal edilmedi. Ancak diğer yandan süreklilik arz eden lafızdaki saldırılarıyla Arap halkının Siyonist İsrail devletine karşı meşru muhalefetini kendi hegemonyacı amaçları için kullanarak İsrail'e yönelik "tutarlı muhalefetine" Arap halklarını inandırmayı başardı.
Bilindiği gibi, İsrail'le karşı karşıya gelmek ABD emperyalizmi ile karşı karşıya gelmektir ve bu nedenle AKP hükümetinin popülerliği dünyada neredeyse "antiemperyalist" bir imaj kazanmaktadır, ancak tam da bu imaj, onu ABD emperyalizmi için yararlı kılan nedenlerden biridir. İsrail başından beri yalıtılmış durumdadır ve ABD'nin bölgeye yönelik jeostratejik hedeflerindeki rolünü tam olarak oynayamamaktadır. Türkiye'nin, İslam ve bölgedeki Osmanlı tarihsel arka planına dayalı ortak geleneksel ve kültürel unsurlarla Batı kapitalizminin burjuva demokrasisi anlayışını birleştiren ılımlı İslam modeli bölgeyi Obama tarzında etki altına almak için çok daha uygun. Ayrıca Türkiye emperyalist çıkarlar için de kullanılabilecek hatırı sayılır bir askeri güce ve savaş deneyimine sahip. Bu anlamda, İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gerçek bir rekabet yönü de var, ancak bu, Filistin'in ya da Arap halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin savunulmasıyla ilgisi olmayıp, ABD'nin bölgedeki en ciddi işbirlikçisi olmadaki rekabettir, yanı sıra kendi gücünü artırmayı da getireceği gerçeği buna dahildir. Türkiye Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler içerisinde olmanın avantajlarının bilincindedir ve bu durumu ve jeostratejik konumu ile savaş gücünü olabildiğince pahalıya satarak karşılılığında da Kürt özgürlük hareketine karşı destek talep etmektedir.
İki ülke arası ilişkiler bu minvalde seyrederken, Kıbrıs hükümeti Güney Akdeniz'de petrol ve gaz için sondaj çalışmasına başladığını duyurdu, bu durum ilişkilerde yeni bir gerilimi beraberinde getirdi. Türk devleti bu durum karşısında Akdeniz'de savaş gemileriyle görünürken, ABD ve AB de süregiden sorunla yakından ilgileniyorlar, çünkü çok açıktır ki Kıbrıs hükümeti onların -en azından- rızası olmadan böyle bir adım atamazdı. Bu da AB ve ABD emperyalizminin Ortadoğu'da tek bir ata oynamadığını ve bölgede ABD stratejistlerinin ifadesiyle "çoğulculuğu" korumaya çalıştığını göstermektedir.
Türk burjuva devletinin görece güçlü siyasal ve ekonomik pozisyonundan kaynaklanan özgüveni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün aynı günlerde Almanya'ya yaptığı ziyarete de yansıdı. Burada Gül, AB krizde iken, Türkiye'nin bugün uluslararası arenada AB'nin toplamının sahip olduğundan daha fazla siyasi etkiye sahip olduğunu belirtti. Şu anda dünya sıralamasında 17. ve Avrupa'da 6. sırada olan Türkiye ekonomisi 2011'in ilk 6 ayında, % 10,6'lık büyüme oranıyla dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olmuştur. Mısır, Tunus ve Libya'ya ziyaretlerinde Başbakan Erdoğan her zamanki gibi yanına çok sayıda iş adamı alarak büyüyen siyasi ve diplomatik etkisinden yararlanmaya çalışmıştır. Kültürel/ideolojik yayılma da Erdoğan'ın ziyareti sırasında Kahire'de Yunus Emre Enstitüsünün açılmasıyla itilim kazanmıştır. 2009'dan bu yana, çoğunluğu Balkanlar ve Arap ülkelerinde olmak üzere 14'den fazla ülkede bu kurumun şubeleri açılmıştır. Medya alanında, devlet kanalı TRT'ye ait Türk televizyon kanalı TRT-Avaz, 2009'dan bu yana Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya'da takip edilebilmektedir. Değişik Türki dillerde yayın yapmaktadır ve Arap dünyasında da Türkiye televizyonu TRT-el Türkiye adıyla 24 saat Arapça yayın yaparak yaklaşık 350 milyon kişiye seslenmektedir.
Öte yandan Ortadoğu'da Türkiye'nin büyüyen etkisinden herkesin mutlu olduğu söylenemez; İran'daki molla rejimi, Mısır egemen sınıflarının özellikle ordu cephesinden kimi kesimleri ve Suudi Arabistan gerici rejimi de bu gelişmeleri kaygıyla izliyorlar, çünkü tüm ortak faaliyetlere rağmen Türkiye'yi kendi hegemonyacı planlarında rakip olarak görüyorlar.
Türk devletinin Suriye'deki Esad rejimi ile ilişkileri de oldukça karmaşıktır, emperyalist güçler bir yandan Suriye gibi Ortadoğu'daki güç dengeleri bakımından kritik bir ülkeye müdahalede oldukça temkinlidirler, bir yandan da, henüz dengeleri kendi çıkarlarına göre değiştirebileceğinden emin oldukları bir iktidar alternatifi yaratamadıkları Suriye'yi çeşitli yollarla kuşatma altında tutmayı sürdürmek istemekte, burada Türk burjuva devletini öne çıkarmaktadırlar. Türk burjuva devletinin, bu uluslararası konjonktür içerisinde "komşularla sıfır sorun" söylemini terk ettiği belirgindir. Öte yandan, Türkiye'de konuşlandırılacağı netleşen füze kalkanının kısa vadede İsrail'in lehine İran'ı ve orta vadede Rusya'yı hedef aldığı açık olduğu halde İran devleti de PKK'nin tasfiyesi ekseninde Türk devleti ve ABD emperyalizmiyle yakın ilişki içindedir. Bu durum, Doğu Kürdistan'ı topraklarında bulunduran İran'ın sömürgeci çıkarlarının yanı sıra, PKK'nin tasfiyesi veya zayıflatılmasıyla Güney Kürdistan'da oluşturulabilecek bir koridorun kendisi aleyhine dönmemesi için, üzerinde söz sahibi olma arayışıyla ilgilidir.
Kahire, Tunus ve yeni rejimle yakın bir işbirliğini güvencelediği Trablusgarp ziyaretlerinden bir kaç gün sonra Erdoğan, BM toplantısına katılmak ve Obama'yla temaslarda bulunmak için New York'a gitti. Görüşmenin temel gündemleri, İsrail'le ilişkiler, planlanan füze kalkanı ve Kasım 2007'deki Bush-Erdoğan toplantısına benzer biçimde Kürt ulusal hareketine karşı ortak faaliyet oldu. FBI şefi James Clapper ve sonrasında İngiltere Genelkurmay Başkanı David Richards'ın Türkiye ziyaretlerinde, özellikle Güney Kürdistan'a kara harekâtı ve NATO füze kalkanı konularında olmak üzere, işbirliğinin ayrıntıları üzerine tartışmalar kapalı kapılar ardında sürdü.
Sömürgeci faşist diktatörlüğün, füze kalkanı, Türk ordusu askerlerini Afganistan'a ve diğer yerlere gönderme seçeneği ve belki de Suriye'ye muhtemel bir müdahaleye katılım da dahil olmak üzere Türkiye'yi Ortadoğu'da bir savaş üssüne çevirmeye çalışan ABD emperyalizmi ile işbirliği her zamanki kadar sıkı. Ankara rejiminin bölgedeki kendi yayılmacı ve sömürgeci çıkarlarını da dillendiriyor olması bununla çelişki içinde değildir ve hiçbir şekilde, bağımsız hareket edebildiği anlamına gelmemektedir. Tersinden, mevcut Türk faşist rejimi gibi güçlü, etkili ve sadık bir işbirlikçi ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu konseptiyle mükemmel biçimde uyum içindedir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Uluslararası ziyaretlerde kirli pazarlıklar
fc Share on Twitter
 

Sömürgeci faşist diktatörlüğün, füze kalkanı, Türk ordusu askerlerini Afganistan'a ve diğer yerlere gönderme seçeneği ve belki de Suriye'ye muhtemel bir müdahaleye katılım da dahil olmak üzere Türkiye'yi Ortadoğu'da bir savaş üssüne çevirmeye çalışan ABD emperyalizmi ile işbirliği her zamanki kadar sıkı.

 

01 Ekim 2011 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 109  

Eylül ayı ortalarında faşist rejimin Başbakanı Tayyip Erdoğan, son dönemde uzun yıllar hüküm süren diktatörlüklerin devrildiği Kuzey Afrika ülkelerini ziyaret etti. Mısır'dan başlayıp Tunus ve Libya'yla sürdürdüğü ziyaretlerinde özgüvenle bu ülkeler için bir çözüm olarak "Türkiye Modelinin" propagandasını yaptı ve tüm bölgenin geleceği üzerinde Türkiye'nin belirleyici rol oynamasını ve çıkarlarını açıkça savundu.
Bu yolculuğun ardından faşist diktatörlüğün burjuva temsilcileri ABD ve Almanya'ya ziyaretlerde bulundular ve Türkiye'nin bölgesel bir güç olması yolunda yürüttükleri seferi sürdürdüler. Nihayet, bu yolculukları FBI başkanının ve sonrasında da İngiltere genelkurmay başkanının Türkiye'ye gelmesi tamamladı.
Türk burjuva devleti tüm bu faaliyetler boyunca bölgedeki ekonomik ilişkilerini ve siyasi etkisini artırarak Ortadoğu'da önemli bir oyuncu olma konumunu güçlendirmeye ve en önemli stratejik amaçlarından biri olmayı sürdüren Kürt ulusal hareketini tasfiye etme çabalarında başta ABD olmak üzere emperyalist efendilerinden daha fazla destek almaya çalıştı.
Erdoğan Mısır'da kaldığı süre boyunca söylemde İsrail'i hedef alıp Filistin halkının en sert savunucusu gibi davranarak başarılı bir şekilde popülerliğini artırmaya çalıştı. 2009'da Davos'ta Tayyip Erdoğan'ın İsrail devlet başkanı Shimon Peres'le karşı karşıya gelmesiyle başlamak üzere ve Mayıs 2010'da Mavi Marmara olayıyla zirveye ulaşacak şekilde, ABD emperyalizminin bölgedeki iki temel işbirlikçisi arasındaki ilişkiler gerginliğin ötesine geçmiş görünüyor. Bu durum Erdoğan'ın ziyaretlerinden kısa süre önce Mavi Marmara olayı hakkındaki BM raporu ve İsrail'in gemideki 9 TC vatandaşının öldürülmesiyle ilgili özür dilemeyi reddetmesi çerçevesinde yeniden tırmandı. Gerilimin bir başka gündemi de İsrail'in onarım için gönderilen ve şu anda Kürdistan'da sürdürülen yeni kirli savaş dalgasında Türk devletinin ihtiyaç duyduğu İnsansız Hava Araçlarını geri göndermemesiydi.
AKP hükümeti İsrail ile çelişkili görünen ilişkilerinden başarılı bir şekilde yararlanıyor. Bir yandan, Ankara rejimi İsrail'le olan yakın askeri ve ticari ilişkilerini kemeyi hiç düşünmedi ve düşünmeyecek ve iki ülke arasındaki hiçbir anlaşma iptal edilmedi. Ancak diğer yandan süreklilik arz eden lafızdaki saldırılarıyla Arap halkının Siyonist İsrail devletine karşı meşru muhalefetini kendi hegemonyacı amaçları için kullanarak İsrail'e yönelik "tutarlı muhalefetine" Arap halklarını inandırmayı başardı.
Bilindiği gibi, İsrail'le karşı karşıya gelmek ABD emperyalizmi ile karşı karşıya gelmektir ve bu nedenle AKP hükümetinin popülerliği dünyada neredeyse "antiemperyalist" bir imaj kazanmaktadır, ancak tam da bu imaj, onu ABD emperyalizmi için yararlı kılan nedenlerden biridir. İsrail başından beri yalıtılmış durumdadır ve ABD'nin bölgeye yönelik jeostratejik hedeflerindeki rolünü tam olarak oynayamamaktadır. Türkiye'nin, İslam ve bölgedeki Osmanlı tarihsel arka planına dayalı ortak geleneksel ve kültürel unsurlarla Batı kapitalizminin burjuva demokrasisi anlayışını birleştiren ılımlı İslam modeli bölgeyi Obama tarzında etki altına almak için çok daha uygun. Ayrıca Türkiye emperyalist çıkarlar için de kullanılabilecek hatırı sayılır bir askeri güce ve savaş deneyimine sahip. Bu anlamda, İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gerçek bir rekabet yönü de var, ancak bu, Filistin'in ya da Arap halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin savunulmasıyla ilgisi olmayıp, ABD'nin bölgedeki en ciddi işbirlikçisi olmadaki rekabettir, yanı sıra kendi gücünü artırmayı da getireceği gerçeği buna dahildir. Türkiye Arap ülkeleriyle iyi ilişkiler içerisinde olmanın avantajlarının bilincindedir ve bu durumu ve jeostratejik konumu ile savaş gücünü olabildiğince pahalıya satarak karşılılığında da Kürt özgürlük hareketine karşı destek talep etmektedir.
İki ülke arası ilişkiler bu minvalde seyrederken, Kıbrıs hükümeti Güney Akdeniz'de petrol ve gaz için sondaj çalışmasına başladığını duyurdu, bu durum ilişkilerde yeni bir gerilimi beraberinde getirdi. Türk devleti bu durum karşısında Akdeniz'de savaş gemileriyle görünürken, ABD ve AB de süregiden sorunla yakından ilgileniyorlar, çünkü çok açıktır ki Kıbrıs hükümeti onların -en azından- rızası olmadan böyle bir adım atamazdı. Bu da AB ve ABD emperyalizminin Ortadoğu'da tek bir ata oynamadığını ve bölgede ABD stratejistlerinin ifadesiyle "çoğulculuğu" korumaya çalıştığını göstermektedir.
Türk burjuva devletinin görece güçlü siyasal ve ekonomik pozisyonundan kaynaklanan özgüveni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün aynı günlerde Almanya'ya yaptığı ziyarete de yansıdı. Burada Gül, AB krizde iken, Türkiye'nin bugün uluslararası arenada AB'nin toplamının sahip olduğundan daha fazla siyasi etkiye sahip olduğunu belirtti. Şu anda dünya sıralamasında 17. ve Avrupa'da 6. sırada olan Türkiye ekonomisi 2011'in ilk 6 ayında, % 10,6'lık büyüme oranıyla dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olmuştur. Mısır, Tunus ve Libya'ya ziyaretlerinde Başbakan Erdoğan her zamanki gibi yanına çok sayıda iş adamı alarak büyüyen siyasi ve diplomatik etkisinden yararlanmaya çalışmıştır. Kültürel/ideolojik yayılma da Erdoğan'ın ziyareti sırasında Kahire'de Yunus Emre Enstitüsünün açılmasıyla itilim kazanmıştır. 2009'dan bu yana, çoğunluğu Balkanlar ve Arap ülkelerinde olmak üzere 14'den fazla ülkede bu kurumun şubeleri açılmıştır. Medya alanında, devlet kanalı TRT'ye ait Türk televizyon kanalı TRT-Avaz, 2009'dan bu yana Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya'da takip edilebilmektedir. Değişik Türki dillerde yayın yapmaktadır ve Arap dünyasında da Türkiye televizyonu TRT-el Türkiye adıyla 24 saat Arapça yayın yaparak yaklaşık 350 milyon kişiye seslenmektedir.
Öte yandan Ortadoğu'da Türkiye'nin büyüyen etkisinden herkesin mutlu olduğu söylenemez; İran'daki molla rejimi, Mısır egemen sınıflarının özellikle ordu cephesinden kimi kesimleri ve Suudi Arabistan gerici rejimi de bu gelişmeleri kaygıyla izliyorlar, çünkü tüm ortak faaliyetlere rağmen Türkiye'yi kendi hegemonyacı planlarında rakip olarak görüyorlar.
Türk devletinin Suriye'deki Esad rejimi ile ilişkileri de oldukça karmaşıktır, emperyalist güçler bir yandan Suriye gibi Ortadoğu'daki güç dengeleri bakımından kritik bir ülkeye müdahalede oldukça temkinlidirler, bir yandan da, henüz dengeleri kendi çıkarlarına göre değiştirebileceğinden emin oldukları bir iktidar alternatifi yaratamadıkları Suriye'yi çeşitli yollarla kuşatma altında tutmayı sürdürmek istemekte, burada Türk burjuva devletini öne çıkarmaktadırlar. Türk burjuva devletinin, bu uluslararası konjonktür içerisinde "komşularla sıfır sorun" söylemini terk ettiği belirgindir. Öte yandan, Türkiye'de konuşlandırılacağı netleşen füze kalkanının kısa vadede İsrail'in lehine İran'ı ve orta vadede Rusya'yı hedef aldığı açık olduğu halde İran devleti de PKK'nin tasfiyesi ekseninde Türk devleti ve ABD emperyalizmiyle yakın ilişki içindedir. Bu durum, Doğu Kürdistan'ı topraklarında bulunduran İran'ın sömürgeci çıkarlarının yanı sıra, PKK'nin tasfiyesi veya zayıflatılmasıyla Güney Kürdistan'da oluşturulabilecek bir koridorun kendisi aleyhine dönmemesi için, üzerinde söz sahibi olma arayışıyla ilgilidir.
Kahire, Tunus ve yeni rejimle yakın bir işbirliğini güvencelediği Trablusgarp ziyaretlerinden bir kaç gün sonra Erdoğan, BM toplantısına katılmak ve Obama'yla temaslarda bulunmak için New York'a gitti. Görüşmenin temel gündemleri, İsrail'le ilişkiler, planlanan füze kalkanı ve Kasım 2007'deki Bush-Erdoğan toplantısına benzer biçimde Kürt ulusal hareketine karşı ortak faaliyet oldu. FBI şefi James Clapper ve sonrasında İngiltere Genelkurmay Başkanı David Richards'ın Türkiye ziyaretlerinde, özellikle Güney Kürdistan'a kara harekâtı ve NATO füze kalkanı konularında olmak üzere, işbirliğinin ayrıntıları üzerine tartışmalar kapalı kapılar ardında sürdü.
Sömürgeci faşist diktatörlüğün, füze kalkanı, Türk ordusu askerlerini Afganistan'a ve diğer yerlere gönderme seçeneği ve belki de Suriye'ye muhtemel bir müdahaleye katılım da dahil olmak üzere Türkiye'yi Ortadoğu'da bir savaş üssüne çevirmeye çalışan ABD emperyalizmi ile işbirliği her zamanki kadar sıkı. Ankara rejiminin bölgedeki kendi yayılmacı ve sömürgeci çıkarlarını da dillendiriyor olması bununla çelişki içinde değildir ve hiçbir şekilde, bağımsız hareket edebildiği anlamına gelmemektedir. Tersinden, mevcut Türk faşist rejimi gibi güçlü, etkili ve sadık bir işbirlikçi ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu konseptiyle mükemmel biçimde uyum içindedir.