Sorumluluk almak... Sorumlu olmak...
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

01 Ocak 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 69

 

Partili kültür açısından, kitlemizin ve kadrolarımızın, partinin hedefleri ve yapabildikleri gibi bir dizi soruna kafa yorması, çözümlemeler yapması, somut önerilerde bulunması çok önemlidir. Bunu önemli kılan, sadece, kadrolarımızın ve kitlemizin böylesi bir düşünsel eylemle, partinin gelişimine katkıda bulunmaları değildir. Daha da önemlisi, kendilerini partinin bir öznesi hissetmelerinin, onunla bütünleşmelerinin, sağlam bağlar kurduklarının ifadesi olmasıdır. Bunu başarabildiğimiz oranda, kitleler-kadrolar ve parti arasında kolay kolay kopmaz bağlar kurulmuş demektir.
Kitlelerin veya kadroların partiyle kurdukları ilişki değişkendir. Kitleler ancak, partiyi devrime önderlik ve öncülük etme gücünde görüyorsa, onunla kurduğu bağları süreklileştirir. Bağların zayıfladığı, partinin yaşamına, siyasal kültürüne, pratiğine katılım oranının düştüğü süreçler görülecektir ki; aynı zamanda partinin siyasal etkinliğinin, örgütsel faaliyetlerinin güçten düştüğü süreçlerdir. Peki, bu bağların kurulamamış veya zayıf kurulmuş olmasından parti mi, kadrolar mı, kitleler mi sorumludur?
Partinin oluşumunun kökeninde kadrolar vardır. Parti-kadro-kitleler ilişkisinde, partimizin bugünkü gerçeğinde, parti-kadro ilişkisi daha önde ve belirgindir. Parti organlarını, çevre-çeper örgütlerin sarmalamayışı, partinin çalışmalarını kapsam ve içerik olarak daraltmaktadır. Partili kadrolar hala geniş kitlelerle yüz yüze, iç içe politik faaliyet yürütme düzeyine ulaşmamıştır. Bundan dolayıdır ki, kadrolarla-kadroların ilişkisi daha gelişkindir. Buradan dönük birkaç soru sormakla başlayabiliriz. Açığa çıkan sorunlardan yalnızca parti mi sorumludur? Kadroların bu sorunların yaşanmasında sorumluluğu yok mudur? Hatalar sadece partiye mi aittir? Peki, parti kimdir? Parti sadece seçilmişler veya atanmış yöneticiler midir? Ya da parti, seçkin kimi kadrolar mıdır? Peki, parti içinde özneleşmek nedir? Toplam parti faaliyetiyle bütünsel bağlar kurmak ne anlama gelir? Bu soruları yanıtlarken, bende bu kadar, partide de bu kadar hata var gibi bir dengeyle yol alamayacağımız kesindir. Sorun, sorumlu belirlemek midir, yoksa sorunları çözecek olan özneleri, gelişimi, değişimi ve daha güçlü iradeleri ortaya çıkarmak mıdır? Önemli olan, bir denge tutturmanın ötesinde, yakalanması gereken halkanın somut açığa çıkartılmasıdır.
Parti; tek tek kadrolar ve bu kadroların birikimi, niteliği, pratiği, rejim karşısındaki duruşu, yaratmış olduğu değerler, bu değerlerin yaygınlığı ve kitleselleşmesi, dönüşümün niteliği ve hızının toplamıdır. Kadrolar, parti toplamının birer öznesi ve yaratıcılarıdır. Her bir partilinin, partili değerleri, normları, kültürü içselleştirmesi ve partinin devrimde kendine biçtiği rolü, bir MLKP'li olarak kendine biçmesi önemlidir. Bu rol bilinci, partinin uyumlu yürüyüşünü, kadroların özneleşmesini, güven ilişkileri ve eşitliği, her bir kadronun duygu, düşünüş ve davranışta devrimin ihtiyacı yönünde kendini örgütlemesini sağlar. MLKP'li bir kadronun temel ölçütü, partinin tüm kadrolarında var etmeyi hedeflediği ölçü olmalıdır. Bunun için öncelikle, partili olmanın kıstasları ve parti tarzının çizgileri, herhangi bir yoruma açık kapı bırakmadan tüm partili kadrolar için açık hale getirilmelidir. Aksi halde, ben"i partiye dayatmalar, partili uyumda bozulma ve sapmalar, yer yer kırılmalar ve sorunları kendi dışında, soyut bir partide arama anlayışının gelişmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle, parti-kadro ilişkisi hem tam bir uyuma ve birbirini tamamlamaya, hem de iç çatışmaya ve sorgulamaya dayanmak zorundadır. Bu, uyum ve devrimci iç savaşta yakalanan bütünlük, tek tek kadrolar ve bir bütün olarak partinin birbirini tamamlayan niteliksel gücünü açığa çıkarır.
Partili sistemin temel mantığı birbirini tamamlamak ve yönelimi ortaklaştırıp güçlendirmektir. Ama bu asla, yanlışla, hatayla, partili değerleri bozucu şeylerle dayanışmak değildir. Yanlışla uzlaşma, sosyalist bir dünyanın/geleceğin temsilcisi olan partimizin var oluş nedeninden uzaklaşması demektir. Bu nedenle partimiz, hatalarla dayanışma ya da uzlaşmayı değil, hatalara karşı iç mücadele anlayışını temel almıştır. Kendine yabancılaşmış, sorgulamayan, özne olmayan kapitalist insan tipine karşı savaşım başlatmıştır. Açıktır ki, bir sorunu çözümlemek ve çözmek için, değişimi hedefleyen bir iç çatışmanın açığa çıkarılması gereklidir. "Parti şunu, şunu yapmadı", "kadrolarında şunu geliştiremedi", "politik refleks gösteremedi" gibi akıl yürütmelerle, kendini bu iç çatışmadan azade tutmak, sorunu kendi dışında arama anlayışı, partili bir anlayış değildir.
Oysa "ben" ile "kolektif" arasında sürekli bir alış-veriş ve karşılıklı etkileşim hali vardır. Bundan dolayıdır ki, "ben"in her davranışı aynı zamanda "kolektif" toplamın bir sonucu olduğu gibi, "kolektifin" her eylemi de aynı zamanda "ben"in eylemidir. Ortaya çıkan toplam sonuç ister olumlu, ister olumsuz olsun ikisinin ürünü ya da eseridir. Parti ile kadrolar ilişkisinin temeli de buraya dayanır. Her bir kadronun devrimci kişiliği ve pratiğini şekillendiren partinin toplam değerleridir; ama aynı zamanda bu partili değerlerin toplam yaratıcısı da yine tek tek kadroların kendisidir. Bu nedenle parti, kadroların toplam niteliğidir. Ve kadrolar parti değerlerinin ve pratiğinin yaratıcı özneleridir.Ve sıklıkla vurguladoğımız kollektif etkin bierey olmanın anlamıda budur.
Toplumun herhangi bir parçası olmaktan, toplumu değiştiren öznenin bir parçası olmaya bilinçli karar veriş, devrimci bireyin değişimini zorunlu kılan bir süreçtir. Partinin toplam siyaset kültürü, teorik öngörüsü ve siyasal niteliği, politika yapış tarzı, kitlelerle buluşma biçimi, kadronun değişimini de koşullar. Her bir kadro açısından, kendisine biçtiği rol ve buna bağlı olarak ortaya koyduğu irade, değişimin gücünü, hızını, niteliğini ve ortaya çıkardığı enerjiyi belirler. Her örgüt kendi kadro tipini yarattığı gibi, her kadro bütünü de kendi örgüt gerçeğini yaratır.
Her partili kadro, kendisini partinin bir öznesi olarak görüyorsa, onun eyleminin de sorumluluğunu taşır. Partinin eylemi kimi zaman, toplumsal gelişmeler üzerinde devrimci bir etki yaratan, yarattığı değerlerle işçi sınıfı ve ezilenler üzerinde güveni büyüten, eylemiyle kitleleri arkasından sürükleyen bir biçimde olacağı gibi kimi zaman da bunların tam tersi olabilir. Partililerin her iki durumda da, kendilerinin de bir payı olduğunu kabul etmesi, sonuçlarla bu sorumlulukla ilişkilenmesi, partili özneler haline gelindiğinin göstergesidir. Partinin her adımı üzerine kafa yormak, yoğunlaşmak ve ileriye dönük sonuçlar çıkarmak, aklını ve emeğini partinin geleceğine vermek, özne halinin pratiğidir.
Partili ve partili olma ilişkisi doğru kurulamadığında partinin eksik, hata ve zayıflıklarından kendini sorumlu görme kültürünü geliştirmek zorlaşır. Her bir partili, ortaya çıkan zayıflıklarda kendisine ait sorumlulukları tespit etme ve bunları çözüme yönelme kültürünü kendinde var ettiği oranda "parti benim" anlayışı gelişir.
Böyle bir kültür ve devrimcilik anlayışının gerekleri: Partinin eyleminden kendisini azad eden yaklaşımı mahkum edebilme gücüdür. Devrimci bir kadro olarak iç çatışmalarda irade olma kararlılığıdır. Partinin her eylem ve davranışından kendini sorumlu görmedir. Partiyle özdeşleşmek, devrimde özneleşmektir. Kendinden başlayarak, örnekler yaratarak toplam değişimi örgütlemede sorumluluk bilincidir. "Parti benim" bilincini kuşanmaktır.
Gülten Kışanak'ın Çele'de kimyasal silahlarla katledilen PKK gerillasının naaşı karşısında büyük bir hüzünle "barışı getiremedik, sizi yaşatamadık, biz de suçluyuz?" sözleri çok anlamlıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da hergün kirli savaşın bir başka yüzüyle karşı karşıya geldiğimiz, sendikacıların, gazetecilerin, akademisyenlerin, muhalif tüm kesimlerin polis postalları ve kelepçesiyle zindanlara taşındığı; eşitlik, adalet, demokratik hakları kullanma talebinin bu kadar güncel hale geldiği bugünlerde, komünist bireyler olarak kendimizi ne kadar sorumlu görüyoruz ve sorguluyoruz? Devrim iddiasını kuşanmış savaş partisine üye kadrolar olarak sorumluluklarımıza ne kadar sarılıyoruz?
Örneğin; kolektif aklın ve iradenin örgütlendiği organ toplantılarının yapılmayışını eleştirirken, kendi organ toplantılarımızı yapıyor muyuz? Kolektivizmi işletmeyenlerin karşısına, partili sorumlulukla dikilebiliyor muyuz?
Partinin gerekli denetimleri yapmadığına dair eleştiriler sunarken, kendi organ içi denetimlerimizi veya alt örgütlerin denetimini yapıyor muyuz? Uzağa gitmeye gerek yok, kendi devrimciliğimizin, bireysel gelişimimizin denetimini yapıyor muyuz?
Partiyi, kadrolara yakın durmadığı, kadroların gelişimini takip etmediği, iradi davranmadığı için eleştirirken; biz kendi gelişimimizi ne kadar örgütlüyor, disipline ediyor, parti ve devrimin hizmetine sunuyoruz? Veya biz, yanıbaşımızdaki yoldaşımıza ne kadar yakın duruyor, ne kadar paylaşıyoruz. Yönetici olalım veya olmayalım, kendimizi, diğer yoldaşların gelişiminden, duygu ve düşünce dünyasını örgütlemekten ne kadar sorumlu hissediyoruz?
4.Kongrenin perspektifleri doğrultusunda kadın özgürleşmesinin olanaklarını yeterli oranda örgütlemediği için partiyi eleştirirken; kendi birimlerimizde bunun olanakları ne kadar örgütlüyoruz? Örgütlerimizde kadın eşitliği, kotası veya örgüt yaşamında kadına pozitif ayrımcılığı ne kadar uyguluyoruz? Kadın özgürleşmesi, önderleşmesi ve komutanlaşmasını olanaklarını yaratıyor muyuz?
Bir kampanya ve eylemde, başarısı veya çalışma disiplini nedeniyle partiyi eleştirirken; bir partili ve organ üyesi olarak, biz o kampanyanın gereklerini ne kadar yerine getiriyoruz? Kampanyanın başarıyla sonuçlanması için tüm olanakları ama bunun yanında aklımızı, emeğimizi ve enerjimizi ne oranda katıyoruz?
Faşist sömürgeci diktatörlüğün saldırıları karşısında, partiden daha güçlü askeri eylemler beklerken biz ne yapıyoruz? Bu eylem için gerekli olan keşif, istihbarat, lojistik, teknik, kadro aktarımı gibi çeşitli ihtiyaçlara kafa yoruyor, bunları yaratıyor veya bizzat kendimizi bu savaşın öznesi olarak görüyor muyuz? Ya da bulunduğumuz alanlarda devrimci kitle şiddetinin uygulanmasında rol oynuyor muyuz? Partiyle ve çalışmalarıyla, 4.Kongrenin ortaya koyduğu askeri-politik kadro tarzı ve aklıyla ilişki kurabiliyor muyuz?
Tüm bunlar ve daha fazlasını, olması gereken tarzda, kendimizden başlatarak, örnekler yaratarak, yol açarak gerçekleştirmede kendimize rol biçiyor muyuz? Partinin her sorununu kendi sorunumuz, her ihtiyacını, bu ihtiyacı karşılayacak sorumlu kadro olarak algılıyor muyuz?
Parti biziz ve biz sahip olduğumuz sorumlulukları yerine getirdiğimiz sürece, parti de sorumluluklarını yerine getiriyor demektir. Partiden daha etkin askeri eylemler beklediğimiz yerde istihbarat, lojistik ve diğer ihtiyaçları kendi dışında görmek, askeri eylemin araçlarından, zorun araçlarından uzak durmak ama büyük beklentiler içinde olmak bir devrimci için ne kadar ahlakidir? Ya da parti kişisel gelişim stratejisi çıkarmadığı için kendi gelişimini örgütlememek, kendiliğindenciliğe bırakmak, devrimciliği bir kimlik ve kişilik olarak gören bir MLKP'li için kabul edilebilir mi?
Bütün bunlar karşısında kendimizi değerlendirme yöntemimizin, bir yoldaştan ya da bir başka organdan nispeten iyi olması, kabul edilebilir olduğu anlamına gelmez. Partinin ve devrimin ihtiyaçları bizim temel kriterimiz olmalıdır. Devrimci olan, partinin yapamadıklarından da kendimizi sorumlu görmek, daha ne yapabilirim, birimim ne yapabilir diye sormak, sorunlara ortak olmaktır. Yoksa, parti ... yapmadı, parti... etmedi, parti... eksik kaldı, parti... öngörüsüz yaklaştı vb... yargılamaları içinde, kendimize dokunmamaya devam ederiz? Kendimize dokunmadan yaptığımız her sorgulama ise, partiye güvensizliğe kapı aralar.
Görev ve sorumluluklara böyle bakmak, en nihayetinde her görev ve sorumluluğun bir muhatabı olduğu anlayışını da karartmaz. Önderliğinden ve önderlik kadrosundan başlayarak kim ya da hangi organ görev ve sorumluluklarını yerine getirmiyorsa, elbette bu devrimci eleştirinin ve özeleştirinin konusu olmalıdır. Görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenler, partiye bunun hesabını vermelidir. Partinin toplam eyleminden, eksik, hata ve yapamadıklarından aynı zamanda MLKP'li bir kadro olarak kendimizi sorumlu hissetmek, görev ve sorumluluğu üstlenen kişi ya da organın hesap vermesine engel değildir/olamaz. Bir başka kişi ya da organın yapamadıkları, hataları, eksiklikleri ve yetmezliği; bizim hatalarımızın, eksikliklerimizin, yetmezliklerimizin ve yapamadıklarımızın nedeni, bahanesi olamaz.
Evet biz örgütlü bir gücüz. Örgütlülüğü kapitalist barbarlığın, faşist-sömürgeci ablukanın dağıtılması için tercih ettik. Tercihimiz ve kararımız bilinçlidir. Bilincimiz partide örgütlüdür. Örgütlülüğümüz, kişiliğimiz ve karakterimizdir. Kendimizi varetme biçimimizdir. Parti ancak biz olabiliriz. Partinin eylemi ancak bizim eylemimiz olabilir. Partinin eksiklikleri bizim eksikliklerimizdir. Partinin yapamadıkları bizim yapamadıklarımız, partinin güçlü yanları bizim güçlü yanlarımızdır. Partinin her soluğu bizim soluğumuzdur. Bizim yarattığımız her değer partinin değeridir. Bizim eksik kaldığımız her eylem, partinin eksik kaldığı bir eylemdir. Bundan dolayıdır ki tek tek devrimci bireyler olarak sahip olduğumuz her değer, ortaya koyduğumuz her eylem, yarattığımız her gelenek, attığımız her devrimci adım çok ama çok önemlidir. Çünkü her adım, partinin değerine dönüşmektedir. Çünkü kitleler, partiye bizim somutumuzda dokunmakta, hissetmekte ve kucak açmaktadır.

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Sorumluluk almak... Sorumlu olmak...
fc Share on Twitter
 

 

01 Ocak 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 69

 

Partili kültür açısından, kitlemizin ve kadrolarımızın, partinin hedefleri ve yapabildikleri gibi bir dizi soruna kafa yorması, çözümlemeler yapması, somut önerilerde bulunması çok önemlidir. Bunu önemli kılan, sadece, kadrolarımızın ve kitlemizin böylesi bir düşünsel eylemle, partinin gelişimine katkıda bulunmaları değildir. Daha da önemlisi, kendilerini partinin bir öznesi hissetmelerinin, onunla bütünleşmelerinin, sağlam bağlar kurduklarının ifadesi olmasıdır. Bunu başarabildiğimiz oranda, kitleler-kadrolar ve parti arasında kolay kolay kopmaz bağlar kurulmuş demektir.
Kitlelerin veya kadroların partiyle kurdukları ilişki değişkendir. Kitleler ancak, partiyi devrime önderlik ve öncülük etme gücünde görüyorsa, onunla kurduğu bağları süreklileştirir. Bağların zayıfladığı, partinin yaşamına, siyasal kültürüne, pratiğine katılım oranının düştüğü süreçler görülecektir ki; aynı zamanda partinin siyasal etkinliğinin, örgütsel faaliyetlerinin güçten düştüğü süreçlerdir. Peki, bu bağların kurulamamış veya zayıf kurulmuş olmasından parti mi, kadrolar mı, kitleler mi sorumludur?
Partinin oluşumunun kökeninde kadrolar vardır. Parti-kadro-kitleler ilişkisinde, partimizin bugünkü gerçeğinde, parti-kadro ilişkisi daha önde ve belirgindir. Parti organlarını, çevre-çeper örgütlerin sarmalamayışı, partinin çalışmalarını kapsam ve içerik olarak daraltmaktadır. Partili kadrolar hala geniş kitlelerle yüz yüze, iç içe politik faaliyet yürütme düzeyine ulaşmamıştır. Bundan dolayıdır ki, kadrolarla-kadroların ilişkisi daha gelişkindir. Buradan dönük birkaç soru sormakla başlayabiliriz. Açığa çıkan sorunlardan yalnızca parti mi sorumludur? Kadroların bu sorunların yaşanmasında sorumluluğu yok mudur? Hatalar sadece partiye mi aittir? Peki, parti kimdir? Parti sadece seçilmişler veya atanmış yöneticiler midir? Ya da parti, seçkin kimi kadrolar mıdır? Peki, parti içinde özneleşmek nedir? Toplam parti faaliyetiyle bütünsel bağlar kurmak ne anlama gelir? Bu soruları yanıtlarken, bende bu kadar, partide de bu kadar hata var gibi bir dengeyle yol alamayacağımız kesindir. Sorun, sorumlu belirlemek midir, yoksa sorunları çözecek olan özneleri, gelişimi, değişimi ve daha güçlü iradeleri ortaya çıkarmak mıdır? Önemli olan, bir denge tutturmanın ötesinde, yakalanması gereken halkanın somut açığa çıkartılmasıdır.
Parti; tek tek kadrolar ve bu kadroların birikimi, niteliği, pratiği, rejim karşısındaki duruşu, yaratmış olduğu değerler, bu değerlerin yaygınlığı ve kitleselleşmesi, dönüşümün niteliği ve hızının toplamıdır. Kadrolar, parti toplamının birer öznesi ve yaratıcılarıdır. Her bir partilinin, partili değerleri, normları, kültürü içselleştirmesi ve partinin devrimde kendine biçtiği rolü, bir MLKP'li olarak kendine biçmesi önemlidir. Bu rol bilinci, partinin uyumlu yürüyüşünü, kadroların özneleşmesini, güven ilişkileri ve eşitliği, her bir kadronun duygu, düşünüş ve davranışta devrimin ihtiyacı yönünde kendini örgütlemesini sağlar. MLKP'li bir kadronun temel ölçütü, partinin tüm kadrolarında var etmeyi hedeflediği ölçü olmalıdır. Bunun için öncelikle, partili olmanın kıstasları ve parti tarzının çizgileri, herhangi bir yoruma açık kapı bırakmadan tüm partili kadrolar için açık hale getirilmelidir. Aksi halde, ben"i partiye dayatmalar, partili uyumda bozulma ve sapmalar, yer yer kırılmalar ve sorunları kendi dışında, soyut bir partide arama anlayışının gelişmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle, parti-kadro ilişkisi hem tam bir uyuma ve birbirini tamamlamaya, hem de iç çatışmaya ve sorgulamaya dayanmak zorundadır. Bu, uyum ve devrimci iç savaşta yakalanan bütünlük, tek tek kadrolar ve bir bütün olarak partinin birbirini tamamlayan niteliksel gücünü açığa çıkarır.
Partili sistemin temel mantığı birbirini tamamlamak ve yönelimi ortaklaştırıp güçlendirmektir. Ama bu asla, yanlışla, hatayla, partili değerleri bozucu şeylerle dayanışmak değildir. Yanlışla uzlaşma, sosyalist bir dünyanın/geleceğin temsilcisi olan partimizin var oluş nedeninden uzaklaşması demektir. Bu nedenle partimiz, hatalarla dayanışma ya da uzlaşmayı değil, hatalara karşı iç mücadele anlayışını temel almıştır. Kendine yabancılaşmış, sorgulamayan, özne olmayan kapitalist insan tipine karşı savaşım başlatmıştır. Açıktır ki, bir sorunu çözümlemek ve çözmek için, değişimi hedefleyen bir iç çatışmanın açığa çıkarılması gereklidir. "Parti şunu, şunu yapmadı", "kadrolarında şunu geliştiremedi", "politik refleks gösteremedi" gibi akıl yürütmelerle, kendini bu iç çatışmadan azade tutmak, sorunu kendi dışında arama anlayışı, partili bir anlayış değildir.
Oysa "ben" ile "kolektif" arasında sürekli bir alış-veriş ve karşılıklı etkileşim hali vardır. Bundan dolayıdır ki, "ben"in her davranışı aynı zamanda "kolektif" toplamın bir sonucu olduğu gibi, "kolektifin" her eylemi de aynı zamanda "ben"in eylemidir. Ortaya çıkan toplam sonuç ister olumlu, ister olumsuz olsun ikisinin ürünü ya da eseridir. Parti ile kadrolar ilişkisinin temeli de buraya dayanır. Her bir kadronun devrimci kişiliği ve pratiğini şekillendiren partinin toplam değerleridir; ama aynı zamanda bu partili değerlerin toplam yaratıcısı da yine tek tek kadroların kendisidir. Bu nedenle parti, kadroların toplam niteliğidir. Ve kadrolar parti değerlerinin ve pratiğinin yaratıcı özneleridir.Ve sıklıkla vurguladoğımız kollektif etkin bierey olmanın anlamıda budur.
Toplumun herhangi bir parçası olmaktan, toplumu değiştiren öznenin bir parçası olmaya bilinçli karar veriş, devrimci bireyin değişimini zorunlu kılan bir süreçtir. Partinin toplam siyaset kültürü, teorik öngörüsü ve siyasal niteliği, politika yapış tarzı, kitlelerle buluşma biçimi, kadronun değişimini de koşullar. Her bir kadro açısından, kendisine biçtiği rol ve buna bağlı olarak ortaya koyduğu irade, değişimin gücünü, hızını, niteliğini ve ortaya çıkardığı enerjiyi belirler. Her örgüt kendi kadro tipini yarattığı gibi, her kadro bütünü de kendi örgüt gerçeğini yaratır.
Her partili kadro, kendisini partinin bir öznesi olarak görüyorsa, onun eyleminin de sorumluluğunu taşır. Partinin eylemi kimi zaman, toplumsal gelişmeler üzerinde devrimci bir etki yaratan, yarattığı değerlerle işçi sınıfı ve ezilenler üzerinde güveni büyüten, eylemiyle kitleleri arkasından sürükleyen bir biçimde olacağı gibi kimi zaman da bunların tam tersi olabilir. Partililerin her iki durumda da, kendilerinin de bir payı olduğunu kabul etmesi, sonuçlarla bu sorumlulukla ilişkilenmesi, partili özneler haline gelindiğinin göstergesidir. Partinin her adımı üzerine kafa yormak, yoğunlaşmak ve ileriye dönük sonuçlar çıkarmak, aklını ve emeğini partinin geleceğine vermek, özne halinin pratiğidir.
Partili ve partili olma ilişkisi doğru kurulamadığında partinin eksik, hata ve zayıflıklarından kendini sorumlu görme kültürünü geliştirmek zorlaşır. Her bir partili, ortaya çıkan zayıflıklarda kendisine ait sorumlulukları tespit etme ve bunları çözüme yönelme kültürünü kendinde var ettiği oranda "parti benim" anlayışı gelişir.
Böyle bir kültür ve devrimcilik anlayışının gerekleri: Partinin eyleminden kendisini azad eden yaklaşımı mahkum edebilme gücüdür. Devrimci bir kadro olarak iç çatışmalarda irade olma kararlılığıdır. Partinin her eylem ve davranışından kendini sorumlu görmedir. Partiyle özdeşleşmek, devrimde özneleşmektir. Kendinden başlayarak, örnekler yaratarak toplam değişimi örgütlemede sorumluluk bilincidir. "Parti benim" bilincini kuşanmaktır.
Gülten Kışanak'ın Çele'de kimyasal silahlarla katledilen PKK gerillasının naaşı karşısında büyük bir hüzünle "barışı getiremedik, sizi yaşatamadık, biz de suçluyuz?" sözleri çok anlamlıdır. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da hergün kirli savaşın bir başka yüzüyle karşı karşıya geldiğimiz, sendikacıların, gazetecilerin, akademisyenlerin, muhalif tüm kesimlerin polis postalları ve kelepçesiyle zindanlara taşındığı; eşitlik, adalet, demokratik hakları kullanma talebinin bu kadar güncel hale geldiği bugünlerde, komünist bireyler olarak kendimizi ne kadar sorumlu görüyoruz ve sorguluyoruz? Devrim iddiasını kuşanmış savaş partisine üye kadrolar olarak sorumluluklarımıza ne kadar sarılıyoruz?
Örneğin; kolektif aklın ve iradenin örgütlendiği organ toplantılarının yapılmayışını eleştirirken, kendi organ toplantılarımızı yapıyor muyuz? Kolektivizmi işletmeyenlerin karşısına, partili sorumlulukla dikilebiliyor muyuz?
Partinin gerekli denetimleri yapmadığına dair eleştiriler sunarken, kendi organ içi denetimlerimizi veya alt örgütlerin denetimini yapıyor muyuz? Uzağa gitmeye gerek yok, kendi devrimciliğimizin, bireysel gelişimimizin denetimini yapıyor muyuz?
Partiyi, kadrolara yakın durmadığı, kadroların gelişimini takip etmediği, iradi davranmadığı için eleştirirken; biz kendi gelişimimizi ne kadar örgütlüyor, disipline ediyor, parti ve devrimin hizmetine sunuyoruz? Veya biz, yanıbaşımızdaki yoldaşımıza ne kadar yakın duruyor, ne kadar paylaşıyoruz. Yönetici olalım veya olmayalım, kendimizi, diğer yoldaşların gelişiminden, duygu ve düşünce dünyasını örgütlemekten ne kadar sorumlu hissediyoruz?
4.Kongrenin perspektifleri doğrultusunda kadın özgürleşmesinin olanaklarını yeterli oranda örgütlemediği için partiyi eleştirirken; kendi birimlerimizde bunun olanakları ne kadar örgütlüyoruz? Örgütlerimizde kadın eşitliği, kotası veya örgüt yaşamında kadına pozitif ayrımcılığı ne kadar uyguluyoruz? Kadın özgürleşmesi, önderleşmesi ve komutanlaşmasını olanaklarını yaratıyor muyuz?
Bir kampanya ve eylemde, başarısı veya çalışma disiplini nedeniyle partiyi eleştirirken; bir partili ve organ üyesi olarak, biz o kampanyanın gereklerini ne kadar yerine getiriyoruz? Kampanyanın başarıyla sonuçlanması için tüm olanakları ama bunun yanında aklımızı, emeğimizi ve enerjimizi ne oranda katıyoruz?
Faşist sömürgeci diktatörlüğün saldırıları karşısında, partiden daha güçlü askeri eylemler beklerken biz ne yapıyoruz? Bu eylem için gerekli olan keşif, istihbarat, lojistik, teknik, kadro aktarımı gibi çeşitli ihtiyaçlara kafa yoruyor, bunları yaratıyor veya bizzat kendimizi bu savaşın öznesi olarak görüyor muyuz? Ya da bulunduğumuz alanlarda devrimci kitle şiddetinin uygulanmasında rol oynuyor muyuz? Partiyle ve çalışmalarıyla, 4.Kongrenin ortaya koyduğu askeri-politik kadro tarzı ve aklıyla ilişki kurabiliyor muyuz?
Tüm bunlar ve daha fazlasını, olması gereken tarzda, kendimizden başlatarak, örnekler yaratarak, yol açarak gerçekleştirmede kendimize rol biçiyor muyuz? Partinin her sorununu kendi sorunumuz, her ihtiyacını, bu ihtiyacı karşılayacak sorumlu kadro olarak algılıyor muyuz?
Parti biziz ve biz sahip olduğumuz sorumlulukları yerine getirdiğimiz sürece, parti de sorumluluklarını yerine getiriyor demektir. Partiden daha etkin askeri eylemler beklediğimiz yerde istihbarat, lojistik ve diğer ihtiyaçları kendi dışında görmek, askeri eylemin araçlarından, zorun araçlarından uzak durmak ama büyük beklentiler içinde olmak bir devrimci için ne kadar ahlakidir? Ya da parti kişisel gelişim stratejisi çıkarmadığı için kendi gelişimini örgütlememek, kendiliğindenciliğe bırakmak, devrimciliği bir kimlik ve kişilik olarak gören bir MLKP'li için kabul edilebilir mi?
Bütün bunlar karşısında kendimizi değerlendirme yöntemimizin, bir yoldaştan ya da bir başka organdan nispeten iyi olması, kabul edilebilir olduğu anlamına gelmez. Partinin ve devrimin ihtiyaçları bizim temel kriterimiz olmalıdır. Devrimci olan, partinin yapamadıklarından da kendimizi sorumlu görmek, daha ne yapabilirim, birimim ne yapabilir diye sormak, sorunlara ortak olmaktır. Yoksa, parti ... yapmadı, parti... etmedi, parti... eksik kaldı, parti... öngörüsüz yaklaştı vb... yargılamaları içinde, kendimize dokunmamaya devam ederiz? Kendimize dokunmadan yaptığımız her sorgulama ise, partiye güvensizliğe kapı aralar.
Görev ve sorumluluklara böyle bakmak, en nihayetinde her görev ve sorumluluğun bir muhatabı olduğu anlayışını da karartmaz. Önderliğinden ve önderlik kadrosundan başlayarak kim ya da hangi organ görev ve sorumluluklarını yerine getirmiyorsa, elbette bu devrimci eleştirinin ve özeleştirinin konusu olmalıdır. Görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenler, partiye bunun hesabını vermelidir. Partinin toplam eyleminden, eksik, hata ve yapamadıklarından aynı zamanda MLKP'li bir kadro olarak kendimizi sorumlu hissetmek, görev ve sorumluluğu üstlenen kişi ya da organın hesap vermesine engel değildir/olamaz. Bir başka kişi ya da organın yapamadıkları, hataları, eksiklikleri ve yetmezliği; bizim hatalarımızın, eksikliklerimizin, yetmezliklerimizin ve yapamadıklarımızın nedeni, bahanesi olamaz.
Evet biz örgütlü bir gücüz. Örgütlülüğü kapitalist barbarlığın, faşist-sömürgeci ablukanın dağıtılması için tercih ettik. Tercihimiz ve kararımız bilinçlidir. Bilincimiz partide örgütlüdür. Örgütlülüğümüz, kişiliğimiz ve karakterimizdir. Kendimizi varetme biçimimizdir. Parti ancak biz olabiliriz. Partinin eylemi ancak bizim eylemimiz olabilir. Partinin eksiklikleri bizim eksikliklerimizdir. Partinin yapamadıkları bizim yapamadıklarımız, partinin güçlü yanları bizim güçlü yanlarımızdır. Partinin her soluğu bizim soluğumuzdur. Bizim yarattığımız her değer partinin değeridir. Bizim eksik kaldığımız her eylem, partinin eksik kaldığı bir eylemdir. Bundan dolayıdır ki tek tek devrimci bireyler olarak sahip olduğumuz her değer, ortaya koyduğumuz her eylem, yarattığımız her gelenek, attığımız her devrimci adım çok ama çok önemlidir. Çünkü her adım, partinin değerine dönüşmektedir. Çünkü kitleler, partiye bizim somutumuzda dokunmakta, hissetmekte ve kucak açmaktadır.