Kasımla filizlenir yiten gülücük
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

01 Ocak 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 69

 

Kasım ayı, sarsılma ve yenilenmelere tanık olmuş aylardan biridir. Bir yüzleşme zamanıdır. Tarihin süzgecinden dimdik ve onurlu geçenlerin suretlerinden oluşan bir boy aynasıdır Kasım. Şehitlere verilen sözlerden, edilen yeminlerden oluşan eşikteki duruş halidir. Onlara layık olmanın ve onlardan miras kalanın denkliğinin tekrar tekrar ölçüm zamanıdır.
Benim için de bir arınma ve yenilenme zamanıdır Kasım ayı. Ancak bu Kasım ayının, farklı bir anlamı olduğunu ifade etmeliyim. Tarihin süzgecinden geçenlerden oluşan bu boy aynasından, kendime daha fazla bakmam gereken bir dönemdeyim şimdilerde. O aynadan yıllarca bakıp ve çoğu kez tebessüm etmiştim öncelerde. Ömrümün toplamından bakıldığında kısa sayılamayacak bir zamandan bu yana parti faaliyeti içerisindeyim. Parti tarihinin belirli bir dönemini oluşturan tarihim boyunca, pek çok görev aldım ve elimden geldiğince de hakkını vererek yerine getirmeye çalıştım. Genel olarak yapılan değerlendirmelerde, zaman zaman başarılı olduğum da ifade edildi. Taki bir süre öncesine kadar. Ben kendimi yorulmuş ve başarısızlık duygusu içerisinde bulana kadar. Yaşadıklarım benim açımdan kabulü ve ifadesi oldukça güç şeylerdi. Gerek kendime gerekse de çalışma alanım ve yoldaşlara dönük pek çok eleştirim vardı. Buna karşın bu dönem, yaşanan tüm sorun ve eksikliklerin asli bir unsuru, çözümünün parçası olduğum gerçeğini unuttuğum bir dönemdi. Eylemin dönüştürücü, değiştirici gücünden kopmaya başlayıp, duygularımla hareket etmeye başladığım dönemin de başlangıç anı. Bu ruh hali içinde bana verilen görevleri, nedenlerini tartışmaksızın bırakmıştım. Daha önce bu tarz yöntemler izleyen yoldaşların pratiklerine çok kızmış, öfke duymuştum. En azından ifade etmeliydiler demiştim, ancak aynı şeyi kendim yapar duruma gelmiştim.
O zamana değin pek çok yoldaşa, partinin aslında kendileri olduğunu, sorunların çözümünün de asli bir parçası olmaları gerektiğini ifade etmiştim. Kafamda sayısız soru, sorun vardı. Ancak o sıralar hepsi benim uzağımda ve daha çok da başkalarına dairdi. Kendimi çoğu kez cesur biri kabul eden, yer yer bunu sınama olanağı da bulan ben, bu defa korkaktım. O sıralar neden korktuğumun farkında dahi değildim. Benim bakımımdan böylesi bir dönem ilkti. Neredeyse parti içerisinde büyümüştüm, onunla var olmuştu tüm yaşamım. Kendimi partiyle var edip dünyaya bakışımı bu değerlerle şekillendirmiştim. Fakat ilk defa ona uzak ve kırılmıştım. Dün söylediklerim ile geldiğim nokta arasında uçurumlar var gibiydi. Hayatımın neredeyse bütününü kapsayan Parti'nin uzağına düşme duygusu ise girdabım olmuş gibiydi. Deyim yerindeyse sudan çıkmış balık gibiydim. Her şeye ama en çok da kendime öfkeliydim. Kafamda biriktirdiklerimi anlatıp tartışmayışıma, kendimde biriktirdiğim bu tüketici yüklere; bunu yapamadığım için o güne kadar birlikte çalıştığım kimi yoldaşlara ve daha pek çok şeye öfkeliydim. Bir yoldaşı canı sıkkın gördüğüm anda, nedenini merak eden, paylaşması için uğraşan ve elimden geldiğince çözümler bulmak için kafa yoran ben; aynı imkanı başkaca yoldaşlara kendim için vermemiştim. Bu yolla içten içe kendi ‘çöküşümü' hazırlamıştım. Yoldaşlara kırgınlığım ise, bana rağmen bunu fark etmemelerineydi galiba. Her zaman yoldaşça ilişkilere sahiptik, ancak bu ilişki tüm duygu, düşünce dünyamızla bütünleşmemişti galiba. İş yapmakta ustalaşma çabamız güçlüyken, derinlikli paylaşmada daha çok amatördük. Ben ise, içimde yaşadığım sorun ve sıkıntıları zayıflık olarak görme, bunların zamanla aşılacağı, üzerinde durup can sıkmanın yersiz olduğu yanılgısı ile kendi kendimi tükettiğimin farkında değildim. Benimle kurulan diyaloglarda sürekli daha büyük başarılar hedefi ile pratik işlerden söz edilip, buradan roller biçilmesi ise; kendi içimde yaptığım tartışmaları açıktan yapmanın zayıflık ve yersiz olacağı düşüncesini daha fazla besler olmuştu. Bunda statik ve bilgi alış verişine dayanan ilişki sistematiğinin de etkisi vardı elbette. Buna benzer onlarca neden sıralamak mümkündü. Ancak tüm bunlar buz dağının bendeki görünen yüzüydü. Peki, tüm bunlar durumu açıklamaya yeter miydi?
Nedeni ne olursa olsun yaşadıklarım ideolojik bir kırılmaydı. Fakat bunu kabul etmem, sürece buradan bakmam öyle kısa sürede olmadı ne yazık ki. Aslında korktuğum şeyin yaşadığım ideolojik kırılmayı kabul etmek olduğunu, bunu itiraf etmekten kaçtığımı şimdilerde anlıyorum. Genel psikolojide olduğu gibi, kendimle yüzleşmekten kaçmak için sorunu kendi dışımda aramayı, yaşanan sorunları sürecin temel nedeni haline dönüştürmeyi tercih eder olmuştum. Kendimden kaçtıkça, kızgınlıklarım, ‘suçlamalarım' daha fazla çoğalır hale gelmişti. Eleştiri konusu yaptığım konularda haklı olduğum pek çok nokta olduğu bir gerçekti. Fakat çözüm gücü olunup, doğru yöntem bulunamadığı takdirde; doğrular da hükmünü yitirir duruma gelebiliyor. Bu dönemin devamında yaşadığım tam anlamıyla bir boşluktu. Partiden kopmamıştım, onunla arama mesafeler hiçbir zaman koymamıştım. Ancak yıllardır devam eden parti faaliyetimin dışında kalır duruma gelmiştim. Üstelik hiçbir dönem ortalama devrimcilik yapma, mücadelenin kıyılarında dolanıp, destekleme düşüncem de olmamıştı. Kavganın dışında bir yaşamsa istediğim ya da mutlu olabileceğim bir yaşam değildi. Değişmesi gerektiğine inandığım bu sistemde, onun kurallarıyla bir hayat özlemim hiçbir dönem olmamıştı, dolayısıyla düzenle barışık yaşamam mümkün değildi.
Bu dönem boyunca beni yalnız bırakmayan, kendimle yüzleşme sürecimi hızlandıranların başında şehit yoldaşlarımız geliyordu. Ahmet Metin Koyuncu yoldaşı sayısız defa düşünmüş, O'na dair yazılanları okumuştum. Onun yaşamı boyunca içinde duyduğu sosyalizm özlemi, partinin uzağında olduğu anlarda dahi partiyi, gelişimini dert eden tutumu ve her şeyden öte kavgaya adanmışlığı. Bu sürecin öncesinde de büyük bir hayranlık duyduğun Ahmet Metin yoldaş, bu olumsuz dönemimde de benimleydi, kendime sorular sormama vesile olmuştu. Yine Kutsiye yoldaş sayısız defa zihnimde, yeni insana, yükümlüklerine dair cümleler kurarak, "Çıkarın rüzgârın kelepçesini" demişti. Yıllar önce çıktığım Ankara Kalesi'nden Ulucanlar Hapishanesine bakarak Hüseyin Demircioğlu yoldaşa, sessiz ama içten bir söz vermiştim. O sözü tutma iradesinin dışında kalmışlık hali benim için tam bir işkence gibiydi. Onlar, eylemleriyle zihnimdeyken, fotoğraflarına bakamıyor, her daim baktığımda tebessüm eden suretlerinde, öfke bulacağım duygusu yaşıyordum. Bu dönem, şehit yoldaşların, yaşamları kadar ölümsüzleşme pratikleriyle ne derece öğretici olduklarını çok daha net anlamamı sağlamıştı. Onlar bu zorlu sürecimde, çıkışsız anlarımda birer Işık huzmesi olmuşlardı ve ne kadar önemli olduklarını bir kez daha hissettirmişlerdi.
Şimdi dönüp kendime, geçen sürece bakıyorum yeniden şehitlerimizin yansımasından. Yaşadığım sürecin izlerini hala üzerimde taşıyorum ve kendime sormam gereken pek çok soruyu henüz sormadığımı biliyorum. Bence en önemlisi, artık olana bitene, kendime kızıp yakınmayı bırakıp; sorular sorup çeşitli dersler çıkarma isteği duyuyor oluşum. Uzun bir dönem boyunca yürüdükten sonra, yolun başındaymışçasına yeniden yürümeye başlamak; evet oldukça zor. Yer yer aklıma geçen zaman geliyor ve sıfırdan başlama fikri oldukça zor geliyor. Ancak zor da olsa kendimi sıfırdan başlamış, mücadele ile yeni tanışmış kabul ediyorum. Yaşadığım sıkıntıları, nedenlerini, eleştirilerimi yok saymadan; bu süreci bir yerde kendimle mücadele sürecim kabul ediyorum.
Kavga, yenilgi ve zaferler tarihinin toplamından oluşuyorsa, ben de kendi ‘yenilgime' yeniden yeniden bakarak zaferlerimi inşa edeceğim. Bu dönem, kendim için daha fazla mücadele etmem gerektiğini biliyorum. İşte bu nedenlerle, Kasım ayının benim açımdan bu yılki anlamı çok daha fazla. Kendi eksikliklerimi değişmez bir olguymuşçasına ortaya koyan, geri yanlarımla ‘yapabildiğim kadarıyla' diye başlayan cümlelerin ardına sığınarak uzlaşan bir devrimcilik yapmak istemiyorum. Şehitlerimizin önemi, ayırt edici özelliklerinden biri de bu değil mi?
Yenilenmeden, kendimde yeni insanı daha sağlam biçimde inşa etmeden yeni başlangıcımın, yürüyüşümün temellerinin de sağlam olacağına inanmıyorum. Bu elbette partinin uzağında, kendi başıma tamamlayabileceğim bir süreç değil, olamaz da. İçinde yaşamak istemediğim bu sistemi değiştirecek olan partinin, benim gelişim, değişim sürecimin kaldıracı ve yaralarımın merhemi olacağına inanıyorum. Bundan sonra çok daha sık yaşamlarına, pratiklerine bakacağım şehit yoldaşların, anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Ayrıca onlara teşekkürü borç biliyorum; yaşamları, pratikleri ve ölümsüzlük anlarıyla bana/bizlere büyük bir mirası devrettikleri için. Ve onlara bir kez daha söz vermek istiyorum; sizlere, değerlerinize, mirasınıza layık olmak ve sizlerin suretlerinden oluşan boy aynasından dimdik bakıp, sınırsız gülücükler oluşturmak için yapabileceğim kadar değil tüm gayretimle çalışacağım...

Bir Yoldaş


 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Kasımla filizlenir yiten gülücük
fc Share on Twitter
 

 

01 Ocak 2012 /Partinin Sesi / Sayı: 69

 

Kasım ayı, sarsılma ve yenilenmelere tanık olmuş aylardan biridir. Bir yüzleşme zamanıdır. Tarihin süzgecinden dimdik ve onurlu geçenlerin suretlerinden oluşan bir boy aynasıdır Kasım. Şehitlere verilen sözlerden, edilen yeminlerden oluşan eşikteki duruş halidir. Onlara layık olmanın ve onlardan miras kalanın denkliğinin tekrar tekrar ölçüm zamanıdır.
Benim için de bir arınma ve yenilenme zamanıdır Kasım ayı. Ancak bu Kasım ayının, farklı bir anlamı olduğunu ifade etmeliyim. Tarihin süzgecinden geçenlerden oluşan bu boy aynasından, kendime daha fazla bakmam gereken bir dönemdeyim şimdilerde. O aynadan yıllarca bakıp ve çoğu kez tebessüm etmiştim öncelerde. Ömrümün toplamından bakıldığında kısa sayılamayacak bir zamandan bu yana parti faaliyeti içerisindeyim. Parti tarihinin belirli bir dönemini oluşturan tarihim boyunca, pek çok görev aldım ve elimden geldiğince de hakkını vererek yerine getirmeye çalıştım. Genel olarak yapılan değerlendirmelerde, zaman zaman başarılı olduğum da ifade edildi. Taki bir süre öncesine kadar. Ben kendimi yorulmuş ve başarısızlık duygusu içerisinde bulana kadar. Yaşadıklarım benim açımdan kabulü ve ifadesi oldukça güç şeylerdi. Gerek kendime gerekse de çalışma alanım ve yoldaşlara dönük pek çok eleştirim vardı. Buna karşın bu dönem, yaşanan tüm sorun ve eksikliklerin asli bir unsuru, çözümünün parçası olduğum gerçeğini unuttuğum bir dönemdi. Eylemin dönüştürücü, değiştirici gücünden kopmaya başlayıp, duygularımla hareket etmeye başladığım dönemin de başlangıç anı. Bu ruh hali içinde bana verilen görevleri, nedenlerini tartışmaksızın bırakmıştım. Daha önce bu tarz yöntemler izleyen yoldaşların pratiklerine çok kızmış, öfke duymuştum. En azından ifade etmeliydiler demiştim, ancak aynı şeyi kendim yapar duruma gelmiştim.
O zamana değin pek çok yoldaşa, partinin aslında kendileri olduğunu, sorunların çözümünün de asli bir parçası olmaları gerektiğini ifade etmiştim. Kafamda sayısız soru, sorun vardı. Ancak o sıralar hepsi benim uzağımda ve daha çok da başkalarına dairdi. Kendimi çoğu kez cesur biri kabul eden, yer yer bunu sınama olanağı da bulan ben, bu defa korkaktım. O sıralar neden korktuğumun farkında dahi değildim. Benim bakımımdan böylesi bir dönem ilkti. Neredeyse parti içerisinde büyümüştüm, onunla var olmuştu tüm yaşamım. Kendimi partiyle var edip dünyaya bakışımı bu değerlerle şekillendirmiştim. Fakat ilk defa ona uzak ve kırılmıştım. Dün söylediklerim ile geldiğim nokta arasında uçurumlar var gibiydi. Hayatımın neredeyse bütününü kapsayan Parti'nin uzağına düşme duygusu ise girdabım olmuş gibiydi. Deyim yerindeyse sudan çıkmış balık gibiydim. Her şeye ama en çok da kendime öfkeliydim. Kafamda biriktirdiklerimi anlatıp tartışmayışıma, kendimde biriktirdiğim bu tüketici yüklere; bunu yapamadığım için o güne kadar birlikte çalıştığım kimi yoldaşlara ve daha pek çok şeye öfkeliydim. Bir yoldaşı canı sıkkın gördüğüm anda, nedenini merak eden, paylaşması için uğraşan ve elimden geldiğince çözümler bulmak için kafa yoran ben; aynı imkanı başkaca yoldaşlara kendim için vermemiştim. Bu yolla içten içe kendi ‘çöküşümü' hazırlamıştım. Yoldaşlara kırgınlığım ise, bana rağmen bunu fark etmemelerineydi galiba. Her zaman yoldaşça ilişkilere sahiptik, ancak bu ilişki tüm duygu, düşünce dünyamızla bütünleşmemişti galiba. İş yapmakta ustalaşma çabamız güçlüyken, derinlikli paylaşmada daha çok amatördük. Ben ise, içimde yaşadığım sorun ve sıkıntıları zayıflık olarak görme, bunların zamanla aşılacağı, üzerinde durup can sıkmanın yersiz olduğu yanılgısı ile kendi kendimi tükettiğimin farkında değildim. Benimle kurulan diyaloglarda sürekli daha büyük başarılar hedefi ile pratik işlerden söz edilip, buradan roller biçilmesi ise; kendi içimde yaptığım tartışmaları açıktan yapmanın zayıflık ve yersiz olacağı düşüncesini daha fazla besler olmuştu. Bunda statik ve bilgi alış verişine dayanan ilişki sistematiğinin de etkisi vardı elbette. Buna benzer onlarca neden sıralamak mümkündü. Ancak tüm bunlar buz dağının bendeki görünen yüzüydü. Peki, tüm bunlar durumu açıklamaya yeter miydi?
Nedeni ne olursa olsun yaşadıklarım ideolojik bir kırılmaydı. Fakat bunu kabul etmem, sürece buradan bakmam öyle kısa sürede olmadı ne yazık ki. Aslında korktuğum şeyin yaşadığım ideolojik kırılmayı kabul etmek olduğunu, bunu itiraf etmekten kaçtığımı şimdilerde anlıyorum. Genel psikolojide olduğu gibi, kendimle yüzleşmekten kaçmak için sorunu kendi dışımda aramayı, yaşanan sorunları sürecin temel nedeni haline dönüştürmeyi tercih eder olmuştum. Kendimden kaçtıkça, kızgınlıklarım, ‘suçlamalarım' daha fazla çoğalır hale gelmişti. Eleştiri konusu yaptığım konularda haklı olduğum pek çok nokta olduğu bir gerçekti. Fakat çözüm gücü olunup, doğru yöntem bulunamadığı takdirde; doğrular da hükmünü yitirir duruma gelebiliyor. Bu dönemin devamında yaşadığım tam anlamıyla bir boşluktu. Partiden kopmamıştım, onunla arama mesafeler hiçbir zaman koymamıştım. Ancak yıllardır devam eden parti faaliyetimin dışında kalır duruma gelmiştim. Üstelik hiçbir dönem ortalama devrimcilik yapma, mücadelenin kıyılarında dolanıp, destekleme düşüncem de olmamıştı. Kavganın dışında bir yaşamsa istediğim ya da mutlu olabileceğim bir yaşam değildi. Değişmesi gerektiğine inandığım bu sistemde, onun kurallarıyla bir hayat özlemim hiçbir dönem olmamıştı, dolayısıyla düzenle barışık yaşamam mümkün değildi.
Bu dönem boyunca beni yalnız bırakmayan, kendimle yüzleşme sürecimi hızlandıranların başında şehit yoldaşlarımız geliyordu. Ahmet Metin Koyuncu yoldaşı sayısız defa düşünmüş, O'na dair yazılanları okumuştum. Onun yaşamı boyunca içinde duyduğu sosyalizm özlemi, partinin uzağında olduğu anlarda dahi partiyi, gelişimini dert eden tutumu ve her şeyden öte kavgaya adanmışlığı. Bu sürecin öncesinde de büyük bir hayranlık duyduğun Ahmet Metin yoldaş, bu olumsuz dönemimde de benimleydi, kendime sorular sormama vesile olmuştu. Yine Kutsiye yoldaş sayısız defa zihnimde, yeni insana, yükümlüklerine dair cümleler kurarak, "Çıkarın rüzgârın kelepçesini" demişti. Yıllar önce çıktığım Ankara Kalesi'nden Ulucanlar Hapishanesine bakarak Hüseyin Demircioğlu yoldaşa, sessiz ama içten bir söz vermiştim. O sözü tutma iradesinin dışında kalmışlık hali benim için tam bir işkence gibiydi. Onlar, eylemleriyle zihnimdeyken, fotoğraflarına bakamıyor, her daim baktığımda tebessüm eden suretlerinde, öfke bulacağım duygusu yaşıyordum. Bu dönem, şehit yoldaşların, yaşamları kadar ölümsüzleşme pratikleriyle ne derece öğretici olduklarını çok daha net anlamamı sağlamıştı. Onlar bu zorlu sürecimde, çıkışsız anlarımda birer Işık huzmesi olmuşlardı ve ne kadar önemli olduklarını bir kez daha hissettirmişlerdi.
Şimdi dönüp kendime, geçen sürece bakıyorum yeniden şehitlerimizin yansımasından. Yaşadığım sürecin izlerini hala üzerimde taşıyorum ve kendime sormam gereken pek çok soruyu henüz sormadığımı biliyorum. Bence en önemlisi, artık olana bitene, kendime kızıp yakınmayı bırakıp; sorular sorup çeşitli dersler çıkarma isteği duyuyor oluşum. Uzun bir dönem boyunca yürüdükten sonra, yolun başındaymışçasına yeniden yürümeye başlamak; evet oldukça zor. Yer yer aklıma geçen zaman geliyor ve sıfırdan başlama fikri oldukça zor geliyor. Ancak zor da olsa kendimi sıfırdan başlamış, mücadele ile yeni tanışmış kabul ediyorum. Yaşadığım sıkıntıları, nedenlerini, eleştirilerimi yok saymadan; bu süreci bir yerde kendimle mücadele sürecim kabul ediyorum.
Kavga, yenilgi ve zaferler tarihinin toplamından oluşuyorsa, ben de kendi ‘yenilgime' yeniden yeniden bakarak zaferlerimi inşa edeceğim. Bu dönem, kendim için daha fazla mücadele etmem gerektiğini biliyorum. İşte bu nedenlerle, Kasım ayının benim açımdan bu yılki anlamı çok daha fazla. Kendi eksikliklerimi değişmez bir olguymuşçasına ortaya koyan, geri yanlarımla ‘yapabildiğim kadarıyla' diye başlayan cümlelerin ardına sığınarak uzlaşan bir devrimcilik yapmak istemiyorum. Şehitlerimizin önemi, ayırt edici özelliklerinden biri de bu değil mi?
Yenilenmeden, kendimde yeni insanı daha sağlam biçimde inşa etmeden yeni başlangıcımın, yürüyüşümün temellerinin de sağlam olacağına inanmıyorum. Bu elbette partinin uzağında, kendi başıma tamamlayabileceğim bir süreç değil, olamaz da. İçinde yaşamak istemediğim bu sistemi değiştirecek olan partinin, benim gelişim, değişim sürecimin kaldıracı ve yaralarımın merhemi olacağına inanıyorum. Bundan sonra çok daha sık yaşamlarına, pratiklerine bakacağım şehit yoldaşların, anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Ayrıca onlara teşekkürü borç biliyorum; yaşamları, pratikleri ve ölümsüzlük anlarıyla bana/bizlere büyük bir mirası devrettikleri için. Ve onlara bir kez daha söz vermek istiyorum; sizlere, değerlerinize, mirasınıza layık olmak ve sizlerin suretlerinden oluşan boy aynasından dimdik bakıp, sınırsız gülücükler oluşturmak için yapabileceğim kadar değil tüm gayretimle çalışacağım...

Bir Yoldaş