MİT soruşturmaları ve klik çatışmaları
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

MİT soruşturması, Kürt sorununda bir politika ayrılığının sonucu olarak değil, ama buradaki ikiyüzlü siyasetin, iktidar ortakları arasındaki çatışma ve çelişkilerde birbirleri aleyhine kullanılmasıyla gündeme gelmiştir. Daha önce şike soruşturması, emeklilik yasası, KİK baskını ve Mavi Marmara türünden kimi dış siyasal gündemlerde emareleri görülen bu çelişkiler derinleşerek sürecektir.

 

01 Mart 2012 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 114

 

 

Yüzlercesi seçilmiş belediye başkanları, BDP yöneticileri, aydınlar, PKK lideri Öcalan'ın avukatları olmak üzere 7 bin Kürt yurtseveri, devrimci ve demokratın tutuklanmasına neden olan KCK soruşturmaları, PKK ile Oslo görüşmeleri olarak adlandırılan gizli müzakere süreçlerini yürüten MİT elemanlarına dek uzandı.
8 Şubat günü, KCK soruşturması adı altında Kürt özgürlük güçlerine karşı yürütülen siyasi tasfiye hareketinde görevli savcı Sadrettin Sarıkaya'nın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı adına MİT müsteşarı Hakan Fidan'ı sanık sıfatıyla ifadeye çağırdığı açığa çıktı. Eski MİT müsteşarı Emre Taner ile yardımcı Afet Güneş ve 2 MİT'çi de aynı kapsamda ifadeye çağrıldı. Fidan ve ekibine yönelik suçlamalar, PKK içerisindeki ajan faaliyetlerinde ve PKK temsilcileriyle gerçekleştirilen Oslo görüşmelerinde görevini kötüye kullandığı iddiasına dayanıyor.
Bu olayla birlikte emniyet-yargı-MİT-hükümet eksenli yoğun bir iç çekişme trafiği Şubat ayı siyasal gündeminde merkeze oturdu.
AKP hükümetinin ilk tepkisi Fidan ve ekibinin etkin ve başarılı bir çalışma yürüttüğünü belirten Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Başbakan Erdoğan ve çeşitli hükümet üyelerinin açıklamalarıyla MİT unsurlarının sahiplenilmesi oldu. Bir kaç gün içinde özel yetkili savcı Sarıkaya görevden alındı. Aynı günlerde KCK soruşturması polisleri de görevlerinden alındı. Aynı zamanda hükümet derhal MİT'çileri kurtarma operasyonu anlamında bir yasa yapımına girişti ve jet hızıyla hazırlanan yasa teklifi AKP oylarıyla meclisten geçti. Yasaya göre Başbakan Erdoğan'ın özel görevlendirdiği kişilerin yargılanması başbakanın iznine bağlanarak başbakana kendi çetesini oluşturma yetkisi veriliyor ve kanun hükmünün yürürlüğe girdiği anda devam eden soruşturma ve kovuşturmalar için de geçerli oluyor.
Bu gelişmelerle birlikte, olayın arkasında nasıl bir kavganın, hangi güçlerin bulunduğun ilişkin yoğun tartışmalar başladı. Bazı çevreler, özellikle de Fethullah Gülen cemaatine yakın isimler, olayda "dış güçlerin parmağına", MİT ya da polis ve yargıya sızmış olabilecek MOSSAD ve CIA ajanlarının, AKP'nin Suriye ve bölge politikalarından hoşnutsuzluğuna yordular. Kimileri, Hakan Fidan ve ekibi şahsında Başbakan Tayyip Erdoğan ve yandaşlarının Kürt sorununda müzakereci çözümü esas alma niyetinde olduğunu ve bunun önünü kesmek isteyenlerin bu hamleyi gerçekleştirdiğini iddia ettiler.
Konu ilk bakışta gerçekten de karmaşık görünüyor: Polis ve sonrasında yargı, ordu-CHP-MHP ekseninin temsil ettiği kliğin kontrolünden hükümetin kontrolüne geçişinden beri AKP'nin elinde hem bu kliğe karşı burjuvazinin iç çatışmasında, hem de de Kürt ulusal hareketi başta olmak üzere devrimci ve demokratik güçlere yönelik tasfiye saldırılarında bir hücum makinesi olarak işlemiş ve işlemekteydi. Bugünse Erdoğan'a karşı yürütülen bu hamle aynı yargı ve polis üzerinden örgütleniyor. Dolayısıyla MİT yetkililerinin ifadeye çağrılmasını eski statükocu güçlerin bir hamlesi olarak nitelemek mümkün görünmüyor. Zira bu hamle az çok yargıda ve poliste etkili olan bir güç tarafından örgütlenmeseydi, savcının kişisel tasarrufunda olan münferit bir vaka olsaydı ya da dağınık durumda olan statükocu güçlerin bir direniş hamlesi olsaydı, ilk andaki tepkilerin ardından boğulabilir, geri çektirilebilir, Mecliste yasa yapmaya kadar varan ve sonrasında da süren bir çatışmanın konusu olmazdı ya da hükümetin derhal karşı operasyonlar geliştirmesi beklenebilirdi. Ancak böyle olmadı. Yine, Haziran 2011 genel seçimleri sonrasında Kürt özgürlük hareketine karşı sivil katliamları ve kimyasal silah kullanımını da içeren yoğun askeri ve siyasi saldırılarla yüklü bir topyekün savaşa girişen AKP hükümetinin sorunun müzakere yoluyla çözümünden yana olduğu ve bu nedenle MİT unsurlarının hedef alındığı iddiası da AKP hükümeti hakkındaki burjuva demokrasisi yanılsamalarıyla bağlantılı bir safdillikten öteye gitmiyor.
Buradan bakarak tüm veriler, AKP ile iktidar ortakları ya da destekçi güçler arasında belli bir çatışma veya en azından paylaşım kavgasına işaret ediyor.
Kürt sorunu, burjuvazi içerisindeki klik çatışmalarının ana unsuru olmayı sürdürüyor. AKP'nin kuruluşu, 28 Şubat 1997 döneminde burjuvazi içi klik çatışmaları kapsamında RP'nin bölünmesiyle ortaya çıkmıştı. Yine 2002'de seçimleri kazanan AKP'ye TÜSİAD, MUSİAD, Gülen cemaati vb. burjuva odaklarca verilen destek de bu iç çatışmalar ekseninde gelişmişti. Ordu-CHP-MHP ekseniyle gelişen çatışmalarda AKP'nin hükümet olduğu dönemde yürüttüğü iktidarlaşma kavgasında belli bir noktaya geldi. Bu klik polis, yargı, MİT ve son olarak ordunun temel komuta düzeylerinde önemli ölçüde mevzi kaybetti.
Kürt özgürlük mücadelesi karşısındaki irade aşınması ve bu temelde doğan paylaşım kavgaları bu klik çatışmalarının üzerine geliştiği ana eksen olduğu gibi, Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesinde başarısızlık da bu güçlerin gerek toplumsal tabanını, gerekse de burjuvazinin desteğini yitirişiyle klik çatışmalarının sonucunu belirleyen zemindi.
Ancak AKP-Gülen cemaati ikilisinin 10 yıllık hükümeti süresince bu iktidar kavgasının başarısına paralel olarak yeni bir iktidar paylaşımı kavgasının temelleri de atılıyordu. AKP ve iktidar ortakları arasındaki, ha keza bu güçlerle onlara destek veren TÜSİAD vb. burjuva güçler ve ABD ile kısmen AB gibi emperyalist güçler arasındaki çelişkiler henüz açık çatışma biçimlerini almış durumda olmadığı gibi böyle bir çarpışmaya zemin olacak derecede keskinleşmiş çelişkiler de bulunmuyor. Öte yandan MİT soruşturmasının bu gelişen çelişkilerin bir ifadesi olduğu görülüyor.
Bu çelişkilerin, Kürt özgürlük hareketine yönelik topyekün savaş konusunda bir uzlaşmazlıktan kaynaklandığı beklentisi yanlıştır. AKP hükümeti başından beri tasfiye siyasetinde nettir. "Kürt açılımı" sürecini de, bunu takip eden "Oslo görüşmelerini" de başından beri oyalama taktiği olarak almıştır. Hem sorunun müzakereci çözümünden yana beklentileri susturmuş, hem KCK tutuklamalarını vb. sürdürerek sopa politikasından yana olan kesimleri tümden küstürmemiş, Kürt açılımı sonrasında da bu süreci devam ettirerek seçimlere dek zaman kazanmış, seçimlerde aldığı % 50'lik toplumsal destekle birlikte askeri ve siyasi operasyonlarla topyekün savaş sürecine girişmiştir. AKP'nin müzakere yönünde adım atmak isteyip de elinin bağlandığı yoktur. Hakan Fidan ve ekibinin çözümcü tarafı temsil ettiği de yoktur. Erdoğan'ın Hakan Fidan ekibini değerlendirirken, "terörle mücadelede üstlerine düşeni yapmışlardır" açıklaması da bunun itirafıdır.
Öte yandan devlet içinde başkaca iç çatışmaların unsurları bu süreçte birikmiştir. Hem AKP hükümetine Kürt sorunun çözümünde, yani özgürlük hareketinin tasfiyesinde kilitlenen siyasi istrikrar amacıyla destek vermiş olan, TÜSİAD'dan burjuva liberallere dek geniş bir çevre uzun yıllara yayılan bir başarısızlık tablosundan rahatsız olmaya başlamıştır, hem de Gülen cemaati de daha "adilane" bir pay dağıtımı konusunda taleplerini sürekli artırmaktadır. Dış politikada kimi anlaşmazlıklar da bu tabloyu beslemiştir.
İşte bu noktada, tasfiye politikaları bir başka biçimde gündeme girmektedir. AKP'nin bir yanda havuç, bir yanda sopa, bir yanda "Kürt açılımı" ve Oslo görüşmeleri, diğer yanda askeri ve siyasi operasyonlar, bir yanda klikler çatışması kapsamında kontrgerilla ve ordu güçlerinin yargılanması, bir yandan kontrgerillanın yeniden örgütlenmesi, bir yanda Roboski katliamı, diğer yanda Dersim katliamı için özrün gündeme gelmesi biçiminde sürdürdüğü ikiyüzlü siyaset sürecinin toplamında ortaklarının bilgisi dahilinde epeyce kirli oyunlara girişmiştir. Bugün bu açıklar kendi ayağına dolanmaktadır.
MİT soruşturması, Kürt sorununda bir politika ayrılığının sonucu olarak değil, ama buradaki ikiyüzlü siyasetin, iktidar ortakları arasındaki çatışma ve çelişkilerde birbirleri aleyhine kullanılmasıyla gündeme gelmiştir. Daha önce şike soruşturması, emeklilik yasası, KİK baskını ve Mavi Marmara türünden kimi dış siyasal gündemlerde emareleri görülen bu çelişkiler derinleşerek sürecektir.
Bu durum, AKP hükümetinin oyalama taktiklerinin, bu ikiyüzlü hamlelerle görece bir siyasi istikrar çizme olanaklarının sınırına geldiğinin göstergelerinden biri. Topyekün savaşta bu ısrarı ve saldırganlığının bununla ilgisi vardır. Bu hamlesinde Kürt özgürlük güçlerinin direnişi ve Batı'da ilerici, devrimci ve komünist güçlerinin çıkış sağlamasıyla başarısızlığa uğraması, açmazlarını güçlendirecek ve Türk devletinin Kürt özgürlük hareketi karşısındaki irade aşınmasını derinleştirecektir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

MİT soruşturmaları ve klik çatışmaları
fc Share on Twitter
 

MİT soruşturması, Kürt sorununda bir politika ayrılığının sonucu olarak değil, ama buradaki ikiyüzlü siyasetin, iktidar ortakları arasındaki çatışma ve çelişkilerde birbirleri aleyhine kullanılmasıyla gündeme gelmiştir. Daha önce şike soruşturması, emeklilik yasası, KİK baskını ve Mavi Marmara türünden kimi dış siyasal gündemlerde emareleri görülen bu çelişkiler derinleşerek sürecektir.

 

01 Mart 2012 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 114

 

 

Yüzlercesi seçilmiş belediye başkanları, BDP yöneticileri, aydınlar, PKK lideri Öcalan'ın avukatları olmak üzere 7 bin Kürt yurtseveri, devrimci ve demokratın tutuklanmasına neden olan KCK soruşturmaları, PKK ile Oslo görüşmeleri olarak adlandırılan gizli müzakere süreçlerini yürüten MİT elemanlarına dek uzandı.
8 Şubat günü, KCK soruşturması adı altında Kürt özgürlük güçlerine karşı yürütülen siyasi tasfiye hareketinde görevli savcı Sadrettin Sarıkaya'nın, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı adına MİT müsteşarı Hakan Fidan'ı sanık sıfatıyla ifadeye çağırdığı açığa çıktı. Eski MİT müsteşarı Emre Taner ile yardımcı Afet Güneş ve 2 MİT'çi de aynı kapsamda ifadeye çağrıldı. Fidan ve ekibine yönelik suçlamalar, PKK içerisindeki ajan faaliyetlerinde ve PKK temsilcileriyle gerçekleştirilen Oslo görüşmelerinde görevini kötüye kullandığı iddiasına dayanıyor.
Bu olayla birlikte emniyet-yargı-MİT-hükümet eksenli yoğun bir iç çekişme trafiği Şubat ayı siyasal gündeminde merkeze oturdu.
AKP hükümetinin ilk tepkisi Fidan ve ekibinin etkin ve başarılı bir çalışma yürüttüğünü belirten Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Başbakan Erdoğan ve çeşitli hükümet üyelerinin açıklamalarıyla MİT unsurlarının sahiplenilmesi oldu. Bir kaç gün içinde özel yetkili savcı Sarıkaya görevden alındı. Aynı günlerde KCK soruşturması polisleri de görevlerinden alındı. Aynı zamanda hükümet derhal MİT'çileri kurtarma operasyonu anlamında bir yasa yapımına girişti ve jet hızıyla hazırlanan yasa teklifi AKP oylarıyla meclisten geçti. Yasaya göre Başbakan Erdoğan'ın özel görevlendirdiği kişilerin yargılanması başbakanın iznine bağlanarak başbakana kendi çetesini oluşturma yetkisi veriliyor ve kanun hükmünün yürürlüğe girdiği anda devam eden soruşturma ve kovuşturmalar için de geçerli oluyor.
Bu gelişmelerle birlikte, olayın arkasında nasıl bir kavganın, hangi güçlerin bulunduğun ilişkin yoğun tartışmalar başladı. Bazı çevreler, özellikle de Fethullah Gülen cemaatine yakın isimler, olayda "dış güçlerin parmağına", MİT ya da polis ve yargıya sızmış olabilecek MOSSAD ve CIA ajanlarının, AKP'nin Suriye ve bölge politikalarından hoşnutsuzluğuna yordular. Kimileri, Hakan Fidan ve ekibi şahsında Başbakan Tayyip Erdoğan ve yandaşlarının Kürt sorununda müzakereci çözümü esas alma niyetinde olduğunu ve bunun önünü kesmek isteyenlerin bu hamleyi gerçekleştirdiğini iddia ettiler.
Konu ilk bakışta gerçekten de karmaşık görünüyor: Polis ve sonrasında yargı, ordu-CHP-MHP ekseninin temsil ettiği kliğin kontrolünden hükümetin kontrolüne geçişinden beri AKP'nin elinde hem bu kliğe karşı burjuvazinin iç çatışmasında, hem de de Kürt ulusal hareketi başta olmak üzere devrimci ve demokratik güçlere yönelik tasfiye saldırılarında bir hücum makinesi olarak işlemiş ve işlemekteydi. Bugünse Erdoğan'a karşı yürütülen bu hamle aynı yargı ve polis üzerinden örgütleniyor. Dolayısıyla MİT yetkililerinin ifadeye çağrılmasını eski statükocu güçlerin bir hamlesi olarak nitelemek mümkün görünmüyor. Zira bu hamle az çok yargıda ve poliste etkili olan bir güç tarafından örgütlenmeseydi, savcının kişisel tasarrufunda olan münferit bir vaka olsaydı ya da dağınık durumda olan statükocu güçlerin bir direniş hamlesi olsaydı, ilk andaki tepkilerin ardından boğulabilir, geri çektirilebilir, Mecliste yasa yapmaya kadar varan ve sonrasında da süren bir çatışmanın konusu olmazdı ya da hükümetin derhal karşı operasyonlar geliştirmesi beklenebilirdi. Ancak böyle olmadı. Yine, Haziran 2011 genel seçimleri sonrasında Kürt özgürlük hareketine karşı sivil katliamları ve kimyasal silah kullanımını da içeren yoğun askeri ve siyasi saldırılarla yüklü bir topyekün savaşa girişen AKP hükümetinin sorunun müzakere yoluyla çözümünden yana olduğu ve bu nedenle MİT unsurlarının hedef alındığı iddiası da AKP hükümeti hakkındaki burjuva demokrasisi yanılsamalarıyla bağlantılı bir safdillikten öteye gitmiyor.
Buradan bakarak tüm veriler, AKP ile iktidar ortakları ya da destekçi güçler arasında belli bir çatışma veya en azından paylaşım kavgasına işaret ediyor.
Kürt sorunu, burjuvazi içerisindeki klik çatışmalarının ana unsuru olmayı sürdürüyor. AKP'nin kuruluşu, 28 Şubat 1997 döneminde burjuvazi içi klik çatışmaları kapsamında RP'nin bölünmesiyle ortaya çıkmıştı. Yine 2002'de seçimleri kazanan AKP'ye TÜSİAD, MUSİAD, Gülen cemaati vb. burjuva odaklarca verilen destek de bu iç çatışmalar ekseninde gelişmişti. Ordu-CHP-MHP ekseniyle gelişen çatışmalarda AKP'nin hükümet olduğu dönemde yürüttüğü iktidarlaşma kavgasında belli bir noktaya geldi. Bu klik polis, yargı, MİT ve son olarak ordunun temel komuta düzeylerinde önemli ölçüde mevzi kaybetti.
Kürt özgürlük mücadelesi karşısındaki irade aşınması ve bu temelde doğan paylaşım kavgaları bu klik çatışmalarının üzerine geliştiği ana eksen olduğu gibi, Kürt özgürlük hareketinin tasfiyesinde başarısızlık da bu güçlerin gerek toplumsal tabanını, gerekse de burjuvazinin desteğini yitirişiyle klik çatışmalarının sonucunu belirleyen zemindi.
Ancak AKP-Gülen cemaati ikilisinin 10 yıllık hükümeti süresince bu iktidar kavgasının başarısına paralel olarak yeni bir iktidar paylaşımı kavgasının temelleri de atılıyordu. AKP ve iktidar ortakları arasındaki, ha keza bu güçlerle onlara destek veren TÜSİAD vb. burjuva güçler ve ABD ile kısmen AB gibi emperyalist güçler arasındaki çelişkiler henüz açık çatışma biçimlerini almış durumda olmadığı gibi böyle bir çarpışmaya zemin olacak derecede keskinleşmiş çelişkiler de bulunmuyor. Öte yandan MİT soruşturmasının bu gelişen çelişkilerin bir ifadesi olduğu görülüyor.
Bu çelişkilerin, Kürt özgürlük hareketine yönelik topyekün savaş konusunda bir uzlaşmazlıktan kaynaklandığı beklentisi yanlıştır. AKP hükümeti başından beri tasfiye siyasetinde nettir. "Kürt açılımı" sürecini de, bunu takip eden "Oslo görüşmelerini" de başından beri oyalama taktiği olarak almıştır. Hem sorunun müzakereci çözümünden yana beklentileri susturmuş, hem KCK tutuklamalarını vb. sürdürerek sopa politikasından yana olan kesimleri tümden küstürmemiş, Kürt açılımı sonrasında da bu süreci devam ettirerek seçimlere dek zaman kazanmış, seçimlerde aldığı % 50'lik toplumsal destekle birlikte askeri ve siyasi operasyonlarla topyekün savaş sürecine girişmiştir. AKP'nin müzakere yönünde adım atmak isteyip de elinin bağlandığı yoktur. Hakan Fidan ve ekibinin çözümcü tarafı temsil ettiği de yoktur. Erdoğan'ın Hakan Fidan ekibini değerlendirirken, "terörle mücadelede üstlerine düşeni yapmışlardır" açıklaması da bunun itirafıdır.
Öte yandan devlet içinde başkaca iç çatışmaların unsurları bu süreçte birikmiştir. Hem AKP hükümetine Kürt sorunun çözümünde, yani özgürlük hareketinin tasfiyesinde kilitlenen siyasi istrikrar amacıyla destek vermiş olan, TÜSİAD'dan burjuva liberallere dek geniş bir çevre uzun yıllara yayılan bir başarısızlık tablosundan rahatsız olmaya başlamıştır, hem de Gülen cemaati de daha "adilane" bir pay dağıtımı konusunda taleplerini sürekli artırmaktadır. Dış politikada kimi anlaşmazlıklar da bu tabloyu beslemiştir.
İşte bu noktada, tasfiye politikaları bir başka biçimde gündeme girmektedir. AKP'nin bir yanda havuç, bir yanda sopa, bir yanda "Kürt açılımı" ve Oslo görüşmeleri, diğer yanda askeri ve siyasi operasyonlar, bir yanda klikler çatışması kapsamında kontrgerilla ve ordu güçlerinin yargılanması, bir yandan kontrgerillanın yeniden örgütlenmesi, bir yanda Roboski katliamı, diğer yanda Dersim katliamı için özrün gündeme gelmesi biçiminde sürdürdüğü ikiyüzlü siyaset sürecinin toplamında ortaklarının bilgisi dahilinde epeyce kirli oyunlara girişmiştir. Bugün bu açıklar kendi ayağına dolanmaktadır.
MİT soruşturması, Kürt sorununda bir politika ayrılığının sonucu olarak değil, ama buradaki ikiyüzlü siyasetin, iktidar ortakları arasındaki çatışma ve çelişkilerde birbirleri aleyhine kullanılmasıyla gündeme gelmiştir. Daha önce şike soruşturması, emeklilik yasası, KİK baskını ve Mavi Marmara türünden kimi dış siyasal gündemlerde emareleri görülen bu çelişkiler derinleşerek sürecektir.
Bu durum, AKP hükümetinin oyalama taktiklerinin, bu ikiyüzlü hamlelerle görece bir siyasi istikrar çizme olanaklarının sınırına geldiğinin göstergelerinden biri. Topyekün savaşta bu ısrarı ve saldırganlığının bununla ilgisi vardır. Bu hamlesinde Kürt özgürlük güçlerinin direnişi ve Batı'da ilerici, devrimci ve komünist güçlerinin çıkış sağlamasıyla başarısızlığa uğraması, açmazlarını güçlendirecek ve Türk devletinin Kürt özgürlük hareketi karşısındaki irade aşınmasını derinleştirecektir.