Bedelini Ödeyeceksiniz!
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

 

01 Ağustos 2011 / Partinin Sesi / Sayı: 67

 

Sömürgeci faşist diktatörlük yeni bir topyekün savaş konseptini yürürlüğe sokmuş bulunmaktadır. Bu konsept, yeni bir kıyım ve yok etme saldırısıdır. Sömürgeci faşist rejim ''açılım'', ''demokratikleşme'' gibi bütün aldatmaca ve oyalamaları bir yana bırakarak, gerçek yüzünü göstermek zorunda kalmıştır.
Kuşkusuz bu saldırının odağında gerilla ve Medya Savunma Alanları olsa da, bütün bir Kürt halkının ve Kürt ulusal özgürlük devriminin kazanımları hedeflenmektedir.
Benzer konsept 1990'larda da ''Topyekün Savaş'' adı altında denendi. Eski kanlı konseptin, yeni yol ve yöntemlerle sömürgeci rejimin yönetici gücü AKP hükümeti ve Genel Kurmay tarafından sürdürülmesi öngörülmektedir. Erdoğan'ın ''çok daha farklı stratejiler uygulanacaktır'' dediği de budur.
Valilerin yetkilerinin arttırılması; güvenlik kuvvetlerinin yeniden örgütlendirilmesi ve özellikle binlerce eli kanlı ''özel hareketçi''nin yeniden Kürdistan'da görevlendirilmesi; ''KCK operasyonları'' benzeri tutuklamalarla binlerce Kürt siyasetçisinin yeniden zindanlara doldurulması; A. Öcalanın tecritlik halinin ağırlaştırılması; ''içeri''de yaygın operasyonlar ve ''dışarı''da gerilla alanlarının uzun süreli yoğun bir bombardımana tutularak, buradaki köylülerin yerlerini terk etmeleri sağlanarak, giderek bir kara hareketinin koşullarının oluşturulması ve kimyasal silah da dahil imha savaşının bütün yöntemlerinin uygulanması ve Medya Savunma Alanlarının işgal edilerek, buralarda bir koridorun açılması , vb. bu yeni saldırı konseptinin başlıca unsurlardır.
AKP hükümeti ve Genel Kurmay'ın böylesine bir kitlesel kıyım ve yok etme savaşını yalnız başına sürdürebilecek durumu yoktur. ABD emperyalistlerinin destek ve oluru olmazsa sömürgeci rejim bu konsepti uygulayamaz. Aynı şekildede faşist rejim İran ve Irak'ın destegine de muhtaçtır. Uygulanmakta olan konseptin aylar öncesinde Türk-ABD-İran ve Irak devletleri tarafından hazırlandığı bir sır degil. Ve bunun kimi önemli unsurları Erdoğan'ın Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle yaptığı görüşmelerden sonra kamuoyuna da yansımıştı. Nitekim Kandil işgal saldırısı sürecinde, İran devlet yetkilileri tarafından Bölgesel Kürt Yönetiminin de bu konsepte onay verdikleri bilgisini/belgesini basına sızdırması bu gerçeğin bir ifadesidir. Bütün bunlar, saldırı konseptinin, bölgesel ve uluslararası bir konsept olduğunu, bölge devletleri ve ABD emperyalistleri tarafından ortak bir şekilde hazırlanıp uygulandığını açıkça göstermektedir.
Diğer yandan, Kandil saldırısıyla istenilen sonucun elde edilmemesi ve yine Türk devletinin hava saldırısının fiyaskoyla sonuçlanması ve dahası Türk devletinin hava saldırısıyla Kürdistan coğrafyasının tahrip olması, günlerdir süren yangınlar, 7 sivilin hunharca va alçakça katledilmesi, gerilla şehitliklerinin tahrip edilmesi, vb. Güneyli Kürtlerin tepkisine yol açması ve bu tepkinin gerillayı sahiplenmeye dönüşmesi, Güney Kürt yönetimini ve merkezi Irak hükümetini köşeye sıkıştırdı. Türk ordusunun bombardımanını ve İran'nın kandil işgal saldırısını protesto ettiklerini açıklamak zorunda kaldılar. Güneyli Kürt halkının ilk kez bu düzeyde Kuzeyle ortak hareket etmesi, Güneydeki Türk askeri varlığının ilk kez bu düzeyde sert tepkilerle karşılanması, Kürdistan'ın bütün parçalarının böylesine ulusal sahiplenme içerisinde olması da Türk devletinin yeni saldırı konseptini hiçte öyle kolay uygulama durumunda olmadığını gösteriyor.
Sömürgeci faşist rejimin Kürt sorununda artık oyalama şansı kalmamıştır. Sorunun çözümü konusunda burjuva anlamda da olsa ya adım atmak ve Kürt ulusal devriminin bu güne kadarki kazanımlarını hukukileştirmek ya da yeni bir saldırı dalgasını başlatmak ve kirli savaşı yeniden tırmandırmak durumundadır. Hükümet ve Genel Kurmay bu ikincisini izleyerek, yeniden eski kaba inkar ve imha çizgisine dönmüşlerdir. Sömürgeci faşist rejim, PKK'nin, gerillanın ve Kürt halkının iradesini kırmayı ve bütün bir ulusal demokratik kazanımların tasfiye edilmesini yeniden ''çözüm'' olarak lanse edebiliyor. Suriye'nin ''kendi'' Kürt sorununu çözmeye yönelmesini Suriye'ye bir savaş gerekçesi ilan eden Türk devletinin ''kendi'' Kürt sorununu çözemeyeceği ve böylesi bir yönelime girmeyeceği açık değil mi? Yeni saldırı konsepti aynı zaman da böylesi bir gelişmenin de ifadesidir. Sömürgeci rejim hala sorunu Kürt sorunu olarak, bir kimlik sorunu, bir halkın sorunu olarak görmüyor; tam tersine bir ''terör sorunu'' olarak görüyor. Kürt sorununun diğer parçalarda burjuva demokratik bir yönde çözümünü bile kabullenmiyor. Açıktır ki, bu durumda, sömürgeci rejimin yeniden kaba inkar ve imhaya yönelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Seçimlerle birlikte, Kürt ulusal demokratik hareketinin ve Kürt halkının siyasi gücünü arttırması ve ''Demokratik Özerklik'' ilanıyla somut bir statü dayatması karşısında, AKP ve Genel Kurmay yeni bir savaş konseptiyle sürece yanıt verdiler.
Karşılıklı bütün hamlelere rağmen, Kürdistan ulusal devrimiyle sömürgeci faşist diktatörlük arasındaki stratejik denge durumu değişmiş değildir. Genel seçim sonuçları da farklı bir sonuca yol açmadı; süregelen denge durumu bozulmadı. Kürt ulusal demokratik hareketi ''Demokratik Özerklik ilanı''yla sürece yanıt verirken, gerilla da, ''hem barış, hem savaş'' biçiminde özetleyebileceğimiz bir yönelimde mevzilendi. Zira A. Öcalan'ın içerde yaptığı görüşmeler de sonuç vermemiş ve devletin oyalama şansı kalmamıştı. AKP hükümetinin ''açılım''ının ve ''demokratikli''ğinin sonu da böylece geldi. Yeni anayasa oyalamacası da artık bir işe yaramadı. Sömürgeci rejimin eski kaba inkarcı çizgide yürüyebilmesinin olanağı yoktu. Sorunu bireysel haklara hapsederek, PKK'yi ve gerillayı yalıtabileceklerini hesapladılarsa da bu da tutmadı. PKK'nin yıllardır tek taraflı ilan ettiği 'ateşkes'lere her defasında askeri operasyonlar, kanlı saldırılar ve yaygın göz altı ve tutuklamalarla yanıt verildi. Sömürgeci faşist rejim, bölgede devam eden altüst oluşlar sürecinde, Kürt sorununu çözmeye yöneleceğine, kendisini yeniden daha fazla tahkim etmeyi esas almaktadır. Bu durum, ABD'nin yeni süreçte bölgeyi dizayn etme politikasına da uygundur. Demek ki, Türk burjuva sömürgeci rejimin yeni saldırı konsepti, ABD'nin Kürt sorunu üzerinden bölgeye müdahale etmeyi öngördüğü gibi, Kürt ulusal devrimiyle sömürgeci faşist diktatörlük arasındaki stratejik dengeyi PKK'nin alehine bozmayı da hedeflemektedir.
Sömürgeci faşist rejim yeni bir topyekün savaş saldırısıyla, sonuç alabileceğini planlasa da yanılıyor. Kürt halkı ve ulusal demokratik bütün güçleri bugün çok daha örgütlü ve güçlüdür. PKK ve gerillanın Kürdistan'ın diğer parçalarındaki etkisi de aynı şekilde güçlenmiştir. Kürt halkı ve gerilla ölümüne bir direnişle kazanımlarını savunmaktadır. Gelişmeler gerillanın rolünü ve Kürdistan devrimindeki yerini azaltmak bir yana, önemli kılmaktadır. Fakat bundan sonra ileriye sıçramada ve sonuca gitmede Kürdistan kentleri çok büyük roller oynayacağı da açıktır. Gerilla destekli kent merkezli ayaklanmalar ya da bu anlama gelmek üzere ''Devrimci Halk Savaşı'' yaşamsal bir önem taşıyacaktır. Bu aynı zamanda, direnişin Batı cephesini geliştirmek yani süre gelen savaşı Türkiyelileştirmek bakımından da büyük bir önem taşımaktadır.
Denebilir ki, savaşın kaderi yine de büyük ölçüde Türk halkının Kürt sorunuyla muhataplaşmasından, ikinci bir devrimci cephenin açılmasından geçmektedir. Bu gün Batı'da kirli savaşa, sömürgeci zülme, Kürt halkına yönelik kıyım ve yok etme saldırısına karşı barış, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük cephesini büyütmek her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır. Şovenizm ve ırkçılık barikatını yarmak için birlikte hareket edebilecek bütün ilerici, devrimci ve demokratik güçleri mutlaka ortaklaştıracak cephesel bir yönelimi geliştirmenin önemi de artmıştır. Böylesi bir barikat oluşturmadan, dağınık, etkisiz ve parçalı duruşlarla siyasal sürece yanıt olunmadığı herkes için açık olmalıdır.
Yeni topyekün savaş konseptinin temel bir ayağı da, Batı'yı yani ''içeri''yi sağlam tutmaktır. Savaş kaçınılmaz olarak Batı'da da halkı, ilerici, devrimci ve komünist güçleri hedeflemektedir. Kürdistan'da kirli sömürgeci savaşın yoğunlaşması kaçınılmaz olarak Türkiye'de de yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır. Rejim sorunlarını çözmede şiddeti tırmandırmayı temel bir yöntem olarak kullanmaktadır.
Topyekün sömürgeci savaş konseptine karşı topyekün direnişi yükselterek, sömürgeci faşist diktatörlüğün, AKP'nin ve efendileri ABD'nin planlarını bozmak temel önemdedir. Faşist sömürgeci rejim sorunlarını parçada yönelimlerle çözemediği ve kapsamlı saldırı planlarıyla hareket ettiği gibi, devrimci, yurtsever ve komünist güçler de, ortak ve topyekün bir karşı koyma gücü ve iradesiyle sürece yanıt olmalıdırlar.
Barış Annelerinin canlı kalkan eylemleri, gerillayı ve Medya Savunma Alanları'nı etten duvarlarla savunma dirençleri büyük bir moral kaynağı oldu. Canlı kalkan eylemleri yeni süreçte direnişi büyütmede önemli bir rol oynadı. Batı'da özellikle 'Asker Anneleri' de bezer bir eylemselliğe girebilselerdi, bunun kazanımı çok daha büyük olurdu. Böylesi bir inisiyatifin geliştirilmesi görev ve sorumluluğu bütün önem ve aciliyetiyle önümüzde durmaktadır.
Sınır boylarının eylem ve direniş alanlarına çevrilmesi ve bunun Batı'da da benzer eylem ve direnişlerle desteklenmesi, olası bir ''sınır ötesi'' hareketi önlemede veya da etkisizleştirmede çok önemli bir rol oynayacaktır. Batı söz konusu olduğunda da buradan bir kitle hareketi açığa çıkarılabilir.
Yeni gözaltı ve tutuklama saldırılarına sokakta sert direnişlerle yanıt vermenin önemi de aynı şekilde artmıştır. Sömürgeci faşist düşmana rahat hareket edemeyeceği bir durumu, devleti işlemez hale getiren süreci bu vesileyle geliştirebiliriz.
Kürt ulusal halk önderi A. Öcalan üzerindeki tecritin ağırlaştırılması, hem yeni savaş konseptinin bir ifadesidir ve hem de bir sonucudur. Öcalan'ın muhataplaştırılması için duyarlılığı arttırarak, tecrite son verilmesini, birleşik bir direnişin konusu ve aracı haline getirmek her halükarda kirli savaş saldırısını geriletecektir.
17 Ekim'de süresi dolacak ''sınır ötesi'' tezkeresinin yeniden uzatılmasına karşı mücadelede güncel önemdedir. Güçlü ve birleşik bir direniş olmadan bu tezkerenin önlenemeyeceği çok açıktır.
Türkiye'yi savaşın ikinci cephesine dönüştürerek, kirli savaşta ısrar edenlere Batı'da da rahat verdirmeyelim! Bu bakımdan özellikle dar ve kitle şiddetinin örgütlendirilmesi, yaygın ve etkili bir kitle şiddetinin geliştirilmesi, savaş ortamının yakıcılığını Batı' da da işçi ve emekçilerin bizzat her gün yaşayarak hissetmelerinin sağlanması bir mücadele biçimi haline getirilebilir. Başta partili kuvvetlerimiz gelmek üzere bütün ilerici ve devrimci kuvvetler, Kürt halkının ulusal özgürlüğü için olduğu kadar, kendi gelecekleri ve özgürlükleri için de sokakları tutuşturmalıdırlar. Kürt halkımıza ölümü ve zülmü dayatanlara, bizler de dünyayı dar edelim. Başta Kürt ulusal özgürlük güçleri ve Kürt halkı gelmek üzere halklarımıza uyguladığı bütün zülmün ve katliamların bedelini sömürgeci rejime ve kirli savaş suçlularına ödettirelim!

 

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Bedelini Ödeyeceksiniz!
fc Share on Twitter
 

 

 

01 Ağustos 2011 / Partinin Sesi / Sayı: 67

 

Sömürgeci faşist diktatörlük yeni bir topyekün savaş konseptini yürürlüğe sokmuş bulunmaktadır. Bu konsept, yeni bir kıyım ve yok etme saldırısıdır. Sömürgeci faşist rejim ''açılım'', ''demokratikleşme'' gibi bütün aldatmaca ve oyalamaları bir yana bırakarak, gerçek yüzünü göstermek zorunda kalmıştır.
Kuşkusuz bu saldırının odağında gerilla ve Medya Savunma Alanları olsa da, bütün bir Kürt halkının ve Kürt ulusal özgürlük devriminin kazanımları hedeflenmektedir.
Benzer konsept 1990'larda da ''Topyekün Savaş'' adı altında denendi. Eski kanlı konseptin, yeni yol ve yöntemlerle sömürgeci rejimin yönetici gücü AKP hükümeti ve Genel Kurmay tarafından sürdürülmesi öngörülmektedir. Erdoğan'ın ''çok daha farklı stratejiler uygulanacaktır'' dediği de budur.
Valilerin yetkilerinin arttırılması; güvenlik kuvvetlerinin yeniden örgütlendirilmesi ve özellikle binlerce eli kanlı ''özel hareketçi''nin yeniden Kürdistan'da görevlendirilmesi; ''KCK operasyonları'' benzeri tutuklamalarla binlerce Kürt siyasetçisinin yeniden zindanlara doldurulması; A. Öcalanın tecritlik halinin ağırlaştırılması; ''içeri''de yaygın operasyonlar ve ''dışarı''da gerilla alanlarının uzun süreli yoğun bir bombardımana tutularak, buradaki köylülerin yerlerini terk etmeleri sağlanarak, giderek bir kara hareketinin koşullarının oluşturulması ve kimyasal silah da dahil imha savaşının bütün yöntemlerinin uygulanması ve Medya Savunma Alanlarının işgal edilerek, buralarda bir koridorun açılması , vb. bu yeni saldırı konseptinin başlıca unsurlardır.
AKP hükümeti ve Genel Kurmay'ın böylesine bir kitlesel kıyım ve yok etme savaşını yalnız başına sürdürebilecek durumu yoktur. ABD emperyalistlerinin destek ve oluru olmazsa sömürgeci rejim bu konsepti uygulayamaz. Aynı şekildede faşist rejim İran ve Irak'ın destegine de muhtaçtır. Uygulanmakta olan konseptin aylar öncesinde Türk-ABD-İran ve Irak devletleri tarafından hazırlandığı bir sır degil. Ve bunun kimi önemli unsurları Erdoğan'ın Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimiyle yaptığı görüşmelerden sonra kamuoyuna da yansımıştı. Nitekim Kandil işgal saldırısı sürecinde, İran devlet yetkilileri tarafından Bölgesel Kürt Yönetiminin de bu konsepte onay verdikleri bilgisini/belgesini basına sızdırması bu gerçeğin bir ifadesidir. Bütün bunlar, saldırı konseptinin, bölgesel ve uluslararası bir konsept olduğunu, bölge devletleri ve ABD emperyalistleri tarafından ortak bir şekilde hazırlanıp uygulandığını açıkça göstermektedir.
Diğer yandan, Kandil saldırısıyla istenilen sonucun elde edilmemesi ve yine Türk devletinin hava saldırısının fiyaskoyla sonuçlanması ve dahası Türk devletinin hava saldırısıyla Kürdistan coğrafyasının tahrip olması, günlerdir süren yangınlar, 7 sivilin hunharca va alçakça katledilmesi, gerilla şehitliklerinin tahrip edilmesi, vb. Güneyli Kürtlerin tepkisine yol açması ve bu tepkinin gerillayı sahiplenmeye dönüşmesi, Güney Kürt yönetimini ve merkezi Irak hükümetini köşeye sıkıştırdı. Türk ordusunun bombardımanını ve İran'nın kandil işgal saldırısını protesto ettiklerini açıklamak zorunda kaldılar. Güneyli Kürt halkının ilk kez bu düzeyde Kuzeyle ortak hareket etmesi, Güneydeki Türk askeri varlığının ilk kez bu düzeyde sert tepkilerle karşılanması, Kürdistan'ın bütün parçalarının böylesine ulusal sahiplenme içerisinde olması da Türk devletinin yeni saldırı konseptini hiçte öyle kolay uygulama durumunda olmadığını gösteriyor.
Sömürgeci faşist rejimin Kürt sorununda artık oyalama şansı kalmamıştır. Sorunun çözümü konusunda burjuva anlamda da olsa ya adım atmak ve Kürt ulusal devriminin bu güne kadarki kazanımlarını hukukileştirmek ya da yeni bir saldırı dalgasını başlatmak ve kirli savaşı yeniden tırmandırmak durumundadır. Hükümet ve Genel Kurmay bu ikincisini izleyerek, yeniden eski kaba inkar ve imha çizgisine dönmüşlerdir. Sömürgeci faşist rejim, PKK'nin, gerillanın ve Kürt halkının iradesini kırmayı ve bütün bir ulusal demokratik kazanımların tasfiye edilmesini yeniden ''çözüm'' olarak lanse edebiliyor. Suriye'nin ''kendi'' Kürt sorununu çözmeye yönelmesini Suriye'ye bir savaş gerekçesi ilan eden Türk devletinin ''kendi'' Kürt sorununu çözemeyeceği ve böylesi bir yönelime girmeyeceği açık değil mi? Yeni saldırı konsepti aynı zaman da böylesi bir gelişmenin de ifadesidir. Sömürgeci rejim hala sorunu Kürt sorunu olarak, bir kimlik sorunu, bir halkın sorunu olarak görmüyor; tam tersine bir ''terör sorunu'' olarak görüyor. Kürt sorununun diğer parçalarda burjuva demokratik bir yönde çözümünü bile kabullenmiyor. Açıktır ki, bu durumda, sömürgeci rejimin yeniden kaba inkar ve imhaya yönelmesi kaçınılmaz olmaktadır. Seçimlerle birlikte, Kürt ulusal demokratik hareketinin ve Kürt halkının siyasi gücünü arttırması ve ''Demokratik Özerklik'' ilanıyla somut bir statü dayatması karşısında, AKP ve Genel Kurmay yeni bir savaş konseptiyle sürece yanıt verdiler.
Karşılıklı bütün hamlelere rağmen, Kürdistan ulusal devrimiyle sömürgeci faşist diktatörlük arasındaki stratejik denge durumu değişmiş değildir. Genel seçim sonuçları da farklı bir sonuca yol açmadı; süregelen denge durumu bozulmadı. Kürt ulusal demokratik hareketi ''Demokratik Özerklik ilanı''yla sürece yanıt verirken, gerilla da, ''hem barış, hem savaş'' biçiminde özetleyebileceğimiz bir yönelimde mevzilendi. Zira A. Öcalan'ın içerde yaptığı görüşmeler de sonuç vermemiş ve devletin oyalama şansı kalmamıştı. AKP hükümetinin ''açılım''ının ve ''demokratikli''ğinin sonu da böylece geldi. Yeni anayasa oyalamacası da artık bir işe yaramadı. Sömürgeci rejimin eski kaba inkarcı çizgide yürüyebilmesinin olanağı yoktu. Sorunu bireysel haklara hapsederek, PKK'yi ve gerillayı yalıtabileceklerini hesapladılarsa da bu da tutmadı. PKK'nin yıllardır tek taraflı ilan ettiği 'ateşkes'lere her defasında askeri operasyonlar, kanlı saldırılar ve yaygın göz altı ve tutuklamalarla yanıt verildi. Sömürgeci faşist rejim, bölgede devam eden altüst oluşlar sürecinde, Kürt sorununu çözmeye yöneleceğine, kendisini yeniden daha fazla tahkim etmeyi esas almaktadır. Bu durum, ABD'nin yeni süreçte bölgeyi dizayn etme politikasına da uygundur. Demek ki, Türk burjuva sömürgeci rejimin yeni saldırı konsepti, ABD'nin Kürt sorunu üzerinden bölgeye müdahale etmeyi öngördüğü gibi, Kürt ulusal devrimiyle sömürgeci faşist diktatörlük arasındaki stratejik dengeyi PKK'nin alehine bozmayı da hedeflemektedir.
Sömürgeci faşist rejim yeni bir topyekün savaş saldırısıyla, sonuç alabileceğini planlasa da yanılıyor. Kürt halkı ve ulusal demokratik bütün güçleri bugün çok daha örgütlü ve güçlüdür. PKK ve gerillanın Kürdistan'ın diğer parçalarındaki etkisi de aynı şekilde güçlenmiştir. Kürt halkı ve gerilla ölümüne bir direnişle kazanımlarını savunmaktadır. Gelişmeler gerillanın rolünü ve Kürdistan devrimindeki yerini azaltmak bir yana, önemli kılmaktadır. Fakat bundan sonra ileriye sıçramada ve sonuca gitmede Kürdistan kentleri çok büyük roller oynayacağı da açıktır. Gerilla destekli kent merkezli ayaklanmalar ya da bu anlama gelmek üzere ''Devrimci Halk Savaşı'' yaşamsal bir önem taşıyacaktır. Bu aynı zamanda, direnişin Batı cephesini geliştirmek yani süre gelen savaşı Türkiyelileştirmek bakımından da büyük bir önem taşımaktadır.
Denebilir ki, savaşın kaderi yine de büyük ölçüde Türk halkının Kürt sorunuyla muhataplaşmasından, ikinci bir devrimci cephenin açılmasından geçmektedir. Bu gün Batı'da kirli savaşa, sömürgeci zülme, Kürt halkına yönelik kıyım ve yok etme saldırısına karşı barış, eşitlik, kardeşlik ve özgürlük cephesini büyütmek her zamankinden daha büyük bir önem taşımaktadır. Şovenizm ve ırkçılık barikatını yarmak için birlikte hareket edebilecek bütün ilerici, devrimci ve demokratik güçleri mutlaka ortaklaştıracak cephesel bir yönelimi geliştirmenin önemi de artmıştır. Böylesi bir barikat oluşturmadan, dağınık, etkisiz ve parçalı duruşlarla siyasal sürece yanıt olunmadığı herkes için açık olmalıdır.
Yeni topyekün savaş konseptinin temel bir ayağı da, Batı'yı yani ''içeri''yi sağlam tutmaktır. Savaş kaçınılmaz olarak Batı'da da halkı, ilerici, devrimci ve komünist güçleri hedeflemektedir. Kürdistan'da kirli sömürgeci savaşın yoğunlaşması kaçınılmaz olarak Türkiye'de de yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır. Rejim sorunlarını çözmede şiddeti tırmandırmayı temel bir yöntem olarak kullanmaktadır.
Topyekün sömürgeci savaş konseptine karşı topyekün direnişi yükselterek, sömürgeci faşist diktatörlüğün, AKP'nin ve efendileri ABD'nin planlarını bozmak temel önemdedir. Faşist sömürgeci rejim sorunlarını parçada yönelimlerle çözemediği ve kapsamlı saldırı planlarıyla hareket ettiği gibi, devrimci, yurtsever ve komünist güçler de, ortak ve topyekün bir karşı koyma gücü ve iradesiyle sürece yanıt olmalıdırlar.
Barış Annelerinin canlı kalkan eylemleri, gerillayı ve Medya Savunma Alanları'nı etten duvarlarla savunma dirençleri büyük bir moral kaynağı oldu. Canlı kalkan eylemleri yeni süreçte direnişi büyütmede önemli bir rol oynadı. Batı'da özellikle 'Asker Anneleri' de bezer bir eylemselliğe girebilselerdi, bunun kazanımı çok daha büyük olurdu. Böylesi bir inisiyatifin geliştirilmesi görev ve sorumluluğu bütün önem ve aciliyetiyle önümüzde durmaktadır.
Sınır boylarının eylem ve direniş alanlarına çevrilmesi ve bunun Batı'da da benzer eylem ve direnişlerle desteklenmesi, olası bir ''sınır ötesi'' hareketi önlemede veya da etkisizleştirmede çok önemli bir rol oynayacaktır. Batı söz konusu olduğunda da buradan bir kitle hareketi açığa çıkarılabilir.
Yeni gözaltı ve tutuklama saldırılarına sokakta sert direnişlerle yanıt vermenin önemi de aynı şekilde artmıştır. Sömürgeci faşist düşmana rahat hareket edemeyeceği bir durumu, devleti işlemez hale getiren süreci bu vesileyle geliştirebiliriz.
Kürt ulusal halk önderi A. Öcalan üzerindeki tecritin ağırlaştırılması, hem yeni savaş konseptinin bir ifadesidir ve hem de bir sonucudur. Öcalan'ın muhataplaştırılması için duyarlılığı arttırarak, tecrite son verilmesini, birleşik bir direnişin konusu ve aracı haline getirmek her halükarda kirli savaş saldırısını geriletecektir.
17 Ekim'de süresi dolacak ''sınır ötesi'' tezkeresinin yeniden uzatılmasına karşı mücadelede güncel önemdedir. Güçlü ve birleşik bir direniş olmadan bu tezkerenin önlenemeyeceği çok açıktır.
Türkiye'yi savaşın ikinci cephesine dönüştürerek, kirli savaşta ısrar edenlere Batı'da da rahat verdirmeyelim! Bu bakımdan özellikle dar ve kitle şiddetinin örgütlendirilmesi, yaygın ve etkili bir kitle şiddetinin geliştirilmesi, savaş ortamının yakıcılığını Batı' da da işçi ve emekçilerin bizzat her gün yaşayarak hissetmelerinin sağlanması bir mücadele biçimi haline getirilebilir. Başta partili kuvvetlerimiz gelmek üzere bütün ilerici ve devrimci kuvvetler, Kürt halkının ulusal özgürlüğü için olduğu kadar, kendi gelecekleri ve özgürlükleri için de sokakları tutuşturmalıdırlar. Kürt halkımıza ölümü ve zülmü dayatanlara, bizler de dünyayı dar edelim. Başta Kürt ulusal özgürlük güçleri ve Kürt halkı gelmek üzere halklarımıza uyguladığı bütün zülmün ve katliamların bedelini sömürgeci rejime ve kirli savaş suçlularına ödettirelim!