YUNANİSTAN'DA EZİLENLERİN HÜKÜMETİ
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

01 Mart 2015 / Enternasyonal Bülten / Sayı: 149

 

Yunanistan'da erken seçimler (25 Ocak 2015) sonucunda hükümeti kuran SYRIZA, seçim öncesindeki söylem ve talepleriyle Yunan halkı; işçi sınıfı ve emekçi yığınları için umut ve cesaret saçan odak oldu. Bu partinin başarısı dünya genelinde ilericileri, devrimcileri, komünistleri de sevindirdi. SYRIZA'nın seçim başarısı, Yunanistan'ı AB protektoratına dönüştüren IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası'ndan oluşan Troykanın diktasına, tekelci sermayenin çıkarları için dayatmalarına karşı güçlü bir tokattır. Yunan halkını diktası ve dayatmalarıyla adeta esir alan Troyka, uluslararası sermayenin çıkarları için her şeyi yapabileceğini gösterirken, SYRIZA'nın seçim zaferi de buna karşı mücadele edilebileceğini, sistem çerçevesinde de kalsa birtakım sonuçların alınabileceğini gösteriyordu.

Yunanistan'da işçi sınıfının, emekçilerin; genel anlamda ifade edecek olursak ezilenlerin bu seçim zaferi aynı zamanda hepimizin; sömürülenlerin, baskı altında tutulanların, açlığa ve sefalete karşı mücadele edenlerin de zaferidir.

 

Bileşimi, seçim öncesi söylemleri ve programı göz önünde tutulduğunda SYRIZA'nın herhangi bir burjuva parti olmadığını; şu veya bu toplumsal sınıfa dayanmadığını ve şu veya bu toplumsal sınıfın ideolojisine göre hareket etmediğini; çok farklı ideolojilerden beslenen siyasal yapılardan ve toplumsal sınıf ve tabakalardan oluştuğunu görmekteyiz. SYRIZA böyle bir “yeni” oluşu temsil etmektedir. SYRIZA, radikal demokratizmin veya “sol” radikalizmin temsilcisidir. Bu anlamda da “Post-Marksist” bir partidir. Bunun böyle olduğunun SYRIZA'nın programında da görmekteyiz. Bu, sistem ötesine geçmeyi; yani düzeni hedef almayı reddeden, burjuva sistemi yenilemeyi içeren, bu anlamda da geniş yığınlarla uluslararası tekelci sermayenin çıkarları arasında orta bir yol bulmayı hedefleyen bir programdır. Öyle ki, programda yer alan sosyal ve ekonomik haklar, özelleştirmenin durdurulması vb. türünden söylemler geniş yığınlarda umutlar uyandırıyordu.

 

SYRIZA AB politikalarının bir ürünüdür. Yunanistan'ı protektorata dönüştüren, ülkeyi talan eden, halkı aşağılayan, açlığa ve sefalete sürükleyen AB'dir; SYRIZA buna karşı protestonun doğrudan bir sonucudur.

AB, Yunanistan deneyimi ile krizin bütün yükünün işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına nasıl yıkılacağının modelini oluşturacaktı. Yunanistan tecrübesini İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerde uygulama olasılığını göz önünde tutuyordu. Ama olmadı; Yunan halkı, işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar direndiler, çetin sokak mücadeleleri verdiler.

 

Çare SYRIZA mı? Şüphesiz değil. Troyka ve AB ile görüşmelerinde SYRIZA hükümeti, seçim öncesindeki taleplerinin çok gerisinde kaldı; hiçbir temel talebini kabul ettirmedi; “yardım kredileri”nin dört ay daha ödenmesi, kara para aklamaya, rüşvete, vergi kaçırmaya karşı mücadele, bakanlık sayısının 16'dan 10'a indirilmesi, 300 bin yoksul aile için ücretsiz muayene, ucuzlatılmış yakıt, ücretsiz elektrik, gıda türünden taleplerin kabul edilmesi ötesinde AB dayatmaları karşısında direnemedi; seçim öncesindeki temel taleplerinde geri adım attı. Seçim öncesindeki hedefi Yunanistan'ı mevcut ekonomik ve sosyal yıkımdan kurtarmaktı. Şimdi bu hedefine AB ile uzlaşma temelinde ulaşmaya çalışmaktadır ki, bunun Yunanistan için kurtuluştan başka her şey olacağı tartışma götürmez.

 

SYRIZA'nın seçim zaferi “sosyal Avrupa” için mücadeleye ivme kazandıracaktır. Bu, doğrudan AB'yi hedef almasa da onun dayatmalarına karşı bir mücadeledir. Şimdi sırada İspanya var. Daha 10 ay önce kurulmasına rağmen anketlerde birinci parti konumunda olan Podemos (Yapabiliriz) bu ülkede hükümet olacak güce erişmiş durumda. Podemos da sınıfsal bileşimi ve talepleri bakımından radikal demokratizmin veya “sol” radikalizmin temsilcisi olan “Post-Marksist” bir partidir, ezilenlerin partisidir.

 

Post-Markist hareketleri, partileri, tamamen düzene entegre olmuş burjuva partilerden ayıran temel özellik, mevcut düzen çerçevesi içinde kalarak radikal değişim, radikal demokrasi talep etmeleridir. Bunlar, paylaşımın “sosyal”, “adaletli” olmasını talep ediyorlar; ekonomik krizi devlet eliyle yönetmek istiyorlar. Sosyal demokratizmi, Keynesçiliği “radikal” formatta savunuyorlar. Bunların klasik sosyal demokrat partilerden temel farkları, parlamento dışı, sokak hareketleriyle gelişmeleridir. Geniş yığınların parlamento dışı, sokak mücadelesi olmasaydı; radikal söylemlere tekabül eden mücadele olmasaydı ne bir zamanlar Almanya'da olduğu gibi Yeşiller olurdu ne Yunanistan'da SYRIZA ve İspanya'da da Podemos olurdu. Gelişmelerinin bir sonraki evresinde -hükümet olmaları veya hükümet ortağı olmaları durumunda- bu partiler, geniş yığınların parlamento dışı örgütlenmelerini ve mücadelelerini parlamento içi mücadeleye dönüştürmekle karşı karşıyalar; sistemi savunmaktan başka yapacakları bir şey yok. Bunun açık örneğini Almanya'da Yeşiller'de gördük. Öyle ki, bir aylık hükümet olan SYRIZA'da da görebiliyoruz. Hükümet olması durumunda Podemos da farklı olmayacaktır. Bu oluşumlarda ilericilik var, ama devrimcilik yok. Yapı olarak devrimci olmaları bir yana, taleplerinde de devrimci olan yok. Temel anlayışları sistemin sınıfsal yapısına dokunmamaktır. Niyetlerinden bağımsız olarak ve geniş yığınların sokak baskısı, bu partileri hükümet olana kadar radikal demokrasi savunucusu konumuna getiriyor. Hükümet olduktan sonra da düzene entegre olma, sistemi açıktan savunma yolu açılıyor.

 

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

YUNANİSTAN'DA EZİLENLERİN HÜKÜMETİ
fc Share on Twitter
 

01 Mart 2015 / Enternasyonal Bülten / Sayı: 149

 

Yunanistan'da erken seçimler (25 Ocak 2015) sonucunda hükümeti kuran SYRIZA, seçim öncesindeki söylem ve talepleriyle Yunan halkı; işçi sınıfı ve emekçi yığınları için umut ve cesaret saçan odak oldu. Bu partinin başarısı dünya genelinde ilericileri, devrimcileri, komünistleri de sevindirdi. SYRIZA'nın seçim başarısı, Yunanistan'ı AB protektoratına dönüştüren IMF, AB ve Avrupa Merkez Bankası'ndan oluşan Troykanın diktasına, tekelci sermayenin çıkarları için dayatmalarına karşı güçlü bir tokattır. Yunan halkını diktası ve dayatmalarıyla adeta esir alan Troyka, uluslararası sermayenin çıkarları için her şeyi yapabileceğini gösterirken, SYRIZA'nın seçim zaferi de buna karşı mücadele edilebileceğini, sistem çerçevesinde de kalsa birtakım sonuçların alınabileceğini gösteriyordu.

Yunanistan'da işçi sınıfının, emekçilerin; genel anlamda ifade edecek olursak ezilenlerin bu seçim zaferi aynı zamanda hepimizin; sömürülenlerin, baskı altında tutulanların, açlığa ve sefalete karşı mücadele edenlerin de zaferidir.

 

Bileşimi, seçim öncesi söylemleri ve programı göz önünde tutulduğunda SYRIZA'nın herhangi bir burjuva parti olmadığını; şu veya bu toplumsal sınıfa dayanmadığını ve şu veya bu toplumsal sınıfın ideolojisine göre hareket etmediğini; çok farklı ideolojilerden beslenen siyasal yapılardan ve toplumsal sınıf ve tabakalardan oluştuğunu görmekteyiz. SYRIZA böyle bir “yeni” oluşu temsil etmektedir. SYRIZA, radikal demokratizmin veya “sol” radikalizmin temsilcisidir. Bu anlamda da “Post-Marksist” bir partidir. Bunun böyle olduğunun SYRIZA'nın programında da görmekteyiz. Bu, sistem ötesine geçmeyi; yani düzeni hedef almayı reddeden, burjuva sistemi yenilemeyi içeren, bu anlamda da geniş yığınlarla uluslararası tekelci sermayenin çıkarları arasında orta bir yol bulmayı hedefleyen bir programdır. Öyle ki, programda yer alan sosyal ve ekonomik haklar, özelleştirmenin durdurulması vb. türünden söylemler geniş yığınlarda umutlar uyandırıyordu.

 

SYRIZA AB politikalarının bir ürünüdür. Yunanistan'ı protektorata dönüştüren, ülkeyi talan eden, halkı aşağılayan, açlığa ve sefalete sürükleyen AB'dir; SYRIZA buna karşı protestonun doğrudan bir sonucudur.

AB, Yunanistan deneyimi ile krizin bütün yükünün işçi sınıfı ve emekçilerin sırtına nasıl yıkılacağının modelini oluşturacaktı. Yunanistan tecrübesini İspanya, Portekiz, İtalya gibi ülkelerde uygulama olasılığını göz önünde tutuyordu. Ama olmadı; Yunan halkı, işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar direndiler, çetin sokak mücadeleleri verdiler.

 

Çare SYRIZA mı? Şüphesiz değil. Troyka ve AB ile görüşmelerinde SYRIZA hükümeti, seçim öncesindeki taleplerinin çok gerisinde kaldı; hiçbir temel talebini kabul ettirmedi; “yardım kredileri”nin dört ay daha ödenmesi, kara para aklamaya, rüşvete, vergi kaçırmaya karşı mücadele, bakanlık sayısının 16'dan 10'a indirilmesi, 300 bin yoksul aile için ücretsiz muayene, ucuzlatılmış yakıt, ücretsiz elektrik, gıda türünden taleplerin kabul edilmesi ötesinde AB dayatmaları karşısında direnemedi; seçim öncesindeki temel taleplerinde geri adım attı. Seçim öncesindeki hedefi Yunanistan'ı mevcut ekonomik ve sosyal yıkımdan kurtarmaktı. Şimdi bu hedefine AB ile uzlaşma temelinde ulaşmaya çalışmaktadır ki, bunun Yunanistan için kurtuluştan başka her şey olacağı tartışma götürmez.

 

SYRIZA'nın seçim zaferi “sosyal Avrupa” için mücadeleye ivme kazandıracaktır. Bu, doğrudan AB'yi hedef almasa da onun dayatmalarına karşı bir mücadeledir. Şimdi sırada İspanya var. Daha 10 ay önce kurulmasına rağmen anketlerde birinci parti konumunda olan Podemos (Yapabiliriz) bu ülkede hükümet olacak güce erişmiş durumda. Podemos da sınıfsal bileşimi ve talepleri bakımından radikal demokratizmin veya “sol” radikalizmin temsilcisi olan “Post-Marksist” bir partidir, ezilenlerin partisidir.

 

Post-Markist hareketleri, partileri, tamamen düzene entegre olmuş burjuva partilerden ayıran temel özellik, mevcut düzen çerçevesi içinde kalarak radikal değişim, radikal demokrasi talep etmeleridir. Bunlar, paylaşımın “sosyal”, “adaletli” olmasını talep ediyorlar; ekonomik krizi devlet eliyle yönetmek istiyorlar. Sosyal demokratizmi, Keynesçiliği “radikal” formatta savunuyorlar. Bunların klasik sosyal demokrat partilerden temel farkları, parlamento dışı, sokak hareketleriyle gelişmeleridir. Geniş yığınların parlamento dışı, sokak mücadelesi olmasaydı; radikal söylemlere tekabül eden mücadele olmasaydı ne bir zamanlar Almanya'da olduğu gibi Yeşiller olurdu ne Yunanistan'da SYRIZA ve İspanya'da da Podemos olurdu. Gelişmelerinin bir sonraki evresinde -hükümet olmaları veya hükümet ortağı olmaları durumunda- bu partiler, geniş yığınların parlamento dışı örgütlenmelerini ve mücadelelerini parlamento içi mücadeleye dönüştürmekle karşı karşıyalar; sistemi savunmaktan başka yapacakları bir şey yok. Bunun açık örneğini Almanya'da Yeşiller'de gördük. Öyle ki, bir aylık hükümet olan SYRIZA'da da görebiliyoruz. Hükümet olması durumunda Podemos da farklı olmayacaktır. Bu oluşumlarda ilericilik var, ama devrimcilik yok. Yapı olarak devrimci olmaları bir yana, taleplerinde de devrimci olan yok. Temel anlayışları sistemin sınıfsal yapısına dokunmamaktır. Niyetlerinden bağımsız olarak ve geniş yığınların sokak baskısı, bu partileri hükümet olana kadar radikal demokrasi savunucusu konumuna getiriyor. Hükümet olduktan sonra da düzene entegre olma, sistemi açıktan savunma yolu açılıyor.