Avaşin'den Önce
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Düşünürdüm şu hayatımızın anlamı nedir diye. Küçük bir kız oldum, o zamanlar çoğu şey ebediyete bağlanırdı. Aslında iyi imkanlarla, ışıklı oturma takımlı tam bakımlı evlerde büyütüldüğümü ama bazı küçük kızların karanlıklar içinde büyüdüğünü farketmeden önce. Hatta sonrasında herşeyin sebebi ilahiyata bağlanırdı. İşte hayatın amacı da, kurallara ve emirlere uyduğun bir müslüman hayatı sürüp gitmekti. Başka bir hayat seçeneği var mıydı acaba. Varsa da itinayla benden saklanıyordu.
Arada bir kafamda beliren bu soru, ergenlik, ilk çirkinlik (ya da güzellik çirkinlik kavramının farkına varma) yıllarını takiben başka genç kadınlarla bir rekabete yönelen sorulara dönüştü. Kişilik kimlik buhranı, standartlara erişme ihtiyacı aslında hep şu sorunsalı barındırıyordu. Bazı insanlar bazı şeylere sahip, bazıları ise değil. Sahip olanlar gerçekten hak etmişler miydi? Gerçekler tam tersini gösterse de ilahi 'adalet' onaylıyordu. "Herkes hakettiği gibi yaşar diyordu". Oysa bana sorarsanız ne benim annem böyle bir hayatı hak etti, ne de ilk aşkım Özcan'ın apartman görevlisi olan annesi.
Evimize her geçen gün daha da yayılıp kurulan rekabet, beni içten yiyip bitiriyordu. Öykündüğümüz sosyal çevreye bir türlü tam tutunamamız, kılığına bürünmemiz beni mahvediyordu. Büyük özgürlüklerin sıralandığı bu tarz ortamlarda en büyük çelişki bu değil mi? Kimse durupta bunun tadını çıkarmaz. Başkalarının fazlaları ve kendi eksikleri yüzünden mütemadiyen mutsuzdurlar. Şanslıydım ki; bundan sıyrılacak açığı buldum. Aniden bir durum değişikliği ile değil. Zamanla sevdiğim insanlarla birlikte, başka bir nehire doğru akmaya başladım. Artık burnumun ucunun ötesini görebilmek istiyordum. Ve dahası şu menem soruya artık bir cevap bulmak istiyordum. Daha fazla oyalanmadan bu hayatın amacı ne?
Kimileri daha ebediyete varmak diyordu. Kimileri diyordu para para; illa para kazanacaksın. Biri diyordu; soyun devamını sağlayacaksın. Hepsi birbiriyle alakalıydı: Kendini kurtar! Belki bir de 'soy' gibi gözle görünmez, kulakla duyulmaz birşeyi. Kimse insanlığı kurtar demiyordu. Oysa asıl kurtulması gereken oydu. Yalnızlaşmış ve yalnızlığından hırçınlaşmış bir insanlıkla, ancak yıkabilirdik, yapamazdık.
Sonra yıkmak değil; yapmak isteyen zihinler çıktı karşıma. Bazıları belki yöntem bilmiyordu. Belki bazılarıysa kötülüğün tehlike teşkil etmediği bu sistemde, iyiliğin tehlikeli olduğunu bildiğinden, bildiklerini söylemiyordu. Yine de bu fikirlerin varlığını bilmek değerliydi. Kolay olur gibi geliyordu, herkesin iyiliğini istemek ve böylece insanlığı yüceltmek. Lakin; bu iş ne zordu. Ve sanki yıllar içinde ancak ünvanlar alıp kendine " İyi" diyebiliyordu. Sanki hep benim için çok erkenmiş gibi geliyordu. '70'lerde, '80'lerde olanları anlatanlar sanki hep bu yaştalardı, o zaman olanları yaşarken de. Kendimi dışarda tutabiliyor, merakımı erteleyebiliyordum.
Sonra Gezi patlak verdi. Artık hiçbirşeyi erteleyemiyordum. Normalleşiyordu, önceki hallerime çok uç gelecek düşünceler normalleşiyordu. Bir yandan insanlık sanki tedavi oluyordu. Topluca, elbirliğiyle. Gezi'den birkaç sene geçti, bir kere bir kadın arkadaşımla konuştuğumu hatırlıyorum, "Valla hergün gazlanmayı özlemiyorum" diyordu. Bense "Ben özlüyorum" dedim ona karşılık. İnsanlar bir diğerine çarpınca özür diliyorduysa özlüyorum.
İşte o özlemle geçen birkaç sene ışığında Avaşin'le tanıştım. Parti'yle tanıştım. Önce biraz 'flörtleşme' dönemi oldu kendi açımdan. Yakından tanıma faslı. Küçükten büyüğe Partili her insanla konuşmam ders niteliğinde oldu. Okuldaki derslerden çok daha başka. Sonunda, benim varlığını bilmediğim bir alanda üretken olabileceğim kulağıma çalındı ve işte buraya geldim.
Avaşin'den Sonra
Bu hala altına her gün yeni bir satır eklenen bir başlık. Fakat söyleyebileceğim en güçlü şey, devrimci hayatın ve bu ideal yöntemlerin, hayatımda değişmez denilebilecek şeyleri tepetaklak etmesi ve çok güçlü biçimde dönüştürmesi oldu. Kendimden yaşça büyük insanlardan saygı gördüm, çünkü cümlelerim zemin kazanmıştı ve artık etrafımda kimin bir haklı kavgası varsa ona ortak oluyorum.
Yeni yollar arıyorum, eskisinden çok daha yaratıcı hissediyorum. Bazı fikirler daha rahat nefes almamı ve mutlu olmamı sağlıyor. Çalışmaktan, okumaktan, bazen trafiğe kalmaktan bile zevk alıyorum, çünkü bir amaç uğrunaydı. Yani, aslında diyeceğim o; şu menem sorunun cevabını nihayet bulmuştum. Hayatın amacını herkese tavsiye edebileceğim bir güzellikle doldurmuş oldum. Ve o zamandan bu zamana farkındalıklarım gözle görünür biçimde arttı. Hem kendimi tamamladım, hem yakınlarımı, yoldaşlarımı. Sabretmeyi öğrendim, hala da öğrenmeye devam ediyorum. Ve ilk kez yorgunluğum kendini, ertesi gün daha çok yorulma isteğiyle dolu bir uykuya bırakıyor. Daha çok yorulacağız, biliyorum. Ama en güzel, en olgun meyveleri de biz toplayacağız.

Avaşin Umut

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Avaşin'den Önce
fc Share on Twitter
 

Düşünürdüm şu hayatımızın anlamı nedir diye. Küçük bir kız oldum, o zamanlar çoğu şey ebediyete bağlanırdı. Aslında iyi imkanlarla, ışıklı oturma takımlı tam bakımlı evlerde büyütüldüğümü ama bazı küçük kızların karanlıklar içinde büyüdüğünü farketmeden önce. Hatta sonrasında herşeyin sebebi ilahiyata bağlanırdı. İşte hayatın amacı da, kurallara ve emirlere uyduğun bir müslüman hayatı sürüp gitmekti. Başka bir hayat seçeneği var mıydı acaba. Varsa da itinayla benden saklanıyordu.
Arada bir kafamda beliren bu soru, ergenlik, ilk çirkinlik (ya da güzellik çirkinlik kavramının farkına varma) yıllarını takiben başka genç kadınlarla bir rekabete yönelen sorulara dönüştü. Kişilik kimlik buhranı, standartlara erişme ihtiyacı aslında hep şu sorunsalı barındırıyordu. Bazı insanlar bazı şeylere sahip, bazıları ise değil. Sahip olanlar gerçekten hak etmişler miydi? Gerçekler tam tersini gösterse de ilahi 'adalet' onaylıyordu. "Herkes hakettiği gibi yaşar diyordu". Oysa bana sorarsanız ne benim annem böyle bir hayatı hak etti, ne de ilk aşkım Özcan'ın apartman görevlisi olan annesi.
Evimize her geçen gün daha da yayılıp kurulan rekabet, beni içten yiyip bitiriyordu. Öykündüğümüz sosyal çevreye bir türlü tam tutunamamız, kılığına bürünmemiz beni mahvediyordu. Büyük özgürlüklerin sıralandığı bu tarz ortamlarda en büyük çelişki bu değil mi? Kimse durupta bunun tadını çıkarmaz. Başkalarının fazlaları ve kendi eksikleri yüzünden mütemadiyen mutsuzdurlar. Şanslıydım ki; bundan sıyrılacak açığı buldum. Aniden bir durum değişikliği ile değil. Zamanla sevdiğim insanlarla birlikte, başka bir nehire doğru akmaya başladım. Artık burnumun ucunun ötesini görebilmek istiyordum. Ve dahası şu menem soruya artık bir cevap bulmak istiyordum. Daha fazla oyalanmadan bu hayatın amacı ne?
Kimileri daha ebediyete varmak diyordu. Kimileri diyordu para para; illa para kazanacaksın. Biri diyordu; soyun devamını sağlayacaksın. Hepsi birbiriyle alakalıydı: Kendini kurtar! Belki bir de 'soy' gibi gözle görünmez, kulakla duyulmaz birşeyi. Kimse insanlığı kurtar demiyordu. Oysa asıl kurtulması gereken oydu. Yalnızlaşmış ve yalnızlığından hırçınlaşmış bir insanlıkla, ancak yıkabilirdik, yapamazdık.
Sonra yıkmak değil; yapmak isteyen zihinler çıktı karşıma. Bazıları belki yöntem bilmiyordu. Belki bazılarıysa kötülüğün tehlike teşkil etmediği bu sistemde, iyiliğin tehlikeli olduğunu bildiğinden, bildiklerini söylemiyordu. Yine de bu fikirlerin varlığını bilmek değerliydi. Kolay olur gibi geliyordu, herkesin iyiliğini istemek ve böylece insanlığı yüceltmek. Lakin; bu iş ne zordu. Ve sanki yıllar içinde ancak ünvanlar alıp kendine " İyi" diyebiliyordu. Sanki hep benim için çok erkenmiş gibi geliyordu. '70'lerde, '80'lerde olanları anlatanlar sanki hep bu yaştalardı, o zaman olanları yaşarken de. Kendimi dışarda tutabiliyor, merakımı erteleyebiliyordum.
Sonra Gezi patlak verdi. Artık hiçbirşeyi erteleyemiyordum. Normalleşiyordu, önceki hallerime çok uç gelecek düşünceler normalleşiyordu. Bir yandan insanlık sanki tedavi oluyordu. Topluca, elbirliğiyle. Gezi'den birkaç sene geçti, bir kere bir kadın arkadaşımla konuştuğumu hatırlıyorum, "Valla hergün gazlanmayı özlemiyorum" diyordu. Bense "Ben özlüyorum" dedim ona karşılık. İnsanlar bir diğerine çarpınca özür diliyorduysa özlüyorum.
İşte o özlemle geçen birkaç sene ışığında Avaşin'le tanıştım. Parti'yle tanıştım. Önce biraz 'flörtleşme' dönemi oldu kendi açımdan. Yakından tanıma faslı. Küçükten büyüğe Partili her insanla konuşmam ders niteliğinde oldu. Okuldaki derslerden çok daha başka. Sonunda, benim varlığını bilmediğim bir alanda üretken olabileceğim kulağıma çalındı ve işte buraya geldim.
Avaşin'den Sonra
Bu hala altına her gün yeni bir satır eklenen bir başlık. Fakat söyleyebileceğim en güçlü şey, devrimci hayatın ve bu ideal yöntemlerin, hayatımda değişmez denilebilecek şeyleri tepetaklak etmesi ve çok güçlü biçimde dönüştürmesi oldu. Kendimden yaşça büyük insanlardan saygı gördüm, çünkü cümlelerim zemin kazanmıştı ve artık etrafımda kimin bir haklı kavgası varsa ona ortak oluyorum.
Yeni yollar arıyorum, eskisinden çok daha yaratıcı hissediyorum. Bazı fikirler daha rahat nefes almamı ve mutlu olmamı sağlıyor. Çalışmaktan, okumaktan, bazen trafiğe kalmaktan bile zevk alıyorum, çünkü bir amaç uğrunaydı. Yani, aslında diyeceğim o; şu menem sorunun cevabını nihayet bulmuştum. Hayatın amacını herkese tavsiye edebileceğim bir güzellikle doldurmuş oldum. Ve o zamandan bu zamana farkındalıklarım gözle görünür biçimde arttı. Hem kendimi tamamladım, hem yakınlarımı, yoldaşlarımı. Sabretmeyi öğrendim, hala da öğrenmeye devam ediyorum. Ve ilk kez yorgunluğum kendini, ertesi gün daha çok yorulma isteğiyle dolu bir uykuya bırakıyor. Daha çok yorulacağız, biliyorum. Ama en güzel, en olgun meyveleri de biz toplayacağız.

Avaşin Umut