TÜPRAŞ VE ERDEMİR'E ÖZELLEŞTİRME SALDIRISI
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Türkiye'de iki stratejik sanayi kuruluşu TÜPRAŞ ve Erdemir özelleştirme saldırısı hedefinde. Satış ihaleleriyle peşkeş çekilen TÜPRAŞ'ı ele geçirmek için emperyalist ve işbirlikçi tekelci gruplar bir yarış içine girdi. Talan edilecek hedef büyüdükçe, özelleştirmeciler arasındaki kavga ve çelişki de büyüdü. Emperyalizmin işbirlikçisi holdingler, "ulusalcı" kesildi, İsrailli bir sermayedarın ihaleye katılması rakip tekellerin akıllarına "vatan sevgisi"ni getirdi.

Özelleştirme saldırılarıyla işleri ve geleceklerini yitirecek işçiler cephesinde de öfkeli bir mücadele ve direnişin ilk tepkileri yansıdı. İhaleli satış sürecinde TÜPRAŞ işçileri iş bıraktı, Erdemir işçileri Ankara-İstanbul otoyolunu trafiğe kapattı. Petrol-iş sendikası 8 eylül günü örgütlü olduğu bütün işyerlerinde işbaşı yapmayarak "memleket nöbeti çadırı" kurdu. Ve işçileri işlerine sahip çıkmaya, "memleketi seven herkesi çadırda nöbet tutmaya" çağırdı.

Özelleştirme saldırısına karşı mücadele, işçilerin sınıfsal öfkesinin yanında, antiemperyalist bir duruşunu da içeriyor. Ancak bu duruş, "vatan savunması" adına sendika bürokrasisi ve reformist partiler tarafından gerçek içeriğinden boşaltılıyor. KİT'lerin emperyalist ve işbirlikçi sermayeye peşkeş çekilmesini, "yerli sermaye"ye satılması tercihleriyle büyük bir yanılsamaya yol açıyorlar. Türkiye'nin en büyük sendikası Türk-İş başkanı Salih Kılıç, Erdemir'in "yabancı kuruluşlara değil, yerli kuruluşlara verilmesini" istedi.

Patronlar örgütü TOBB başkanı H. Hisarcıklıoğlu, sanki kendileri "ulusal sermaye"yi temsil ediyorlarmış gibi, "Erdemir'i çok uluslu firmaların küçük bir parçası haline getirmek yerine, Avrupa'nın 5, dünyanın ise 10 büyük üreticisi arasına sokmayı hedefliyoruz" diyerek ihale için ortak bir girişim grubu oluşturduklarını açıkladı.

Bugüne kadar KİT'lerden beslenen OYAK'ın sahibi generaller de, "yerli sermaye" adına bu kuruluşlara talip olduklarını açıkladılar. Bu açıklamalar, mücadelenin başarısı için nasıl bir özelleştirme karşıtlığı sorusunu yeniden gündeme getirdi:

Özelleştirme, devlet kapitalizmi sektörünün burjuvazinin çıkarları lehine daraltılması olduğu kadar, bu sektörde çalışan işçilerin esnek çalışmaya mahkum edilmesi, işsiz ve örgütsüz bırakılması anlamına da geliyor. Özelleştirme işçiler için değil, halk için de yıkım getiriyor. Çünkü KİT'lerin yanı sıra eğitim ve sağlık hizmetleri de özelleştiriliyor. Yani vatan değil, düpedüz işçi ve emekçilerin geleceği satılıyor, işçi sınıfının kazanılmış hakları gasp ediliyor.

Bu yüzden özelleştirilen işletmenin yerliye mi, yabancıya mı gideceği sorusu sorunun esasını oluşturmuyor. Sermaye, ulusa değil, kara bakıyor. Ve patronlar, her yerde işçinin emeğine daha fazla el koymak için çabalıyor.

TÜPRAŞ ve Erdemir işçilerinin direnişçi SEKA ve Seydişehir işçilerini örnek almanın dışında çözüm yolları yoktur. Ancak, sendika bürokrasisi ve reformist partilerin telkinlerini aşarak fiili meşru mücadele hattında ilerleyerek bu saldırıyı püskürtebilirler.

Direniş yerlerini ziyaret eden ESP temsilcisinin açıklamasında ifade ettiği gibi, "Bir taraftan ev yıkımları, bir taraftan ise özelleştirmelerle İMF politikaları uygulanıyor. Bu saldırılara karşı emekçiler olarak tek çözümümüz birleşik halk direnişini örmektir." Kazanmanın gerçek yolu da budur.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

TÜPRAŞ VE ERDEMİR'E ÖZELLEŞTİRME SALDIRISI
fc Share on Twitter
 

Türkiye'de iki stratejik sanayi kuruluşu TÜPRAŞ ve Erdemir özelleştirme saldırısı hedefinde. Satış ihaleleriyle peşkeş çekilen TÜPRAŞ'ı ele geçirmek için emperyalist ve işbirlikçi tekelci gruplar bir yarış içine girdi. Talan edilecek hedef büyüdükçe, özelleştirmeciler arasındaki kavga ve çelişki de büyüdü. Emperyalizmin işbirlikçisi holdingler, "ulusalcı" kesildi, İsrailli bir sermayedarın ihaleye katılması rakip tekellerin akıllarına "vatan sevgisi"ni getirdi.

Özelleştirme saldırılarıyla işleri ve geleceklerini yitirecek işçiler cephesinde de öfkeli bir mücadele ve direnişin ilk tepkileri yansıdı. İhaleli satış sürecinde TÜPRAŞ işçileri iş bıraktı, Erdemir işçileri Ankara-İstanbul otoyolunu trafiğe kapattı. Petrol-iş sendikası 8 eylül günü örgütlü olduğu bütün işyerlerinde işbaşı yapmayarak "memleket nöbeti çadırı" kurdu. Ve işçileri işlerine sahip çıkmaya, "memleketi seven herkesi çadırda nöbet tutmaya" çağırdı.

Özelleştirme saldırısına karşı mücadele, işçilerin sınıfsal öfkesinin yanında, antiemperyalist bir duruşunu da içeriyor. Ancak bu duruş, "vatan savunması" adına sendika bürokrasisi ve reformist partiler tarafından gerçek içeriğinden boşaltılıyor. KİT'lerin emperyalist ve işbirlikçi sermayeye peşkeş çekilmesini, "yerli sermaye"ye satılması tercihleriyle büyük bir yanılsamaya yol açıyorlar. Türkiye'nin en büyük sendikası Türk-İş başkanı Salih Kılıç, Erdemir'in "yabancı kuruluşlara değil, yerli kuruluşlara verilmesini" istedi.

Patronlar örgütü TOBB başkanı H. Hisarcıklıoğlu, sanki kendileri "ulusal sermaye"yi temsil ediyorlarmış gibi, "Erdemir'i çok uluslu firmaların küçük bir parçası haline getirmek yerine, Avrupa'nın 5, dünyanın ise 10 büyük üreticisi arasına sokmayı hedefliyoruz" diyerek ihale için ortak bir girişim grubu oluşturduklarını açıkladı.

Bugüne kadar KİT'lerden beslenen OYAK'ın sahibi generaller de, "yerli sermaye" adına bu kuruluşlara talip olduklarını açıkladılar. Bu açıklamalar, mücadelenin başarısı için nasıl bir özelleştirme karşıtlığı sorusunu yeniden gündeme getirdi:

Özelleştirme, devlet kapitalizmi sektörünün burjuvazinin çıkarları lehine daraltılması olduğu kadar, bu sektörde çalışan işçilerin esnek çalışmaya mahkum edilmesi, işsiz ve örgütsüz bırakılması anlamına da geliyor. Özelleştirme işçiler için değil, halk için de yıkım getiriyor. Çünkü KİT'lerin yanı sıra eğitim ve sağlık hizmetleri de özelleştiriliyor. Yani vatan değil, düpedüz işçi ve emekçilerin geleceği satılıyor, işçi sınıfının kazanılmış hakları gasp ediliyor.

Bu yüzden özelleştirilen işletmenin yerliye mi, yabancıya mı gideceği sorusu sorunun esasını oluşturmuyor. Sermaye, ulusa değil, kara bakıyor. Ve patronlar, her yerde işçinin emeğine daha fazla el koymak için çabalıyor.

TÜPRAŞ ve Erdemir işçilerinin direnişçi SEKA ve Seydişehir işçilerini örnek almanın dışında çözüm yolları yoktur. Ancak, sendika bürokrasisi ve reformist partilerin telkinlerini aşarak fiili meşru mücadele hattında ilerleyerek bu saldırıyı püskürtebilirler.

Direniş yerlerini ziyaret eden ESP temsilcisinin açıklamasında ifade ettiği gibi, "Bir taraftan ev yıkımları, bir taraftan ise özelleştirmelerle İMF politikaları uygulanıyor. Bu saldırılara karşı emekçiler olarak tek çözümümüz birleşik halk direnişini örmektir." Kazanmanın gerçek yolu da budur.