KÜRT SORUNU VE "ALT ÜST KİMLİK" TARTIŞMALARI
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Sömürgeci faşist rejim, yakın zamanda "Kürtler, bir alt kimliktir" tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Oysa sürdürülen kapsamda kimlik tartışmaları, bir ilk tartışma değildi. Ve bu konu, Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesi karşısında "Kürt realitesi", "kültürel zenginlik", "Kürt kimliği", "Bask modeli" kavramlarıyla defalarca tartışılmıştı. Hatta, öyle ki, bu tartışmalar önce kabul etmek, sonra unutturmak suretiyle her seferinde yeni bir "değişiklik" veya "ilerleme"nin propaganda aracı yapıldı. Başka bir deyişle, Kürt halkı bu türden sonu hayal kırıklığına yol açan sayısız beklentilere sokuldu. Elbette ki, alt üst kimlik tartışmaları, devletin "Dağ Türkleri"söyleminden "Kürtler vardır" söylemine ulaştığını ve bunun da Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin bir ürünü olduğunu gösteriyor. Ama esasen bununla Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, kendi devletini kurma hakkı unutturulmaya çalışılıyor.

Ne var ki, Kürt ulusal varlığı inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Alt kimlik derecesine indirgenemez. Çünkü ülkesi, dili, kültürü, binlerce yıllık tarihiyle Kürtler, Irak, İran, Suriye ve Türkiye tarafından dört parçaya bölünmüş bir ulustur. Türkleştirmek, Araplaştırmak, Farslaştırmak ya da kimliksiz-leştirmek biçiminde somutlaşan bu sömürgeci yönelimlere rağmen Kürtler, varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Her bir parçasında özgür ve bağımsız bir Kürdistan mücadelesi, eşitsiz ve zorlukla da olsa sürdürülüyor.

Son alt üst kimlik tartışmaları, aslında sömürgeci rejimin imha ve inkar siyasetinin inceltilerek sürdürülmesidir. Bir yönüyle Şemdinli'de (Kuzey Kürdistan'da bir kasaba) suçüstü yakalanan devletin kontrgerilla, Özel Harp Dairesi gibi karanlık örgütleri ve eylemlerinin örtülmesi; diğer yanıyla büyü-meye ve derinleşmeye başlayan Kürt serhildanlarının söndürülmesini hedefledi.

Kimlik tartışmaları, Başbakan T. Erdoğan'ın, büyük bir gizlilik ve telaşla gittiği Şemdinli'deki açıklamasıyla yoğunlaştı. Orada, Kürtlerin, "Türkiye Cumhuriyet'i vatandaşlığı üst kimliğine bağlı" bir "alt kimlik" teşkil ettiğini açıkladı. Ne var ki, generaller ve statükocu devlet kliği baskı yapınca, o, bu açıklamasını tekzip eden yeni açıklama ve tutarsızlıklar sergilemekte gecikmedi. T. Erdoğan, Şemdinli halkının kontra mensuplarının yargılandığı mahkemede tanık olarak dinlenemeyeceğini söylemekle kalmadı; "Tek bayrak, tek millet ve tek devlet" biçimindeki inkarcı, şovenist ve ırkçı resmi ve geleneksel politikayı savunduğunu da tekrarladı.

Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yayınladığı yeni yıl mesajında, Türk burjuvazisinin statükolarının altını çizdi, Kürt inkârını bir kez daha tekrarladı. "Türklerin bir alt kimlik" olamayacağını belirtti. Böylece rejim, Kürt halkını avlamak için ortaya atılan "alt-üst kimlik" tartışmalarına dahi tahammül edemeyeceğini yineledi. "Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür ve tekil devlet yapısına sahiptir. Kurucu öğe olarak tek devlet, tek ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil ve tek bayrak ülküsünden vazgeçilmez. Türk devletine yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk ulusunu oluşturan öğelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmemektedir" sözleriyle Sezer, hem Kürt halkını "alt kimlik" söylemiyle avlamaya çalışan Tayyip Erdoğan ve destekçilerine yanıt verdi ve hem de bu tartışmadan demokratik bir çözüm bekleyenlere sömürgeciliğin sınırlarını gösterdi.

Diyebiliriz ki, kimlik tartışmalarında iki nokta dikkat çekiyor: İlki, Kürt kimliği açıklaması yapan başbakan dahil, devlet düzeyindeki parçalanmış, çelişkili ve çatışmalı irade beyanlarıdır. İkincisi, her seferinde Kürt halkını yeni beklentilere sokan ya da oyalayan bu tartışmalara ulusalcı reformist PKK yönetiminin "iyimser açıklamalarla" ortak olmasıdır.

1978 ve sonrası yıllarda ulusal devrimci PKK, Kürt ulusal sorununun çözümüne ilişkin Kürdistan Devriminin Yolu broşüründe şunları yazıyordu: "Kürdistan Devrimi, en ön planda Türk sömürgeciliğini hedef alır. Siyasal bağımsızlığı gasp eden, Kürt dili, tarihi ve kültürü üzerinde tam bir yok etme işlevi sürdüren, üretim güçlerini tahrip ve talan eden Türk sömürgeciliğidir. Bu sömürgeciliğe, dışta emperyalistler, içte de feodal-kompradorlar destek vermektedir. Birbirlerine çok sıkı ekonomik bağlarla bağı olan bu üç güç, Kürdistan devrimcilerinin hedeflerini teşkil ederler. ... Kürdistan Devriminin görevleri, bağımsız ve demokratik bir Kürdistanın yaratılmasını öngörür." (KDY)

15 Şubat 1999'da Uluslararası emperyalist bir komplo sonucu Türk burjuva devletine teslim edilen PKK önderi A. Öcalan, "İmralı Savunmaları"yla PKK'in stratejik değişimi ve dönüşümünün gerekliliğine işaret etti. Bunun üzerine 2000 başlarında gerçekleşen 7. Olağanüstü Kongresi ile ulusalcı reformist yola giren PKK, "barış projesi" geliştirme adına, siyasal, örgütsel ve programatik alanlarda stratejik bir değişikliğe gitti. Ve 7. Olağanüstü Kongre kararlarıyla şunları açıkladı: "...Başkan APO, ... İmralı Savunmalarını yaparak, kilitlenmiş sorunların anahtar çözümünü herkesin önüne koymuştur. Bu yaklaşım, sınırlara dokunmadan Kürt sorununa demokratik cumhuriyet içinde çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Tarihteki Kürt-Türk ilişkilerine ve Türkiye gerçeğine uygun olan bu çözüm aynı zamanda Kürtlerin kendi kimliğiyle özgür yaşamalarını, dil ve kültürlerini geliştirecek bir özellik taşımaktadır."(7. Kongre kararları)

"Olağanüstü 7. Kongremiz Başkan APO'nun İmralı Savunmalarıyla başlattığı barış sürecini derinleştirmek için programında stratejik düzeyde değişikliğe gitmiş, Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözülmesi için kapsamlı bir barış projesini yaşama geçirme kararını almıştır."(age). Görüldüğü gibi, 1999'dan itibaren PKK tarafından da Kürt sorununun çözümü, "demokratik cumhuriyet içinde" aranmaya başlanmıştır.

Öyle ki, A. Öcalan, 30 Kasım 2005 tarihli Avukatlar görüşmesinde, aynı düşüncelerini tekrarladı. Ve Türk başbakanını olumladığını ifade etti: "...Üniter devlet yapısı çerçevesinde demokratik bir çözümden yanayım. Çözüm isteniyorsa önümüz neden açılmıyor? Başbakanın açıklamalarını olumlu buluyorum. Başbakanın kullandığı kavramları daha önce ben kullan-mıştım. Bu kavramlar bana aittir. ... Benim çözüm tarzım 21. Yüzyıl çözümüdür. Bunu tarihe not düşüyorum. Demokratik cumhuriyet tezini savunuyorum. Biz burada T.C. anayasası, Meclisi ve ordusunu tartışmıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını anayasal üst kimlik olarak kabul ediyoruz."

Aynı görüşmede A. Öcalan, "Halkımıza önerim demokratik çözümde ısrar etmeleridir. Bütün insanlarımızın Kürtçe eğitim hakkı başta olmak üzere bütün kültürel hakları için seferberlik içinde olmalıdırlar." çağrısında bulunmuş, demokratik çözüme uluşmak için eğitim-kültür hakları için seferberlik öngörülmüştür.

Oysa Kürdistan Devriminin Yolu broşüründe, bu türden bir çözüm şöyle değerlendiriliyordu:

"... gerek ezen ulusun 'devrimcilerinden' gerekse onlarla farklı nüanslardan ama aynı telden çalan ezilen ulus 'devrimcilerinden' gelen, ulusal mesele konusundaki 'bölgesel özerklik', 'federal birlik', 'dil ve kültür özerkliği' biçimindeki çözüm yolları gericidir. Ve günümüzde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının biricik doğru yorum tarzı olan 'bağımsız devlet' tezine aykırıdır."

A.Öcalan İmralı savunmalarında, UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) ilkesinin geçersizliğini ileri sürüyor ve bunun bir çıkmaz olduğunu ortaya koyuyordu: "70'lerde moda olan ve uygulandığında sadece ayrı devlet anlamında yorumlanan UKKTH, gerçekten bu yorumuyla bir çıkmazdı. Kürdistan pratiğinde sorunu yokuşa sürdürme yanı ağır basıyordu. ... Ancak demokratik çözüm tarzının zenginliği karşısında yarı devlet, federasyon, otonomi vb. yaklaşımlarının bile geri ve bazen çözümsüzlüğe yol açtığını pratikte görünce; demokratik sistem üzerinde yoğunlaşma, bana çok önemli geldi." (İmralı savunması. S., 17)

Bu yaklaşımlar, şüphesiz ki, Kürt ulusal sorununun devrimci-halkçı çözümünü zorlaştırmakta; sömürgeci rejimin çözümsüzlük dayatmalarına zaman kazandırmaktadır.

MLKP, Kürt sorununun gerçek çözümünü, "ulusların ve dillerini tam hak eşitliği"ni getirecek devrimci çözümde görmektedir. Bu, İşçi Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği iktidarıdır.

Sosyalist SB pratiğiyle bu çözüm sınanmış ve görülmüştür. Eşit, özgür ve bağımsız cumhuriyetlerin gönüllü birliği, halkları birlikte yüceltmiş, kardeşleştirmiş, ayrıcalıklar düşmanlaştırmıştır. Bütün bunların ışığında, MLKP Anti Emperyalist Demokratik Devrim Programının ilk maddesini; "işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin faşist diktatörlüğü zora dayalı devrimle yıkılacak, yerine ayrılma hakkının korunduğu İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği kurulacaktır" olarak belirlemiş; bununla da yetinmeyip 12. maddede "Kürt ulusuna uygulanan asimilasyon ve sömürgeci faşist terör siyasetine ve kirli savaşa son verilecek, Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkını kullanmasının ve bu amaçla ajitasyon, propaganda ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılacak, Kürt ulusunun birleşme hakkı tanınacak ve savunulacaktır" denilmiştir. Bu kapsamdaki bir diğer başlık olan 13. madde ise, sanki alt-üst kimlik tartışmalarına yanıt verir niteliktedir: "Kürtlerle Türkler arasında her alanda tam hak eşitliği sağlanacak, tüm dil ve kültürler üzerindeki baskılara son verilecek, Türk milliyetçiliğine karşı sistemli bir savaşım sürdürülecek, Kürt ve Türk halklarının; Laz, Çingene, Abhaz, Gürcü, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum ve diğer ulusal toplulukların tam hak eşitliği temelinde özgür iradeleriyle İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği'nde birlikte yaşaması için çaba harcanacaktır."

İşte bu da komünistlerin kimlik beyanı, ve çözüm planı!

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

KÜRT SORUNU VE "ALT ÜST KİMLİK" TARTIŞMALARI
fc Share on Twitter
 

Sömürgeci faşist rejim, yakın zamanda "Kürtler, bir alt kimliktir" tartışmalarını yeniden gündeme getirdi. Oysa sürdürülen kapsamda kimlik tartışmaları, bir ilk tartışma değildi. Ve bu konu, Kürt Ulusal Kurtuluş mücadelesi karşısında "Kürt realitesi", "kültürel zenginlik", "Kürt kimliği", "Bask modeli" kavramlarıyla defalarca tartışılmıştı. Hatta, öyle ki, bu tartışmalar önce kabul etmek, sonra unutturmak suretiyle her seferinde yeni bir "değişiklik" veya "ilerleme"nin propaganda aracı yapıldı. Başka bir deyişle, Kürt halkı bu türden sonu hayal kırıklığına yol açan sayısız beklentilere sokuldu. Elbette ki, alt üst kimlik tartışmaları, devletin "Dağ Türkleri"söyleminden "Kürtler vardır" söylemine ulaştığını ve bunun da Kürt ulusal kurtuluş mücadelesinin bir ürünü olduğunu gösteriyor. Ama esasen bununla Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı, kendi devletini kurma hakkı unutturulmaya çalışılıyor.

Ne var ki, Kürt ulusal varlığı inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Alt kimlik derecesine indirgenemez. Çünkü ülkesi, dili, kültürü, binlerce yıllık tarihiyle Kürtler, Irak, İran, Suriye ve Türkiye tarafından dört parçaya bölünmüş bir ulustur. Türkleştirmek, Araplaştırmak, Farslaştırmak ya da kimliksiz-leştirmek biçiminde somutlaşan bu sömürgeci yönelimlere rağmen Kürtler, varlıklarını sürdürmeyi başardılar. Her bir parçasında özgür ve bağımsız bir Kürdistan mücadelesi, eşitsiz ve zorlukla da olsa sürdürülüyor.

Son alt üst kimlik tartışmaları, aslında sömürgeci rejimin imha ve inkar siyasetinin inceltilerek sürdürülmesidir. Bir yönüyle Şemdinli'de (Kuzey Kürdistan'da bir kasaba) suçüstü yakalanan devletin kontrgerilla, Özel Harp Dairesi gibi karanlık örgütleri ve eylemlerinin örtülmesi; diğer yanıyla büyü-meye ve derinleşmeye başlayan Kürt serhildanlarının söndürülmesini hedefledi.

Kimlik tartışmaları, Başbakan T. Erdoğan'ın, büyük bir gizlilik ve telaşla gittiği Şemdinli'deki açıklamasıyla yoğunlaştı. Orada, Kürtlerin, "Türkiye Cumhuriyet'i vatandaşlığı üst kimliğine bağlı" bir "alt kimlik" teşkil ettiğini açıkladı. Ne var ki, generaller ve statükocu devlet kliği baskı yapınca, o, bu açıklamasını tekzip eden yeni açıklama ve tutarsızlıklar sergilemekte gecikmedi. T. Erdoğan, Şemdinli halkının kontra mensuplarının yargılandığı mahkemede tanık olarak dinlenemeyeceğini söylemekle kalmadı; "Tek bayrak, tek millet ve tek devlet" biçimindeki inkarcı, şovenist ve ırkçı resmi ve geleneksel politikayı savunduğunu da tekrarladı.

Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yayınladığı yeni yıl mesajında, Türk burjuvazisinin statükolarının altını çizdi, Kürt inkârını bir kez daha tekrarladı. "Türklerin bir alt kimlik" olamayacağını belirtti. Böylece rejim, Kürt halkını avlamak için ortaya atılan "alt-üst kimlik" tartışmalarına dahi tahammül edemeyeceğini yineledi. "Anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütündür ve tekil devlet yapısına sahiptir. Kurucu öğe olarak tek devlet, tek ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil ve tek bayrak ülküsünden vazgeçilmez. Türk devletine yurttaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılması, Türk ulusunu oluşturan öğelerin etnik kimliklerinin yadsınması anlamına gelmemektedir" sözleriyle Sezer, hem Kürt halkını "alt kimlik" söylemiyle avlamaya çalışan Tayyip Erdoğan ve destekçilerine yanıt verdi ve hem de bu tartışmadan demokratik bir çözüm bekleyenlere sömürgeciliğin sınırlarını gösterdi.

Diyebiliriz ki, kimlik tartışmalarında iki nokta dikkat çekiyor: İlki, Kürt kimliği açıklaması yapan başbakan dahil, devlet düzeyindeki parçalanmış, çelişkili ve çatışmalı irade beyanlarıdır. İkincisi, her seferinde Kürt halkını yeni beklentilere sokan ya da oyalayan bu tartışmalara ulusalcı reformist PKK yönetiminin "iyimser açıklamalarla" ortak olmasıdır.

1978 ve sonrası yıllarda ulusal devrimci PKK, Kürt ulusal sorununun çözümüne ilişkin Kürdistan Devriminin Yolu broşüründe şunları yazıyordu: "Kürdistan Devrimi, en ön planda Türk sömürgeciliğini hedef alır. Siyasal bağımsızlığı gasp eden, Kürt dili, tarihi ve kültürü üzerinde tam bir yok etme işlevi sürdüren, üretim güçlerini tahrip ve talan eden Türk sömürgeciliğidir. Bu sömürgeciliğe, dışta emperyalistler, içte de feodal-kompradorlar destek vermektedir. Birbirlerine çok sıkı ekonomik bağlarla bağı olan bu üç güç, Kürdistan devrimcilerinin hedeflerini teşkil ederler. ... Kürdistan Devriminin görevleri, bağımsız ve demokratik bir Kürdistanın yaratılmasını öngörür." (KDY)

15 Şubat 1999'da Uluslararası emperyalist bir komplo sonucu Türk burjuva devletine teslim edilen PKK önderi A. Öcalan, "İmralı Savunmaları"yla PKK'in stratejik değişimi ve dönüşümünün gerekliliğine işaret etti. Bunun üzerine 2000 başlarında gerçekleşen 7. Olağanüstü Kongresi ile ulusalcı reformist yola giren PKK, "barış projesi" geliştirme adına, siyasal, örgütsel ve programatik alanlarda stratejik bir değişikliğe gitti. Ve 7. Olağanüstü Kongre kararlarıyla şunları açıkladı: "...Başkan APO, ... İmralı Savunmalarını yaparak, kilitlenmiş sorunların anahtar çözümünü herkesin önüne koymuştur. Bu yaklaşım, sınırlara dokunmadan Kürt sorununa demokratik cumhuriyet içinde çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Tarihteki Kürt-Türk ilişkilerine ve Türkiye gerçeğine uygun olan bu çözüm aynı zamanda Kürtlerin kendi kimliğiyle özgür yaşamalarını, dil ve kültürlerini geliştirecek bir özellik taşımaktadır."(7. Kongre kararları)

"Olağanüstü 7. Kongremiz Başkan APO'nun İmralı Savunmalarıyla başlattığı barış sürecini derinleştirmek için programında stratejik düzeyde değişikliğe gitmiş, Türkiye'nin demokratikleşmesi temelinde Kürt sorununun çözülmesi için kapsamlı bir barış projesini yaşama geçirme kararını almıştır."(age). Görüldüğü gibi, 1999'dan itibaren PKK tarafından da Kürt sorununun çözümü, "demokratik cumhuriyet içinde" aranmaya başlanmıştır.

Öyle ki, A. Öcalan, 30 Kasım 2005 tarihli Avukatlar görüşmesinde, aynı düşüncelerini tekrarladı. Ve Türk başbakanını olumladığını ifade etti: "...Üniter devlet yapısı çerçevesinde demokratik bir çözümden yanayım. Çözüm isteniyorsa önümüz neden açılmıyor? Başbakanın açıklamalarını olumlu buluyorum. Başbakanın kullandığı kavramları daha önce ben kullan-mıştım. Bu kavramlar bana aittir. ... Benim çözüm tarzım 21. Yüzyıl çözümüdür. Bunu tarihe not düşüyorum. Demokratik cumhuriyet tezini savunuyorum. Biz burada T.C. anayasası, Meclisi ve ordusunu tartışmıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığını anayasal üst kimlik olarak kabul ediyoruz."

Aynı görüşmede A. Öcalan, "Halkımıza önerim demokratik çözümde ısrar etmeleridir. Bütün insanlarımızın Kürtçe eğitim hakkı başta olmak üzere bütün kültürel hakları için seferberlik içinde olmalıdırlar." çağrısında bulunmuş, demokratik çözüme uluşmak için eğitim-kültür hakları için seferberlik öngörülmüştür.

Oysa Kürdistan Devriminin Yolu broşüründe, bu türden bir çözüm şöyle değerlendiriliyordu:

"... gerek ezen ulusun 'devrimcilerinden' gerekse onlarla farklı nüanslardan ama aynı telden çalan ezilen ulus 'devrimcilerinden' gelen, ulusal mesele konusundaki 'bölgesel özerklik', 'federal birlik', 'dil ve kültür özerkliği' biçimindeki çözüm yolları gericidir. Ve günümüzde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının biricik doğru yorum tarzı olan 'bağımsız devlet' tezine aykırıdır."

A.Öcalan İmralı savunmalarında, UKKTH (Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı) ilkesinin geçersizliğini ileri sürüyor ve bunun bir çıkmaz olduğunu ortaya koyuyordu: "70'lerde moda olan ve uygulandığında sadece ayrı devlet anlamında yorumlanan UKKTH, gerçekten bu yorumuyla bir çıkmazdı. Kürdistan pratiğinde sorunu yokuşa sürdürme yanı ağır basıyordu. ... Ancak demokratik çözüm tarzının zenginliği karşısında yarı devlet, federasyon, otonomi vb. yaklaşımlarının bile geri ve bazen çözümsüzlüğe yol açtığını pratikte görünce; demokratik sistem üzerinde yoğunlaşma, bana çok önemli geldi." (İmralı savunması. S., 17)

Bu yaklaşımlar, şüphesiz ki, Kürt ulusal sorununun devrimci-halkçı çözümünü zorlaştırmakta; sömürgeci rejimin çözümsüzlük dayatmalarına zaman kazandırmaktadır.

MLKP, Kürt sorununun gerçek çözümünü, "ulusların ve dillerini tam hak eşitliği"ni getirecek devrimci çözümde görmektedir. Bu, İşçi Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği iktidarıdır.

Sosyalist SB pratiğiyle bu çözüm sınanmış ve görülmüştür. Eşit, özgür ve bağımsız cumhuriyetlerin gönüllü birliği, halkları birlikte yüceltmiş, kardeşleştirmiş, ayrıcalıklar düşmanlaştırmıştır. Bütün bunların ışığında, MLKP Anti Emperyalist Demokratik Devrim Programının ilk maddesini; "işbirlikçi tekelci burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin faşist diktatörlüğü zora dayalı devrimle yıkılacak, yerine ayrılma hakkının korunduğu İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği kurulacaktır" olarak belirlemiş; bununla da yetinmeyip 12. maddede "Kürt ulusuna uygulanan asimilasyon ve sömürgeci faşist terör siyasetine ve kirli savaşa son verilecek, Kürt ulusunun kendi devletini kurma hakkını kullanmasının ve bu amaçla ajitasyon, propaganda ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki tüm engeller kaldırılacak, Kürt ulusunun birleşme hakkı tanınacak ve savunulacaktır" denilmiştir. Bu kapsamdaki bir diğer başlık olan 13. madde ise, sanki alt-üst kimlik tartışmalarına yanıt verir niteliktedir: "Kürtlerle Türkler arasında her alanda tam hak eşitliği sağlanacak, tüm dil ve kültürler üzerindeki baskılara son verilecek, Türk milliyetçiliğine karşı sistemli bir savaşım sürdürülecek, Kürt ve Türk halklarının; Laz, Çingene, Abhaz, Gürcü, Çerkez, Arap, Ermeni, Rum ve diğer ulusal toplulukların tam hak eşitliği temelinde özgür iradeleriyle İşçi-Emekçi Sovyet Cumhuriyetler Birliği'nde birlikte yaşaması için çaba harcanacaktır."

İşte bu da komünistlerin kimlik beyanı, ve çözüm planı!