Dünya Sosyal Forumu ve Devrimci Özne
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

 

 01 Nisan 2013 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 126

Dünya Sosyal Forumu (DSF), sözde anti-küreselleşme hareketi sürecinde 2001 yılında ortaya çıktı. O tarihten bugüne, sonuncusu 26-30 Mart 2013’de Tunus’ta olmak üzere 11 Dünya Sosyal Forumu gerçekleştirildi.

İlk kez bir Arap ülkesinde gerçekleştirilen 11. DSF’de, 29 Mart günü ‘onur’ sloganı altında gerçekleştirilen açılış yürüyüşüne, örgütleyicilerin tahminlerine göre, 120 ülkeden 50 bin kişi katıldı. Diğer bir kitlesel gösteri ise resmi kapanış günü olan 30 Mart günü Filistin kurtuluş mücadelesi ile dayanışmak amacıyla Toprak Günü vesilesiyle gerçekleştirildi. İklim, tarım, politika, insan hakları, kadın özgürlüğü, göçmenlik, çatışmalar, dış borç ve diğer konularda günde yaklaşık 350 panel ve çalışma grupları düzenlenirken, Filistin konusu egemen konumdaydı. Buna ek olarak Batı Sahra’nın ulusal bağımsızlığı ve Suriye’deki durumda diğer ana konuları oluşturdu.

Başlarda Sosyal Forum hareketi dünya çapında ezilen emekçi kitlelerin emperyalist sömürü ve talana duyduğu tepkinin bir ifadesiydi. Ancak hareket bu mücadeleyi örgütleme, ilerletme ve yürütmede başarısız oldu. DSF ‘başka bir dünya’ isteyenlerin fikirlerini özgürce dile getirdikleri ‘açık bir alan’ olduğunu iddia etse de, gerçekte sonuç almamada tamamıyla açık kalmaya devam etmekte. DSF örgütleyicileri bugüne kadar bu başka dünyanın nasıl bir dünya olduğunu söylemekten kaçınmak için her şey yaptılar. Yada şu veya bu biçimde, ‘insan yüzlü’, bugünkü ‘aşırılıkları’ olmayan bir kapitalist dünyadan başka bir dünya istemediklerini açıkça ifade ettiler.

DSF milyonlarca ezilenleri birleştirme iddiasında, ancak örgütleyiciler yoksul ve ezilenlerin DSF alanına gidişi maddi olarak nasıl karşılayacaklarını düşünmüyorlar bile! Dolayısıyla Tunus’ta da olduğu gibi, Avrupalı Sivil Toplumcu aktivistlerin Foruma egemen olmaları şaşırtıcı değil. Egemenlikten söz ederken işlevselliğe de değinmemiz gerekir, çünkü geniş kitleleri gerçek karar mekanizmalarına dahil etmenin yapısını sunmadan demokratik ve herkese açık olduğunu iddia etmekte. Önemli siyasi ve örgütsel kararlar kapalı kapılar ardında az sayıdaki lobiciler tarafından alınmakta ve tartışmaları sokağa yansıtacak eylem planlarına ve diğer araçlara dair somut kararlar kesinlikle yer almamakta. Sonuçta DSF sadece ezilen halkların politik, sosyal ve ekonomik mücadelelerini örgütlememenin değil, aynı zamanda örgütlü mücadeleye karşı düşmanlığı besleyen somut kararların alınmadığı sonsuz tartışma alanına dönüştü. Bırakın mücadeleleri birbiriyle ilişkilendiren bir yapı oluşturmayı, kendi ilkelerinde devrimci ve komünist partilerin katılımını açıktan yasaklayarak düşmanlık yapmaktalar. Birçok defa sadece pro-kapitalist hegemonyayı sorgulamayan belli siyasi fikirlerin DSF’nun ana gövdesi tarafından kabul gördüğüne biz kendimiz tanıklık ettik. Açık görüşlü olma iddiası devrimci ve Marksist-Leninistleri kapsamıyor.

Sosyal Forum bu niteliklerinden ötürü ezilen ve sömürülen kitlelerin başka bir dünya arayışının yanıtı olamamıştır. Aksine, enternasyonal deney paylaşımı gibi bazı olumlu yanların dışında, protestoları farklı kanallara yönlendirerek, meşru tepkiyi sistem içerisinde tutarak burjuvazinin egemenliğini sürdürmesine yardımcı olmuş; gerçek mücadeleci hareketleri temsil etmeyerek ve pratik sonuçlar almayarak insanların mücadele enerjisini uzun tartışmalarla boşa harcamıştır. Bu durum çok doğal olarak mücadeleci hareketlerin ve emekçi kitlelerin ilgisinin düşmesini getirmiştir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Tunus’taki devrimci atmosfer dahi Sosyal Forum hareketini gerçekte yeniden canlandıramamıştır.

Partimiz MLKP her zaman DSF’nun reformist önderliğini ve anti-komünist yanlarını, alternatif arayışı içerisinde olan on binlerce insanı görmeyen sekter tavır almadan eleştirmiştir. Başka bir dünyanın sosyalizm olduğunu ve oraya varmanın yegane yolunun komünist öncü önderliğindeki işçi ve emekçi kitleleri tarafından gerçekleştirilen silahlı devrimde geçtiğini belirten komünist sembollerimiz ve içeriğimizle bir çok sosyal forumda bulunduk.

2010 sonunda Tunus’ta başlayan, Ortadoğu ve Magrep’te diktatörlüklere karşı yaşanan halk isyanları sırasında da yoğun bir alternatif arayışı vardı. Yine, ayaklanan kitleleri emperyalist bağımlılığa ve kapitalist egemenliğe bir devrimle son verecek şekilde yön veren bilinçli gücün olmadığı kendiliğindenci bir halk ayaklanmasıydı. Tabi ki hiç kimse Sosyal Forumun bu açığı dolduracağı veya bu durumu sonlandıracağı beklentisine girmedi. Ancak devrimci güçler nasıl bir rol oynadı ya da bir ülkede nasıl rol oynar? Devrimci öncü bakımından Tunus’ta durum nasıl?


Şüphesiz ki devrimci ve komünist örgütler var; Bin Ali diktatörlüğünün devrilmesinden sonra 150’den fazla örgüt ve parti kuruldu ve bazıları on yıllardır varlar. Parti temsilcisi Mohamed Mzam ‘çoğu Tunuslunun komünist kelimesini duyarak benzeştirmesinden kaçınmak amacıyla’ 2012’de ismini Tunus İşçi Partisi (TİP) olarak değiştiren Tunus Komünist İşçi Partisi (TKİP) 1985’de kuruldu diyor ve ekliyor: ‘Politik partilerin program ve gündemleri, onların ideolojilerinden daha önemlidir.’ Bu parti, Bin Ali’nin devrilmesinden sonar tamamıyla legal temelde örgütlenmekte, iktidarı seçimler yoluyla ele geçirmenin mümkün olduğunu düşünüyor. Ulusal Önderlik üyesi Salah Lajimi ‘coğrafya, kültür ve tarih ülkemizde silahlı mücadele yürütmeye izin vermiyor’ diyor.

TIP Halk Cephesi’nin bir parçası. Bu sol ittifak Ekim 2012’de kuruldu ve içerisinde Şubat 2013’te katledilen Chokri Belaid’in Birleşik Yurtsever Demokratlar Partisi, İlerici Mücadele Partisi, iki Baasçı parti -Tunus Baas Hareketi ve Demokratik Öncü Arap Partisi-, Yeşil Tunus, troçkist İşçilerin Sol Birliği, Pan-Arap Grup, İlerleme ve Kurtuluş için İlerici Halk Partisi’nin yanı sıra Kızıl Saldırı adlı dernekten oluşan 12 örgüt bulunmakta. Geçen sene partileşen fakat yetmişlerin ortalarından buyana bir örgüt olarak varlığını sürdürmüş olan ve Arapça “Watad” olarak bilinen Yurtsever Sosyalist Devrimci Parti’de (YSDP) Halk Cephesinin temel güçlerinden birini oluşturmakta. Yasal alanda dahil her türlü mücadele biçiminin kullanılmasını benimseyen bu illegal parti inşa sürecinde.

Bütün bu komünist, devrimci ve ilerici güçlerin varlığına rağmen hepside diktatörlüğe karşı kitle ayaklanmasına önderlik edememiş, devrimi tamamlamak için iteleyememiş ve mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirememişlerdir. Kendiliğindenciliğin düzeyi çok net bir biçimde yakın dönemin devrimci sürecinde yaşamını yitiren 300’den fazla şehidin hiç birinin devrimci bir partinin üyesi olmadığı gerçekliğinden de görülecektir. Bu durumu gerçek anlamda görebilmek için partiler, tabii ki nedenleri üzerine tartışıyor ve sonuçlar çıkartıyorlar. TİP bu durumu kitlelerdeki düşük siyasi bilinç ve Bin Ali döneminde sadece Müslümanların muhalefet olarak gösterilmesi, komünistlerden hiç bahsedilmemesiyle açıklamakta. YSDP ise daha özeleştirel yaklaşmakta ve görece tecrit ve marjinal durumlarına son vererek halk kitleleri ile yeni kitle araçlarıyla ilişkilerini geliştirme arayışında. Ancak öncünün proletarya ve emekçi kitlelerle olan tecrit durumu, komünist partilerin son darbeyi vurmadaki ciddi hazırlık ve korkusuzca yaşama geçirme yoksunluğu sadece Tunus’ta değil, bugünün dünyasındaki birkaç ülkede henüz hala çözülmemiş durumda.

Mısır’da olduğu gibi Tunus’ta da diktatörleri alaşağı eden halk ayaklanmaları 2008’de tüm vahşi saldırılara rağmen 6 ay süren Gafsa gibi madenci kentlerinde başlayan isyanlar, grevler ve direniş hareketleriyle öncelenmişti. Bu kahraman mücadelelerde ne gibi sonuçlar çıkartıldı? 2008’den Aralık 2010’a kadar nasıl hazırlıklar yapıldı? Strateji ve taktik bakımından, mücadele araçları, politik kitle çalışması ve örgütsel konularda devrimci ve komünist örgütlerin eksiklikleri nelerdi? Bu sorulara verilecek yanıtlar eksikliklerimizi gidermeye ve devrimi tamamlamamıza yardımcı olacaktır.

Partimizin çok önemli gördüğü diğer bir nokta ise bölgesel ilişkilerin gelişmesi, anti-emperyalist ve komünist güçlerin deney paylaşımı ve işbirliğidir. 2010-2011’de bütün bölgede yaşanan ayaklanma dalgaları, bizim hâlihazırda 2006’da Ortadoğu Anti-Emperyalist Mücadele Koordinasyonu’nun kuruluşunda ifade ettiğimiz ortak mücadele ve yakın işbirliğine duyulan ihtiyacı ve göçlü temeli gösterdi. Yeni devrimci öznelerin gelişimi ile birlikte birbirimizi deney paylaşımı, enternasyonal dayanışma ve anti-emperyalist mücadele ve sınıf savaşımında ortak bir pratiği geliştirme bakımından destekleme sorumluluğumuz var.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Dünya Sosyal Forumu ve Devrimci Özne
fc Share on Twitter
 

 

 01 Nisan 2013 /Enternasyonal Bülten / Sayı: 126

Dünya Sosyal Forumu (DSF), sözde anti-küreselleşme hareketi sürecinde 2001 yılında ortaya çıktı. O tarihten bugüne, sonuncusu 26-30 Mart 2013’de Tunus’ta olmak üzere 11 Dünya Sosyal Forumu gerçekleştirildi.

İlk kez bir Arap ülkesinde gerçekleştirilen 11. DSF’de, 29 Mart günü ‘onur’ sloganı altında gerçekleştirilen açılış yürüyüşüne, örgütleyicilerin tahminlerine göre, 120 ülkeden 50 bin kişi katıldı. Diğer bir kitlesel gösteri ise resmi kapanış günü olan 30 Mart günü Filistin kurtuluş mücadelesi ile dayanışmak amacıyla Toprak Günü vesilesiyle gerçekleştirildi. İklim, tarım, politika, insan hakları, kadın özgürlüğü, göçmenlik, çatışmalar, dış borç ve diğer konularda günde yaklaşık 350 panel ve çalışma grupları düzenlenirken, Filistin konusu egemen konumdaydı. Buna ek olarak Batı Sahra’nın ulusal bağımsızlığı ve Suriye’deki durumda diğer ana konuları oluşturdu.

Başlarda Sosyal Forum hareketi dünya çapında ezilen emekçi kitlelerin emperyalist sömürü ve talana duyduğu tepkinin bir ifadesiydi. Ancak hareket bu mücadeleyi örgütleme, ilerletme ve yürütmede başarısız oldu. DSF ‘başka bir dünya’ isteyenlerin fikirlerini özgürce dile getirdikleri ‘açık bir alan’ olduğunu iddia etse de, gerçekte sonuç almamada tamamıyla açık kalmaya devam etmekte. DSF örgütleyicileri bugüne kadar bu başka dünyanın nasıl bir dünya olduğunu söylemekten kaçınmak için her şey yaptılar. Yada şu veya bu biçimde, ‘insan yüzlü’, bugünkü ‘aşırılıkları’ olmayan bir kapitalist dünyadan başka bir dünya istemediklerini açıkça ifade ettiler.

DSF milyonlarca ezilenleri birleştirme iddiasında, ancak örgütleyiciler yoksul ve ezilenlerin DSF alanına gidişi maddi olarak nasıl karşılayacaklarını düşünmüyorlar bile! Dolayısıyla Tunus’ta da olduğu gibi, Avrupalı Sivil Toplumcu aktivistlerin Foruma egemen olmaları şaşırtıcı değil. Egemenlikten söz ederken işlevselliğe de değinmemiz gerekir, çünkü geniş kitleleri gerçek karar mekanizmalarına dahil etmenin yapısını sunmadan demokratik ve herkese açık olduğunu iddia etmekte. Önemli siyasi ve örgütsel kararlar kapalı kapılar ardında az sayıdaki lobiciler tarafından alınmakta ve tartışmaları sokağa yansıtacak eylem planlarına ve diğer araçlara dair somut kararlar kesinlikle yer almamakta. Sonuçta DSF sadece ezilen halkların politik, sosyal ve ekonomik mücadelelerini örgütlememenin değil, aynı zamanda örgütlü mücadeleye karşı düşmanlığı besleyen somut kararların alınmadığı sonsuz tartışma alanına dönüştü. Bırakın mücadeleleri birbiriyle ilişkilendiren bir yapı oluşturmayı, kendi ilkelerinde devrimci ve komünist partilerin katılımını açıktan yasaklayarak düşmanlık yapmaktalar. Birçok defa sadece pro-kapitalist hegemonyayı sorgulamayan belli siyasi fikirlerin DSF’nun ana gövdesi tarafından kabul gördüğüne biz kendimiz tanıklık ettik. Açık görüşlü olma iddiası devrimci ve Marksist-Leninistleri kapsamıyor.

Sosyal Forum bu niteliklerinden ötürü ezilen ve sömürülen kitlelerin başka bir dünya arayışının yanıtı olamamıştır. Aksine, enternasyonal deney paylaşımı gibi bazı olumlu yanların dışında, protestoları farklı kanallara yönlendirerek, meşru tepkiyi sistem içerisinde tutarak burjuvazinin egemenliğini sürdürmesine yardımcı olmuş; gerçek mücadeleci hareketleri temsil etmeyerek ve pratik sonuçlar almayarak insanların mücadele enerjisini uzun tartışmalarla boşa harcamıştır. Bu durum çok doğal olarak mücadeleci hareketlerin ve emekçi kitlelerin ilgisinin düşmesini getirmiştir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Tunus’taki devrimci atmosfer dahi Sosyal Forum hareketini gerçekte yeniden canlandıramamıştır.

Partimiz MLKP her zaman DSF’nun reformist önderliğini ve anti-komünist yanlarını, alternatif arayışı içerisinde olan on binlerce insanı görmeyen sekter tavır almadan eleştirmiştir. Başka bir dünyanın sosyalizm olduğunu ve oraya varmanın yegane yolunun komünist öncü önderliğindeki işçi ve emekçi kitleleri tarafından gerçekleştirilen silahlı devrimde geçtiğini belirten komünist sembollerimiz ve içeriğimizle bir çok sosyal forumda bulunduk.

2010 sonunda Tunus’ta başlayan, Ortadoğu ve Magrep’te diktatörlüklere karşı yaşanan halk isyanları sırasında da yoğun bir alternatif arayışı vardı. Yine, ayaklanan kitleleri emperyalist bağımlılığa ve kapitalist egemenliğe bir devrimle son verecek şekilde yön veren bilinçli gücün olmadığı kendiliğindenci bir halk ayaklanmasıydı. Tabi ki hiç kimse Sosyal Forumun bu açığı dolduracağı veya bu durumu sonlandıracağı beklentisine girmedi. Ancak devrimci güçler nasıl bir rol oynadı ya da bir ülkede nasıl rol oynar? Devrimci öncü bakımından Tunus’ta durum nasıl?


Şüphesiz ki devrimci ve komünist örgütler var; Bin Ali diktatörlüğünün devrilmesinden sonra 150’den fazla örgüt ve parti kuruldu ve bazıları on yıllardır varlar. Parti temsilcisi Mohamed Mzam ‘çoğu Tunuslunun komünist kelimesini duyarak benzeştirmesinden kaçınmak amacıyla’ 2012’de ismini Tunus İşçi Partisi (TİP) olarak değiştiren Tunus Komünist İşçi Partisi (TKİP) 1985’de kuruldu diyor ve ekliyor: ‘Politik partilerin program ve gündemleri, onların ideolojilerinden daha önemlidir.’ Bu parti, Bin Ali’nin devrilmesinden sonar tamamıyla legal temelde örgütlenmekte, iktidarı seçimler yoluyla ele geçirmenin mümkün olduğunu düşünüyor. Ulusal Önderlik üyesi Salah Lajimi ‘coğrafya, kültür ve tarih ülkemizde silahlı mücadele yürütmeye izin vermiyor’ diyor.

TIP Halk Cephesi’nin bir parçası. Bu sol ittifak Ekim 2012’de kuruldu ve içerisinde Şubat 2013’te katledilen Chokri Belaid’in Birleşik Yurtsever Demokratlar Partisi, İlerici Mücadele Partisi, iki Baasçı parti -Tunus Baas Hareketi ve Demokratik Öncü Arap Partisi-, Yeşil Tunus, troçkist İşçilerin Sol Birliği, Pan-Arap Grup, İlerleme ve Kurtuluş için İlerici Halk Partisi’nin yanı sıra Kızıl Saldırı adlı dernekten oluşan 12 örgüt bulunmakta. Geçen sene partileşen fakat yetmişlerin ortalarından buyana bir örgüt olarak varlığını sürdürmüş olan ve Arapça “Watad” olarak bilinen Yurtsever Sosyalist Devrimci Parti’de (YSDP) Halk Cephesinin temel güçlerinden birini oluşturmakta. Yasal alanda dahil her türlü mücadele biçiminin kullanılmasını benimseyen bu illegal parti inşa sürecinde.

Bütün bu komünist, devrimci ve ilerici güçlerin varlığına rağmen hepside diktatörlüğe karşı kitle ayaklanmasına önderlik edememiş, devrimi tamamlamak için iteleyememiş ve mülkiyet ilişkilerini kökten değiştirememişlerdir. Kendiliğindenciliğin düzeyi çok net bir biçimde yakın dönemin devrimci sürecinde yaşamını yitiren 300’den fazla şehidin hiç birinin devrimci bir partinin üyesi olmadığı gerçekliğinden de görülecektir. Bu durumu gerçek anlamda görebilmek için partiler, tabii ki nedenleri üzerine tartışıyor ve sonuçlar çıkartıyorlar. TİP bu durumu kitlelerdeki düşük siyasi bilinç ve Bin Ali döneminde sadece Müslümanların muhalefet olarak gösterilmesi, komünistlerden hiç bahsedilmemesiyle açıklamakta. YSDP ise daha özeleştirel yaklaşmakta ve görece tecrit ve marjinal durumlarına son vererek halk kitleleri ile yeni kitle araçlarıyla ilişkilerini geliştirme arayışında. Ancak öncünün proletarya ve emekçi kitlelerle olan tecrit durumu, komünist partilerin son darbeyi vurmadaki ciddi hazırlık ve korkusuzca yaşama geçirme yoksunluğu sadece Tunus’ta değil, bugünün dünyasındaki birkaç ülkede henüz hala çözülmemiş durumda.

Mısır’da olduğu gibi Tunus’ta da diktatörleri alaşağı eden halk ayaklanmaları 2008’de tüm vahşi saldırılara rağmen 6 ay süren Gafsa gibi madenci kentlerinde başlayan isyanlar, grevler ve direniş hareketleriyle öncelenmişti. Bu kahraman mücadelelerde ne gibi sonuçlar çıkartıldı? 2008’den Aralık 2010’a kadar nasıl hazırlıklar yapıldı? Strateji ve taktik bakımından, mücadele araçları, politik kitle çalışması ve örgütsel konularda devrimci ve komünist örgütlerin eksiklikleri nelerdi? Bu sorulara verilecek yanıtlar eksikliklerimizi gidermeye ve devrimi tamamlamamıza yardımcı olacaktır.

Partimizin çok önemli gördüğü diğer bir nokta ise bölgesel ilişkilerin gelişmesi, anti-emperyalist ve komünist güçlerin deney paylaşımı ve işbirliğidir. 2010-2011’de bütün bölgede yaşanan ayaklanma dalgaları, bizim hâlihazırda 2006’da Ortadoğu Anti-Emperyalist Mücadele Koordinasyonu’nun kuruluşunda ifade ettiğimiz ortak mücadele ve yakın işbirliğine duyulan ihtiyacı ve göçlü temeli gösterdi. Yeni devrimci öznelerin gelişimi ile birlikte birbirimizi deney paylaşımı, enternasyonal dayanışma ve anti-emperyalist mücadele ve sınıf savaşımında ortak bir pratiği geliştirme bakımından destekleme sorumluluğumuz var.