“İÇ GÜVENLİK REFORMU” VE TÜRKİYE GERÇEĞİ
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

01 Ocak 2015 / Enternasyonal Bülten / Sayı: 147


Adına “reform” dendi, “paket” dendi. AKP-Hükümetinin “paket”leri sayılamayacak kadar çoktur ve birbirine karıştırılacak kadar da çeşitlidir! AKP-Hükümeti her sıkıştığında mutlaka “yeni” bir paketle halkın karşısına çıkmıştır. Örneğin en son olarak 17-25 Aralık 2013'ta yolsuzluk operasyonları ile ilgili tutuklamalar sonrası, kendini kurtarmak ve oy avına çıkmak için seçimler öncesinde (Şubat) “demokrasi paketi” ile ortaya çıktı ve bu paketi kendi lehine kullandıktan sonra içini boşalttı.

Yasaların sık sık değiştirildiği, sürekli ve güncel sorunlara göre yasa çıkartıldığı bir ülkede devletin polisleşmesine, faşist diktatörlüğün “polis faşist diktatörlüğü”ne dönüşmesine hizmet eden yeni yasaların -Avrupa'yı da referans göstererek- adının “reform” veya “paket” diye masumlaştırılmasının çoktandır inandırıcı olmaktan çıktığını insanlarımız çok iyi bilmekteler.


Kobane direnişi ile bağlam içinde 6-7 Ekimde yoğun ağırlıkta Kuzey Kürdistan'da gerçekleşen eylemler devleti korkuttu. O dönem sıkça kullanılan deyimle ifade edecek olursak “asker yeniden sokağa indi”. Faşist diktatörlük Kobane eylemlerini bahane ederek “kamu düzenini sağlamak” adına yeni baskı tedbirleri almak, sokağı insansızlaştırmak için “iç güvenlik yasaları”nı kısa zamanda gündeme getirdi.


AKP-Hükümetinin bir özelliği de ülkede gündeme gelen toplumsal sorunlar ve bu sorunlara tepki verilmesini güvenlik sorunu olarak algılamasıdır. Bu nedenle kendi rejim anlayışının güvenliğini sağlamak için şiddeti kullanmayı ve yasallaştırmayı öncelikli tedbir olarak görmektedir.


“Güvenliğimizi” sağlamak için devletin çabası dikkate değer:

Molotof kokteyli artık bir saldırı aracıdır; yüzünü kapatarak gösteri yapmak isteyenlere izin verilmeyecek; polisin insanları ve taşıt araçlarını arama yetkisi genişletiliyor ve böylece yürürlükte olan savcılık veya mahkeme izni şartını ortadan kaldırılmış oluyor; “Kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek olaylar” bahane edilerek polise, önceden savcılık izni almaksızın, insanları 48 saate kadar gözaltında tutma yetkisi veriliyor; kamuya açık alanlarda binalara, araçlara veya insanlara karşı molotof kokteyli veya “benzeri silahlarla” yapılabilecek saldırıları engellemek adı altında polise ateşli silah kullanma yetkisi veriliyor; devletin yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal ediliyor ve valilere, polise belli suçları ve şüphelileri takip etme emri verme yetkisi tanınıyor.


AKP hükümeti, eski müttefiki Gülen Cemaatinin polis teşkilatında kadrolaşmasının önün almak için Polis Akademilerini dağıtmanın yanı sıra ordunun iç güvenlikten sorumlu olan ve polis teşkilatının görev yapmadığı alanlarda (kırsal alan) görev yapan Jandarma teşkilatını polis gücü olarak kullanmak için İçişleri Bakanlığına bağlayarak tamamen hükümetin emrine veriyor.

Tabii söz konusu “İç Güvenlik Yasası” sadece bu maddelerle sınırlı değil.

 

Ortaya çıkan şu:

Burjuva demokrasisinin temel özelliklerinden birisi olan yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki kuvvetler ayrılığını AKP-Hükümeti bu “reform”la biraz daha geçersiz kılmış oluyor. Şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlık sistemi anlayışı “tek adam” diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı için yeni “reform”la kuvvetler arasındaki ayrımı daha da sulandırılarak Erdoğan-Diktatörlüğüne hizmet etmektedir.


Erdoğan başkanlığında AKP-Hükümeti açık ki, diktatörlüğü ordudan ziyade polis ve İçişleri Bakanlığına bağlanan Jandarma güçlerine dayandırmak istiyor.


AKP-Hükümeti nezdinde faşist diktatörlük ülkede “mezar suskunluğu” yaratmak istiyor; özellikle Haziran Ayaklanmasında, o Gezi sürecinde Türk halkının da sokağa çıkabileceğini ve iktidarı zorlayabileceğini gördü. Bu mücadelenin Kürt ulusunun özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle birleşmesinin mevcut iktidarın devamı için büyük bir tehlike olduğu gerçeğinden hareket eden hükümet, kendisine karşı her türden tepkinin, sokağa taşan mücadelenin önünü almak için yasal tedbirleri güçlendirmeyi amaçlamaktadır.


AKP-Hükmetinin hemen her konuda sergilediği demagoji uzmanlığı; barış sürecini zamana yayma planı, toplumu etnik, dinsel ve mezhepsel bakımdan ayrıştırma ve düşmanlaştırma çabaları; işçi sınıfı ve emekçi yığınları “sürü” görerek kendi amacı için yönlendirme planları; iş cinayetlerini “fıtrata”a havale etme anlayışı fazla ömürlü olmayacaktır. Önümüzdeki dönem özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yükseltilmesi için nesnel koşulların her zamankinden daha olgunlaşmış olduğu bir dönem olacaktır.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

“İÇ GÜVENLİK REFORMU” VE TÜRKİYE GERÇEĞİ
fc Share on Twitter
 

01 Ocak 2015 / Enternasyonal Bülten / Sayı: 147


Adına “reform” dendi, “paket” dendi. AKP-Hükümetinin “paket”leri sayılamayacak kadar çoktur ve birbirine karıştırılacak kadar da çeşitlidir! AKP-Hükümeti her sıkıştığında mutlaka “yeni” bir paketle halkın karşısına çıkmıştır. Örneğin en son olarak 17-25 Aralık 2013'ta yolsuzluk operasyonları ile ilgili tutuklamalar sonrası, kendini kurtarmak ve oy avına çıkmak için seçimler öncesinde (Şubat) “demokrasi paketi” ile ortaya çıktı ve bu paketi kendi lehine kullandıktan sonra içini boşalttı.

Yasaların sık sık değiştirildiği, sürekli ve güncel sorunlara göre yasa çıkartıldığı bir ülkede devletin polisleşmesine, faşist diktatörlüğün “polis faşist diktatörlüğü”ne dönüşmesine hizmet eden yeni yasaların -Avrupa'yı da referans göstererek- adının “reform” veya “paket” diye masumlaştırılmasının çoktandır inandırıcı olmaktan çıktığını insanlarımız çok iyi bilmekteler.


Kobane direnişi ile bağlam içinde 6-7 Ekimde yoğun ağırlıkta Kuzey Kürdistan'da gerçekleşen eylemler devleti korkuttu. O dönem sıkça kullanılan deyimle ifade edecek olursak “asker yeniden sokağa indi”. Faşist diktatörlük Kobane eylemlerini bahane ederek “kamu düzenini sağlamak” adına yeni baskı tedbirleri almak, sokağı insansızlaştırmak için “iç güvenlik yasaları”nı kısa zamanda gündeme getirdi.


AKP-Hükümetinin bir özelliği de ülkede gündeme gelen toplumsal sorunlar ve bu sorunlara tepki verilmesini güvenlik sorunu olarak algılamasıdır. Bu nedenle kendi rejim anlayışının güvenliğini sağlamak için şiddeti kullanmayı ve yasallaştırmayı öncelikli tedbir olarak görmektedir.


“Güvenliğimizi” sağlamak için devletin çabası dikkate değer:

Molotof kokteyli artık bir saldırı aracıdır; yüzünü kapatarak gösteri yapmak isteyenlere izin verilmeyecek; polisin insanları ve taşıt araçlarını arama yetkisi genişletiliyor ve böylece yürürlükte olan savcılık veya mahkeme izni şartını ortadan kaldırılmış oluyor; “Kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek olaylar” bahane edilerek polise, önceden savcılık izni almaksızın, insanları 48 saate kadar gözaltında tutma yetkisi veriliyor; kamuya açık alanlarda binalara, araçlara veya insanlara karşı molotof kokteyli veya “benzeri silahlarla” yapılabilecek saldırıları engellemek adı altında polise ateşli silah kullanma yetkisi veriliyor; devletin yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesi ihlal ediliyor ve valilere, polise belli suçları ve şüphelileri takip etme emri verme yetkisi tanınıyor.


AKP hükümeti, eski müttefiki Gülen Cemaatinin polis teşkilatında kadrolaşmasının önün almak için Polis Akademilerini dağıtmanın yanı sıra ordunun iç güvenlikten sorumlu olan ve polis teşkilatının görev yapmadığı alanlarda (kırsal alan) görev yapan Jandarma teşkilatını polis gücü olarak kullanmak için İçişleri Bakanlığına bağlayarak tamamen hükümetin emrine veriyor.

Tabii söz konusu “İç Güvenlik Yasası” sadece bu maddelerle sınırlı değil.

 

Ortaya çıkan şu:

Burjuva demokrasisinin temel özelliklerinden birisi olan yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki kuvvetler ayrılığını AKP-Hükümeti bu “reform”la biraz daha geçersiz kılmış oluyor. Şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlık sistemi anlayışı “tek adam” diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı için yeni “reform”la kuvvetler arasındaki ayrımı daha da sulandırılarak Erdoğan-Diktatörlüğüne hizmet etmektedir.


Erdoğan başkanlığında AKP-Hükümeti açık ki, diktatörlüğü ordudan ziyade polis ve İçişleri Bakanlığına bağlanan Jandarma güçlerine dayandırmak istiyor.


AKP-Hükümeti nezdinde faşist diktatörlük ülkede “mezar suskunluğu” yaratmak istiyor; özellikle Haziran Ayaklanmasında, o Gezi sürecinde Türk halkının da sokağa çıkabileceğini ve iktidarı zorlayabileceğini gördü. Bu mücadelenin Kürt ulusunun özgürlük ve demokrasi mücadelesiyle birleşmesinin mevcut iktidarın devamı için büyük bir tehlike olduğu gerçeğinden hareket eden hükümet, kendisine karşı her türden tepkinin, sokağa taşan mücadelenin önünü almak için yasal tedbirleri güçlendirmeyi amaçlamaktadır.


AKP-Hükmetinin hemen her konuda sergilediği demagoji uzmanlığı; barış sürecini zamana yayma planı, toplumu etnik, dinsel ve mezhepsel bakımdan ayrıştırma ve düşmanlaştırma çabaları; işçi sınıfı ve emekçi yığınları “sürü” görerek kendi amacı için yönlendirme planları; iş cinayetlerini “fıtrata”a havale etme anlayışı fazla ömürlü olmayacaktır. Önümüzdeki dönem özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin yükseltilmesi için nesnel koşulların her zamankinden daha olgunlaşmış olduğu bir dönem olacaktır.