GÖÇMEN DRAMININ SORUMLUSU SİZSİNİZ
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

AB ile Türkiye arasında savaş bölgelerinden kaçmak, göç etmek zorunda kalanların geleceği üzerinde pazarlıktan başka bir anlam taşımayan anlaşma 4 Nisandan itibaren yürürlüğe girdi. İnsan onuru nasıl ayaklar altına alınır, sürekli demokrasiden bahsedilerek, nasıl gericilik, yabancı düşmanlığı yapılır ve ırkçılığa, şovenizme nasıl taviz verilir ve güya demokrasinin “abidesi” AB'nin çıkarları için faşizmi, somutta da Türkiye'de faşist diktatörlüğü nasıl destekler ve bunu yaparken de Kürt ulusunun katledilmesine, imha ve yok etme politikasına nasıl destek sunulur diye düşünüyorsanız bu anlaşmaya bakmanız yeterlidir. Bu anlaşma AB açısından, bu demokrasi havarisi ülkeler açısından tarihinin en son yüz karasıdır, tartışma götürmez bir ikiyüzlülük ifadesidir. Türkiye açısından ise bu kavramların hiçbir anlamı yok.

Ne üzerine anlaşılığına baktığımızda, görünüşte AB'nin demokrasi vicdanını sızlatacak bir bir şey bulamayız; sadece göçmen sorunu bağlamında Türkiye göçmen akımını durdursun, onlara ev sahipliği yapsın, AB'ye kaçak girişleri engellesin, AB'ye göçmen alışı Türkiye üzerinden koordineli yapılsın (her kaçak giriş yapmak isteyen ve geri gönderilen göçmene karşı bir göçmenin AB'ye kabul edilmesi), buna karşı AB 3 milyar avroya ek olarak 3 milyar avro daha versin.

Faşist diktatörlük AB ile göçmen sorununda bir anlaşmaya varmış olsa da olmasa da bir taşla çok sayıda kuş vuracak durumdadır. Afganistan, Pakistan, Irak gibi ülkelerden gelenler hariç sadece Suriye'den gelen göçmen sayısı 2,6 milyondur. Bu göçmen topluluğunu Türkiye AB karşısında etkili bir silah olarak kullanmaktadır ve AB'yi kendi “makul” taleplerine boyun eğdirmektedir.

-Kuzey Kürdistan'ın özerklik ilan eden ve bu özerkliği savunan il ve ilçelerinde faşist rejim taşı taş üstünde bırakmamakta, yakıp yıkmakta ve Kürtleri katletmeye ve imhaya dizginsizce devam etmektedir. Bütün dünya, bu arada AB de bunu seyretmektedir.

-Göçmenleri AB ile, dolayısıyla Batı dünyası ile ilişkilerini yumuşatmakta; gerçekleşeceğine her iki tarafın da inanmamasına rağmen AB üyeliği sürecini hızlandırarak rejim üzerindeki baskıyı hafiflemek için kullanmak.

-AB'yi Suriye'de “güvenlikli bölge” politikasının savunucusu yapmak.

-Rusya'dan kaynaklanan gerginliklere ve Rusya'nın Türkiye'yi baskı altına alma çabalarına karşı AB'ye kendini savundurtmak.

-TANAP ve Doğu Akdeniz olası boru hatları için zemin kazanmak.

-Özellikle Rojava Kuzey Kürdistan sınırında demografik yapıyı değiştirmek için göçmenleri oralara yerleştirmek.

-Göçmenleri potansiyel oy deposu olarak görmek.

-Çalışabilir yaşta olan göçmenleri ucuz işgücü olarak görmek.

R. T. Erdoğan, „Cumhurun Başı“ olarak „otobüsler, uçaklar boşuna mı duruyorlar“ diye AB'yi epeyiden beri tehdit etmektedir. Bu tehdit etkisini göstermiştir. Göçmenler Türkiye'nin elinde tehdit unsuru oldukları müddetçe AB faşist diktatörlüğün bölgesel ve uluslararası sorunlarında desteklemese de Türkiye lehine tarafsız kalacaktır. Veya AB göçmen olgusunu kökünden halletme yoluna gidecektir.

Peki, böyle bir adım atabilir mi, göçmen sorununu kökten çözmeye cüreti var mıdır? Yoktur. Yoktur, çünkü bu sorunun, bu dramın esas sorumlusu, yaratıcısı emperyalist ülkelerdir; onbinler, yüzbinler AB kapılarına dayanınca onların varlığını kabullenmek zorunda kaldılar. Türkiye ile AB'nin yaptığı pazarlık sadece bir trajedi değil, esasen bir cinayettir. Cinayettir çünkü göç, hegemonya iddiasında olan emperyalist ülkelerin sürdürdükleri talan savaşlarının, işgallerin, kendi çıkarlarına göre rejim değiştirmelerin doğrudan bir sonucudur. Bu anlaşmayla AB ikiyüzlülüğünü, sahte demokrasisini, bu göçmenlerin geldikleri ülkeye Türkiye üzerinden gönderilmelerini sağladığı için işlediği cinayeti üstünü kapatamaz, bu sorumluluktan kurtulamaz. Dünyanın göç yollarına düşmüş bu “lanetlileri”, AB'nin kapılarını zorlamaya ve içeri girmeye başlayınca “Batı değerler topluluğu”, iki yüzlülüğünü göstermekte gecikmedi. AB, bakımdan ikiyüzlüdür: Sorunu görmek istemezken ikiyüzlüydü. Sorunu görmek zorunda kaldığında da ikiyüzlüydü. Güya insancıl olmaya çalışırken de ikiyüzlüydü; göç edenler arasında seçicilik yaparken de ikiyüzlüydü.

Emperyalist politikalar; jeopolitik hevesler; Afganistan ve Irak işgalleri, Libya'nın devlet olarak ortadan kaldırılması, Suriye'de iç savaş şimdiye kadar yoksulluktan, milyonların katledilmesinden ve kaçıştan başka bir sonuç vermemiştir. Milyonların göç yollarına düşmesinin esas nedeni emperyalizm olgusunun kendisidir.

Emperyalizm, neden olduğu göç sorundan kolay kolay kurtulamaz. Türkiye-AB arasındaki anlaşma da göçmen akışını engelleyemeyecektir, bu savaşlar, göçün nedenleri devam ettiği müddetçe giderek artan sayıda göçmenin Batı, AB yollarına düşeceğinden, yüzbinleri milyonların takip edeceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ülke işgalleri, vekalet savaşları, talan ve yağmalamalar emperyalistlere evsiz, işsiz, geleceksiz bırakılan insanların göçü olarak geri dönmektedir.


 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

GÖÇMEN DRAMININ SORUMLUSU SİZSİNİZ
fc Share on Twitter
 

AB ile Türkiye arasında savaş bölgelerinden kaçmak, göç etmek zorunda kalanların geleceği üzerinde pazarlıktan başka bir anlam taşımayan anlaşma 4 Nisandan itibaren yürürlüğe girdi. İnsan onuru nasıl ayaklar altına alınır, sürekli demokrasiden bahsedilerek, nasıl gericilik, yabancı düşmanlığı yapılır ve ırkçılığa, şovenizme nasıl taviz verilir ve güya demokrasinin “abidesi” AB'nin çıkarları için faşizmi, somutta da Türkiye'de faşist diktatörlüğü nasıl destekler ve bunu yaparken de Kürt ulusunun katledilmesine, imha ve yok etme politikasına nasıl destek sunulur diye düşünüyorsanız bu anlaşmaya bakmanız yeterlidir. Bu anlaşma AB açısından, bu demokrasi havarisi ülkeler açısından tarihinin en son yüz karasıdır, tartışma götürmez bir ikiyüzlülük ifadesidir. Türkiye açısından ise bu kavramların hiçbir anlamı yok.

Ne üzerine anlaşılığına baktığımızda, görünüşte AB'nin demokrasi vicdanını sızlatacak bir bir şey bulamayız; sadece göçmen sorunu bağlamında Türkiye göçmen akımını durdursun, onlara ev sahipliği yapsın, AB'ye kaçak girişleri engellesin, AB'ye göçmen alışı Türkiye üzerinden koordineli yapılsın (her kaçak giriş yapmak isteyen ve geri gönderilen göçmene karşı bir göçmenin AB'ye kabul edilmesi), buna karşı AB 3 milyar avroya ek olarak 3 milyar avro daha versin.

Faşist diktatörlük AB ile göçmen sorununda bir anlaşmaya varmış olsa da olmasa da bir taşla çok sayıda kuş vuracak durumdadır. Afganistan, Pakistan, Irak gibi ülkelerden gelenler hariç sadece Suriye'den gelen göçmen sayısı 2,6 milyondur. Bu göçmen topluluğunu Türkiye AB karşısında etkili bir silah olarak kullanmaktadır ve AB'yi kendi “makul” taleplerine boyun eğdirmektedir.

-Kuzey Kürdistan'ın özerklik ilan eden ve bu özerkliği savunan il ve ilçelerinde faşist rejim taşı taş üstünde bırakmamakta, yakıp yıkmakta ve Kürtleri katletmeye ve imhaya dizginsizce devam etmektedir. Bütün dünya, bu arada AB de bunu seyretmektedir.

-Göçmenleri AB ile, dolayısıyla Batı dünyası ile ilişkilerini yumuşatmakta; gerçekleşeceğine her iki tarafın da inanmamasına rağmen AB üyeliği sürecini hızlandırarak rejim üzerindeki baskıyı hafiflemek için kullanmak.

-AB'yi Suriye'de “güvenlikli bölge” politikasının savunucusu yapmak.

-Rusya'dan kaynaklanan gerginliklere ve Rusya'nın Türkiye'yi baskı altına alma çabalarına karşı AB'ye kendini savundurtmak.

-TANAP ve Doğu Akdeniz olası boru hatları için zemin kazanmak.

-Özellikle Rojava Kuzey Kürdistan sınırında demografik yapıyı değiştirmek için göçmenleri oralara yerleştirmek.

-Göçmenleri potansiyel oy deposu olarak görmek.

-Çalışabilir yaşta olan göçmenleri ucuz işgücü olarak görmek.

R. T. Erdoğan, „Cumhurun Başı“ olarak „otobüsler, uçaklar boşuna mı duruyorlar“ diye AB'yi epeyiden beri tehdit etmektedir. Bu tehdit etkisini göstermiştir. Göçmenler Türkiye'nin elinde tehdit unsuru oldukları müddetçe AB faşist diktatörlüğün bölgesel ve uluslararası sorunlarında desteklemese de Türkiye lehine tarafsız kalacaktır. Veya AB göçmen olgusunu kökünden halletme yoluna gidecektir.

Peki, böyle bir adım atabilir mi, göçmen sorununu kökten çözmeye cüreti var mıdır? Yoktur. Yoktur, çünkü bu sorunun, bu dramın esas sorumlusu, yaratıcısı emperyalist ülkelerdir; onbinler, yüzbinler AB kapılarına dayanınca onların varlığını kabullenmek zorunda kaldılar. Türkiye ile AB'nin yaptığı pazarlık sadece bir trajedi değil, esasen bir cinayettir. Cinayettir çünkü göç, hegemonya iddiasında olan emperyalist ülkelerin sürdürdükleri talan savaşlarının, işgallerin, kendi çıkarlarına göre rejim değiştirmelerin doğrudan bir sonucudur. Bu anlaşmayla AB ikiyüzlülüğünü, sahte demokrasisini, bu göçmenlerin geldikleri ülkeye Türkiye üzerinden gönderilmelerini sağladığı için işlediği cinayeti üstünü kapatamaz, bu sorumluluktan kurtulamaz. Dünyanın göç yollarına düşmüş bu “lanetlileri”, AB'nin kapılarını zorlamaya ve içeri girmeye başlayınca “Batı değerler topluluğu”, iki yüzlülüğünü göstermekte gecikmedi. AB, bakımdan ikiyüzlüdür: Sorunu görmek istemezken ikiyüzlüydü. Sorunu görmek zorunda kaldığında da ikiyüzlüydü. Güya insancıl olmaya çalışırken de ikiyüzlüydü; göç edenler arasında seçicilik yaparken de ikiyüzlüydü.

Emperyalist politikalar; jeopolitik hevesler; Afganistan ve Irak işgalleri, Libya'nın devlet olarak ortadan kaldırılması, Suriye'de iç savaş şimdiye kadar yoksulluktan, milyonların katledilmesinden ve kaçıştan başka bir sonuç vermemiştir. Milyonların göç yollarına düşmesinin esas nedeni emperyalizm olgusunun kendisidir.

Emperyalizm, neden olduğu göç sorundan kolay kolay kurtulamaz. Türkiye-AB arasındaki anlaşma da göçmen akışını engelleyemeyecektir, bu savaşlar, göçün nedenleri devam ettiği müddetçe giderek artan sayıda göçmenin Batı, AB yollarına düşeceğinden, yüzbinleri milyonların takip edeceğinden hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ülke işgalleri, vekalet savaşları, talan ve yağmalamalar emperyalistlere evsiz, işsiz, geleceksiz bırakılan insanların göçü olarak geri dönmektedir.