NEDEN VE NASIL OKUYORUZ?
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Sokak eylemleri, ziyaretler, basın açıklamaları, konferanslar, şenlikler, imza kampanyaları, merkezi ve yerel kampanyalar. Yoğun ve iç içe geçmiş kesintisiz bir politik ve örgütsel faaliyet sürdürüyoruz. Hedefler belirliyoruz, planlar oluşturup yürüyoruz. Bazen hedefi ıskalıyoruz, bazen tutturuyoruz. Kayıplar veriyoruz ama söküp alıyoruz da. Düşüyoruz, kanıyoruz, kalkıyoruz, tekrar yürüyoruz. Bazen kaplumbağa adımlarıyla, bazen şimşek hızıyla; ama yürüyoruz. Nereye? Elbette ki geleceği kazanmaya, ezilen insanlığa ait geleceği koparıp almaya. Fakat eğer belirli bir zaman kesitinden, somut bir tarihsel uğraktan bahsedeceksek, bu devrimdir ve nihayetinde her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Yani her günkü kesintisiz politik-örgütsel faaliyetimiz, devrimin zamana serpiştirilmiş hazırlayıcılarıdır. Bizler ne kadar bunun bilincindeyiz? Mesele bu soruda düğümleniyor. Çünkü bu bilince sahip olmak, günlük "rutin" faaliyetimize devrimi kodlamayı ve bu faaliyeti kelimenin gerçek anlamıyla devrimci bir olgunluk ve yetkinlikle üretmeyi de beraberinde getirir. Devrimci yaşamın tüm alanları için geçerli bir denklemdir bu. Tersine bir ifade kullanırsak; politik, örgütsel ve ideolojik görevlerimizi bu perspektifle ele almadığımız takdirde alacağımız sonuçların sığ olması kaçınılmazlaşır. Kimi sonuçları birebir denetleme şansımız varken çoğu kez bu şansa sahip olmayız. Bunun en tipik örneği, okuma araştırma faaliyeti ile ilişkilenme düzeyimiz ve biçimimizdir. Genellikle hep ertelenen ve "boş zaman" işi olarak görülendir okumak. Ve özellikle okumak söz konusu olduğunda Brecht'in de dediği gibi "daha sonra demek hiçbir zaman demektir". Çok açık ki okuma-araştırma faaliyetinin yakıcı önemini bilince çıkaramıyoruz. Dolayısıyla asıl savaşmamız gereken okumaya olan ilgimizin zayıflığıdır. Bu zayıflık ise düşünsel üretimde de bir zayıflamayı ve gerilemeyi beraberinde getiriyor. Oysa yaşamın kendisi de canlı süreçlerin, hareket(ler)in toplamı değil midir? Tüm süreci, hareketi, yaşamı ve dolayısıyla devrimci faaliyeti ve sorunlarını anlamlandırmak, aydınlatıp çözebilmek ancak bilgi ile olur. Eylem kuvveti öngörür, kuvvet ise bilgiyi.

Gerçekler devrimcidir ama gerçekler dolaysız da değildir, ne doğada ne toplumda. Hele hele insanal yabancılaşmanın en üst boyutta yaşandığı kapitalist toplumda bu dolayım daha fazladır. Gerçeklere ve gerçeğin bilgisine ulaşmak çaba gerektirir. Bunun başlıca aracı ise bilimdir, zira "biçim ile öz aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı" (Marks)

Bilinçli ve Amaçlı Okumak

Öncelikle okuma bir amaca hizmet etmeli, bir somut ihtiyacın ürünü olmalıdır. Yani planlı olmak zorundadır. " devrimin ihtiyacı nedir, partinin ihtiyacı nedir, benim öncelikli ihtiyacım nedir?" temel soruları bize okuma konusunda ne kadar yön çiziyor? Teorik yetkinleşme adına gelişigüzel okumak bize bir şey kazandırmaz bu nedenle seçici olmak zorundayız. Sözgelimi önümüze ulusal soruna dair bir okuma planı çıkardık eğer bu planımızda M-L teorinin ulusal sorun perspektifi yer almıyorsa bu topal bir plandır. Ya da Kürdistan'da faaliyet yürüten komünistler olarak Kürdistan'ın tarihini incelemeden falanca coğrafyadaki ulusal sorunu incelemek isabetli değildir. Yeri gelmişken bir noktanın altını çizmek istiyoruz, doğru dürüst bir tek Marksist klasik okunmadığı halde piyasada revaçta olan Anti-Marksist yayınlara zaman ve para ayrıldığı bile oluyor. Buradan üretkenlik adına hiç bir şey çıkmaz. Okuma işinin bir diğer yöntem boyutu okumanın sistematik ve sürekli olmasıyla ilgilidir. Nihayetinde teori dediğimiz şey de sürekli devinim halinde olan pratiğin soyutlanmasıdır, "eylem kılavuzudur", onun içeriği süreklidir.

Bu yazı mevcut zaafımıza işaret eden ne ilkyazıdır nede sonuncu olacaktır. Bir sorun var, evet bunu istisnasız hepimiz kabul ediyoruz. Sorunun adını da koyuyoruz, ama pratikte değişen bir şey yoksa bu sorunu gerçekte kendimiz için sorunlaştırmadığımızı söyleyebilir miyiz? Bu sorunda "statüko"sunu parçalayamayan devrimcilik aslında iddiasızlığı ifade eder. Aynı zamanda bir tutarsızlıktır.

Ancak eylemle aşılabilecek bir sorundur bu tartıştığımız. Okuma eylemini, devrimci faaliyeti ilerletmek için olmazsa olmaz kabul edenler, kendilerini doğal olarak buna göre örgütlemeyi de başarabilirler. Zaman, mekan, kaynak, olanak ve paylaşmak bu süreçte birbirini tamamlayan sözcükler olarak anlamlandırılırken, irade ve emeğin rolünü bir an bile akıldan çıkartmamak gerekir. Okumaya, bilgiye ihtiyaç duymayanlar ancak hayatla ilişkisi kalmamış olanlardır. İhtiyaç duyan herkes, onun gereklerini ve koşullarını üretir. Ne de olsa ihtiyaç üretimin anasıdır. İhtiyaç artırıcı tedbir ve ilişkiler geliştirmek bir de bu nedenle önemli ve gereklidir.

Her bir yoldaş bu çerçevede yeniden kendini gözden geçirmeli, bu noktadaki geriliği ve sınırları devrimci irade ile parçalamalıdır.

Marksist teorinin kılavuzluğunda bugünü kazanıp, yarını aydınlatmaya!

 

 

Arşiv

 

2017
Eylül
2010
Mayıs Ocak
2008
Ocak
2005
Aralık
2004
Ekim Ağustos
Mart
2003
Ekim Temmuz
2002
Ocak
1998
Ekim

 

NEDEN VE NASIL OKUYORUZ?
fc Share on Twitter
 

Sokak eylemleri, ziyaretler, basın açıklamaları, konferanslar, şenlikler, imza kampanyaları, merkezi ve yerel kampanyalar. Yoğun ve iç içe geçmiş kesintisiz bir politik ve örgütsel faaliyet sürdürüyoruz. Hedefler belirliyoruz, planlar oluşturup yürüyoruz. Bazen hedefi ıskalıyoruz, bazen tutturuyoruz. Kayıplar veriyoruz ama söküp alıyoruz da. Düşüyoruz, kanıyoruz, kalkıyoruz, tekrar yürüyoruz. Bazen kaplumbağa adımlarıyla, bazen şimşek hızıyla; ama yürüyoruz. Nereye? Elbette ki geleceği kazanmaya, ezilen insanlığa ait geleceği koparıp almaya. Fakat eğer belirli bir zaman kesitinden, somut bir tarihsel uğraktan bahsedeceksek, bu devrimdir ve nihayetinde her devrimin temel sorunu iktidar sorunudur. Yani her günkü kesintisiz politik-örgütsel faaliyetimiz, devrimin zamana serpiştirilmiş hazırlayıcılarıdır. Bizler ne kadar bunun bilincindeyiz? Mesele bu soruda düğümleniyor. Çünkü bu bilince sahip olmak, günlük "rutin" faaliyetimize devrimi kodlamayı ve bu faaliyeti kelimenin gerçek anlamıyla devrimci bir olgunluk ve yetkinlikle üretmeyi de beraberinde getirir. Devrimci yaşamın tüm alanları için geçerli bir denklemdir bu. Tersine bir ifade kullanırsak; politik, örgütsel ve ideolojik görevlerimizi bu perspektifle ele almadığımız takdirde alacağımız sonuçların sığ olması kaçınılmazlaşır. Kimi sonuçları birebir denetleme şansımız varken çoğu kez bu şansa sahip olmayız. Bunun en tipik örneği, okuma araştırma faaliyeti ile ilişkilenme düzeyimiz ve biçimimizdir. Genellikle hep ertelenen ve "boş zaman" işi olarak görülendir okumak. Ve özellikle okumak söz konusu olduğunda Brecht'in de dediği gibi "daha sonra demek hiçbir zaman demektir". Çok açık ki okuma-araştırma faaliyetinin yakıcı önemini bilince çıkaramıyoruz. Dolayısıyla asıl savaşmamız gereken okumaya olan ilgimizin zayıflığıdır. Bu zayıflık ise düşünsel üretimde de bir zayıflamayı ve gerilemeyi beraberinde getiriyor. Oysa yaşamın kendisi de canlı süreçlerin, hareket(ler)in toplamı değil midir? Tüm süreci, hareketi, yaşamı ve dolayısıyla devrimci faaliyeti ve sorunlarını anlamlandırmak, aydınlatıp çözebilmek ancak bilgi ile olur. Eylem kuvveti öngörür, kuvvet ise bilgiyi.

Gerçekler devrimcidir ama gerçekler dolaysız da değildir, ne doğada ne toplumda. Hele hele insanal yabancılaşmanın en üst boyutta yaşandığı kapitalist toplumda bu dolayım daha fazladır. Gerçeklere ve gerçeğin bilgisine ulaşmak çaba gerektirir. Bunun başlıca aracı ise bilimdir, zira "biçim ile öz aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı" (Marks)

Bilinçli ve Amaçlı Okumak

Öncelikle okuma bir amaca hizmet etmeli, bir somut ihtiyacın ürünü olmalıdır. Yani planlı olmak zorundadır. " devrimin ihtiyacı nedir, partinin ihtiyacı nedir, benim öncelikli ihtiyacım nedir?" temel soruları bize okuma konusunda ne kadar yön çiziyor? Teorik yetkinleşme adına gelişigüzel okumak bize bir şey kazandırmaz bu nedenle seçici olmak zorundayız. Sözgelimi önümüze ulusal soruna dair bir okuma planı çıkardık eğer bu planımızda M-L teorinin ulusal sorun perspektifi yer almıyorsa bu topal bir plandır. Ya da Kürdistan'da faaliyet yürüten komünistler olarak Kürdistan'ın tarihini incelemeden falanca coğrafyadaki ulusal sorunu incelemek isabetli değildir. Yeri gelmişken bir noktanın altını çizmek istiyoruz, doğru dürüst bir tek Marksist klasik okunmadığı halde piyasada revaçta olan Anti-Marksist yayınlara zaman ve para ayrıldığı bile oluyor. Buradan üretkenlik adına hiç bir şey çıkmaz. Okuma işinin bir diğer yöntem boyutu okumanın sistematik ve sürekli olmasıyla ilgilidir. Nihayetinde teori dediğimiz şey de sürekli devinim halinde olan pratiğin soyutlanmasıdır, "eylem kılavuzudur", onun içeriği süreklidir.

Bu yazı mevcut zaafımıza işaret eden ne ilkyazıdır nede sonuncu olacaktır. Bir sorun var, evet bunu istisnasız hepimiz kabul ediyoruz. Sorunun adını da koyuyoruz, ama pratikte değişen bir şey yoksa bu sorunu gerçekte kendimiz için sorunlaştırmadığımızı söyleyebilir miyiz? Bu sorunda "statüko"sunu parçalayamayan devrimcilik aslında iddiasızlığı ifade eder. Aynı zamanda bir tutarsızlıktır.

Ancak eylemle aşılabilecek bir sorundur bu tartıştığımız. Okuma eylemini, devrimci faaliyeti ilerletmek için olmazsa olmaz kabul edenler, kendilerini doğal olarak buna göre örgütlemeyi de başarabilirler. Zaman, mekan, kaynak, olanak ve paylaşmak bu süreçte birbirini tamamlayan sözcükler olarak anlamlandırılırken, irade ve emeğin rolünü bir an bile akıldan çıkartmamak gerekir. Okumaya, bilgiye ihtiyaç duymayanlar ancak hayatla ilişkisi kalmamış olanlardır. İhtiyaç duyan herkes, onun gereklerini ve koşullarını üretir. Ne de olsa ihtiyaç üretimin anasıdır. İhtiyaç artırıcı tedbir ve ilişkiler geliştirmek bir de bu nedenle önemli ve gereklidir.

Her bir yoldaş bu çerçevede yeniden kendini gözden geçirmeli, bu noktadaki geriliği ve sınırları devrimci irade ile parçalamalıdır.

Marksist teorinin kılavuzluğunda bugünü kazanıp, yarını aydınlatmaya!