23-24 Mayıs 2016'da İstanbul'da BM şemsiyesi altında “Dünya İnsani Yardım Zirvesi” gerçekleştirildi. Dünya genelinde yaşanan “insani krizler”de ölümleri engellemek için çözüm yolları bulmak ve bu alanda faaliyet sürdürecek uluslararası işbirliği yapan kurumlaşmaları oluşturmak amacıyla BM tarihinde ilk defa düzenlenen bu zirveye 60 kadarı devlet ve hükümet başkanı olmak üzere 175 ülkeden temsilciler, hükümet dışı örgütler katıldı. Ne konuştular? Kıstası bilinmeyen dünya çapında insani standartlar oluşturmak, yapılan yardımları yeniden yapılandırmak, yerel faaliyet sürdüren yardım gruplarını finanse etmek, savaş kurallarına uyulmasını sağlamak ve göç edenlerin ülkeler arasında paylaşımını düzenlemek üzerine tartıştılar. Tabii bu arada Mehter Marşı eşliğinde ev sahibi konumundaki diktatör Erdoğan'ı da bol bol dinlediler.
Böyle propaganda içeriği yüksek olan bir zirvenin, üstelik BM şemsiyesi altında ilk defa düzenlenen böyle bir zirvenin Türkiye'ye kaptırılmasında emperyalist ülkelerin sessiz kalmaları oldukça düşündürücü. Bu durumun “GSH'sına göre en çok yardım yapan ülke” olarak Türkiye'nin uygun görülmesiyle pek bir ilişkisi olmasa gerek. Bu ülkelerin insanlık karşısında hangi yüzle böyle bir zirveye ev sahipliği yapacağızla doğrudan ilgisi vardır: İnsanlığa yaşatılan bu dramın; bu rekabet, hakimiyet ve talan içerikli savaşların; milyonlarca insanın göç etmelerinin esas sorumlularının kendileri olduklarını pekala biliyorlar. Bu nedenle AB'nin kimi emperyalist ülkeleri,
ABD, Rusya vb. ülkeler bu zirveye uzak durdular.
Diktatör Erdoğan başkanlığında Türk heyeti iki gün boyunca emperyalist emellere hizmet eden yardım faaliyetinin bolca propagandasını yapmak, ülkeyi işçi sınıfı, emekçi yığınlar ve Kürt ulusuna cehenneme çeviren faşist diktatörlüğün ne denli insani olduğunu bolca anlattılar.
Ne sonuç alındı? Her zaman olduğu gibi bu zirvede de somut bir sonuç elde edilemedi. Edilemezdi de. Katledenin, sömürenin, talan edenin insanların katledilmesine, sömürülmesine, talan edilmesine, göç etmesine karşıyım demesinden ne sonuç alınırsa bu zirveden de o sonuç alınmıştır. Türkiye'de, Suriye'de ve dünyanın başka birçok yerinde sürdürülen katliamların gölgesinde gerçekleştirilen bu zirve gerçek anlamda bir fiyaskoydu. Şu rezalete bakın: Bütün emperyalist ülkeler, onların işbirlikçileri; kendi ülkelerinde milyonlarca insana zulüm edenler, neden oldukları savaşlarla ülkelerini terk etmek zorunda bırakılan milyonlarca göçmen üzerinden kirli pazarlıklar yapanlar bir araya geliyorlar ve “İnsani Yardım” üzerine kafa yoruyorlar. Üstelik bu, bir de her gün onlarca insanın katledildiği Türkiye’de düzenleniyor.
Hepsi birbirinden ikiyüzlü! Öyle ki, ev sahibi olan Türkiye ev sahibi olarak, 49 ülke tarafından imzalanan çatışma bölgelerinde uluslararası insani hukukun uygulanması çağrısında bulunan bildiriyi imzalamamıştır.
Bildiride, uluslararası toplumun en önemli gündeminin çatışma bölgelerindeki sivillerin korunması oluğu belirtiliyor ve savaş halindeki ülkelere ve örgütlere uluslararası insani hukuka uygun davranarak sivillerin korunmasını sağlamaları gerektiği hatırlatılıyor. Bildiride aynı zamanda çatışma bölgelerinde sivillerle silahlı taraflar arasında kesin bir ayrım yapılması gerektiğine yer veriliyor ve sivillere doğrudan saldırıların uluslararası hukuk ilkelerinde kesinlikle yasaklanmış olduğu hatırlatılıyor. Bildiride çatışan tarafların, sivillerin ötesinde hastaneler, kültürel mekanlar, koruma altındaki bölgeler gibi yerlere saldırmama çağrısı da yapılıyor. Bildiride ayrıca, Birleşmiş Milletler ve uluslararası yardım örgütlerinin çatışma bölgelerine girmesi için gerekli koşulların sağlanması, BM ve insani yardım çalışanlarının çatışma alanlarına engelle karşılaşmaksızın girmeleri için izin verilmesi, güvenliklerinin sağlanması, personel ve ekipmanlarına zarar verilmemesi yönünde bir çağrı da yer almaktadır.
Zirveye ev sahipliği yapmanın tadını çıkartan diktatör Erdoğan, Türkiye'de yaşanmakta olan savaşı, Kuzey Kürdistan'da özerklik ilan eden yerlerde ordu ve polisin katliamlarını gözardı ederek “uluslararası hukuk ihlallerinin sona erdirilmesi için daha fazla gayret göstermeliyiz” deme pişkinliğini göstermiştir. Bu bildiriye imza atılması durumunda başta Cizre olmak üzere Sur'da ve başka yerlerde “teröristlere karşı mücadele” adı altında işlenen cinayetlerin, katliamların insanları sağlık olanaklarından, gıda temininden vs. mahrum kılmanın açığa çıkacağından, “ileri demokrasi”sinin teşhir olacağından kormuştur. Bu nedenle bildiri Türkiye tarafından imzalanmamıştır.
|