Devrimin zaferi, daima eşitsiz güç koşulları altında, ağır kayıplardan, büyük yenilgilerden, umutla çıkılan yolculukların ağır başarısızlıklarla sonuçlanması gibi uğraklardan geçerek gerçekleşecektir. "Varılacak yere kan içinde varılacaktır". Bu kadar eşitsiz, bedellerle dolu bir savaşım, mutsuzluk üreterek, doğru, onurlu, insani olanı seçmişliğin sevincinden yoksun biçimde sürdürülemez. Düşmanla çarpışmada moral üstünlüğü elde tutmak, bütün bu güçlüklere rağmen amaç yitimine, yön kaybına, olumsuz koşulların kuşatmasına boyun eğmeye yüz vermeden, an'da bulunulan nokta ne olursa olsun, oradan ileri yürümeye çalışma iradesini sergileyebilmek için zorunludur. Moral üstünlüğü elde tutmak için, durumun kendisiyle değil, durumun değişebilmesi imkanıyla ilgili olmak gerekir. Durum ne olursa olsun, ancak eylemle değişebilir, daha ileri bir duruma ancak eylemle geçilebilir. Yenilgilere ve zaferlere geçmişin kaydını tutma bakış açısıyla değil, geleceği kurma bakış açısıyla yaklaşmak anlamına gelir. Moral üstünlük Ve Gerçeğe Bağlılık Devrimcinin ve devrimci partinin moral üstünlük savaşımıyla burjuvazininki birbirinden biçim olarak da, özsel olarak da farklıdır. Devrimcinin moral üstünlüğü, herşeyden önce, mücadelenin haklılığından, meşruluğundan beslenir. Bu nedenle devrimcinin moral üstünlüğü sağlama mücadelesinde gerçeğe bağlılık esastır. Burjuva, faşist düşmanın psikolojik savaşı ise yalana dayalı propaganda temelinde yürütülür. Yenilgilerimizi gizlemeyiz, başarılarımızı ise abartmadığımız gibi, küçümsemeyiz de. İdeolojik değerlerimiz, sonal amaçlarımız, moral üstünlüğü elde tutmada en önemli dayanağımızdır. Yeterli olmayabiliriz, ama birilerinin savaşmasına değen bir şeyler için savaşıyoruz. Koşullar olumsuz, yenilgi çok muhtemel olabilir, ama duruma teslim olmak, geri adım atmak, yine de savaşmaktan daha değerli bir tutum değildir. Bu duyguları sürekli diri ve yüksekte tutmak, bozguncu, kaçışı meşrulaştırıcı söylem ve eylemlerin insani bakımdan değersizliğini, sonuçsuzluğunu sürekli ortaya koymak zorundayız. Moral Üstünlük İradi Olarak Kazanılır Mücadeleyi büyütmek, siyasi etkinin genişletilmesini, örgütlü güçlerin nicelik ve niteliğinin artırılmasını, böylece daha büyük bir eylem gücüne kavuşmayı içerdiği kadar, moral üstünlüğü elde tutma savaşını da kapsar. Devrim karşıdevrimi de büyüterek, merkezileştirerek gelişir. Devrimci vuruş gücünü artırmaya, politik savaşım düzeyini yükseltmeye karşılık, düşmanın geliştireceği, daha ağır ve merkezileştirilmiş saldırıları göze alma ve göğüsleme kararlılığı taşımaksızın zafere yürümek olanaksızdır. Daha büyük başarılar kazanmak kadar, daha büyük başarısızlıklardan da moral üstünlüğü yitirmeden çıkabilecek bir düşünsel açıklık, ruhsal sağlamlık devrimci savaşımda başarı koşullarından biridir. Moral üstünlüğün kazanılması ve elde tutulması, bir irade sorunudur. Kendiliğinden bir süreç olarak ele alınamaz. Pekçok durumda, "moral" sorunu başarılar ve başarısızlıkla, olumluluklar ve olumsuzluklarla, kayıplar verme ya da yeni güçler kazanmakla kendiliğinden artan, azalan, yükselen, alçalan bir durum gibi kavranıyor, kadro kendisini bu işin öznesi, örgütleyicisi olarak görmüyor. Örneğin, partide moral üstünlüğün elde tutulmasından bizzat sorumlu olması gereken pek çok kadro, değişik durumlar karşısında "motivasyonum kırıldı, motive olamadım, moralim bozuldu, enerji almadım, moral kazanmadım" gibi cümleleri rahatlıkla kurabiliyor. Sanki partinin bir yerlerinde, muhtemelen merkezinde, bir tür moral motivasyon radyatörü varmış ve kendisi de bu aygıta maruz kalan iradesiz bir cisimmiş gibi. Herhangi bir devrimci faaliyetin, bir kampanyanın, bir etkinliğin, bir eylemin örgütlenmesinde, her düzeyden yönetici yoldaştan başlayarak parti kadroları, ortamın, üyelerin, aktivistlerin, savaşçıların moral-motivasyonunun yüksekte tutulmasından bizzat sorumludur. Yönetici sorumluluk taşıyan kadrolar, örneğin, neşeyle, coşkuyla, sevinçle mi, yoksa öfleyerek, ahlayarak mı çalıştıklarının, ortamın, çalışma arkadaşlarının moral durumunu, çalışma düzeylerini nasıl etkilediğinin bilincinde olmalıdır. Moral üstünlük sorununu gözetmemek, özel olarak örgütlememek, moral üstünlüğün elde tutulmasına planlamalarda ve an'a müdahalelerde yer vermemek, hatta çalışmanın çeşitli zorluklarını stres, asık surat, öfkeli çıkışlar vb biçimlerde, moral bozucu dışavurumlara dökmek büyük bir önderlik hatasıdır. Moral üstünlüğü elde tutmak için, çalışmanın amacının ve başarı olanaklarının kavratılması, ikili ve kolektif ideolojik tartışmalar yürütülmesi, moral-motivasyonu düşüren konuların aydınlatılması, moral üstünlüğü yükseltmeyi dert edinen yoldaşların teşvik edilmesi, moral bozucu faaliyet yürütenlerle mücadele edilmesi gereklidir. Bozgun ve kaçış psikolojisinin yıkıcı etkileri, yenilginin kendisinden de büyük olabilir. "Yenilgiye yenilmek" diye tarifleriz bu durumu. Yenilgi alındığı koşullarda, moral üstünlük elde tutulduğu sürece, bulunulan noktadan yine de ileriye yürünebilir. Ancak moral üstünlüğün yitirilmesi, savaşma gücü, isteği ve iradesinin yitirilmesiyle sonuçlanır ki bu genellikle, pek çok kayıptan daha ağır sonuçlar doğurur. Yenilgi, yoldaşları yitirmeyi, mevzi kayıplarını, nitelik ve nicelik düşüşüyle birlikte, eylem gücünün düşüşünü içerebilir. Ancak en kötü durumda, daha ileri saldırı koşulları elde etmek için, safları bozmadan geri çekilmenin; pek çok durumda ise hızlıca, elde kalan mevzilere, niceliğe, niteliğe dayanarak, yine de bulunulan durumdan daha ileri yürümenin koşulları vardır. Moral üstünlüğün yitirilmesi ise, ilerleme olanaklarını görme, kavrama ve realize etme gücünün yitirilmesi, safların bozulması, yön kaybı, amaç yitimi anlamına gelebilir. Bu ikisi arasındaki fark, yenilgiyle bozgun arasındaki farktır. Evet, imha ya da tutsaklık biçiminde ağır kayıplar verebiliriz. Evet, gücümüz, olanaklarımız, bir anlamda parti güçlerinin toplam kendini ortaya koyuş düzeyi, belirli mücadele anlarını göğüslemeye yetmeyebilir. Evet, daha eyleme bile geçmeden planlarımız deşifre, güçlerimiz kayıp, emeğimiz heba olabilir. Evet, sezgilerimiz ya da analizlerimiz, öngörülebilir süreçleri, saptanabilir sorunları önümüze çekmeye belirli bir anda yetmemiş olabilir. Planlamış bir kampanya, ulaşmayı hedeflediği kitlelere ulaşamamış, saptanmış siyasi kazanımları elde edememiş olabilir. Planlanmış bir askeri eylem, başarısızlık ve hatta kayıplarla sonuçlanabilir. Bunlar, inanç, kararlılık, ideolojik değerler diri tutulduğu ölçüde, yine de geri kazanılabilir, telafi edilebilir kayıplardır. Buradan, "bu araçları değil şu şu şu araçları kullanırsak, şu hatadan kaçınırsak, bir sonraki sefere başarı sağlarız", duygusunu da üretebiliriz; "bu görev asla başarılamaz, düşman çok güçlüdür, yenilemez, güvenliği aşılamaz, medyası-kara propaganda duvarı delinemez" vb sayısız pasifize edici sonuç da. Partinin Ve Mücadelenin Kazanımlarını Sahiplenme Düşman yalana dayalı faşist psikolojik savaşı gayet ciddiye alıyor. Sınırsız ve çeşit çeşit medya olanaklarıyla yürüttüğü günlük ajitasyon-propaganda çalışmalarından, ajan sızdırma, ajanlaştırma faaliyetlerine dek çeşitli araçlarla ve titizlikle yürütüyor. Belki fiziki kayıp verdirmeden daha fazla, moral bozukluğu üretmeye, güvensizlik örgütlemeye, başarısızlık duygusunu, düşmanın alt edilemeyecek kadar güçlü olduğu düşüncesini yaymaya, başarıları coşkusuz bırakmaya, yenilgileri bozguna çevirmeye çalışıyor. Topyekün saldırılarına, savaş hamlelerine paralel olarak psikolojik savaş aygıtlarını düzenliyor. Kendi kuvvetleri ve tabanı üzerinde, sahte zaferler üreterek ya da en ufak başarılarını belirgin kılarak, abartarak başarı duygusu oluşturmaya çalışıyor. En ağır diplomatik, askeri ve siyasi yenilgilerini dahi bir başarı öyküsüne dönüştürmeye yöneliyor. "İşlerin iyiye gideceği" duygusunu yaratmayı hedefliyor. Peki parti kadroları, üyeleri, aktivistleri, taraftarları, partimizin kazanım ve başarılarını çözümlemeyi, kavramayı ve sahiplenmeyi ne derece başarıyor? Bunu ne derece önemseyip özel olarak örgütlemeye çalışıyor? Düşmanın yenilebilir olduğu duygusunu örgütlemeye, yaymaya ne kadar yöneliyor? Ne tek tek bireyler, ne partiler, ne de mücadele içerisindeki toplumsal kuvvetler, başarı imkanı duygusundan yoksun bir mücadeleyi sürdürmek isterler. Zulme direnmek yine de haktır ve haklıdır; ya da kitleler bir somut hedef, program olmadan da harekete geçebilir, isyan edebilirler. Ama yine de yürüyüşün merkezinde, "sonraki yaşamın bugünkünden daha iyi olacağı" fikri durmaktadır. Burjuva değerlerin parti yaşamı ve tek tek komünistler üzerindeki etkilerine, sorunlara takılıp kalırken, yarattığımız değerleri, yeni insanı inşa etmede aldığımız yolu, örneğin ortamlarımıza ilk kez katılan insanların sevinçle farkına vardığı netlikte kavrayabiliyor ve bunu bilinçli olarak, bir moral üstünlük unsuru olarak ele alabiliyor muyuz? Partinin, devrimci güçlerin, Kürt ulusal demokratik hareketinin ve işçi sınıfı ve ezilenlerin mücadeleleriyle elde ettiği kazanımlar vardır, gerçektir ve çokçadır. Bugün demokratik ve devrimci mücadelenin tırnaklarıyla söküp kazandığı haklar, yarattığı fiili meşru mücadele alanı, Avrupa ülkeleri dahil pek çok burjuva demokratik ülkedekilerden daha geniş mevziler yaratmıştır. Bunların farkında olabiliyor, kendimizi ve kitlemizi buna ikna edebiliyor ve daha geniş kitleleri ikna etmeye çalışabiliyor muyuz? Partimizin teorik, ideolojik, siyasi ve örgütsel kazanımları üzerine düşünüp, bunları günlük mücadelemizde hem fiziki donanıma, hem de moral üstünlüğe dönüştürebiliyor muyuz? Devrimci iyimserlik, devrimci olanaklar ve moral üstünlük Moral üstünlük sorunu, hayalcilikle, kof, temelsiz iyimserlikle ilgili değildir. Devrimci olanaklar sorununun kavranmasıyla ilgilidir. Kendimizi mutlaka şu fikir temelinde örgütlemeliyiz: devrimci eylem, basitçe "gerçeklere değil", bu gerçekler içerisinde, yalnızca ve yalnızca devrimci olanaklara dair gerçeklere dayandırılabilir. Bu olanaklar verili bir anda geniş ya da dar, çok veya az, hızla realize edilebilir ya da emekle uzun sürede işlenebilir durumda olabilir. Önemli olan, yine de, devrimci eylemin sadece devrimci olanaklara dayandırılabileceği gerçeğidir. Verili gerçek içerisindeki olumsuzluklar, elverişsizlikler, devrimci eylemin, devrimci ilerlemenin çıkış noktasını oluşturmaz, ancak biçiminin, araçlarının ne olması gerektiğine yön verebilir. Olumsuzluklara, elverişsiz şartlara yoğunlaşan bir durum analizinden moral bozukluğu ve pasifizm çıkar. Önemli olanın sonuç değil, gerçeğin tam olarak tarif edilmesi olduğu iddia edilebilir. Ancak gerçek de, sadece ve sadece bir tercih, bir öznel durum olarak, ileri yürüme kararlılığı varsa, bütünlüklü biçimde kavranabilir. Devrimci eylem tahayyül ettiği değil, hazır bulduğu koşullarda gerçekleşmek zorundadır. Dolayısıyla verili koşullar içerisindeki devrimci olanakların neler olduğunu bulmak, keşfetmek, nesnel gerçeğin öznel, taraf tutan kavranışıyla mümkün olabilir. Durum tespitiyle değil, durumdan görev çıkarmakla ilgiliysek, bizi olumluluk ve olumsuzlukların kaba sayımı değil, bir ilerleme planı yapmak için, bulunduğumuz durumdan daha ileri yürümek için hangi öğelere dayanabileceğimizin ortaya konması ilgilendirir. Çünkü gerçek de durağan değil dinamiktir. Daha tanımlamaya başladığımız andan itibaren değişir ve yerini sürekli başka bir gerçekliğe bırakır. Devrimci gerçekçilik, gerçeği bu hareketi içerisinde bütünlüğüyle kavrar. Mevcut gerçeği dışarıdan gözlemlemez, onunla etkileşime girer. Onu değiştirmeye ve mevcut gerçeklikten başka bir gerçeklik elde etmeye çalışır. Yirmi kapıyı çalarız, tek bir tanesi açılır. Bu durumda bir tercih yapmak zorundayızdır. Ondokuz kapının kapanması üzerine bir yenilgi de örgütleyebiliriz, açılan o tek kapıya dayalı olarak, kolay veya zor, ufak çaplı veya kapsamlı, ama somut bir ilerleme planı da geliştirebiliriz. Sorun, iyimserlik, durumu abartma sorunu değildir. Yirmi kapının birden açılmasını bekleyecek bir pasifizm, bekleme, erteleme üretme ya da açılan tek bir kapı üzerinden küçük bir adımla da olsa yürümeye başlama sorunudur. Gerçek aynı gerçek, seçimler farklı seçimlerdir. Sonuçta yola çıktığımız noktadaki, başlangıçtaki gerçek aynı kalmayacak, iki yönden birinde değişecektir, açılan tek kapının kapanması gerçeğine de dönüşebilir, daha çok kapının açılması gerçeğine de. Dünya binlerce yıldır dönüyor. Galileo'nun meşhur öyküsüyle anılır bu gerçek. O dönemde, henüz bir elin parmakları kadar insan buna inanır ve milyonlarcası inanmazken, imkansız, akılsızca ve gerçekdışı olan, "herkesin buna inandırılabileceği" fikri değil, "bu gerçeğin sonsuza dek milyonlarca insandan gizlenebileceği" fikriydi. Faşist sömürgeci zulüm düzenine boyun eğen, hatta destekleyen milyonlar var. "Gerçek durum" bu. Ama bu gerçek içerisinde bugün imkansız olan, bu "milyonlarca insanın faşizme karşı harekete geçirilebileceği" fikri değil, "milyonlarca insanın, bir avuç azınlığın bu zulmüne sonsuza kadar katlanabileceği" fikridir. "Gerçekçi ol imkansızı iste" şiarına yön veren devrimci gerçekçiliğin özü budur.
|