Ben Yapamam Deme!
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 


Faşist baskı ve terörün tırmandığı bir dönemden geçiyoruz. Katliamlar, tutuklamalar, gözaltılar hız kesmiyor. Ezilenler faşist terörle yıldırılmak, korkuyla teslim alınmak isteniyor.
Kürdistan'da kentlerin yerle bir edilmesi, yüzlerce özsavunma militanının ve çocuklar da içinde olmak üzere sivil halkın bodrumlarda vahşice katledilmesi, yüzbinlerce insanın göçe zorlanması, Suruç ve Ankara Garı gibi toplu katliamlar, barışçıl eylemlere dahi gazla, suyla, plastik mermi ile saldırmalar, akademisyenlerden gazetecilere tutuklama furyasının geniş kesimlere yayılması, antifaşist olduğu anlaşılanların işten atılmayla karşı karşıya kalmasının kitlelerde korku ve tedirginlik yaratması anlaşılırdır.
Ezilenlere öncülük etme iddiası ile ortaya çıkanlar korku ve tedirginliğe kapılmazlarsa halka yeniden cesaret ve direnme azmi kazandırabilirler.
Bugünlerde olması gereken tam da budur ve pek çok alanda böyle yapılıyor. Kürdistan kentleri yerle bir ediliyor ama Kürdistan'ın yiğit savaşçıları bir başka yerde yeni bir direniş mevzisi açıyor. Kürt halkı evleri yıkılsa da yerlerini terk etmiyor, yıkılan kentlerine dönüyor. Suruç'taki toplu katliam sosyalist gençleri sindirmedi, aksine kararlılıklarını ve devrimci enerjilerini büyüttü. Tutuklanan akademisyenler geri adım atmadı, tutuklanan gazetecilerin yerini hemen yenileri doldurdu.
Faşizmin korkuyla teslim alma siyaseti işlemiyor. Öncünün cesaretle ortaya çıktığı her durumda etrafında yeni insanlar birikiyor, başkaları da ortaya atılıyor. Böyle zamanlarda öncü çıkışların kaç kişiyle yapıldığından çok gündeme müdahale etme ya da gündem oluşturma gücüne bakılmalı. Çünkü kitleler alanlardan geri çekilse de bunu nedeni faşist politikalara ikna olmaları ya da mücadele isteğinden vazgeçmeleri değildir. Aksine faşizmin azgın saldırıları, politik islamcı faşist iktidarın günlük hayatı dinsel temelde düzenleme hamleleri muhalefet cephesini ve öfkeyi büyütmektedir. Ama bu öfkeyi enerjiye dönüştürecek bir araç, bir kanal bulamazsa kitle öfkesi için için yanan bir ateş halini alır.
Öncünün görevi tam da bu öfkeyi harekete gçirecek, ateşi yangına çevirecek kıvılcımlar çakabilmektir.
Fakat koşulların değiştiği, yeni koşulların yeni örgüt ve mücadele biçimleri gerektirebileceği hesaba katılmalı. Görüşme sürecinde yapılan Amed Newroz'u bugün yapılamıyor diye umutsuzluğa kapılmaya gerek var mı? Bugün özyönetim direnişleri ile yeni bir hamle yapıldı. Buraya da neden milyonlar katılmadı diye söylenmenin anlamı var mı?
Ya da Türkiye'de, Kürdistan'daki özyönetim direnişleri tekrarlanmıyor diye karamsarlığa kapılmak doğru mu? Her durumun kendine has şartları var. Türkiye'de belirsiz bir gelecekte Kürdistan'dakinin aynısını yapmak için beklemek yerine, neden hemen bugün daha sınırlı hamlelere girişilmesin? Mesele yalnızca askeri boyutla da ilgili değil. Kitleler eskisi kadar hevesle sokağa çıkmıyor olabilir, neden kitlelere cesaret ve güven verecek olan öncü hamlelere başvurulmasın? Başka bir zaman pek de önemli olamayabilecek bir akademisyenler bildirisi büyük bir direniş enerjisi ortaya çıkarabiliyor. Sosyalist gençliğin bir kampanyası pek çok gençlik örgütünü birleştirebiliyor. Önemli olan hangi örgüt ve mücadele biçiminin kitle enerjisini açığa çıkardığı, kitlelere mücadele cesareti verdiği, onları faşizme karşı birleştirdiğidir.
Daha büyük hamleler yapmak adına hareketsiz kalmak öncüyü felç eder.
Tam da böyle zamanlarda "kitle hareketi geri çekildi, biz ne yapabiliriz ki" yaklaşımı öncülük misyonunu bir kenara bırakmak demektir.
Ya da "Kürdistan'da silahlı mücadele yeni bir düzey kazanmışken Türkiye'de bildiri dağıtmanın, öncülerle propagandif eylemler yapmanın bir anlamı ve gereği yok" yaklaşımı kendi kendini politika dışına itmek, pasifize etmekten başka bir sonuç doğurur mu?
Evet, mücadelenin askeri biçimleri daha ustalıkla kullanılmalı, daha etkili vuruşlar yapılmalı. Peki buradan başka eylemler, başka örgüt biçimlerinin gereksizleştiği sonucu çıkar mı?
Bunu düşmanın tavrından öğrenebiliriz. Karşıdevrim öyle bir korku ve panik içinde ki içeriğinden bağımsız olarak itiraza, direnişe, redde ait her sesi bastırma telaşında. Kürt ulusal demokratik taleplerini destekleyen herkesi hedef tahtasına oturtmuş durumda. Demek ki burada öncünün yapması gereken hangi düzeyde olursa olsun faşist diktatörlüğe itiraz yönelten, ona karşı mücadele etmek isteyen herkese kendini ifade edebileceği bir kanal açmaktır.
Faşist diktatörlük tam da bunu engellemek için devrimcilerin örgütsel mekanizmalarını işlevsizleştirmek istiyor. Ardarda yapılan tutuklamaların başlıca siyasi hedefi budur. Öncüyü felç ederek hareketsiz bırakmak istiyorlar. Böylece kitle hareketine açılması muhtemel kanalları önceden tıkamayı amaçlıyorlar.
Buna karşı yapılması gereken nedir? Düşmanın hevesi kursağında nasıl bırakılabilir?
Birinci adım ne yapıp edip örgütsel sistemi işler kılmaktır. Karar alma gücü ve iradesi her durumda yaşatılmalıdır. Bir yerde bir organın kimi üyeleri, hatta tüm üyeleri tutuklanmışsa atılması gereken adım derhal organı takviye etmek ya da yenisini kurmaktır. Şu henüz gençtir, şunun bilmem hangi yeteneği yetersizdir, şu yenidir gibi gerekçelerle organın yenilenmemesi, kurulması halinde ortaya çıkacak kusurlardan çok daha kötü sonuçlar doğurur. Birincisini telafi etmek mümkündür ama ikincisi iradesizleşmeye yol açar. Çünkü örgütsel boşluk örgütsüzlüğü, örgütsüzlük de iradesizliği doğurur.
Örgütsel alanda siyasi cesaret tam da bu durumda gereklidir. Bu cesur kararlar da yukarıdan aşağıya kadrolara, taraftarlara, sempatizanlara, çevre çeper ilişkilerine hakimiyeti gerektirir. İleri çıkma potansiyeli olanları tespit etmek ve yeri geldiğinde onları ileri çekmek her düzeyde örgütsel önderliğin görevidir. Bu görev hakkıyla yerine getirilmediğinde meydana gelen boşlukları doldurmak mümkün olmaz, tutsak edilenler kadar yetişmiş insan arayışı iradesizlikten başka bir şey değildir. O yetişenler de durup dururken yetişmedi, onların da "acemi" zamanlardan geçtiği hatırda tutulmalı. Unutulmamalı ki, kadrolaşma süresinin önceki yıllara göre çok kısaldığı bir süreçten geçiyoruz. Daha önce bir kadronun yetişmesi için yıllara ihtiyaç varken, şimdi bu süre aylarla ölçülmektedir. Başka bir zaman belki de bu süre haftalara inecektir.
Bu meselenin bir yanıdır. Diğer yanı bireylerle ilgilidir. "Durumunu" değişikliğe uğratmaktan çekinmek, henüz yetersizim diyerek yeni görevlerden kaçınmak bir devrimcinin tarzı olamaz. Daha elverişli koşullarda yeni görevlere hazırlanmak tercih edilebilir. Ne ki sınıf mücadelesi bireysel tercihlerle, elverişli koşullar beklenerek yürütülemez. Devrimciliğin özü özeti koşullara müdahale ederek onu değişikliğe uğratmak, bunu yaparak kendinde değişim yapmaktır. Dün sana çok uzak görünen bir görev birden önüne düşebilir. Böyle bir anda hazır değilim demek, geri durmak devrimci bir tutum değildir. Mükemmeliyetçi olmanın gereği yok. Kolları sıvayıp işe girişmek, sorumluluğu üstlenerek bunu en iyi biçimde yerine getirmek günün en devrimci görevlerindendir. Sorumlu devrimcilik bunu gerektirir. Aksi mükemmeliyetçilik adına iradesizleşmek olur. Siyasi cesaret tam da budur: cesurca görev üstlenmek, boşlukları doldurmaya aday olmak, her koşulda örgütsel sistemi işler tutmak için öne çıkmaktır.
"Ama ben yapamam"cı yaklaşımlar, kendini geri tutmalarla devrimci öncülük yapılamaz. Bunun aksine "evet henüz bu iş için yetersiz olabilirim, ama ben devrimciyim, yaparak öğrenirim" demekle sorumlu devrimciliğin gereği yerine getirilir, devrimci öncü sıfatı hakedilmiş olur.
Tam da Brecht'in dediği gibi,
"Ben Yapamam deme!
Öğren en basiti.
Zamanıdır.
Sakın geç deme.
Çünkü sensin artık yönetecek olan."

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Ben Yapamam Deme!
fc Share on Twitter
 


Faşist baskı ve terörün tırmandığı bir dönemden geçiyoruz. Katliamlar, tutuklamalar, gözaltılar hız kesmiyor. Ezilenler faşist terörle yıldırılmak, korkuyla teslim alınmak isteniyor.
Kürdistan'da kentlerin yerle bir edilmesi, yüzlerce özsavunma militanının ve çocuklar da içinde olmak üzere sivil halkın bodrumlarda vahşice katledilmesi, yüzbinlerce insanın göçe zorlanması, Suruç ve Ankara Garı gibi toplu katliamlar, barışçıl eylemlere dahi gazla, suyla, plastik mermi ile saldırmalar, akademisyenlerden gazetecilere tutuklama furyasının geniş kesimlere yayılması, antifaşist olduğu anlaşılanların işten atılmayla karşı karşıya kalmasının kitlelerde korku ve tedirginlik yaratması anlaşılırdır.
Ezilenlere öncülük etme iddiası ile ortaya çıkanlar korku ve tedirginliğe kapılmazlarsa halka yeniden cesaret ve direnme azmi kazandırabilirler.
Bugünlerde olması gereken tam da budur ve pek çok alanda böyle yapılıyor. Kürdistan kentleri yerle bir ediliyor ama Kürdistan'ın yiğit savaşçıları bir başka yerde yeni bir direniş mevzisi açıyor. Kürt halkı evleri yıkılsa da yerlerini terk etmiyor, yıkılan kentlerine dönüyor. Suruç'taki toplu katliam sosyalist gençleri sindirmedi, aksine kararlılıklarını ve devrimci enerjilerini büyüttü. Tutuklanan akademisyenler geri adım atmadı, tutuklanan gazetecilerin yerini hemen yenileri doldurdu.
Faşizmin korkuyla teslim alma siyaseti işlemiyor. Öncünün cesaretle ortaya çıktığı her durumda etrafında yeni insanlar birikiyor, başkaları da ortaya atılıyor. Böyle zamanlarda öncü çıkışların kaç kişiyle yapıldığından çok gündeme müdahale etme ya da gündem oluşturma gücüne bakılmalı. Çünkü kitleler alanlardan geri çekilse de bunu nedeni faşist politikalara ikna olmaları ya da mücadele isteğinden vazgeçmeleri değildir. Aksine faşizmin azgın saldırıları, politik islamcı faşist iktidarın günlük hayatı dinsel temelde düzenleme hamleleri muhalefet cephesini ve öfkeyi büyütmektedir. Ama bu öfkeyi enerjiye dönüştürecek bir araç, bir kanal bulamazsa kitle öfkesi için için yanan bir ateş halini alır.
Öncünün görevi tam da bu öfkeyi harekete gçirecek, ateşi yangına çevirecek kıvılcımlar çakabilmektir.
Fakat koşulların değiştiği, yeni koşulların yeni örgüt ve mücadele biçimleri gerektirebileceği hesaba katılmalı. Görüşme sürecinde yapılan Amed Newroz'u bugün yapılamıyor diye umutsuzluğa kapılmaya gerek var mı? Bugün özyönetim direnişleri ile yeni bir hamle yapıldı. Buraya da neden milyonlar katılmadı diye söylenmenin anlamı var mı?
Ya da Türkiye'de, Kürdistan'daki özyönetim direnişleri tekrarlanmıyor diye karamsarlığa kapılmak doğru mu? Her durumun kendine has şartları var. Türkiye'de belirsiz bir gelecekte Kürdistan'dakinin aynısını yapmak için beklemek yerine, neden hemen bugün daha sınırlı hamlelere girişilmesin? Mesele yalnızca askeri boyutla da ilgili değil. Kitleler eskisi kadar hevesle sokağa çıkmıyor olabilir, neden kitlelere cesaret ve güven verecek olan öncü hamlelere başvurulmasın? Başka bir zaman pek de önemli olamayabilecek bir akademisyenler bildirisi büyük bir direniş enerjisi ortaya çıkarabiliyor. Sosyalist gençliğin bir kampanyası pek çok gençlik örgütünü birleştirebiliyor. Önemli olan hangi örgüt ve mücadele biçiminin kitle enerjisini açığa çıkardığı, kitlelere mücadele cesareti verdiği, onları faşizme karşı birleştirdiğidir.
Daha büyük hamleler yapmak adına hareketsiz kalmak öncüyü felç eder.
Tam da böyle zamanlarda "kitle hareketi geri çekildi, biz ne yapabiliriz ki" yaklaşımı öncülük misyonunu bir kenara bırakmak demektir.
Ya da "Kürdistan'da silahlı mücadele yeni bir düzey kazanmışken Türkiye'de bildiri dağıtmanın, öncülerle propagandif eylemler yapmanın bir anlamı ve gereği yok" yaklaşımı kendi kendini politika dışına itmek, pasifize etmekten başka bir sonuç doğurur mu?
Evet, mücadelenin askeri biçimleri daha ustalıkla kullanılmalı, daha etkili vuruşlar yapılmalı. Peki buradan başka eylemler, başka örgüt biçimlerinin gereksizleştiği sonucu çıkar mı?
Bunu düşmanın tavrından öğrenebiliriz. Karşıdevrim öyle bir korku ve panik içinde ki içeriğinden bağımsız olarak itiraza, direnişe, redde ait her sesi bastırma telaşında. Kürt ulusal demokratik taleplerini destekleyen herkesi hedef tahtasına oturtmuş durumda. Demek ki burada öncünün yapması gereken hangi düzeyde olursa olsun faşist diktatörlüğe itiraz yönelten, ona karşı mücadele etmek isteyen herkese kendini ifade edebileceği bir kanal açmaktır.
Faşist diktatörlük tam da bunu engellemek için devrimcilerin örgütsel mekanizmalarını işlevsizleştirmek istiyor. Ardarda yapılan tutuklamaların başlıca siyasi hedefi budur. Öncüyü felç ederek hareketsiz bırakmak istiyorlar. Böylece kitle hareketine açılması muhtemel kanalları önceden tıkamayı amaçlıyorlar.
Buna karşı yapılması gereken nedir? Düşmanın hevesi kursağında nasıl bırakılabilir?
Birinci adım ne yapıp edip örgütsel sistemi işler kılmaktır. Karar alma gücü ve iradesi her durumda yaşatılmalıdır. Bir yerde bir organın kimi üyeleri, hatta tüm üyeleri tutuklanmışsa atılması gereken adım derhal organı takviye etmek ya da yenisini kurmaktır. Şu henüz gençtir, şunun bilmem hangi yeteneği yetersizdir, şu yenidir gibi gerekçelerle organın yenilenmemesi, kurulması halinde ortaya çıkacak kusurlardan çok daha kötü sonuçlar doğurur. Birincisini telafi etmek mümkündür ama ikincisi iradesizleşmeye yol açar. Çünkü örgütsel boşluk örgütsüzlüğü, örgütsüzlük de iradesizliği doğurur.
Örgütsel alanda siyasi cesaret tam da bu durumda gereklidir. Bu cesur kararlar da yukarıdan aşağıya kadrolara, taraftarlara, sempatizanlara, çevre çeper ilişkilerine hakimiyeti gerektirir. İleri çıkma potansiyeli olanları tespit etmek ve yeri geldiğinde onları ileri çekmek her düzeyde örgütsel önderliğin görevidir. Bu görev hakkıyla yerine getirilmediğinde meydana gelen boşlukları doldurmak mümkün olmaz, tutsak edilenler kadar yetişmiş insan arayışı iradesizlikten başka bir şey değildir. O yetişenler de durup dururken yetişmedi, onların da "acemi" zamanlardan geçtiği hatırda tutulmalı. Unutulmamalı ki, kadrolaşma süresinin önceki yıllara göre çok kısaldığı bir süreçten geçiyoruz. Daha önce bir kadronun yetişmesi için yıllara ihtiyaç varken, şimdi bu süre aylarla ölçülmektedir. Başka bir zaman belki de bu süre haftalara inecektir.
Bu meselenin bir yanıdır. Diğer yanı bireylerle ilgilidir. "Durumunu" değişikliğe uğratmaktan çekinmek, henüz yetersizim diyerek yeni görevlerden kaçınmak bir devrimcinin tarzı olamaz. Daha elverişli koşullarda yeni görevlere hazırlanmak tercih edilebilir. Ne ki sınıf mücadelesi bireysel tercihlerle, elverişli koşullar beklenerek yürütülemez. Devrimciliğin özü özeti koşullara müdahale ederek onu değişikliğe uğratmak, bunu yaparak kendinde değişim yapmaktır. Dün sana çok uzak görünen bir görev birden önüne düşebilir. Böyle bir anda hazır değilim demek, geri durmak devrimci bir tutum değildir. Mükemmeliyetçi olmanın gereği yok. Kolları sıvayıp işe girişmek, sorumluluğu üstlenerek bunu en iyi biçimde yerine getirmek günün en devrimci görevlerindendir. Sorumlu devrimcilik bunu gerektirir. Aksi mükemmeliyetçilik adına iradesizleşmek olur. Siyasi cesaret tam da budur: cesurca görev üstlenmek, boşlukları doldurmaya aday olmak, her koşulda örgütsel sistemi işler tutmak için öne çıkmaktır.
"Ama ben yapamam"cı yaklaşımlar, kendini geri tutmalarla devrimci öncülük yapılamaz. Bunun aksine "evet henüz bu iş için yetersiz olabilirim, ama ben devrimciyim, yaparak öğrenirim" demekle sorumlu devrimciliğin gereği yerine getirilir, devrimci öncü sıfatı hakedilmiş olur.
Tam da Brecht'in dediği gibi,
"Ben Yapamam deme!
Öğren en basiti.
Zamanıdır.
Sakın geç deme.
Çünkü sensin artık yönetecek olan."