Başkanlık sistemi tartışması
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 


15 Temmuz darbe girişimi arkasında gündemden düşen başkanlık sitemi tartışmaları yeniden alevlendi. MHP'nin bu tartışma sonlansın adına gündeme getirdiği bu tartışmaya AKP hükümeti balıklama daldı. Belki de bu, AKP-MHP arasında ortaklaşa hazırlanmış bir senaryodur. Her halükarda bu tartışma bu sefer bir biçimde sonlandırılacak. Muhalefeti ve kuşkulu insanları yumuşatmak için öne sürülen “Yarı Başkanlık”, “Partili Cumhurbaşkanlığı”, “Türk Tipi Başkanlık” seçenekler dillendirilse de anlaşılan o ki, AKP  “Tam Başkanlık” önerisiyle yeni bir Anayasa gündeme getirecek. En azından hazırlıklar bu yönde. Söz konusu bu “Tam Başkanlık” sisteminin temel özelliklerini birkaç noktada toplayabiliriz:
Başkan, yürütmenin başında olacak; halk tarafından seçilecek ve görev süresi 4 yıl olacak; yasaları onaylama veya veto etme ve atama yetkisi olacak; başkan ve bakanlar parlamento  çalışmalarına katılmayacaklar. Yasama organı güçlü olacak.

Geniş yığınların gündeminde işsizlik, hukuksuzluk, ayrımcılık, baskılar, katliamlar var. Kürt ulusunun özgürlük mücadelesi var. “Fetö”ye karşı mücadele adı altında acımasızca sürdürülen “cadı avı” ile insanlar sindirilmekte. Bütün bunların ötesinde faşist rejim Kuzey Kürdistan'da Kürt Özgürlük Hareketine karşı katliamcı saldırılarını şimdi Suriye'de IŞİD'e karşı mücadele adı altında sürdürmekte. Irak'ta işgalciliğe girişeceğini açıkça ilan etmekte.
Faşist rejim, içte ve dışta bu kadar sorunu varken, Erdoğan önderliğinde, 15 Temmuz'un kendi lehine oluşturduğu iklimi, hayal ettiği diktatörlük rejimini hukuki zemine oturtmak için kullanmaktadır.

 
Darbe girişiminden sonra “herkesin” Cumhurbaşkanı olma söylemini bir kenara bırakan Erdoğan, herkesin “Başkanı” olmak için kaçırılmaması gereken bir fırsatın eline geçtiğinde hareket ediyor. Tek adam iktidarını yasallaştırmak için adımlar atıyor. “Parlamenter” faşizme; mevcut sivil faşist diktatörlüğe dahi tahammülü yok. Bütün kurumlarıyla yasama, yürütme ve yargıyı kendine bağlamak, daha doğrusu işlevsizleştirerek “astığım astık-kestiğim kestik” sistemini kurmak istiyor.
Cumhurbaşkanı olarak bugün yetkisi olmadığı halde yasamaya, yürütme ve yargının işlerine karışan, o kurumlar adına konuşan Erdoğan, başkanlık sisteminin uygulanması durumunda burjuva muhalefeti, kendine karşı olabilecek toplumsal oluşumları, işçi sınıfının, emekçi yığınların, öğrenci ve öğretmenlerin, kadınların örgütlenmelerini tasfiye etmekten; toplumu kendine göre tek tipleştirmekten çekinmeyecektir; bu alanlardaki bugünkü pervasızlığını doruk noktasına vardırmaktan çekinmeyecektir.

Şimdiye kadar uyguladığı İslamcı, ırkçı, faşist politikaları; sistemleştirilmiş bu Türk şovenizmini şimdi içte ve dışta yeni güvenlik konsepti adı altında uygulayacaktır. Bu açıktan savaş, saldıranlık, işgalcilik konseptidir ve uygulamasına da başlanmıştır. Misak-ı Milli hatırlatması, Lozan'ı tanımıyoruz demeye getirmesi; kısaca Balkanlarda, Kafkasya ve Ortadoğu'da toprak talebinde bulunması bu anlayışın açık ifadesidir. Erdoğan'ın Suriye'de işgalciliği sadece IŞİD'e karşı mücadele ile açıklanamaz. Keza Musul'u IŞİD'den “kurtarma” mücadelesi de IŞİD'e karşı mücadele ile açıklanamaz. Her iki ülkede Türk ordusu, Erdoğan önderliğinde (hani Başkomutan ya!) Misak-ı Milli sınırlarını belirlemeye çalışmaktadır. Kafkasya'da Batum ve çevresini; Selanik'e kadar Batı Trakya'yı, Eğe Denizi'nde adaları talep etmektedir.  

Erdoğan'ın yeni güvenlik konsepti savaş politikasıdır, açıktan saldırganlık ve işgalciliktir. Bu politikayı sorunsuz; muhalefetsiz uygulamak için devlet kurumlarını ve toplumu aynı anda, bir düğmeye basarak harekete geçirecek, aynı doğrultuda yönlendirebilecek; devlet ve toplumu amacı için aynı anda devreye sokacak bir sistem kurmak istiyor. Aynı sistem Almanya'da Hitler önderliğinde kurulmuştu.

Hitler'in sonu bilinmiyor değil; ona öykünen Erdoğan'ı da aynı son beklemektedir. Özgürlük ve demokrasi, sosyalizm için mücadele ona aynı sonu yaşatacaktır.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

Başkanlık sistemi tartışması
fc Share on Twitter
 


15 Temmuz darbe girişimi arkasında gündemden düşen başkanlık sitemi tartışmaları yeniden alevlendi. MHP'nin bu tartışma sonlansın adına gündeme getirdiği bu tartışmaya AKP hükümeti balıklama daldı. Belki de bu, AKP-MHP arasında ortaklaşa hazırlanmış bir senaryodur. Her halükarda bu tartışma bu sefer bir biçimde sonlandırılacak. Muhalefeti ve kuşkulu insanları yumuşatmak için öne sürülen “Yarı Başkanlık”, “Partili Cumhurbaşkanlığı”, “Türk Tipi Başkanlık” seçenekler dillendirilse de anlaşılan o ki, AKP  “Tam Başkanlık” önerisiyle yeni bir Anayasa gündeme getirecek. En azından hazırlıklar bu yönde. Söz konusu bu “Tam Başkanlık” sisteminin temel özelliklerini birkaç noktada toplayabiliriz:
Başkan, yürütmenin başında olacak; halk tarafından seçilecek ve görev süresi 4 yıl olacak; yasaları onaylama veya veto etme ve atama yetkisi olacak; başkan ve bakanlar parlamento  çalışmalarına katılmayacaklar. Yasama organı güçlü olacak.

Geniş yığınların gündeminde işsizlik, hukuksuzluk, ayrımcılık, baskılar, katliamlar var. Kürt ulusunun özgürlük mücadelesi var. “Fetö”ye karşı mücadele adı altında acımasızca sürdürülen “cadı avı” ile insanlar sindirilmekte. Bütün bunların ötesinde faşist rejim Kuzey Kürdistan'da Kürt Özgürlük Hareketine karşı katliamcı saldırılarını şimdi Suriye'de IŞİD'e karşı mücadele adı altında sürdürmekte. Irak'ta işgalciliğe girişeceğini açıkça ilan etmekte.
Faşist rejim, içte ve dışta bu kadar sorunu varken, Erdoğan önderliğinde, 15 Temmuz'un kendi lehine oluşturduğu iklimi, hayal ettiği diktatörlük rejimini hukuki zemine oturtmak için kullanmaktadır.

 
Darbe girişiminden sonra “herkesin” Cumhurbaşkanı olma söylemini bir kenara bırakan Erdoğan, herkesin “Başkanı” olmak için kaçırılmaması gereken bir fırsatın eline geçtiğinde hareket ediyor. Tek adam iktidarını yasallaştırmak için adımlar atıyor. “Parlamenter” faşizme; mevcut sivil faşist diktatörlüğe dahi tahammülü yok. Bütün kurumlarıyla yasama, yürütme ve yargıyı kendine bağlamak, daha doğrusu işlevsizleştirerek “astığım astık-kestiğim kestik” sistemini kurmak istiyor.
Cumhurbaşkanı olarak bugün yetkisi olmadığı halde yasamaya, yürütme ve yargının işlerine karışan, o kurumlar adına konuşan Erdoğan, başkanlık sisteminin uygulanması durumunda burjuva muhalefeti, kendine karşı olabilecek toplumsal oluşumları, işçi sınıfının, emekçi yığınların, öğrenci ve öğretmenlerin, kadınların örgütlenmelerini tasfiye etmekten; toplumu kendine göre tek tipleştirmekten çekinmeyecektir; bu alanlardaki bugünkü pervasızlığını doruk noktasına vardırmaktan çekinmeyecektir.

Şimdiye kadar uyguladığı İslamcı, ırkçı, faşist politikaları; sistemleştirilmiş bu Türk şovenizmini şimdi içte ve dışta yeni güvenlik konsepti adı altında uygulayacaktır. Bu açıktan savaş, saldıranlık, işgalcilik konseptidir ve uygulamasına da başlanmıştır. Misak-ı Milli hatırlatması, Lozan'ı tanımıyoruz demeye getirmesi; kısaca Balkanlarda, Kafkasya ve Ortadoğu'da toprak talebinde bulunması bu anlayışın açık ifadesidir. Erdoğan'ın Suriye'de işgalciliği sadece IŞİD'e karşı mücadele ile açıklanamaz. Keza Musul'u IŞİD'den “kurtarma” mücadelesi de IŞİD'e karşı mücadele ile açıklanamaz. Her iki ülkede Türk ordusu, Erdoğan önderliğinde (hani Başkomutan ya!) Misak-ı Milli sınırlarını belirlemeye çalışmaktadır. Kafkasya'da Batum ve çevresini; Selanik'e kadar Batı Trakya'yı, Eğe Denizi'nde adaları talep etmektedir.  

Erdoğan'ın yeni güvenlik konsepti savaş politikasıdır, açıktan saldırganlık ve işgalciliktir. Bu politikayı sorunsuz; muhalefetsiz uygulamak için devlet kurumlarını ve toplumu aynı anda, bir düğmeye basarak harekete geçirecek, aynı doğrultuda yönlendirebilecek; devlet ve toplumu amacı için aynı anda devreye sokacak bir sistem kurmak istiyor. Aynı sistem Almanya'da Hitler önderliğinde kurulmuştu.

Hitler'in sonu bilinmiyor değil; ona öykünen Erdoğan'ı da aynı son beklemektedir. Özgürlük ve demokrasi, sosyalizm için mücadele ona aynı sonu yaşatacaktır.