Rüzgara Söylenmiş Türküler
Share on Facebook Share on Twitter

 
Diğer yazılar
 

Düşmana inat kavga büyütenlerin soyundanız. Kavgada güzelleşenlerin soyundan... Tam da şu an tv'de Mem Ararat "Zana u Andok" u söylüyor. Gönülleri bir halkın mücadele nehrinde akan ve birbirine karışan iki yoldaşın türküsü bu. İki ana kuzusunun, dağlara sevdalı iki gerillanın, bilirsin... Tıpkı Onlar gibi. Tıpkı Yeliz ve Şirin gibi. Güzelleşmenin doruklarındaki bu iki sevda taşkını kadın gibi... Kanları birbirine karışan, yoldaşlaşmanın yüceliğinde yıldızlaşan bu iki ışık topu gibi... Daha başka bir düşünüşle ve duyguyla dinliyorum şimdi bu türküyü. Şafak Tamer, Ahmet Metin için yazdığı şiirde "Sana O'nu anlatmalıyım Ali Ekber" diyor ya... Ben de sana Onları anlatmalıyım... Uzunca bir zaman elim herhangi bir şey yazmaya gitmedi, gidemedi. Di'li geçmiş zaman kipi ile anlatmak artık onların yokluğunu kabul etmek anlamına gelecekti. Onları yoklukla anamadım. "Gitme kal, var yok dinlemez bir çocuk isteğidir/ gitme/ aklına getir..." dediği gibi şairin, ben bir çocuk kayıtsızlığıyla, sanki bir an sonra onlardan bir haber alacakmış gibiydim. Sanki Ekin az sonra mutfakta içtiği sigaranın kokusuyla beraber içeri girecek ve tatlı tatlı gülümseyecek ya da ilk kez kendi başına yaptığı kurabiyeleri, incinmesinden korktuğu bir bebeği kucağına alıyormuşçasına, koyduğu tabakla içeri getirecek. Ya da Berçem elinde çok sevdiği tatlılardan iştahla yiyerek içeri girecek ve anlatmaya başlayacak yaşamdan birşeyleri. Yaşadıklarımız üzerine konuşurken gözlerini bir noktaya odaklayacak ve bu meseleye kendi biriktirdiklerinden uyacak bir örnek arayıp bulacak. Ve "Hıh, bu şuna benziyor..." diye anlatmaya başlayacak. Tıpkı son görüşmemizde yaptığı gibi.
Sevdiklerini yitiren insanların çoğunda olduğu gibi belki de uyanacağım ve bunun zor geçen bir gecenin sabahı olduğunu anlayıp rahatlayacağım hissiyatındaydım. Ama o sabah hiç olmuyor. Ve ben acıların da dilinin değiştiğine inanıyorum artık. Yaşıyorum, yaşıyoruz... Bodrum katlarında ölümle birlikte yaşayanlar da var bu topraklarda. Acılarımı öfkeme emanet ediyorum. Buna tutunuyorum ve yaşıyorum. Hesap sormak için, tek tek her yürek parçası için bin yürek olmayı becermek için ancak...

***
Ekin ve Berçem... İki miniminnacık kadın. Onları biraradayken düşününce yüzüme bir gülümseme yayılıyor. Kolkola girmiş hayal ediyorum. Tıpkı Roza ile Clara'nın bir fotoğrafında olduğu gibi. Ekin'i en son gördüğümde ikinci randevuya ancak yetişebilmişti. İlkinde göremeyince uzun da bir yoldan gelmiş olmaktan kaynaklı göremezsem diye kaygılanmaya başlamışken tam da karşıdan etrafına süzen gözlerle bakarak gelip girdi. Sanki az önce iş yerinde birlikteymişiz de, şimdi birşeyler atıştırmaya gelmiştik buraya. Çevreye verdiğimiz mesaj buydu. Çantasını çıkardı. Önceden bildiğim ayakkabıları vardı ayağında. Ve aynı kotu. Üzerine kamufle olmak için geçirdiği kıyafet farklıydı yalnızca. "Yine aynısın" dedim. Güldü. Ayağının birisinde sargı vardı. Bir "iş kazası" geçirmiş ve yanmıştı bir ayağı. Börek istemiştim ben, o da aynısından istedi. Kıymalı ve peynirli karışık bir tabak geldi. Ve tabi gerillanın vazgeçilmez içeceği çay. Ona vermem gereken şeyler vardı ve onun da bana vermesi gereken ufak bir paket. Değiş tokuş yaptık. Bana minik bir çift küpe almış, onu verdi. Hediye almakta/seçmekte zorlanırdı. Birkaç kez taktım o küpeyi ve saklayabildiğim kadar sakladım. Oturduğumuz yerden kalktık. Zamanımız azdı. Uzun uzun sohbet etmeye vaktimiz olmadı. Birlikte çalışma yaptığımız bir yerden geçtiğini anlattı. Hiçbir şey değişmemiş hala izlerini koruyor dedi. Sonra çalışmalara dair konuştuk. İkimiz de heyecanlıydık. Yapmak istediklerimizin, düşüncelerimizin tatlı heyecanı. Soracağım birkaç soru vardı. Bunları sordum, bildiklerini söyledi. Emin olmadıkları içinse yoldaşlara söylerim onlar haber gönderirler dedi. Bol bol başarı dileklerimizi sunduk birbirimize. Ayrılırken de "hadi bakalım kim daha hızlı ses verecek" dedi. Birbirimizin iyi haberlerini bekleyecek, gözleyecektik... Bir sokak arasında birbirimize sarıldık. İkimiz farklı yönlere ilerledik. Sokaktan çıkana kadar dönüp dönüp bakıştık.Ve sonra gelen eylem haberlerinde aradım onu, "acaba bunun içinde bizim Eko da var mı?" diye düşünerek...
Doğum gününde ona bir gömlek alıp yollamıştım en son. Tayt giymeyi seviyordu. Üzerine giyebileceği uzun bir gömlekti bu.
Yeraltı çalışmasına tanıdığı kişiler çekilince "beni neden almıyor parti" diye yakınan kendinde eksikler arayan bir genç kadın olarak nihayetinde hayalini kurduğu bir çalışmanın içinde yer almış bir yoldaştı Ekin. Eylem kararlılığı güçlü bir yoldaş. Yeraltı çalışmasında uzun sayılabilecek bir zaman kalmış ve birçok dönemin deneyimlerini biriktirmiş bir yoldaş olarak kendisinde gördüğü eksikliklerle mücadele içindeydi. Semtte yetişmişti, Gazi'nin kızıydı. Teorik olarak kendisinde yeterince birikim oluşturamamış olmanın ezikliğini yaşıyor/hissediyordu. Bir tartışma kültürü edinmeye çalışıyordu. Bazen küçük bir mesele saatlerce süren bir tartışmanın konusu olabilirdi. İkna olmak konusunda inatçıydı. Önce düşündüklerini doğru bir şekilde ifade etmek ve bunda ısrar etmekten yanaydı. Bu sebeple hararetli olurdu tartışmalar.
Sanatçı bir kişiliği vardı yoldaşın. Şiirle arası iyiydi. Yazardı ara ara. Ve güzel de bir sesi vardı. İsyan türküleri yakışırdı ona en çok. Ve zaten o da bu tarz söylemekten hoşlanıyordu. Bazen kendi kendine söylerken sesini kontrol edemez birden Ahmet Kaya'nın ya da Kıraç'ın bir türküsü yükselirdi bulunduğu odadan. "Vakit tamam, seni terkediyorum..." diye girerdi mesela birden. O anlarda yeraltı çalışmasında olduğunu unuturdu sanki bir an. Coşkun bir nehrin kenarında ya da özgürleşmiş topraklarda olduğunu hayal ediyordu belki de. Ve tabi "yoldaş sese dikkat" diye bir uyarı alırdı haliyle. Suavi ya da Efkan Şeşen türkülerini de severdi.
Yemekle arası iyiydi, fakat yapmayı pek bilmezdi. Hatta bir erkek yoldaş, "o, bildiği yemekleri yapmayı da benden öğrendi" diye keyiflenirdi Eko'dan bahsederken. Bir Dersim'li klasiği sayacağım kahvaltı kültürü onda da baskındı. Ne yiyelim sorusunun karşılığı, hele de dışarıdan gelmişsek, "bir kahvaltı hazırlayalım" olurdu.
Eko duygularını çok rahat herkese açabilen biri değildi. Duygularını içten ve derinlikli yaşardı. Bu yer yer sessizleşmesine, içe dönmesine neden olurdu. Herkesle çok çabuk bağlar kuramazdı. Yoldaşlarla arasında bir tartışma ya da gerilim yaşanmışsa hızla bunlardan sıyrılıp diyalog kurmakta zorlanırdı. Gerilimi bir süreç alırdı. Bu zamanlarda sigaraya sarılır mutfakta ya da balkonda daha uzun kalır bu arada düşünürdü. Sigaraya sarılması da öyle filtreye kadar dumanı çekmek şeklinde değildi. Genellikle yarıya kadar içip bırakırdı.
Şehitlere güçlü bir bağlılığı vardı. Sarya yoldaşın şehadeti onu çok etkilemişti. Görüştüğümüzde ilk sorduğu şeylerden birisi olmuştu "Sarya ile ilgili birşeyler yazdın mı?" "Ben de yazdım" demişti sonra. Ve şehadetinden kısa bir süre önce yine Onlara dair bir yazı paylaşmış yoldaşlarla. Buna gazetede rastladım. Gidişini yazmıştı bir bakıma, onlara layık bir devrimci olmuştu. Yasemin'in mektubunu anımsadım bu yazıyı okuyunca. Sarya'nın röportajını. İçsel bir yolculuk ve yoldaşların ardından bu içsel yolculuğun yol arkadaşı olmak...
Veda Havası
Bu iki kelime Eko'nun dilinden güzel bir müzik ziyafetini anımsatırken Berçem'inse son zamanlardaki ruh haliydi. El işlemesi bir bileklik hediye etmişti bana. "Onun bir de saç bandını yapmıştım, onu da getireceğim sana demişti." Ve son görüşmelerimizden birinde onu vermişti. Kardeşi ile birlikte kullandıkları boncuktan bir kolye de hediye etmişti. Bunu biz birlikte iken severek kullanırdık. Kim mavi bir şey giyse hemen gözü bu kolyeye giderdi demişti. Suruç'tan sonra kendisiyle çok yoğun tartışıyordu. Şehadet çok yakınmış gibi yaşıyor ve konuşuyordu. Bu veda havası hali de ondandı belki de.
Son görüşmemize tam boy bir elbiseyle gelmişti. Görüştüğümüz yere uygun bir kıyafetti. Ayaklarında bir yoldaştan kalan sandalet vardı. Sırtında kendisinden büyük bir çanta taşıyordu. Biz görüşme yerine erken gelmiştik onun için biraz dolaşalım demiştik. Yoldaş bizden önce gelmiş bizi görünce takip etmiş bir baktık arkamızdan sesleniyor. Neler yapıp ediyoruz bunlardan bahsettik. Aktarmamız gereken şeyleri söyledik. Sonrası birbirimize ayıracağımız özel zamanlardı.
Bazı şeylere kızıyor, bazılarına kendi yaşamından örnekler veriyor, ama kesinlikle çok ciddiye alıyordu. Sorunlarımızın başka bir gözle ele alınmasına ihtiyacımız vardı. Ve bu sohbet iyi gelmişti. Aslında sonradan gerekmediği halde fazladan yapılmış bir görüşme olduğu yönünde eleştirilen bu günümüz, bir zaman sonra yoldaşla geçirdiğimiz biraraya geldiğimiz son gün olarak hafızalarımızda yer alacaktı. Bir veda... O anlarda hiçbirimiz bunu bilemezdik. Ama her daim uğurlama anlarımızda içimize bir diken gibi batan, can yakan olasılık olarak vardı bu. Bir daha hiç görüşemeyecek olmak... Gülüşmelerin ardında bir buğu vardı hep. Bu hep var...
Yoldaşın zamanı daralmıştı. Artık gidiş için harekete geçmesi gerekiyordu. Oradan ayrıldık. Bir cafede biraz daha oturduk. Yola da çıkacağı için bir tost istedi. Yedi, biletini aldı ve biz ayrıldık...
Bu onu son görüşümdü.
Berçem'le Akademide aynı devredeydik. Berçem'in de aralarında bulunduğu grup kampa geldiğinde hava kararmıştı ve ışığımız yoktu. Gece karanlığında selamlaştık yoldaşlarla. Gelişleri çok zorlu olmuştu. Yoldaşlara bir noktada verilen spor ayakkabıların sert ve yola elverişsiz olması ayaklarının fena halde yanmasına ve tırnaklarının morarmasına (kısa süre sonra tüm tırnakları düşecekti) neden olmuştu. Dolayısıyla dinlenmeye ihtiyaçları vardı. Sabah gün ağarınca gerçek anlamda yüzyüze tanışabildik. İsimlerini yolda kararlaştırmışlardı. Berçem kınalı uzun parlak saçlarını büküp bir toka ile tutturmuştu. Ve eğer zaman yanıltmıyorsa üzerinde mor bir bluz vardı. Geldikleri ekipteki diğer bir yoldaş ise Özgür'dü. Özgür henüz şehit düşmeden yaşamdaki duruşu ve katılımıyla Berçem yoldaşın yüreğinde ayrı bir yer kazanmasına yol açmıştı. Ve zamansız şehadetinin derin acısını yaşamıştı. O sebepten de ilkin Berçem Deniz olan parti adını Berçem Renas olarak değiştirmişti.
İsimlerden konuşurken yoldaşla ilgili şu anıyı anlatmadan olmaz. Yoldaşlar özel eğitim devresinin kapanış töreninde PKK'den hevallerle bir safta askeri düzene geçmişlerdir. Tek tek isimler çağrılır ve şervanlar eğitim belgelerini alırlar. Başlarlar sırayla, isim soyisimler okunur. Berçem'e sıra geldiğinde çağıran ses sadece "Berçem!" der. Berçem yoldaş ise bir taraftan iki eliyle kavradığı kleşiyle öne çıkarken, bir taraftan da "Berçem ne?" diye sesli biçimde söylenir. Tabi o ciddi askeri düzende bir anda gülüşmelere neden olur.
Yoldaşın aramıza katılmasıyla devremizdeki pratikleşmede anlamlı bir değişim oldu. Yoldaş kır koşulları ve bu koşullarda yaşamın ihtiyaç ve görevlerinin yaşamsallaştırılması konusunda çok hızlı bağ kurabilmişti. "Hiç zorlanmıyorum, burada yaptıklarımızın daha fazlasını ben köyde yapıyordum zaten", derdi sorulunca.
Kampa geldiği ilk zamanlarda bu kadar kalabalık ve farklı yoldaşları birarada görmenin mutlu şaşkınlığı vardı. Yeraltı çalışmasında bulunduğu yıllarda genellikle dar yoldaş çevresiyle ilişki içinde olmaktan kaynaklı özlemini çektiği ortamlardı. Gizli çalışma öyle gerektirdiği için gönlünce eylemlere mitinglere katılamamış, belki de yoldaş olduğunu bildiği karşılaştığı kişiler olunca kendini gizlemek durumunda kalmış olduğu için böylesi açık ve özgür bir ortamda birarada olmak birçoğumuza göre daha farklı anlamlar barındırıyordu yoldaş için.
Gülten Akın'ın dediği gibi, o kara olmasa da, kına kızılı saçlarını kısacık kestirmişti. Saç kesme konusunda deneyimim oldukça sınırlı olmasına karşın nasıl keseceğimi tarif ederek beni yönlendirmiş ve ona yine çok yakışan küt saçları olmuştu. Ve sonrasında da uzunca bir zaman hep böyle kısa oldu saçları. Ve artık hep kınaladığı saçlarını şehirlere dönünce boyayla tanıştırmak durumunda kalmıştı. Başka bir kadın yoldaş bana Berçem'in yaptığı bir küpe hediye etmişti. Uzunca bir zaman taşıdım. Aradan yıllar geçmişti. Yoldaşla karşılaşınca senin yaptığın bir küpe var bende demiştim. Ve göstermiştim. Bu küpe ise ablasının ona bir hediyesiymiş yani kadın yoldaş yanlış biliyormuş meseleyi, birkaç kez takmış sonra onda kalmış yoldaş da istememiş geri. Bende görünce "o halde yıllar sonra sana geri dönsün" deyip verdim küpeyi geri. Çok sevindi yoldaş.
Kampın ilk dönemlerinde hiç elektrik ve aydınlatma kullanmıyorduk. Bu sebepten hava karardıktan sonra uyuyana kadarki zaman gün değerlendirmeleri, sohbetler, çirok (mesel-hikaye) anlatımları yahut sazlı sözlü muhabbetlerle geçerdi. Karşılıklı olarak yere koyduğumuz iki uzun kütük üzerinde sıralanır genellikle Özgür yoldaşın elinde olan saza eşlik ederdik. Böyle yoldaş ortamlarında Berçem yoldaşın söylediği türküler belliydi. Ayvaz Güzellemesi bunlardan biriydi. Bir diğeri Esme Rüzgar. Mecnunum Leylamı gördüm ve dinleme şansı bulduğumuz başka türküler.
Şimdi onlardan devraldığımız ezgileri rüzgara söyleyelim...

Özgür Z. Rüzgar

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Rüzgara Söylenmiş Türküler
fc Share on Twitter

 

Düşmana inat kavga büyütenlerin soyundanız. Kavgada güzelleşenlerin soyundan... Tam da şu an tv'de Mem Ararat "Zana u Andok" u söylüyor. Gönülleri bir halkın mücadele nehrinde akan ve birbirine karışan iki yoldaşın türküsü bu. İki ana kuzusunun, dağlara sevdalı iki gerillanın, bilirsin... Tıpkı Onlar gibi. Tıpkı Yeliz ve Şirin gibi. Güzelleşmenin doruklarındaki bu iki sevda taşkını kadın gibi... Kanları birbirine karışan, yoldaşlaşmanın yüceliğinde yıldızlaşan bu iki ışık topu gibi... Daha başka bir düşünüşle ve duyguyla dinliyorum şimdi bu türküyü. Şafak Tamer, Ahmet Metin için yazdığı şiirde "Sana O'nu anlatmalıyım Ali Ekber" diyor ya... Ben de sana Onları anlatmalıyım... Uzunca bir zaman elim herhangi bir şey yazmaya gitmedi, gidemedi. Di'li geçmiş zaman kipi ile anlatmak artık onların yokluğunu kabul etmek anlamına gelecekti. Onları yoklukla anamadım. "Gitme kal, var yok dinlemez bir çocuk isteğidir/ gitme/ aklına getir..." dediği gibi şairin, ben bir çocuk kayıtsızlığıyla, sanki bir an sonra onlardan bir haber alacakmış gibiydim. Sanki Ekin az sonra mutfakta içtiği sigaranın kokusuyla beraber içeri girecek ve tatlı tatlı gülümseyecek ya da ilk kez kendi başına yaptığı kurabiyeleri, incinmesinden korktuğu bir bebeği kucağına alıyormuşçasına, koyduğu tabakla içeri getirecek. Ya da Berçem elinde çok sevdiği tatlılardan iştahla yiyerek içeri girecek ve anlatmaya başlayacak yaşamdan birşeyleri. Yaşadıklarımız üzerine konuşurken gözlerini bir noktaya odaklayacak ve bu meseleye kendi biriktirdiklerinden uyacak bir örnek arayıp bulacak. Ve "Hıh, bu şuna benziyor..." diye anlatmaya başlayacak. Tıpkı son görüşmemizde yaptığı gibi.
Sevdiklerini yitiren insanların çoğunda olduğu gibi belki de uyanacağım ve bunun zor geçen bir gecenin sabahı olduğunu anlayıp rahatlayacağım hissiyatındaydım. Ama o sabah hiç olmuyor. Ve ben acıların da dilinin değiştiğine inanıyorum artık. Yaşıyorum, yaşıyoruz... Bodrum katlarında ölümle birlikte yaşayanlar da var bu topraklarda. Acılarımı öfkeme emanet ediyorum. Buna tutunuyorum ve yaşıyorum. Hesap sormak için, tek tek her yürek parçası için bin yürek olmayı becermek için ancak...

***
Ekin ve Berçem... İki miniminnacık kadın. Onları biraradayken düşününce yüzüme bir gülümseme yayılıyor. Kolkola girmiş hayal ediyorum. Tıpkı Roza ile Clara'nın bir fotoğrafında olduğu gibi. Ekin'i en son gördüğümde ikinci randevuya ancak yetişebilmişti. İlkinde göremeyince uzun da bir yoldan gelmiş olmaktan kaynaklı göremezsem diye kaygılanmaya başlamışken tam da karşıdan etrafına süzen gözlerle bakarak gelip girdi. Sanki az önce iş yerinde birlikteymişiz de, şimdi birşeyler atıştırmaya gelmiştik buraya. Çevreye verdiğimiz mesaj buydu. Çantasını çıkardı. Önceden bildiğim ayakkabıları vardı ayağında. Ve aynı kotu. Üzerine kamufle olmak için geçirdiği kıyafet farklıydı yalnızca. "Yine aynısın" dedim. Güldü. Ayağının birisinde sargı vardı. Bir "iş kazası" geçirmiş ve yanmıştı bir ayağı. Börek istemiştim ben, o da aynısından istedi. Kıymalı ve peynirli karışık bir tabak geldi. Ve tabi gerillanın vazgeçilmez içeceği çay. Ona vermem gereken şeyler vardı ve onun da bana vermesi gereken ufak bir paket. Değiş tokuş yaptık. Bana minik bir çift küpe almış, onu verdi. Hediye almakta/seçmekte zorlanırdı. Birkaç kez taktım o küpeyi ve saklayabildiğim kadar sakladım. Oturduğumuz yerden kalktık. Zamanımız azdı. Uzun uzun sohbet etmeye vaktimiz olmadı. Birlikte çalışma yaptığımız bir yerden geçtiğini anlattı. Hiçbir şey değişmemiş hala izlerini koruyor dedi. Sonra çalışmalara dair konuştuk. İkimiz de heyecanlıydık. Yapmak istediklerimizin, düşüncelerimizin tatlı heyecanı. Soracağım birkaç soru vardı. Bunları sordum, bildiklerini söyledi. Emin olmadıkları içinse yoldaşlara söylerim onlar haber gönderirler dedi. Bol bol başarı dileklerimizi sunduk birbirimize. Ayrılırken de "hadi bakalım kim daha hızlı ses verecek" dedi. Birbirimizin iyi haberlerini bekleyecek, gözleyecektik... Bir sokak arasında birbirimize sarıldık. İkimiz farklı yönlere ilerledik. Sokaktan çıkana kadar dönüp dönüp bakıştık.Ve sonra gelen eylem haberlerinde aradım onu, "acaba bunun içinde bizim Eko da var mı?" diye düşünerek...
Doğum gününde ona bir gömlek alıp yollamıştım en son. Tayt giymeyi seviyordu. Üzerine giyebileceği uzun bir gömlekti bu.
Yeraltı çalışmasına tanıdığı kişiler çekilince "beni neden almıyor parti" diye yakınan kendinde eksikler arayan bir genç kadın olarak nihayetinde hayalini kurduğu bir çalışmanın içinde yer almış bir yoldaştı Ekin. Eylem kararlılığı güçlü bir yoldaş. Yeraltı çalışmasında uzun sayılabilecek bir zaman kalmış ve birçok dönemin deneyimlerini biriktirmiş bir yoldaş olarak kendisinde gördüğü eksikliklerle mücadele içindeydi. Semtte yetişmişti, Gazi'nin kızıydı. Teorik olarak kendisinde yeterince birikim oluşturamamış olmanın ezikliğini yaşıyor/hissediyordu. Bir tartışma kültürü edinmeye çalışıyordu. Bazen küçük bir mesele saatlerce süren bir tartışmanın konusu olabilirdi. İkna olmak konusunda inatçıydı. Önce düşündüklerini doğru bir şekilde ifade etmek ve bunda ısrar etmekten yanaydı. Bu sebeple hararetli olurdu tartışmalar.
Sanatçı bir kişiliği vardı yoldaşın. Şiirle arası iyiydi. Yazardı ara ara. Ve güzel de bir sesi vardı. İsyan türküleri yakışırdı ona en çok. Ve zaten o da bu tarz söylemekten hoşlanıyordu. Bazen kendi kendine söylerken sesini kontrol edemez birden Ahmet Kaya'nın ya da Kıraç'ın bir türküsü yükselirdi bulunduğu odadan. "Vakit tamam, seni terkediyorum..." diye girerdi mesela birden. O anlarda yeraltı çalışmasında olduğunu unuturdu sanki bir an. Coşkun bir nehrin kenarında ya da özgürleşmiş topraklarda olduğunu hayal ediyordu belki de. Ve tabi "yoldaş sese dikkat" diye bir uyarı alırdı haliyle. Suavi ya da Efkan Şeşen türkülerini de severdi.
Yemekle arası iyiydi, fakat yapmayı pek bilmezdi. Hatta bir erkek yoldaş, "o, bildiği yemekleri yapmayı da benden öğrendi" diye keyiflenirdi Eko'dan bahsederken. Bir Dersim'li klasiği sayacağım kahvaltı kültürü onda da baskındı. Ne yiyelim sorusunun karşılığı, hele de dışarıdan gelmişsek, "bir kahvaltı hazırlayalım" olurdu.
Eko duygularını çok rahat herkese açabilen biri değildi. Duygularını içten ve derinlikli yaşardı. Bu yer yer sessizleşmesine, içe dönmesine neden olurdu. Herkesle çok çabuk bağlar kuramazdı. Yoldaşlarla arasında bir tartışma ya da gerilim yaşanmışsa hızla bunlardan sıyrılıp diyalog kurmakta zorlanırdı. Gerilimi bir süreç alırdı. Bu zamanlarda sigaraya sarılır mutfakta ya da balkonda daha uzun kalır bu arada düşünürdü. Sigaraya sarılması da öyle filtreye kadar dumanı çekmek şeklinde değildi. Genellikle yarıya kadar içip bırakırdı.
Şehitlere güçlü bir bağlılığı vardı. Sarya yoldaşın şehadeti onu çok etkilemişti. Görüştüğümüzde ilk sorduğu şeylerden birisi olmuştu "Sarya ile ilgili birşeyler yazdın mı?" "Ben de yazdım" demişti sonra. Ve şehadetinden kısa bir süre önce yine Onlara dair bir yazı paylaşmış yoldaşlarla. Buna gazetede rastladım. Gidişini yazmıştı bir bakıma, onlara layık bir devrimci olmuştu. Yasemin'in mektubunu anımsadım bu yazıyı okuyunca. Sarya'nın röportajını. İçsel bir yolculuk ve yoldaşların ardından bu içsel yolculuğun yol arkadaşı olmak...
Veda Havası
Bu iki kelime Eko'nun dilinden güzel bir müzik ziyafetini anımsatırken Berçem'inse son zamanlardaki ruh haliydi. El işlemesi bir bileklik hediye etmişti bana. "Onun bir de saç bandını yapmıştım, onu da getireceğim sana demişti." Ve son görüşmelerimizden birinde onu vermişti. Kardeşi ile birlikte kullandıkları boncuktan bir kolye de hediye etmişti. Bunu biz birlikte iken severek kullanırdık. Kim mavi bir şey giyse hemen gözü bu kolyeye giderdi demişti. Suruç'tan sonra kendisiyle çok yoğun tartışıyordu. Şehadet çok yakınmış gibi yaşıyor ve konuşuyordu. Bu veda havası hali de ondandı belki de.
Son görüşmemize tam boy bir elbiseyle gelmişti. Görüştüğümüz yere uygun bir kıyafetti. Ayaklarında bir yoldaştan kalan sandalet vardı. Sırtında kendisinden büyük bir çanta taşıyordu. Biz görüşme yerine erken gelmiştik onun için biraz dolaşalım demiştik. Yoldaş bizden önce gelmiş bizi görünce takip etmiş bir baktık arkamızdan sesleniyor. Neler yapıp ediyoruz bunlardan bahsettik. Aktarmamız gereken şeyleri söyledik. Sonrası birbirimize ayıracağımız özel zamanlardı.
Bazı şeylere kızıyor, bazılarına kendi yaşamından örnekler veriyor, ama kesinlikle çok ciddiye alıyordu. Sorunlarımızın başka bir gözle ele alınmasına ihtiyacımız vardı. Ve bu sohbet iyi gelmişti. Aslında sonradan gerekmediği halde fazladan yapılmış bir görüşme olduğu yönünde eleştirilen bu günümüz, bir zaman sonra yoldaşla geçirdiğimiz biraraya geldiğimiz son gün olarak hafızalarımızda yer alacaktı. Bir veda... O anlarda hiçbirimiz bunu bilemezdik. Ama her daim uğurlama anlarımızda içimize bir diken gibi batan, can yakan olasılık olarak vardı bu. Bir daha hiç görüşemeyecek olmak... Gülüşmelerin ardında bir buğu vardı hep. Bu hep var...
Yoldaşın zamanı daralmıştı. Artık gidiş için harekete geçmesi gerekiyordu. Oradan ayrıldık. Bir cafede biraz daha oturduk. Yola da çıkacağı için bir tost istedi. Yedi, biletini aldı ve biz ayrıldık...
Bu onu son görüşümdü.
Berçem'le Akademide aynı devredeydik. Berçem'in de aralarında bulunduğu grup kampa geldiğinde hava kararmıştı ve ışığımız yoktu. Gece karanlığında selamlaştık yoldaşlarla. Gelişleri çok zorlu olmuştu. Yoldaşlara bir noktada verilen spor ayakkabıların sert ve yola elverişsiz olması ayaklarının fena halde yanmasına ve tırnaklarının morarmasına (kısa süre sonra tüm tırnakları düşecekti) neden olmuştu. Dolayısıyla dinlenmeye ihtiyaçları vardı. Sabah gün ağarınca gerçek anlamda yüzyüze tanışabildik. İsimlerini yolda kararlaştırmışlardı. Berçem kınalı uzun parlak saçlarını büküp bir toka ile tutturmuştu. Ve eğer zaman yanıltmıyorsa üzerinde mor bir bluz vardı. Geldikleri ekipteki diğer bir yoldaş ise Özgür'dü. Özgür henüz şehit düşmeden yaşamdaki duruşu ve katılımıyla Berçem yoldaşın yüreğinde ayrı bir yer kazanmasına yol açmıştı. Ve zamansız şehadetinin derin acısını yaşamıştı. O sebepten de ilkin Berçem Deniz olan parti adını Berçem Renas olarak değiştirmişti.
İsimlerden konuşurken yoldaşla ilgili şu anıyı anlatmadan olmaz. Yoldaşlar özel eğitim devresinin kapanış töreninde PKK'den hevallerle bir safta askeri düzene geçmişlerdir. Tek tek isimler çağrılır ve şervanlar eğitim belgelerini alırlar. Başlarlar sırayla, isim soyisimler okunur. Berçem'e sıra geldiğinde çağıran ses sadece "Berçem!" der. Berçem yoldaş ise bir taraftan iki eliyle kavradığı kleşiyle öne çıkarken, bir taraftan da "Berçem ne?" diye sesli biçimde söylenir. Tabi o ciddi askeri düzende bir anda gülüşmelere neden olur.
Yoldaşın aramıza katılmasıyla devremizdeki pratikleşmede anlamlı bir değişim oldu. Yoldaş kır koşulları ve bu koşullarda yaşamın ihtiyaç ve görevlerinin yaşamsallaştırılması konusunda çok hızlı bağ kurabilmişti. "Hiç zorlanmıyorum, burada yaptıklarımızın daha fazlasını ben köyde yapıyordum zaten", derdi sorulunca.
Kampa geldiği ilk zamanlarda bu kadar kalabalık ve farklı yoldaşları birarada görmenin mutlu şaşkınlığı vardı. Yeraltı çalışmasında bulunduğu yıllarda genellikle dar yoldaş çevresiyle ilişki içinde olmaktan kaynaklı özlemini çektiği ortamlardı. Gizli çalışma öyle gerektirdiği için gönlünce eylemlere mitinglere katılamamış, belki de yoldaş olduğunu bildiği karşılaştığı kişiler olunca kendini gizlemek durumunda kalmış olduğu için böylesi açık ve özgür bir ortamda birarada olmak birçoğumuza göre daha farklı anlamlar barındırıyordu yoldaş için.
Gülten Akın'ın dediği gibi, o kara olmasa da, kına kızılı saçlarını kısacık kestirmişti. Saç kesme konusunda deneyimim oldukça sınırlı olmasına karşın nasıl keseceğimi tarif ederek beni yönlendirmiş ve ona yine çok yakışan küt saçları olmuştu. Ve sonrasında da uzunca bir zaman hep böyle kısa oldu saçları. Ve artık hep kınaladığı saçlarını şehirlere dönünce boyayla tanıştırmak durumunda kalmıştı. Başka bir kadın yoldaş bana Berçem'in yaptığı bir küpe hediye etmişti. Uzunca bir zaman taşıdım. Aradan yıllar geçmişti. Yoldaşla karşılaşınca senin yaptığın bir küpe var bende demiştim. Ve göstermiştim. Bu küpe ise ablasının ona bir hediyesiymiş yani kadın yoldaş yanlış biliyormuş meseleyi, birkaç kez takmış sonra onda kalmış yoldaş da istememiş geri. Bende görünce "o halde yıllar sonra sana geri dönsün" deyip verdim küpeyi geri. Çok sevindi yoldaş.
Kampın ilk dönemlerinde hiç elektrik ve aydınlatma kullanmıyorduk. Bu sebepten hava karardıktan sonra uyuyana kadarki zaman gün değerlendirmeleri, sohbetler, çirok (mesel-hikaye) anlatımları yahut sazlı sözlü muhabbetlerle geçerdi. Karşılıklı olarak yere koyduğumuz iki uzun kütük üzerinde sıralanır genellikle Özgür yoldaşın elinde olan saza eşlik ederdik. Böyle yoldaş ortamlarında Berçem yoldaşın söylediği türküler belliydi. Ayvaz Güzellemesi bunlardan biriydi. Bir diğeri Esme Rüzgar. Mecnunum Leylamı gördüm ve dinleme şansı bulduğumuz başka türküler.
Şimdi onlardan devraldığımız ezgileri rüzgara söyleyelim...

Özgür Z. Rüzgar