Faşist Sömürgeci Abluka Altında Umudu Ve İnancı Yükseltmek
Share on Facebook Share on Twitter

 
Diğer yazılar
 

Faşist politik islamcı şeflik rejimi halkta, mücadele eden kuvvetlerde ve özellikle de devrimcilerde umut, inanç, güven ve değer kaybı yaratmak, devrimcileri yalnızlaştırmak istiyor. Bunun için faşist terör ve faşist psikolojik savaş makinalarını gün yirmidört saat aralıksız çalıştırıyor. Devrimci militanda ideolojik zayıflamanın başgösterip, kanser gibi yayılacağı gedikler açmayı hedefliyor.
Kendi ellerimizle buna katkıda bulunmak olasılığıyla yüzleşmek, içinden geçtiğimiz koşulların emridir. Bu, "yüzleşmeyi" değişik örneklere uygulayalım.


Yalnızlık


Burjuvazi, bireyler olarak güçlü, işçi sınıfı, bireyler olarak zayıftır. Burjuva, kuvvetini bireyci rekabetten alır, işçiler, emekçiler ve ezilenlerse dayanışmadan ve birleşik mücadeleden. Yalnızlık, burjuvazinin ideolojisidir, burjuvazinin değeridir, burjuvazinin savaş aracıdır.
Devrimcide de, halkta da derin yalnızlık duygusunun örgütlenmesi, her büyük karşıdevrimci tasfiye saldırısının en önemli eksenlerinden biri olagelmiştir.
Hapishanede tecrit, sadece iletişim yollarını kesme, kolektif devrimci çalışmanın, üretimin ve varoluşun önüne geçme amaçlı değildir, bir teslim alma, güçsüzlüğüne inandırma, yenilgiye inandırma, inançlarından arındırma saldırısıdır.
Yalnızlık ve tecrit, toplumda bireyciliğin, bencilliğin örgütlenmesinin en önemli çıkış noktasıdır. Örneğin, işçiler sayısız taşeron firmaya bölünür, aynı fabrika veya işletmede on ayrı firmaya bağlı işçi çalışır, sözleşmeler, birbirleriyle ücret miktarını, iş koşullarını paylaşmalarını dahi yasaklar, işçinin yaşamında "her koyun kendi bacağından asılır" düşüncesinin maddi koşulları oluşturulmaya çalışılır.
Kobanê direnişi, Rojava devrimi ve Gezi-Haziran ayaklanması, katılımcılarının, birlikte olmanın bütün kuvvetini, birlikte ölmenin bütün sonuç alıcılığını hissettikleri, büyük kitlesel kahramanlıklar dönemidir. Karşıdevrimin güncel saldırıları bu kolektivizm duygusu ve pratiğinin devrimcide ve toplumda egemen hale gelmesinin önünü almayı, güçsüzlük ve yalnızlığı hakim kılmayı da içermektedir.
Yalnızlığın örgütlendiği yerde, bireyin derin umutsuzluğu ve çaresizliği karşısında, devlet ve aile eliyle kurulu düzene biat, tek çıkış noktası olarak kabule hazır hale getirilir.
Yalnızlık, genel olarak burjuva kültürün, özelde de karşıdevrimci tasfiye dönemlerinin kültürel atmosferinin en önde gelen temalarından biridir. Örneğin, 12 Eylül darbesiyle açılan 80'li yılların bütün ideolojik malzemesine damga vurur yalnızlık. Sinemada, uyuşturucu ve seks sömürüsünün ağına düşmüş, ya geleceksizlik ya biat etme ikilemine sıkışmış, yalnız ve çaresiz gençler ve kadınlar teması hakimdir. Bunlara, aydın umutsuzluğu ve yalnızlık temasının merkezde durduğu, yalnızlığa övgünün bayraklaştığı, "sanat sanat içindir" çıkışı eşlik eder. Müzikte, hemen her şarkıda "yalnızlık" ve "çaresizlik" sözleriyle arabeskin yükselişi, umutsuzluğun, çıkışsızlığın baskın hale gelişidir. Edebiyatta, roman ve şiirde yılgınlık ve "kaybedenler" teması, yalnız bireyler, yalnız kalmanın çekiciliğine övgü yükseliştedir. Yalnızlık, burjuva kültüründe, çürümenin parfümü olarak estetize edilir.
Özcesi, yalnızlığın kazandığı her yerde düşman kazanmıştır.
Kesimcilik ve rekabet, içe dönme, kendi derdine düşme, kendi devrimciliğiyle uğraşma, kendi alanına darlaşma, kendi alanı için bir çeşit "her koyun kendi bacağından asılır" duygusu, en iyi niyetlerle de yapılsa, devrimci değerlerin aşınmasına yol açar. Kolektivizmi, dayanışmayı, kendinden önce başkalarını düşünme halini egemen kılma, devrimci değerlerin yüksekte tutulması, kolektif ortamların devrimcileşmesi için vazgeçilmezdir.
Düşman saldırılarının nitelik ve nicelik kayıplarına yol açması, kitle hareketinin geri çekilişine bağlı olarak kuvvetlerin daralması, devrimle karşıdevrimin çarpışmasının dönemsel bir verisi, bir gerçeğidir. Bunda olağanüstü bir yön yoktur. Öte yandan devrimci görevler büyürken, bu görevleri yerine getiren kuvvetlerin niceliğinin ve niteliğinin düşmesi, büyük bir devrimci gerilim yaratır. Aslında mücadeleyi büyütme isteği ve pratiği, daima partide de tek tek yoldaşlarda da sürekli bir devrimci gerilim örgütler. Devrimci gerilim iyidir. Devrimci gerilimin olmadığı yerde durumun idaresi tarzı ve statüko oluşur. Önemli olan, devrimci gerilimleri, ilerleme yönünde çözmeye çalışmaktır.
Ancak nitelik ve nicelik yetmezliğinin artışına bağlı gerilim, bir "kendi derdine düşme" hali de örgütleyebilir devrimcide. Bu, "kendi devrimciliğinin derdine düşme" şeklinde baş gösterebileceği gibi, "kendi alanın derdine düşme" biçiminde de baş gösterebilir. Sonuçta, kendini, kendi ihtiyaçlarını, kendi alanını merkeze koyan bir darlaşma yaşanır. İşte bu tehlikelidir, kolektivizmi, yoldaş dayanışmasını, yoldaşça işbirliğini yükseltmek, devrimci için her koşulda, hatta tek başına olduğu koşullarda bile vazgeçilmez olmalıdır.
"Tek başına" olmak fiziki bir durumdur, "yalnızlık" ise ideolojik-moral bir durum. "Tek başınalık" belli koşullar altında kaçınılmaz olabilir, ama "yalnızlık" kaçınabilir bir duygudur. Komünist devrimci, umudu, kararlılığı, yoldaşlara, partiye güvenini aşındıracak her tür düşünüş tarzına ve ruh haline karşı bilinçli ve amansız bir öfkeyle donanmalı, yalnızlık duygusunu yaşamından, kalbinden uzakta tutmalıdır.


Güven ve Özgüven


"Güçlü ve ileri yönlerini asla sorgulama!" Dönemin kılavuz iplerinden biri de budur.
Bir devrimci, dönemin zayıflıklarını, eksiklerini tartışırken, partinin ve kendi devrimciliğinin ileri niteliklerini tartışır hale geldiğinde, bilincinde olsun ya da olmasın, ileri yürümenin imkanlarını değil, kişisel geri çekilişin mazeretlerini tartışmaya başlamış demektir. Öylesi bir durumda gerçeğin veya tehlikenin eğilip bükülmeden teslim edilmesi ve ona karşı güçlü bir devrimci barikat örülmesi hayatidir.
Kendi kuvvetli ve üstün yönlerini, partinin ileri devrimci niteliklerini tartışmaya başlamanın örneklerinden biri, dar pratikçilik eleştirisinin, pratik devrimci militanlığın yergisine dönüşmesidir. Dar pratikçilik gerçek bir sorundur ama pratik militanlık olmadan devrimcilik olmaz. Bir devrimci bu yönü üstünse, bundan büyük bir güç ve mutluluk almalıdır.
Benzer biçimde, nitelik yetmezliğine ve nitelik biriktirme ağırlıklı çalışmaları, propaganda ve eğitim faaliyetlerini yeterli biçimde örgütlememe gibi sorunlara bağlı yüzeyselleşme eleştirisi, yönünü, "aynı anda birden fazla çalışmayı, görevi omuzlama" pratiğini reddetmeye döndüğünde, devrimci içeriğinden ve amacından kopuyor demektir. Partimizin ve parti saflarında yetişen devrimci kadroların en üstün, en ileri niteliklerinden biridir "aynı anda birden çok çalışmayı, görevi omuzlama" kararlılık ve yeteneği. Yeni nitelikleri, örneğin politik ve teorik birikim elde etmeyi, sorunlar üzerine daha derinlikli düşünmeyi, planlama gücünü artırmayı, işleri bölüştürmeyi, örgütçülükte ustalaşmayı bu niteliğin reddiyle değil, bu niteliğin üzerine ekleyerek başarmak gerekir. İlerletici olan budur.
Aksi tutum, bir başka ifadeyle, yönetme gücünü artıramadığı yerde, örgütü ve görevleri "yönetilebilir bir küçüklüğe" doğru daraltmak, en kolayıdır. Devrimci hareketin tarihi, bu hatta giren devrimci yapıların kendi varlığını amaçlaştırma örnekleriyle doludur.
Aynı anda birden fazla çalışmayı, görevi omuzlama kapasitesini yükseltmek devrimci gelişimin gereği olduğundan, bu güçlü ve değerli niteliğin sorgulanması, devrimci bireyin gerek partinin politika yapış tarzını, politik varoluş tarzını, gerekse kendi devrimci sorumluluk duygusunu, kendini ortaya koyuş gücünü sorgular hale gelmesinin zeminini hazırlar. Bir diğer ifadeyle, devrimci değerlerle ilişki sorunları açığa çıkmaya başlar. "Az sayıda iş yapmak" büyük, değerli değildir, bir planlama başarısı hiç değildir. Başarı sayılması gereken, darlaşmak değil, derinleşmektir. Derinleşme ise amaca yönelik olmalıdır. Daha çok plan, daha fazla ve daha iyi "iş" yapmamızı sağlıyorsa yararlıdır, daha az "iş" ortaya çıkacaksa, planlamanın amacı planlama olmuş olur. Okumak, biriktirmek, mücadele çapını ve kapasitesini, sorun çözme hızını ve düzeyini yükseltmeyecekse, okumanın amacı okuma olmuş olur.
"Her şey benim üzerime kalıyor", "bütün işleri ben mi yapacağım" soruları, pratiğini diğer yoldaşlarla kıyaslama, eksik ve zayıf bulduğu yoldaşları kendi düzeyine çekmenin değil, kendisini, diğer yoldaşların eleştiri konusu yaptığı zayıf pratiği düzeyine geri çekmenin tartışmasına dönüşür. (Pek çok durumda, bu kıyaslamaların isabetli, gerçek değerlendirmelere denk düşmemesini, yoldaşların farklı, üstün ve ileri niteliklerini görüp bunlarla tamamlanmayı başaramamaktan kaynak almasını da bir yana bırakalım.) Bu tür sorular, gerçekten başkaca yoldaşların zayıf bir devrimci pratik içine düşmesine duyulan gerçek bir tepkinin ürünü olsa bile, devrimci olmayan, ilerletici olmayan sorulardır. Her işi yapmak, bir adım önde yürümek, daha fazla çalışmak, başkaları ne yaparsa yapsın, kişinin kendi devrimciliğinde sahip çıkması ve ilerletmesi gereken niteliktir. İşleri paylaşmamak, kolektif çalışmayı başaramamak özeleştiri konusu olmalıdır ama, durum onu gerektiriyorsa "her işe" koşmak eleştirilecek bir şey değildir, aksine değerli bir devrimci niteliktir.
"Yaptığı işin kıymetinin bilinmediği" duygusunun öne çıkışı ve bu temelde üretilen sorular da, bir tehlike alarmı olarak görülmelidir. Kuşkusuz ki yoldaşlık ortamlarımız, her bir yoldaşın katkısını, değerini en ileri biçimde kavrama, hissettirme ortamları olmalıdır. Ancak ortamlarda geri, değersizleştirici pratiklerin yaşandığı durumlarda dahi, devrimci düşünen, bu değersizlik ortamının parçası olmaya değil, buradan çıkış aramaya yönelmek zorundadır. Öncelikle, "yoldaşlar bana değerli olduğumu hissettiriyor mu" sorusuyla değil, "ben diğer yoldaşlara, değerli olduklarını hissettiriyor muyum" sorusuyla başlaması gereken bu iç tartışmanın merkezinde, yalnızca kişinin kendi devrimciliği ve emeği varsa, yine bencilleşme ve yabancılaşmanın emaresidir bu.
Bir devrimci, gösterdiği çabaların değerini herkesten önce kendisi biçmelidir. Şu çalışmasının isabetli ya da isabetsiz, şu yönteminin eksik veya güçlü, şu görevin yürütülüşünün doğru veya yanlış olması, elbette tek tek devrimciler için de, parti için de daima eleştirinin ve daha ileri olanı arayışın konusudur. Yanlış, geri ve geriletici olansa, çabanın niteliğinin değil, çaba içinde olup olmamanın sorgulanmasıdır. Örneğin bir gazeteyi, bir bildiriyi, bir afiş çalışmasını ve sayısız başkaca çalışmayı ısrarlıca ve süreklilik içinde yerine getiriyor olmanın değerini tartışır hale gelmektir.
Devrimci emek gönüllü, kolektif nitelikli emektir. Değeri bilinir ya da bilinmez. Sonuçları erken biçimde açığa çıkar ya da zamana yayılarak kendini gösterir. Devrimci, devrimin gerçekleştiğini görür ya da görmez. Ama devrimci emek, değeri bilinmesi için ya da bütün sonuçları gözle görülerek karşılığının alınması için de verilmez zaten.
Kendi çabalarının değerini kendisi biçmek, kaynağını devrime ve devrimci mücadelenin zaferine, haklılığına inançtan alabilir ancak. Yaptıklarının değerini tartışma, değerler sistemini tartışmaya açılır çoğunlukla. Yaptıklarının değerini öncelikle kendisi bilmez olur kişi. Sonra yoldaşlar bilmiyordur. Diğer çalışma alanları bilmiyordur. Parti bilmiyordur. Nihayet kitleler bilmiyordur, halk bilmiyordur, işçi sınıfı ve ezilenler bilmiyordur. "Öyleyse bu çabalar niye?" diye devam eder sorular. Aşırı özgüvensizlik biçiminde başlayan değersizlik duygusu, giderek kendi karşıtına dönüşür, derin bir güvensizlik halini alır. Yoldaşlara, partiye, halka ve mücadeleye, devrime güvensizlik, inançsızlık.
Bütün bunlardan ayrı olarak, devrimci ortamlarda her devrimci kendini değerli hissetmiyorsa eğer, o ortamda bir değer sistemi sorunu vardır. Yoldaşlığı ve yoldaşların değerli olduğu duygusunu en yüksekte tutmak, bütün ortamlarımızı her türlü yabancılaşmadan, birbirini beğenmeme halinden, kesimcilikten, kendi alanının derdine düşmeden arındırmak, ayrıcalık içeren her türlü ilişki ve yaşam biçimini dışlamak, yabancılaşma üreten apolitik arkadaşlık durumunun yoldaşlığın yerini almasının önüne geçmek hayati önemdedir.


Halka İnanç, İnsan Sevgisi


En ağır yenilgi yıllarında dahi şiirlerinden insan sevgisi, insana, insanlığa, emekçilere derin bir inanç taşan Nazım Hikmet şöyle der: "bizi esir ettiler, / bizi hapse attılar: / beni duvarların içinde, / seni duvarların dışında. / Ufak iş bizimkisi. / Asıl en kötüsü: / bilerek, bilmeyerek / hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması... / İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, / namuslu, çalışkan, iyi insanlar / ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık..."
Halka, insanlara inanç, insan sevgisi devrimciliğin ayırt edici niteliklerinden biridir. Devrimci, bu konuda asla sıradan düşünemez.
Emekçi sol safların en geniş çeperinden başlayarak şu duygunun hakim kılınması için, büyük bir irade kırma savaşı var: gerçekler bu kadar açık, yolsuzluk, dolandırıcılık, katliam, kadın düşmanlığı, ırkçılık, baskı ve zorbalık bu kadar ortadayken, insanlar neden isyan etmiyor? İnsanlar neden hala faşist şeflik rejimini oylarıyla destekliyor?
Karşıdevrim, hergün çok değişik biçimlerde tekrar ettiği bu soruyla, devrimci militanda insana inançsızlığı, yalnızlık ruh halini, umutsuzluğu, mevcut durumun değişebileceğine, işçi ve ezilenlerin geniş kesimlerinin savaşıma çekilebileceğine inançsızlığı geliştirmeyi, faşizmin, sömürgeciliğin ve kapitalizmin yenilgiye uğratılamayacağı, savaşmanın, isyan etmenin daha büyük belalar getireceği, zulmü turmandıracağı duygusunu egemen kılmayı hedefliyor.
Oysa komünist öncü ve devrimci militan, bu soruya, çünkü düzenin ideolojik-politik hakimiyetini kıracak genişlikte, yoğunlukta, sarsıcılıkta bir çalışma ve mücadele yürütmüyoruz diye cevap verebilecek bilgiye, görüş açıklığına, bilince sahiptir. O nedenle, soruya verdiği cevabı şöyle tamamlamalıdır:
Milyonlarca emekçinin yaşamında, yoksulluk ve yoksunlukla verilen çetin mücadeleyi, ezilmişliği ve ezginliği görüp de acı yerine, hareketsizliğe kin duymak nasıl bir duygudur? O büyük yorgunluğun ve umutsuzluğun altında bekleyen büyük fedakarlık ve kahramanlıkları değil de, sadece bencilliği ve bireyciliği görmek nasıl bir duygudur?


Umut


İnsanlığın büyük acıları, büyük umutları ve büyük kazanımlarıyla özdeşleşmek, bütün zamanlarda, tarihin tozu dumanı kalktığında, hep inadını ve ısrarını sürdürenlerin kazandığını ve kazanacağını bilmek, devrimcinin gücü ve teslim alınamaz niteliğidir. Devrimcinin kavgası da kişisel değildir, zaferi de. Öyleyse zafer ve başarı beklentileri de kişiselleştirilemez.
Tekrar ve tekrar saldırıyor karşıdevrim. Büyük bir özveri ve kararlılıkla direniyoruz. Yorulduk, yaralılarımız, yitirdiklerimiz var. Ama zafer, "ancak tırnakla sökülüp kazanılacaktır". Tıpkı, yüzlerce gün süren ölüm oruçlarında, zaferin ne zaman geleceğini, hatta gelip gelmeyeceğini bilmediği halde damla damla eriyerek örülen direnişler gibi, her gün yeniden ve yeniden umudu örgütlemeliyiz.
Yenilginin korkusu, genelde yenilginin kendisinden daha yıkıcı olur. Bir yenilgi sonucu, kaybedilen kuvvetler ve mevziler ne olursa olsun, her zaman daha ileriye yürünebilir. Fakat yenilgi mutlak görüldüğünde, savaşma cesareti ve yeteneği kaybedilir. Bu ölümdür.
Kentlerde, dağlarda, hapishanelerde direnmeye devam eden, savaşımı büyütmek için bir feda bölüğü, bir ölümsüzler partisi olarak yürüme kararlılık ve cüretiyle donanmış bir partinin gerek militanları, gerekse de insani ve özgür bir dünya özlemiyle dolu taraftarları, faşist terörün ve faşist psikolojik savaşın yaratmaya çalıştığı ideolojik etkilere karşı berrak bir bilinçle cevap vermeli, yalnızlık, umutsuzluk, bireycilik, işçi sınıfına ve ezilenlere inançsızlık, emekçilere sevgisizlik gibi dönem mikroplarına karşı güçlü bir ideolojik mücadeleye girişmelidirler.
Binlerce sorudan geçilerek varılacak temel soru şundan ibarettir: safın neresi? Proletaryanın safında mısın, burjuvazinin mi? Ezilenlerin safında mısın, ezenlerin mi? Yoksulların safında mısın, zenginlerin mi? Sosyalizmin safında mısın, kapitalizmin mi?
Yaşamda seyircilik, tarafsızlık yoktur. Herkes nesnel olarak bir rol üslenir hayat sahnesinde. Kendimize hangi karakterle özdeşleşmek veya anılmak isterdin diye sormak bile, yenilenmenin, ruhsal değişimin yolunu açabilir.

 

 

Arşiv

 

2019
Aralık Kasım
Temmuz Mayıs
2018
Ekim Ocak
2017
Kasım Ağustos
Mayıs Şubat
2016
Eylül Temmuz

 

Faşist Sömürgeci Abluka Altında Umudu Ve İnancı Yükseltmek
fc Share on Twitter

 

Faşist politik islamcı şeflik rejimi halkta, mücadele eden kuvvetlerde ve özellikle de devrimcilerde umut, inanç, güven ve değer kaybı yaratmak, devrimcileri yalnızlaştırmak istiyor. Bunun için faşist terör ve faşist psikolojik savaş makinalarını gün yirmidört saat aralıksız çalıştırıyor. Devrimci militanda ideolojik zayıflamanın başgösterip, kanser gibi yayılacağı gedikler açmayı hedefliyor.
Kendi ellerimizle buna katkıda bulunmak olasılığıyla yüzleşmek, içinden geçtiğimiz koşulların emridir. Bu, "yüzleşmeyi" değişik örneklere uygulayalım.


Yalnızlık


Burjuvazi, bireyler olarak güçlü, işçi sınıfı, bireyler olarak zayıftır. Burjuva, kuvvetini bireyci rekabetten alır, işçiler, emekçiler ve ezilenlerse dayanışmadan ve birleşik mücadeleden. Yalnızlık, burjuvazinin ideolojisidir, burjuvazinin değeridir, burjuvazinin savaş aracıdır.
Devrimcide de, halkta da derin yalnızlık duygusunun örgütlenmesi, her büyük karşıdevrimci tasfiye saldırısının en önemli eksenlerinden biri olagelmiştir.
Hapishanede tecrit, sadece iletişim yollarını kesme, kolektif devrimci çalışmanın, üretimin ve varoluşun önüne geçme amaçlı değildir, bir teslim alma, güçsüzlüğüne inandırma, yenilgiye inandırma, inançlarından arındırma saldırısıdır.
Yalnızlık ve tecrit, toplumda bireyciliğin, bencilliğin örgütlenmesinin en önemli çıkış noktasıdır. Örneğin, işçiler sayısız taşeron firmaya bölünür, aynı fabrika veya işletmede on ayrı firmaya bağlı işçi çalışır, sözleşmeler, birbirleriyle ücret miktarını, iş koşullarını paylaşmalarını dahi yasaklar, işçinin yaşamında "her koyun kendi bacağından asılır" düşüncesinin maddi koşulları oluşturulmaya çalışılır.
Kobanê direnişi, Rojava devrimi ve Gezi-Haziran ayaklanması, katılımcılarının, birlikte olmanın bütün kuvvetini, birlikte ölmenin bütün sonuç alıcılığını hissettikleri, büyük kitlesel kahramanlıklar dönemidir. Karşıdevrimin güncel saldırıları bu kolektivizm duygusu ve pratiğinin devrimcide ve toplumda egemen hale gelmesinin önünü almayı, güçsüzlük ve yalnızlığı hakim kılmayı da içermektedir.
Yalnızlığın örgütlendiği yerde, bireyin derin umutsuzluğu ve çaresizliği karşısında, devlet ve aile eliyle kurulu düzene biat, tek çıkış noktası olarak kabule hazır hale getirilir.
Yalnızlık, genel olarak burjuva kültürün, özelde de karşıdevrimci tasfiye dönemlerinin kültürel atmosferinin en önde gelen temalarından biridir. Örneğin, 12 Eylül darbesiyle açılan 80'li yılların bütün ideolojik malzemesine damga vurur yalnızlık. Sinemada, uyuşturucu ve seks sömürüsünün ağına düşmüş, ya geleceksizlik ya biat etme ikilemine sıkışmış, yalnız ve çaresiz gençler ve kadınlar teması hakimdir. Bunlara, aydın umutsuzluğu ve yalnızlık temasının merkezde durduğu, yalnızlığa övgünün bayraklaştığı, "sanat sanat içindir" çıkışı eşlik eder. Müzikte, hemen her şarkıda "yalnızlık" ve "çaresizlik" sözleriyle arabeskin yükselişi, umutsuzluğun, çıkışsızlığın baskın hale gelişidir. Edebiyatta, roman ve şiirde yılgınlık ve "kaybedenler" teması, yalnız bireyler, yalnız kalmanın çekiciliğine övgü yükseliştedir. Yalnızlık, burjuva kültüründe, çürümenin parfümü olarak estetize edilir.
Özcesi, yalnızlığın kazandığı her yerde düşman kazanmıştır.
Kesimcilik ve rekabet, içe dönme, kendi derdine düşme, kendi devrimciliğiyle uğraşma, kendi alanına darlaşma, kendi alanı için bir çeşit "her koyun kendi bacağından asılır" duygusu, en iyi niyetlerle de yapılsa, devrimci değerlerin aşınmasına yol açar. Kolektivizmi, dayanışmayı, kendinden önce başkalarını düşünme halini egemen kılma, devrimci değerlerin yüksekte tutulması, kolektif ortamların devrimcileşmesi için vazgeçilmezdir.
Düşman saldırılarının nitelik ve nicelik kayıplarına yol açması, kitle hareketinin geri çekilişine bağlı olarak kuvvetlerin daralması, devrimle karşıdevrimin çarpışmasının dönemsel bir verisi, bir gerçeğidir. Bunda olağanüstü bir yön yoktur. Öte yandan devrimci görevler büyürken, bu görevleri yerine getiren kuvvetlerin niceliğinin ve niteliğinin düşmesi, büyük bir devrimci gerilim yaratır. Aslında mücadeleyi büyütme isteği ve pratiği, daima partide de tek tek yoldaşlarda da sürekli bir devrimci gerilim örgütler. Devrimci gerilim iyidir. Devrimci gerilimin olmadığı yerde durumun idaresi tarzı ve statüko oluşur. Önemli olan, devrimci gerilimleri, ilerleme yönünde çözmeye çalışmaktır.
Ancak nitelik ve nicelik yetmezliğinin artışına bağlı gerilim, bir "kendi derdine düşme" hali de örgütleyebilir devrimcide. Bu, "kendi devrimciliğinin derdine düşme" şeklinde baş gösterebileceği gibi, "kendi alanın derdine düşme" biçiminde de baş gösterebilir. Sonuçta, kendini, kendi ihtiyaçlarını, kendi alanını merkeze koyan bir darlaşma yaşanır. İşte bu tehlikelidir, kolektivizmi, yoldaş dayanışmasını, yoldaşça işbirliğini yükseltmek, devrimci için her koşulda, hatta tek başına olduğu koşullarda bile vazgeçilmez olmalıdır.
"Tek başına" olmak fiziki bir durumdur, "yalnızlık" ise ideolojik-moral bir durum. "Tek başınalık" belli koşullar altında kaçınılmaz olabilir, ama "yalnızlık" kaçınabilir bir duygudur. Komünist devrimci, umudu, kararlılığı, yoldaşlara, partiye güvenini aşındıracak her tür düşünüş tarzına ve ruh haline karşı bilinçli ve amansız bir öfkeyle donanmalı, yalnızlık duygusunu yaşamından, kalbinden uzakta tutmalıdır.


Güven ve Özgüven


"Güçlü ve ileri yönlerini asla sorgulama!" Dönemin kılavuz iplerinden biri de budur.
Bir devrimci, dönemin zayıflıklarını, eksiklerini tartışırken, partinin ve kendi devrimciliğinin ileri niteliklerini tartışır hale geldiğinde, bilincinde olsun ya da olmasın, ileri yürümenin imkanlarını değil, kişisel geri çekilişin mazeretlerini tartışmaya başlamış demektir. Öylesi bir durumda gerçeğin veya tehlikenin eğilip bükülmeden teslim edilmesi ve ona karşı güçlü bir devrimci barikat örülmesi hayatidir.
Kendi kuvvetli ve üstün yönlerini, partinin ileri devrimci niteliklerini tartışmaya başlamanın örneklerinden biri, dar pratikçilik eleştirisinin, pratik devrimci militanlığın yergisine dönüşmesidir. Dar pratikçilik gerçek bir sorundur ama pratik militanlık olmadan devrimcilik olmaz. Bir devrimci bu yönü üstünse, bundan büyük bir güç ve mutluluk almalıdır.
Benzer biçimde, nitelik yetmezliğine ve nitelik biriktirme ağırlıklı çalışmaları, propaganda ve eğitim faaliyetlerini yeterli biçimde örgütlememe gibi sorunlara bağlı yüzeyselleşme eleştirisi, yönünü, "aynı anda birden fazla çalışmayı, görevi omuzlama" pratiğini reddetmeye döndüğünde, devrimci içeriğinden ve amacından kopuyor demektir. Partimizin ve parti saflarında yetişen devrimci kadroların en üstün, en ileri niteliklerinden biridir "aynı anda birden çok çalışmayı, görevi omuzlama" kararlılık ve yeteneği. Yeni nitelikleri, örneğin politik ve teorik birikim elde etmeyi, sorunlar üzerine daha derinlikli düşünmeyi, planlama gücünü artırmayı, işleri bölüştürmeyi, örgütçülükte ustalaşmayı bu niteliğin reddiyle değil, bu niteliğin üzerine ekleyerek başarmak gerekir. İlerletici olan budur.
Aksi tutum, bir başka ifadeyle, yönetme gücünü artıramadığı yerde, örgütü ve görevleri "yönetilebilir bir küçüklüğe" doğru daraltmak, en kolayıdır. Devrimci hareketin tarihi, bu hatta giren devrimci yapıların kendi varlığını amaçlaştırma örnekleriyle doludur.
Aynı anda birden fazla çalışmayı, görevi omuzlama kapasitesini yükseltmek devrimci gelişimin gereği olduğundan, bu güçlü ve değerli niteliğin sorgulanması, devrimci bireyin gerek partinin politika yapış tarzını, politik varoluş tarzını, gerekse kendi devrimci sorumluluk duygusunu, kendini ortaya koyuş gücünü sorgular hale gelmesinin zeminini hazırlar. Bir diğer ifadeyle, devrimci değerlerle ilişki sorunları açığa çıkmaya başlar. "Az sayıda iş yapmak" büyük, değerli değildir, bir planlama başarısı hiç değildir. Başarı sayılması gereken, darlaşmak değil, derinleşmektir. Derinleşme ise amaca yönelik olmalıdır. Daha çok plan, daha fazla ve daha iyi "iş" yapmamızı sağlıyorsa yararlıdır, daha az "iş" ortaya çıkacaksa, planlamanın amacı planlama olmuş olur. Okumak, biriktirmek, mücadele çapını ve kapasitesini, sorun çözme hızını ve düzeyini yükseltmeyecekse, okumanın amacı okuma olmuş olur.
"Her şey benim üzerime kalıyor", "bütün işleri ben mi yapacağım" soruları, pratiğini diğer yoldaşlarla kıyaslama, eksik ve zayıf bulduğu yoldaşları kendi düzeyine çekmenin değil, kendisini, diğer yoldaşların eleştiri konusu yaptığı zayıf pratiği düzeyine geri çekmenin tartışmasına dönüşür. (Pek çok durumda, bu kıyaslamaların isabetli, gerçek değerlendirmelere denk düşmemesini, yoldaşların farklı, üstün ve ileri niteliklerini görüp bunlarla tamamlanmayı başaramamaktan kaynak almasını da bir yana bırakalım.) Bu tür sorular, gerçekten başkaca yoldaşların zayıf bir devrimci pratik içine düşmesine duyulan gerçek bir tepkinin ürünü olsa bile, devrimci olmayan, ilerletici olmayan sorulardır. Her işi yapmak, bir adım önde yürümek, daha fazla çalışmak, başkaları ne yaparsa yapsın, kişinin kendi devrimciliğinde sahip çıkması ve ilerletmesi gereken niteliktir. İşleri paylaşmamak, kolektif çalışmayı başaramamak özeleştiri konusu olmalıdır ama, durum onu gerektiriyorsa "her işe" koşmak eleştirilecek bir şey değildir, aksine değerli bir devrimci niteliktir.
"Yaptığı işin kıymetinin bilinmediği" duygusunun öne çıkışı ve bu temelde üretilen sorular da, bir tehlike alarmı olarak görülmelidir. Kuşkusuz ki yoldaşlık ortamlarımız, her bir yoldaşın katkısını, değerini en ileri biçimde kavrama, hissettirme ortamları olmalıdır. Ancak ortamlarda geri, değersizleştirici pratiklerin yaşandığı durumlarda dahi, devrimci düşünen, bu değersizlik ortamının parçası olmaya değil, buradan çıkış aramaya yönelmek zorundadır. Öncelikle, "yoldaşlar bana değerli olduğumu hissettiriyor mu" sorusuyla değil, "ben diğer yoldaşlara, değerli olduklarını hissettiriyor muyum" sorusuyla başlaması gereken bu iç tartışmanın merkezinde, yalnızca kişinin kendi devrimciliği ve emeği varsa, yine bencilleşme ve yabancılaşmanın emaresidir bu.
Bir devrimci, gösterdiği çabaların değerini herkesten önce kendisi biçmelidir. Şu çalışmasının isabetli ya da isabetsiz, şu yönteminin eksik veya güçlü, şu görevin yürütülüşünün doğru veya yanlış olması, elbette tek tek devrimciler için de, parti için de daima eleştirinin ve daha ileri olanı arayışın konusudur. Yanlış, geri ve geriletici olansa, çabanın niteliğinin değil, çaba içinde olup olmamanın sorgulanmasıdır. Örneğin bir gazeteyi, bir bildiriyi, bir afiş çalışmasını ve sayısız başkaca çalışmayı ısrarlıca ve süreklilik içinde yerine getiriyor olmanın değerini tartışır hale gelmektir.
Devrimci emek gönüllü, kolektif nitelikli emektir. Değeri bilinir ya da bilinmez. Sonuçları erken biçimde açığa çıkar ya da zamana yayılarak kendini gösterir. Devrimci, devrimin gerçekleştiğini görür ya da görmez. Ama devrimci emek, değeri bilinmesi için ya da bütün sonuçları gözle görülerek karşılığının alınması için de verilmez zaten.
Kendi çabalarının değerini kendisi biçmek, kaynağını devrime ve devrimci mücadelenin zaferine, haklılığına inançtan alabilir ancak. Yaptıklarının değerini tartışma, değerler sistemini tartışmaya açılır çoğunlukla. Yaptıklarının değerini öncelikle kendisi bilmez olur kişi. Sonra yoldaşlar bilmiyordur. Diğer çalışma alanları bilmiyordur. Parti bilmiyordur. Nihayet kitleler bilmiyordur, halk bilmiyordur, işçi sınıfı ve ezilenler bilmiyordur. "Öyleyse bu çabalar niye?" diye devam eder sorular. Aşırı özgüvensizlik biçiminde başlayan değersizlik duygusu, giderek kendi karşıtına dönüşür, derin bir güvensizlik halini alır. Yoldaşlara, partiye, halka ve mücadeleye, devrime güvensizlik, inançsızlık.
Bütün bunlardan ayrı olarak, devrimci ortamlarda her devrimci kendini değerli hissetmiyorsa eğer, o ortamda bir değer sistemi sorunu vardır. Yoldaşlığı ve yoldaşların değerli olduğu duygusunu en yüksekte tutmak, bütün ortamlarımızı her türlü yabancılaşmadan, birbirini beğenmeme halinden, kesimcilikten, kendi alanının derdine düşmeden arındırmak, ayrıcalık içeren her türlü ilişki ve yaşam biçimini dışlamak, yabancılaşma üreten apolitik arkadaşlık durumunun yoldaşlığın yerini almasının önüne geçmek hayati önemdedir.


Halka İnanç, İnsan Sevgisi


En ağır yenilgi yıllarında dahi şiirlerinden insan sevgisi, insana, insanlığa, emekçilere derin bir inanç taşan Nazım Hikmet şöyle der: "bizi esir ettiler, / bizi hapse attılar: / beni duvarların içinde, / seni duvarların dışında. / Ufak iş bizimkisi. / Asıl en kötüsü: / bilerek, bilmeyerek / hapishaneyi insanın kendi içinde taşıması... / İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş, / namuslu, çalışkan, iyi insanlar / ve seni sevdiğim kadar sevilmeye layık..."
Halka, insanlara inanç, insan sevgisi devrimciliğin ayırt edici niteliklerinden biridir. Devrimci, bu konuda asla sıradan düşünemez.
Emekçi sol safların en geniş çeperinden başlayarak şu duygunun hakim kılınması için, büyük bir irade kırma savaşı var: gerçekler bu kadar açık, yolsuzluk, dolandırıcılık, katliam, kadın düşmanlığı, ırkçılık, baskı ve zorbalık bu kadar ortadayken, insanlar neden isyan etmiyor? İnsanlar neden hala faşist şeflik rejimini oylarıyla destekliyor?
Karşıdevrim, hergün çok değişik biçimlerde tekrar ettiği bu soruyla, devrimci militanda insana inançsızlığı, yalnızlık ruh halini, umutsuzluğu, mevcut durumun değişebileceğine, işçi ve ezilenlerin geniş kesimlerinin savaşıma çekilebileceğine inançsızlığı geliştirmeyi, faşizmin, sömürgeciliğin ve kapitalizmin yenilgiye uğratılamayacağı, savaşmanın, isyan etmenin daha büyük belalar getireceği, zulmü turmandıracağı duygusunu egemen kılmayı hedefliyor.
Oysa komünist öncü ve devrimci militan, bu soruya, çünkü düzenin ideolojik-politik hakimiyetini kıracak genişlikte, yoğunlukta, sarsıcılıkta bir çalışma ve mücadele yürütmüyoruz diye cevap verebilecek bilgiye, görüş açıklığına, bilince sahiptir. O nedenle, soruya verdiği cevabı şöyle tamamlamalıdır:
Milyonlarca emekçinin yaşamında, yoksulluk ve yoksunlukla verilen çetin mücadeleyi, ezilmişliği ve ezginliği görüp de acı yerine, hareketsizliğe kin duymak nasıl bir duygudur? O büyük yorgunluğun ve umutsuzluğun altında bekleyen büyük fedakarlık ve kahramanlıkları değil de, sadece bencilliği ve bireyciliği görmek nasıl bir duygudur?


Umut


İnsanlığın büyük acıları, büyük umutları ve büyük kazanımlarıyla özdeşleşmek, bütün zamanlarda, tarihin tozu dumanı kalktığında, hep inadını ve ısrarını sürdürenlerin kazandığını ve kazanacağını bilmek, devrimcinin gücü ve teslim alınamaz niteliğidir. Devrimcinin kavgası da kişisel değildir, zaferi de. Öyleyse zafer ve başarı beklentileri de kişiselleştirilemez.
Tekrar ve tekrar saldırıyor karşıdevrim. Büyük bir özveri ve kararlılıkla direniyoruz. Yorulduk, yaralılarımız, yitirdiklerimiz var. Ama zafer, "ancak tırnakla sökülüp kazanılacaktır". Tıpkı, yüzlerce gün süren ölüm oruçlarında, zaferin ne zaman geleceğini, hatta gelip gelmeyeceğini bilmediği halde damla damla eriyerek örülen direnişler gibi, her gün yeniden ve yeniden umudu örgütlemeliyiz.
Yenilginin korkusu, genelde yenilginin kendisinden daha yıkıcı olur. Bir yenilgi sonucu, kaybedilen kuvvetler ve mevziler ne olursa olsun, her zaman daha ileriye yürünebilir. Fakat yenilgi mutlak görüldüğünde, savaşma cesareti ve yeteneği kaybedilir. Bu ölümdür.
Kentlerde, dağlarda, hapishanelerde direnmeye devam eden, savaşımı büyütmek için bir feda bölüğü, bir ölümsüzler partisi olarak yürüme kararlılık ve cüretiyle donanmış bir partinin gerek militanları, gerekse de insani ve özgür bir dünya özlemiyle dolu taraftarları, faşist terörün ve faşist psikolojik savaşın yaratmaya çalıştığı ideolojik etkilere karşı berrak bir bilinçle cevap vermeli, yalnızlık, umutsuzluk, bireycilik, işçi sınıfına ve ezilenlere inançsızlık, emekçilere sevgisizlik gibi dönem mikroplarına karşı güçlü bir ideolojik mücadeleye girişmelidirler.
Binlerce sorudan geçilerek varılacak temel soru şundan ibarettir: safın neresi? Proletaryanın safında mısın, burjuvazinin mi? Ezilenlerin safında mısın, ezenlerin mi? Yoksulların safında mısın, zenginlerin mi? Sosyalizmin safında mısın, kapitalizmin mi?
Yaşamda seyircilik, tarafsızlık yoktur. Herkes nesnel olarak bir rol üslenir hayat sahnesinde. Kendimize hangi karakterle özdeşleşmek veya anılmak isterdin diye sormak bile, yenilenmenin, ruhsal değişimin yolunu açabilir.