Partinin Sesi / Temmuz - Ağustos / Sayı 97 Gözaltındasınız, faşist siyasi polisin karargahındasınız. Veya tutsaksınız, hapishanede faşist tecrit kuşatması altındasınız. Ya da mahkemedesiniz, faşist şefin savcısı, hakimleriyle yüz yüzesiniz. Bu fiziki esaret durumlarında, tüm duygu ve düşüncelerinizi faşizme karşı direnişin gereklerine, anın bu onurlu görevine odaklayacaksınız. Faşist politik islamcı diktatör, devrimci parti ve örgütlere, Kürt ulusal demokratik hareketine, antifaşist mücadele dinamiklerine, elindeki bütün araçlarla ve gemi azıya almışçasına saldırıyor. Direnen öncü güçlerin iradesini kırmayı, işçi sınıfı ve ezilenlerin ileri bölüklerinde umutsuzluğu ve boyun eğişi hakim kılmayı, onu tahtından edecek birleşik bir halk ayaklanmasının imkanlarını ortadan kaldırmayı hedefliyor. Polis, zindan ve mahkeme üçlüsünde somutlaşan faşist devlet terörü, yığınsal bir korku, yılgınlık ve itaat üreticisi olarak, hiç kuşkusuz, bin odalı sarayda sürülen saltanatın başlıca dayanağını meydana getiriyor. Karakollar yeniden birer psikolojik ve fiziksel işkence üssüne dönüşmüş durumda. Hatta süresi haftaları ve ayları bulan yasadışı işkenceli sorgular tekrar gündemleşiyor. Hapishanelerde günlük baskılar, hak gaspları ve tecrit uygulamaları doludizgin gidiyor. Uzaktan kumandalı mahkemeler ise sesini yükselten hemen herkesi tutuklamakta, ceza üstüne ceza kesmekte duraksamıyor. Devrimci militanın, grevci işçinin, ulusal hakkını dillendiren Kürdün, özgürlük isteyen kadının veya öğrencinin, dahası sadece eleştirel tweet atan muhalifin yolu, artık neredeyse istisnasız olarak, karakoldan, mahkemeden ve zindandan geçiyor. Bu faşist devlet terörü gerçeği, partinin her üyesinden ve her taraftarından, mücadelenin ağırlaşan bedellerini tam bir kararlılıkla göğüslemesini, cesaret ve özveri çıtasını yükseltmesini, poliste, hapishanede ve mahkemede direniş, onur ve özgürlük değerlerini ikirciksiz savunmasını talep ediyor. Devrimin feda bölüğü olarak eylemini gerçekleştiren partinin mayasındaki adanmışlık ve feda ruhu, partili devrimcilerin faşist zulüm merkezlerinde baş eğmez bir duruş sergilemelerini gerektiriyor. Direnmek ve baş eğmemek, komünist birey için, hem işçi sınıfı ve ezilenlere mücadele cesareti, direnme cüreti ve zafer umudu aşılamakta ifadesini bulan öncü sorumluluğunun kesin bir şartı, hem de devrimci amaçları doğrultusunda kendini gerçekleştirmesinin, kendi devrimciliğini yeniden üretip geliştirmesinin somut bir düzeyidir. Öncü, ancak öncülük misyonunu pratik biçimlerde yerine getirdiği ölçüde, öncü niteliklerini yeniden ve yeniden üretebilir. Öncü direndiği ölçüde, kitle de direnme azmi geliştirebilir. Onuru ve özgürlüğü her şeyden üstün tutma iradesi bükülmediği ölçüde, komünist bireyin devrimci nitelikleri sınırsızca güçlenebilir. Gözaltında, hapishanede ve mahkemede karşı karşıya gelen, düpedüz iki karşıt sınıf, iki karşıt amaç, iki karşıt ahlak, yani birbirine düşman iki dünyadır. Bir tarafta, tüm adaletsizliği ve zalimliğiyle, olanca saldırganlığı ve çürümüşlüğüyle sermayenin faşist düzeni durur. Diğer tarafta, işçi sınıfı ve ezilenlerin onurlu ve özgür bir gelecek ideali, özgürlük ve sosyalizm mücadelesi vardır. Polisten savcılığa, gardiyanlıktan hakimliğe kadar tüm kurumlar faşist düzenin farklı roller üstlenmiş bekçileridir. Devrimci militan ise, faşizmin bekçileri karşısında adeta özgürlüğün kişileşmiş hali, işçi sınıfı ve ezilenlerin sosyalist geleceğinin timsalidir. Komünistin, bu kurumları ve kişileri sınıfsal ve siyasal düşmanları olarak görmediği her durum, düşman algısındaki bozulmayla, ideolojik duruştaki bulanıklaşmayla, devrimci ideallere bağlılıktaki gevşemeyle özdeşleşir. Gözaltında, mahkemede veya hapishanede bu iki dünyanın karşıtlığı gerçeğinden, özgürlüğün kolektif saflarının temsilcisi olarak tavır sergileme görevinden hareket edilmediğinde, bireyci kaygı ve kurgulara, "ben"i karşılaşılan zorluktan kurtarma hesabına kapı aralanır. Fakat, işçilerin ve ezilenlerin kitlesel kahramanlığını ve cesaretini örgütlemeye soyunanların, direnişte ve cesarette tam da bir adım önde olmaları gerektiği anda, tereddüde kapılmalarının, "ben"i öne geçirmelerinin devrimci öncülükle bağdaşmayacağı açıktır. Gözaltından çabucak çıkmak, işkenceye maruz kalmamak, mahkemeyi tutuklanmadan atlatmak, hapishaneden bir an önce tahliye olmak, dosyayı en hafif cezayla ya da cezasız kapatmak düşman karşısındaki tavrın bireysel motivasyon unsurları oluyorsa, devrimciliğin içine irade aşındırıcı bir ideolojik kemirgen yerleşmiş demektir. Karakoldaki "iyi polis", hapishanedeki "anlayışlı müdür" ya da mahkemedeki "dengeli yargıç" üzerine bireysel hesaplar yapılmaya başlanıyorsa, direniş kararlılığını ve feda ruhunu kötürümleştiren bireyci kendini koruma mikrobunun komünist militana bulaşmış olduğunun göstergesidir bu. Duyguda ve düşüncede egemenleşen kendini koruma ve kendini yaşama dürtüsü ise önce iradesizleşmenin, ardından direngenlikte çözülmenin ve faşist düşmanın iradesine boyun eğmenin potansiyel dayanağıdır. Bunun içindir ki, fiziksel veya psikolojik işkence, hapishane tehdidi veya pratiği, hemen her zaman, devrimcide kendini koruma dürtüsünü hortlatmaya odaklanır. İster örgütsel açıdan en deneyimli olanlarımızı, isterse kişisel devrimci tarihi en kısa olanlarımızı düşünelim, faşist düşmanla yüz yüze geldiğinde direnmek her komünistin tartışmasız görevidir, onun komünist olarak varoluşuna özgü bir gerekliliktir. Dolayısıyla gözaltı, işkence, mahkeme ve hapishane, komünistin kendine, kendi rahatına, kendini koruma önceliğine göre yaklaşıp savuşturacağı olağanüstü zorluklar değil, toplumsal ideallerine ve devrimci değerlerine en sıkı bağlılıkla, partisine ve yoldaşlarına en derin güvenle, düşmanlarına en büyük nefretle yaklaşacağı olağan direniş uğraklarıdır. Bu uğraklarda karşısına çıkanların sömürücüler, zorbalar, asalaklar ve çürümüşler sürüsü olduğu, kendi örgütlü varoluşunun ise bütün bunlardan toplumsal kurtuluş amacıyla anlam kazandığı gerçeği, komünist bireyin düşüncelerine ve duygularına tüm berraklığıyla, tüm derinliğiyle işlemelidir. Polisin yaptığı psikolojik işkence, işçinin her gün patrondan işittiği hakaretlerden daha ağır değildir. Süreğen erkek şiddetine uğrayan bir ev emekçisi kadını isyana çağırıyorsanız, gözaltında en sert fiziki şiddetle karşılaşmak sizin için bir yılgınlık nedeni olamaz. Sokak eyleminde meydan okuyucu bir devrimci tavır isteyenin mahkemede meydan okumaktan geri durmasının kabul edilebilir bir yanı bulunmaz. Bir komünist için yıllarca hapis yatmayı göze almak, sözünü sakınmayan demokrat bir emekçi memurun ihraç edilmeyi ve yıllarca işsiz kalmayı göze almasından neden daha zor olsun ki?! Gözaltında ve işkencede faşizmin sizi içine çekmek istediği girdap, öncelikle yalnızlık psikolojisidir. Düşman, sizin yalnız hissetmenizin, yalnızlık duygusuna kapılmanızın, kendini güçsüz ve çaresiz duyumsamaya, sadece kendini düşünmeye, gitgide kendini kurtarmanın yoluna bakmaya ve nihayetinde boyun eğmeye bir başlangıç noktası teşkil edebileceğinin hesabındadır. Keza hapishanedeki tecrit politikası da, devrimci militanı yalnızlık psikolojisine itmek, onun kolektif devrimci varoluşunu kırmak, onu sadece kendini yaşar bir duruma getirmek ve böylelikle teslim almak amacı temelinde inşa edilmiştir. Oysa orada tek başınıza kaldığınızda dahi yalnız değilsiniz. Partiniz ve yoldaşlarınız sizinledir. Ölümsüzlerimiz ve direnmiş olanlarımız sizinledir. Onlarla paylaştığınız devrimci amaçlarınız, ortak düşleriniz ve yaşanmışlıklarınız duygu ve düşüncelerinizin en dokunulmaz yerindedir. Halklarımızın bağrında insan onuru ve özgürlüğü adına ne varsa yanınızdadır. Gözaltına alınmış, işkenceyeuğramış, zindana atılmış, yıllarca ve on yıllarca hapis cezasına çarptırılmış, ama direnmiş ve yine direnmiş, direnmekten hiç vazgeçmemiş sayısız devrimcinin yoludur, orada adımladığınız yol. Demek ki mesele, fiziken tek başınıza olmanızda değildir. Mesele, ideolojik ve moral bakımdan, devrimci değerler ve amaçlar bakımından, kolektif düşünüp hissetmenizde, yani emekçilerle, ezilenlerle, devrimcilerle, yoldaşlarla bir arada bulunuyor olduğunuzu bilmenizdedir. Gözaltında siyasi polisin hem fiziki hem de psikolojik şiddetiyle karşılaşırız. Dayak ya da nasihat, işkence ya da "sohbet", çıplak arama zorlaması, cinsel taciz, yoldaşları karalama kampanyası veya "her şeye hakimiz" demagojisi, bunların tümü devrimci iradeyi kırmak için sahneledikleri faşist oyunun unsurlarıdır. Bu faşist saldırganlığın gayrimeşruluğunu açıkça ortaya koymak için hiçbir belgeyi imzalamamak, açlık grevi yapmak, ifade vermemek, hatta hiçbir diyaloğa girmemek ise komünistin alacağı direnişçi tavrın kesin biçimleridir. Öyle ki, ister hücrede veya araçta, isterse avukat görüşüne veya doktor muayenesine gidip gelirken olsun, polisin havadan sudan konuşma girişimlerine de dahil olunmamalı, hele de "sohbet" adı altında psikolojik savaş ortamına alıp bilgi sızdırma veya moral bozma hamleleri sıfır diyalogla ve hücreye geri götürülme talebiyle yanıtlanmalıdır. Faşist düşmanın bir baskı ve işkence üssünde tutulduğunuzun bilinci, polisten sigara istemeye tenezzül etmemekte, polisin olası gözetimi altında banyo yapmamakta, polis kitaplığından kitap almamakta da karşılık bulmalıdır. Zindanda itaat ettirme kuralları, tecrit uygulamaları, devrimci kimliği inkar dayatmalarıyla yüz yüze geliriz. Daha hapishaneye attığımız ilk adımda, mutlaka direnmemiz gereken çıplak arama saldırısıyla başlar faşist zorbalık. Sonra, basit bir ayakkabı aramasında eğilip ayakkabıyı çıkartmak ya da çıkartmamak, günlük devrimci irade savaşının konusu olur. Ayakta sayım verme, üzerinde "terör suçlusu" yazan kimlik kartını taşıma, doktora kelepçeli halde muayene olma ve daha başka zorlamalar izler bunu. Doğrudan devrimci kişiliği hedef alan bütün bu zorlamaları reddetmek, hapishanede direnme çizgisinde devrimcilik üretmenin başlıca gereğidir. Hücrelere ve havalandırmalara yerleştirilen kameralarla bütün hareketlerinizin gözetim ve denetim altına alınmasını kabullenmezsiniz, kırabildiklerinizi kırar ve kıramadıklarınızı da örtersiniz. Fakat direnme çizgisi tüm bunların ötesinde bir anlam da taşır. Günleri kendine dönerek ve yoldaşlarla ilişkilerde sürekli gerilimler yaşayarak geçirmek, kendiliğindencilik halinde zamanın akıp gidişine kapılmak, sokakla ilişkiyi "örgütsel magazin" haberleri toplayarak kurmak ya da hücreyi bir nevi "ev"e dönüştürmek yerine, kolektivizmi güçlendirmeye, yoldaşların devrimci gelişimlerine omuz vermeye, eğitim çalışmaları örgütlemeye, bireysel okuma ve araştırmaları planlayıp yoğunlaştırmaya, mücadelenin ve partinin ihtiyaçlarını tüm olanakları zorlayarak cevaplamaya yönelmek hapishanede devrimci direnişin diğer bir düzeyidir. Mahkemede faşist şefin talimatlandırılmış savcı ve yargıçlarının önünde bulunuruz. Orada faşizmin salladığı ağır hapis cezası sopası, uyguladığı düpedüz düşman hukuku, devrimci militanın iradesini kırmak ya da ondan intikam almak içindir. Ama aynı zamanda, emekçilere ve ezilenlere verilen siyasi gözdağıdır. Öyleyse, faşizmin mahkemesi halka seslenmenin kürsüsü kılınacak, oraya da faşizme karşı direniş, onur ve özgürlük bayrağı dikilecektir. Direnişçi tavrını mahkemede de sürdürmekle yükümlü her komünist, elbette kendi devrimci faaliyet alanının özgünlüklerine bağlı biçimlerde, bir yandan faşist şeflik rejiminin halk düşmanı karakterini ve gayrimeşruluğunu, diğer yandan özgürlük ve sosyalizm için mücadelenin, ölümsüzleri uğurlama ve anma törenlerinin, devrimci eylemlerin haklılığını ve meşruluğunu seslendirecektir. Değişen siyasal koşullar ve çeşitlenen örgütsel görevler, komünistler için üstesinden gelinecek yeni zorluklar ve göğüslenecek yeni bedeller ortaya çıkarıyor. Bu, aynı zamanda, işkence ve hapislik olasılıklarının daha da yakınlaşması ve ağırlaşması anlamına geliyor. Komünist militan, elbette, yeni görevleri almakta atak davrandığı kadar, söz konusu olasılıklara da hazır olmak zorundadır. Ve bu bakımdan hazırlık, her şeyden önce, bir akıl ve yürek işidir, daha fazla ideolojikleşmektir. Faşist zulüm merkezlerinde, tek başınıza olduğunuzda dahi sonsuz bir direnç damıtabileceğiniz ideolojik ve moral güç kaynaklarınız, kendi duygu ve düşünceleriniz kadar yakınınızdadır. Irkçı, sömürgeci, ataerkil faşist zalimliğe öfkemiz ve kinimiz, devrimci amaçlarımızla ilişkimiz, işçi sınıfı ve ezilenlere sevgimiz, yoldaşlarımıza güvenimiz, ölümsüzlerimizin anılarına bağlılığımız, direnen sayısız insanın varlığını bilmemiz tükenmez güç kaynaklarımızdır. Bir an olsun aklımızdan çıkarmayalım ki, halklarımızın devrimci isyanını mayalayacak ve faşist diktatörün devrilişini hazırlayacak güçler, ancak ve yalnızca direnenler olacaktır. Öncünün boyun eğmez duruşu, özgürlüğe susamış olan ve ama faşizme boyun eğmeyip onu yenilgiye uğratmanın mümkün olduğunu görme ihtiyacı bulunan kitlenin bilinci ve duygusunda, özgürlüğün en dolaysız savunusu olarak, kesinkes karşılık bulacaktır. İşkencehanelerde ser verip sır vermeyen nice Süleymanlar ve Hasanlarla, hapishanelerde asla diz çökmeyen nice Hüseyinler, Abuzerler ve Tuncaylarla dalgalanacaktır direniş bayrağı. Devrimin feda bölüğü, işçi sınıfı ve ezilenlerin komünist öncüsü olarak parti, devrimci yolunu, üye ve taraftarlarının faşist zulüm merkezlerinde bugüne değin sergiledikleri ve sergilemeyi sürdürecekleri direnişçi duruşlarıyla yürüyecektir.
|