MLKP Rojava temsilcilerinden Ahmet Şoreş, MLKP'nin 25 yıl dönümü dolayısıyla Medya Haber televizyonuna katıldığı programda, MLKP'nin 25 yıllık mücadele tarihini değerlendirdi.
MLKP'NİN KURULUŞU Birlik politik bir ihtiyaçtı ve bunu gören MLKP öncelleri, komünistler MLKP'yi Türkiye ve Kürdistan emekçi, ezilen halklarımıza armağan ettiler. Dünyada o dönemde büyük alt üst oluşlar yaşandı. Bir dönemin sonu, bir tarihin sonu diye tanımladı. Sosyalizmin ve komünizmin çözüm olmadığı, tek sistemin kapitalizm olduğu propagandasının yapıldığı dönemdi. MLKP tam da bu dönemde çözülen ve yıkılanın sosyalizm değil sosyalizmin geri, yanlış ve çarpık yönleri olduğu söyledi. Bunun için kendi yenilgisinden, kendi eksiğinden ve kendi yanlışından dersler çıkararak ilerlemek gerektiğini vurguladı. İşçi ve ezilenlere, ezilen halklara sosyalizm ve komünizm umudunu taşımak amacıyla birlik devriminin ihtiyaç olduğunu gördü. Beş yıl süren tartışmaların sonucunda, MLKP 10 Eylül 1994'te kendisini ilan etti. BİRLEŞİK HAREKET Türkiye devrimci hareketinin tarihi, kahramanlıklar ve yenilgilerle doludur. Gruplar ve grupçulukların, tutuculukların iç içe geçtiği bir tarihtir. Rekabet kapitalist sisteme ait bir olgudur. Devrimcilerin, ezilenlerin, komünistlerin bu konularda rekabete değil, birliğe ve birleşik hareket etmeye ihtiyacı vardır. MLKP bu ihtiyaca da yanıttır. MLKP emekçi sol hareket içerisinde birlik, birleşiklik, birleşik önderlik, dayanışma, yoldaşlaşma, siper yoldaşlığı gibi kavramları öne çıkardı. Çok bilinçli bir şekilde birlik devriminin ve zihniyet devriminin kavramları olarak bu kavramları politik, örgütsel ve ideolojik kavramlar olarak tanımladı. Kendi kuruluşunu, kendi varlığını kendi çalışmasını, kitle ve diğer devrimci örgütlerle ilişkilenişini bu kavramlar üzerinde kurdu bu görüş açısı üzerinde devam ettirdi. GAZİ AYAKLANMASINDAN GEZİ DİRENİŞİ'NE Partimizin kuruluşunun hemen bir yıl sonrasında Gazi Ayaklanması ortaya çıktı. Biliniyor ki kontrgerilla saldırısıydı. Bunun karşısında partimiz bunu bir direnişe ve isyana çevirdi. Gazi Ayaklanmasının ardından devletin partimize saldırısı da sert oldu. Hasan Ocak yoldaşımızı kaybettiler. Bu kaybetme ve katletme saldırısına karşı mücadele başlattık. Kayıplar mücadelesi daha öncede devam ediyordu ama ilk kez Gazi Ayaklanması sonrası Hasan Ocak şahsında büyük bir mücadeleye dönüştü. Bu bizim orada kitlelerle birleşen bir kampanya tarzında yürütmemizin sonucuydu. Hasan Ocak'ın ardından Rıdvan Karakoç'un cenazesini de devletin elinden almayı başardık. Partimiz Haziran ayaklanmasının da etkin bir öznesiydi. Partimiz hem barikatlarıyla hem kitle ajitasyon propagandasıyla, hem de alanın diğer toplumsal örgütlenme biçimleriyle, polis saldırı ve terörüne karşı da milis örgütlenmesiyle bu direnişin çok etkin bir öznesi oldu. Direnişi sadece Taksim alanına sıkıştırmadan, İstanbul'un bir çok semtine ve alanına, Türkiye ve Kürdistan'ın bir çok bölgesine yaymak istedi. Bu görüş açısıyla hareket etti. Bu bağlamda çeşitli eylemler, dayanışma süreçleri örgütlendi. Halkın direnişi nerede varsa MLKP oradadır. HALKLARIN BİRLEŞİK DEVRİM HAREKETİ Partimiz, "Birleşik demokratik cephe" diye tanımlanan, bu alandaki toplumsal dinamiklerin Kürdistan özgürlük mücadelesiyle birlikte uyumlu bir ilişkisini öngörüyordu. Bir devrimin, birleşik demokratik bir kitle hareketinin rgütlenmesi bakımından ileri bir adımdı. Bunun yetmediği, yetmeyeceği görüldü. Gezi süreci de bunun somut bir örneğiydi. Dolayısıyla kitle şiddetinin, kitle hareketinin bir devrimle buluşması ancak onun şiddet araçlarıyla birleşmesiyle mümkündür. Bu da ancak bir parti, bir fikir ve bir örgüt ya da platform ile mümkündür. İşte Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) bu arayışın bir ürünüydü. Burada partimizin Medya Savunma Alanlarına, yani Güney Kürdistan'a gelmesi, aynı zamanda Rojava Devrimi'nin içinde olması, dolayısıyla da Kürdistan Devrimi'nin genişleyen, yayılan ve devrimci olanakların olduğu her yerde olmasının getirdiği avantajlar vardı. Gezi'nin ortaya çıkardığı olanaklar bağlamında, devrimci dinamiklerden esinlenerek yeniden devrimci arayışlarına bir cevap olarak ortaya çıktı. Önemli, ileri bir adımdır. Bugünde gördüğümüz gibi saray diktatörlüğüne karşı mücadelede etkin bir rol oynamaya başladı. Bu bağlamda her devrimci örgütün, devrimci gencin, kadının bunu büyütmeye, buna katılmaya bunu hem katılım olarak hem mücadele araç ve biçimleri bakımından öznesi olmaya değer bir adımdır, çalışmadır. KÜRDİSTAN DEVRİMİ VE SOSYALİST YURTSEVER ÇİZGİ MLKP, Türkiye ve Kuzey Kürdistan partisi olarak kendisini tanımlıyor. 1. Kürdistan Konferansı'yla birlikte Kürdistanileşmenin sorunlarına yoğunlaşıldı. Buralarda Kürdistan devriminin sosyalist yurtsever bir çizgiye, emekçi bir çözüme ihtiyaç olduğunu gördü. Sadece ulusal özgürlük talebinin yetemeyeceğini, emperyalizmin küreselleşme aşamasına geldiği bir dönemde artık tek tek ülke devrimlerinin birleşerek bölge devrimleriyle, bölge devrimlerinin dünya devrimiyle birleşeceği bir stratejik ilişkilenme, iç içe geçme süreçlerinin yaşandığı bir durumda Kürdistan devriminin ulusal özgürlük mücadelesi yanında, ulusal özgürlük devrimi yanında bununla birlikte sosyalist bir perspektif ve emekçi bir karakterle birleştirilmesi gerekiyordu. MLKP birleşik devrim stratejisi ve gelişimi açısından yani Türkiye ve Kürdistan devriminin birleşik hareketi bağlamında bir stratejik ittifak, bir yanyanalık, iç içelik ihtiyacına bağlı olarak Medya Savunma Alanları'na yüzünü döndü. Burada da belli başarılar elde etti. Hem PKK'nin Kürdistan özgürlük hareketinin deneyim ve birikimlerini, olanaklarını değerlendirmek ve paylaşmak bakımından önemliydi. Yoldaşların bu konudaki paylaşımlarını buradan da selamlamak ve teşekkür etmek istiyoruz. Hiç bir şey esirgemediler, bu konuda gayet paylaşımcı ve yardımlaşma temelinde hareket ettiler. ROJAVA DEVRİMİ MLKP, kendisini bu kapitalist emperyalist sistemin, bu barbar sistemin yıkılmasına adamış bir partidir. Yani bir devrim partisidir. MLKP, kendisinde devrim yaparak önce bunu başardı. Dolayısıyla devrimin nerede ortaya çıktığını, nerede ortaya çıkma dinamiklerini taşıdığını hızla gören anlayan ve bunu tanımlayıp bir bilince dönüştüren bir partidir. Bu özelliğini Rojava'ya yüzünü dönmesi, Rojava'ya katılım biçiminde de görebiliriz. Bu özellik, partimizin buradaki devrimi hızla görmesine neden oldu. Tabi mütevazi bir kuvvetle katılarak öncelikli olarak askeri boyutuyla bu devrimin içinde yer aldık. Rojava Kürdistanı'nın özellikle Serêkaniyê'den sonra özgürleştirilmesiyle birlikte, DAİŞ denen bir kuvvetle karşı karşıya geldik. Politik İslamcı faşist zihniyette silahlı bir kuvvetti. Buna karşı hem devrimi savunmak hem de özgürlük isteyen diğer halklara o özgürlüğü götürmek temel politik bir görev haline geldi. Partimiz burada da herhangi bir ikircikli durum içinde kalmadı. DAİŞ'e karşı mücadele bizim bakımımızdan Rojava Devriminin savunulması ve Arap topraklarına doğru genişletilmesinin önemli bir politik süreciydi. Politik bir kararsızlık içine girmeden bu süreç içinde aktif biçimde yer aldık. Şehitlerimizin önemli bir kısmı bu dönemde oldu. Rojava devriminin gelişim karakteri bir politik İslamcı faşist DAİŞ'e karşı savaşta, bir de sömürgeciliğe karşı savaşta başarıya ulaştı. Rojava ve Arap halklarının ezilen kesimleri, büyük toprak sahiplerine yada kapitalist işletmelere ve onların örgütsel yapılarına, sosyolojik yapılarına yani aşiretsel, inançsal yapılarına karşı mücadele içinde bir örgütlülük ve bilinç düzeyi ortaya çıkmamıştı. Kuşkusuz sömürgeciliğin diğer unsurlarına karşı mücadele ederken, politik islamcı DAİŞ'i karşı mücadele ederken devrimci bir kültür, bilinç elde ettiler ama bunlar yeterli değildi. Mesela devrimden sonra ortaya çıkan sorunların önemli bir kısmı, geçmişten gelen bu mücadele biçiminin ortaya çıkardığı sorunlardır. Yeni bir sınıfsal duruş, yeni bir sınıfsal bakış ve politika ihtiyacı vardı. 'GÜVENLİ BÖLGE' TARTIŞMALARI 'Güvenli bölge' kavramı pek tercih ettiğimiz bir kavram değil. Zaten Rojava ve Kuzey Suriye toprakları dünyanın en güvenlikli yerlerinden biridir. Bu proje ile bağlı olarak Türk devletinin Rojava'ya yönelik işgali durmuş gibi bir görüntü ortaya çıktı. Bunun da görünürde arabulucusu, daha doğru bir ifadeyle mimarı da ABD ve koalisyon güçleridir. ABD'de kendi varlığını burada meşrulaştırmak istemiş oluyor. "Bak Türkiye saldıracak, işgal edecek, biz durduramıyoruz. Aman sizde bir takım söylemlerde bir takım sembollerde geri adım atın, işte ordunuzu profesyonel bir ordu olarak değil, fikirlerinizi sosyalist komünist fikirler olarak değil bizim de kabul edeceğimiz bir şekilde bunu yürütün" demiş oluyor. ABD devrimimizin kazanımlarını geriye doğru götürmek istiyor. Bunu çok bilinçli biçimde ve Türkiye üzerinden yapıyor. Doğrudan kendisi yapsa bir savaşa dönüşecek, onu da tercih etmiyor. Çünkü dünyanın yeniden paylaşılmasının alanlarından biri de burasıdır. SOYLU'NUN İDDİALARI Partimiz ile ABD karşılıklı düşman pozisyonunda. ABD ile partimiz arasında nasıl bir temas olur? Ancak savaş alanlarında, mücadele alanlarında karşı karşıya gelebiliriz. Bizim şu an onlarla masada karşılıklı bir görüşme yapma, bir takım taktik anlaşmalar yapma durumumuz yok. Rojava devriminin bu bakımdan kimi adımları vardır. Bu anlaşılır bir durumdur, bir yere kadar. Bunun dışında doğrudan partimizin bu konuda bir görüşmesi, bir teması olmamıştır. Süleyman Soylu bu açıklaması ile neyi amaçlıyor? Partimiz MLKP, bir Kürdistan partisidir. Onun komünist, sosyalist yurtsever çizgisini temsil eden bir partidir. Dolayısıyla da bugün Rojava ve Kuzey Suriye'de toplumsal inşanın ve devrimin gelişiminin sorunlarına sosyalist bir bakış açısıyla çalışma yürütmek açısından hem ABD hem de Türkiye bakımından ciddi bir tehdit durumundadır. Bir bu yönü var. Bir de MLKP'nin kendi kuruluşunun dayanaklarından biri 70 önderlerinin mirasını sürdürüyordur. Bilindiği gibi 70 önderleri NATO'ya, 6. Filo'ya karşı büyük mücadeleler verdiler. Tarihte iz bıraktılar bu yönleriyle. Bizim o mirasın devamcısı olarak, bunu boşa çıkaracak bir hareket içinde olmayacağımızı ezilen halklar bilirler. Bir kez daha buradan da ifade etmiş olalım. 2004 yılında İstanbul'da NATO toplantısı olmuştu. Ona karşı hem politik kitle tepkisini örgütlemesi bakımından, hem de askeri vuruşlar bakımından MLKP'nin bir pratiği vardır. Hatta Bush'un uçağının inişi esnasında bombalı bir eylemi var, çeşitli nedenler bakımından başarıya ulaşamadı ama politik etkisi başarıya ulaştı. O dönemde MLKP, hem NATO olsun hem de Türkiye bakımından olsun büyük bir tehdit olarak algılanıyordu. Belki ABD'de bizim buradaki varlığımızdan rahatsızlık duyuyorlardır, Türkiye üzerinden bunu dile getirip bizim buradaki varlığımızı tartışma konusu yapmak istiyorlardır. Bu onların haddine değildir. Biz onlardan icazet alarak buralarda değiliz. Bizim varlığımız onlara karşı mücadelemizin bir göstergesidir. FAŞİZME KARŞI MÜCADELE Ezilenler, işçiler-emekçiler, Kürdistan yurtseverleri ve tüm dostlarının artık meşru bir mücadele hattında, çizgisinde yürümeleri gerekir. Burjuva yasallığın içinde değil, onların izin verdiği çerçevede değil, asıl olarak halkların özgürlük özlemlerinin karşılanacağı bir düzlemde hareket edilmesi gerektiğini gösterdi. Saray faşizminin daha da tırmandırılacağı açıktır. Şimdi halkımız buna karşı bir direniş örgütlüyor, buna karşı bir duruş gösterdi. Bunlar çok önemli şeylerdir. Ama yeterli olmadığını ifade etmeliyiz. Bu daha güçlü ve kitlesel, kayyumun çalışmasını engelleyen, onu bozan, boşa çıkaran bir temelde olmalıdır. Bu bağlamda hem kadın özgürlük mücadelesi bakımından böyledir. Hem komünist gençlerin bu konuda daha öne çıkarak faşizmin bu saldırıları karşısında güçlü sokak direnişleri, hareketleri, işgalleri yada o kayyumu örgütleyen yöneten zihniyete, AKP ve MHP Saray faşizmine karşı, onların tüm kurumsal varlıklarına karşı harekete geçmeleri gerekir. Bu çok meşrudur. Önemli olan şudur, öncünün bu konuda bir adım daha öne çıkması gerekir. Sadece kendisinin oturmasıyla değil, direnişçi bir tutum ile değil, kitleleri de buna seferber etmektir, katmaktır. Tabi bunların yetmediğini ifade etmeliyiz. Kitle şiddetinin bir boyutu da silahlı mücadeledir. Silahlı mücadelenin kendisini büyütmek bakımından da oraya da bir akış örgütlemek gerekiyor. Mesela Kolombiya bunun için yeni bir deneydir. Bir barış süreci sözde yaşandı. Ama bu süreçte silahlı bir mücadeleye yeniden ihtiyaç duyulduğunu bizzat kendileri de ifade ettiler. Kayyum süreci de bunu gösteriyor. Yani seçimlerle kazandığımız şeyi koruyamıyoruz. O zaman neyle koruyacağız. Kitle direnişiyle, kitle mücadelesiyle, bunun birçok araç ve biçimiyle bunu başarmalıyız.
|