1930'lu yıllarda 3. Enternasyonal partilerinin ve sendikaların örgütlediği antifaşist ve barış hareketinden, 1940'lı yılların ikinci yarısında başlayan ve ‘50'li yılların ikinci yarısına kadar güçlenerek devam eden sosyalist ülke ve komünist partilerin önderlik ettiği demokrasi ve barış hareketinden, ‘68'lerde doruk noktasına ulaşan antiemperyalist hareketten ve özellikle ‘80'li yıllarda gündemde olan, SB ve Doğu Avrupa'nın revizyonist ülkelerinin etkinliğinde gelişen barış ve silahsızlanma hareketinden sonra, değişik önderlik karakteri olan yeni bir hareket gelişmeye başladı. Özellikle ‘90'lı yılların ikinci yarısından itibaren emperyalist küreselleşme saldırı ve politikalarına, onun somut araçları olan "Kutsal Üçlü İttifak"a; IMF, Dünya Bankası (DB) ve Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) karşı mücadele sürecinde doğan ve giderek uluslararası çapta 100 binlerce insanı etkileyen bu hareket, "Antiküresel Hareket" olarak tanımlanıyor. Yerel ve giderek uluslararasılaşan yerel hareketlerin kendiliğindenci eylem birliği, bugünkü "Antiküresel Hareket"i ifade ediyor. Dünyanın şu veya bu ülkesinde IMF'ye, DB'ye, DTÖ'ye ve çokuluslu tekellere karşı tepkiler, nihayetinde uluslararası yığınsal harekete dönüşüyor: Seattle, Washington, Brüksel, Melbourne, Göteborg, Davos, Prag, Cenova ve Floransa bu hareketin uluslararası kitleselleşme boyutunu gösteriyor ve eylemlerin içeriği de hareketin sınıfsal yapısını ele veriyor. Demek oluyor ki bu hareket, çeşitli ülkelerde farklı nedenlerden dolayı neoliberal saldırılara; IMF, DB ve DTÖ'ne karşı başlayan protesto eylemlerinin uluslararası planda bütünleşmesinin ifadesidir, gerçek anlamda bir uluslararası kitlesel protesto hareketidir. Uyguladıkları programların gösterdiği gibi IMF, DB ve DTÖ'nden oluşan bu "üçlü kutsal ittifak", çokuluslu tekellerin, emperyalist ülkelerin, bütün dünyayı talan etmelerinde bugün açısından vazgeçilmezliğin ifadesidir. Bu "üçlü", icraatıyla emperyalist burjuvazinin dışında kalan bütün toplumsal sınıf ve tabakaları karşısına almaktadır. Bu "üçlü ittifak" ile bütün dünya ve doğa arasında çelişki söz konusudur: Üretici güç olarak insanlığı tahrip eden bu ittifak, aynı zamanda, doğayı da tahrip etmektedir. Dünya çapında işçi sınıfı, emekçi yığınlar, bunun ötesinde tekelci olmayan sermaye çevreleri de adım başına; üretimde ve toplumsal yaşamın her alanında bu "üçlü" ile karşı karşıya geliyorlar. Özelleştirmenin, mali politikaların tespitinin, dış ticaretin düzenlenmesinin, sosyal hakların makaslanmasının, işten çıkartmaların, doğa tahribatına devamın, çevre kirlenmesinin, özellikle toplumsal alanda üretimin yönlendirilmesinin altında emperyalist ülkelerin ve tekelci sermayesinin çıkarları var. Ve bu çıkarlar, IMF, DB ve DTÖ tarafından dillendiriliyor. Bundan dolayı milyonlarca insan, doğrudan emperyalizmle değil, doğrudan Amerikan, Alman, Japon, Fransız vs. emperyalistleriyle değil, bu üç kurumla karşı karşıya geliyor. İşçiler, köylüler, aydınlar, gençler, başka türlü ifade edersek; sendikalar, partiler, çevre örgütleri, hayvanları koruma kuruluşları, kadın örgütleri, hükümet dışı örgütler, "sivil" örgütler, gençlik örgütleri, inisiyatif grupları, vatandaş örgütlenmeleri, kiliseler, yani dini çevreler, üniversiteler, siyasi akımlar şu veya bu biçimde bu" üçlü ittifak"a karşı mücadelede yer alıyorlar. MAI protestolarından, Seattle'a, Davos'tan Prag'a, Cenova ve Floransa'ya yüz binlerin katıldığı protestoların politik içeriğine baktığımızda şunu görüyoruz; IMF, DB ve DTÖ faaliyetlerinin demokrasi ile bağdaşmadığına, sosyal haklara ters düştüğüne, çevre ve sağlık sorununu gözetmeden, insan haklarını çiğneyerek çokuluslu tekellere, doğrudan talan üzerinden kar sağladığına, yeni sömürge ülkelerde yoksulluğa, çarpıcı eşitsizliğe ve zor kullanımına neden olduğuna, canlı olan her şeyi metaya dönüştürdüğüne, kronik kitlesel işsizliğe yol açtığına, insanlığı geleceksizleştirdiğine, kendine yabancılaştırdığına inanıldığı için bütün dünyada milyonlarca insan, uluslararası kapitalizme; uluslararasılaşmış sermaye hareketine karşı küresel tepki gösteriyor. Emperyalist küreselleşme karşıtı bu hareket, emperyalist sömürü ve keyfiliği sınırlamak, emperyalist saldırganlığı frenlemek istiyor. Bu enternasyonal kitle hareketi, emperyalist küreselleşme ve emperyalist savaş saldırganlığına karşı gelişen bir kitle hareketidir. Zamana yayılan ve her ülkede yansımaları farklılıklar taşıyan neoliberel saldırıların iktisadi ve toplumsal alanda yarattığı yıkım ve tahribatın ortaya çıkardığı bir tepkinin ifadesidir. Emperyalist tekeller ve kuruluşları hedefliyor. Bu hareket emperyalist savaşa karşı hareketle birleşti. Kendi öncesi hareketi de içeren daha kitlesel ve dünyasal bir hareket halini aldı. Bu haliyle hedefler daha somut, katılım daha hazırlıklı ve örgütlü oldu. Dolayısıyla bu hareket, "salt" emperyalist savaş karşıtı bir hareket değildir, milyonların emperyalist kapitalizmin neoliberal saldırı ve politikalarına karşı bir mücadeleyi de içeren güdük antiemperyalist bir harekettir. Bu hareketin dünyada bizzat kendisinin kitle bilincinde bıraktığı bir etki, mücadele etme isteği ve mayalanması yarattığı göremezden gelinemez. Daha önceleri antiemperyalist mücadele, yeni sömürge, sömürge ve ezilen halkların ulusal bağımsızlık mücadelesiyle özdeşleşmişti. Oysa bugün kapitalist metropollerde gerek IMF, DB ve DTO karşı verilen mücadele, gerekse emperyalist savaşa ve işgale karşı verilen mücadele, dolaylı ve dolaysız antiemperyalist bir mücadeledir. Bu uluslararası kitlesel protesto hareketi enternasyonaldir. Çünkü, talepleri ortaktır. Emperyalist saldırganlık ve savaşı, kapitalizmin neoliberel saldırı ve politikalarını hedefliyor. Mücadele araçları ve biçimleri benzerdir. Ülkeler, bölge ve dünya çapında koordinasyon ve platformlar biçiminde örgütleniyor. Gösteri, iş bırakma ve genel grev gibi mücadele biçimlerine başvuruyor. ABD emperyalizminin Irak'a yönelik savaşına karşı mücadele etti. Eylemleri eşzamanlı, bölgesel ve dünyasaldır. Her ulus ve milliyetten işçi ve emekçilerin, ezilen sınıfların kendiliğindenci birleşik mücadelesini temsil ediyor.
Bu ve benzeri talepler veya genel olarak „Antiküresel Hareket"in temel talepleri, emperyalizmi, bütün bu sorunların ve çelişkilerin nedeni olan kapitalizmi, sistem olarak hedef almıyor. Bu sorunlardan kurtulmanın, bu çelişkilerin çözülmesinin yegane yolunu kapitalizmin yıkılmasında görmüyor. "Antiküresellik", bu harekete katılanların, onun bileşenlerinin ezici çoğunluğu tarafından reformizmle sınırlandırılıyor. Bu kapsamın dışında sadece devrimciler ve komünistler kalıyor. Oysa sorun, kapitalizmin sorunları; emperyalizmin, sermayenin uluslararasılaşmasının çelişkileridir. Bir yerde kapitalizm ve emperyalizm kavramlarının yerini somutlaşmış haliyle IMF, DB ve DTÖ alıyor. Ve emperyalizmin somutlaştırılması bakımından bu kuruluşların hedeflenmesi isabetlidir. Ne var ki, bunun açıklanması, yani IMF, DB ve DTÖ emperyalizmin, tekelci kapitalizmin somut ifadesi olduğunun açıklanması gerekir. Bunun yapılmaması en büyük yanılsamadır. "Antiküresel Hareket"e katılan çevrelerin ezici çoğunluğu için esas olan, insanların doğrudan yaşam koşulları üzerinde kendi denetimlerini "yeniden" elde etme arzusu ve arayışıdır. Bu anlamda bu hareket, arayış kavramı açısından bir bütünlüğü ifade ederken, kavramının içeriği söz konusu olduğunda hiç de bütünsel değildir; hareketin her bir bileşeni soruna farklı yaklaşıyor. Önemli olan, "küreselleşme"ye, yani sermayenin uluslararasılaşmasına karşı olmaktır. Önemli olan, "küreselleşme"ye karşı hareketi geliştirmektir. Her ne kadar tartışması yapılıyorsa da, tabandan „Antiküresel Hareket"in nasıl geliştirileceği; nasıl örgütleneceği bağlayıcı bir sorun olarak görülmüyor. Anlayış oldukça basit: IMF'ye, DB'ye ve DTÖ'ye karşı olan herkes, bulunduğu yerde protesto hareketini geliştirebilir. Herkes IMF, DB ve DTÖ'nü doğru bulduğu perspektifte protesto edebilir ve antiküresellik böyle sürdürülebilir. Kısacası harekete örgütsellik, siyasallık ve ideolojik bakımlardan tam bir kendiliğindenlik hakimdir. "Antiküresel Hareket"e, burjuva, küçük burjuva dünya görüşü hakimdir ve reformist politikalar doğrultusunda şekillendirilmiştir. Ama hareketin hiyerarşik bir yapısı yoktur. Hareket içinde hareketin önemli her bileşeni, kendi başına bir alternatif konumundadır ve anlayışını harekette hakim kılmaya çalışmaktadır. Eylemden eyleme, örneğin Seattle'da, Melbourne'de, Davos'da, Prag'da, Göteborg'da, Cenova'da, Floransa'da birleşen güçlerin oldukça farklı akımlardan oluştuklarını görüyoruz: Her renkten küçük burjuva örgütler, küçük burjuva radikal akımlar; her renkten anarşistler, troçkistler, işçi hareketinin "sol" kesiminden reformist, sendikalist, merkezci güçlerine kadar uzanan bir yelpaze; emperyalist ülkelerde burjuva "işçi" partilerinin, güya "sol" kesimleri, bir kısım sosyal demokratlar, gençlik örgütleri, küçük ve orta köylü örgütleri; hükümet dışı örgütler, ekoloji grup ve partileri, feminist örgütlenmeler, bireyler (aydınlar, filozoflar, öğretim üyeleri) ve komünistler. "Antiküresel Hareket" kendine özgü örgütlenme biçimleri de geliştirmiştir. Onun en temel örgütlenme biçimi Sosyal Forumlardır. „Antiküresel Hareket"in örgütlenme biçimi olarak Sosyal Forum dendiğinde akla Porto Alegre gelir. Porto Alegre; Dünya Sosyal Forumu, „Antiküresel Hareket"in bileşenleri için çekim merkezi olmuştur. Porto Alegre'de, burjuva kurumları müttefik olarak gören siyasal akımlar, giderek güçlü bir şekilde ön plana çıkmaya başladılar. Bunun ötesinde bu hareketin Avrupa eksenli reformist kanadı, hiç bir yanlış anlamaya meydan vermeyecek bir biçimde, bu hareketi AB'nin dış politikasına koşmayı doğru bulmuştur. Porto Alegre'de emperyalist güçlere şu mesajı verildi: Biz, bir gücüz, bizimle konuşmak, anlaşmak zorundasınız. Ve Seattle'den ders alan emperyalist burjuvazi, bu hareketin reformist kanadıyla konuşmaktan çekinmediğini sonraki dönemde gösterdi. Gerçekten de „Antiküresel Hareket", kendi bürokrasisini oluşturdu, görüşmelere uzmanlarını gönderdi ve böylece yegane mücadele anlayışının uzlaşma olduğunu bir kez daha sergiledi. Kendiliğinden reformist hareketin varacağı yer burasıydı ve oraya da vardı. Şüphesiz ki Porto Alegre oluşumu (Dünya Sosyal Forumu) reddedilemez, küçümsenemez. Çok sayıda eylemci, hareketin sorunlarını tartışmak ve cevap bulmak istiyor ve bu nedenle de ister istemez Porto Alegre'de veya başka alanlarda sorunla ilgili gelişmelere, olup bitene kulak veriyor. Porto Alegre veya bu hareketin sorunlarının ele alındığı alanlar, birer kürsü ya da platformdur. Bu nedenle ihmal edilemez, küçümsenemez. Ama uluslararası devrimci ve komünist hareket, bu platform ya da kürsüyü kullanamadı, hala kullanamıyor. Sınırlı bazı parti ve gruplar dışta tutulursa , hem uluslararası kümelenme ve gruplar olarak, hem de tek tek partiler olarak izleyen, sürüklenen ve kaydeden bir pratik sergiledi. Bu kürsü, burjuva ve küçük burjuva reformist akımlar tarafından alabildiğine kullanıldı. Dünya Sosyal Forumu'nda (Porto Alegre) ve Avrupa Sosyal Forumu'nda (Floransa) böyle oldu. Zira kürsüyü kullanacak, sistem içi düşünceleri çürütecek alternatif güçler; yani gerçek devrimci ve komünist güçler orada yoktu veya seyirci konumunda kaldılar. Oysa, „Antiküresel Hareket", Porto Alegre'den daha ileriye gitmeliydi. İleriye çekilmeliydi. Ama gidemedi. Bölgesel sosyal forumlar oluşturma düşüncesi Porto Alegre'de dile getirildi. Avrupa Sosyal Forum'u, Floransa'da, Avrupa "Antiküresel Hareketi"nin bir yansıması olarak doğdu. Sosyal forumlar, „Antiküresel Hareket"in gelişmesi için araç olarak kavrandı. Bu nedenledir ki, ülkelerin ötesinde, kıtalar ve bölgeler bazında da sosyal forumlar oluştu. Kuruldukları her yerde sosyal forumlar, "antiküresel hareket" içinde hegemonyalarını kurmak isteyen siyasi akım ve grupların tartışma alanlarına dönüştü. Bunun böyle olduğu her tarafta yaşanmaktadır. Dünya Sosyal Forumu (DSF) ve Avrupa Sosyal Forumu (ASF), dünya çapında bir sivil toplum forumu olmaktan öte bir anlam taşımıyor. Programatik anlayışları, "Antiküresel Hareket" içinde liberal burjuva ve reformist küçük burjuva güçlerin hakimiyetini öngörüyor. Böylesi bir önderlik ve hakimiyetle hareketin, bırakalım antikapitalist yönde gelişmesini, antiemperyalist yönde gelişmesinin dahi önü tıkanmış oluyor. "Antiküresel Hareket"in en önemli bileşenlerinden birisi ATTAC'tır ("Yurttaşlar İçin Tobin Vergisi Eylemi" veya "Vatandaşların Lehine Mali Transaksiyonların Vergilendirilmesi İçin Birlik"). Bu kuruluş sermaye hareketinin kontrol edilmesini talep ediyor. Özellikle Fransa ve Almanya'da „Antiküresel Hareket" dendiğinde akla ilk gelen ATTAC olmaktadır. Bu anlamda ATTAC, bu hareketle özdeştir. Le Monde Diplomatique çevresinin çabaları sonucu oluşan ATTAC, bu hareketin gözdesidir. Açlığa, sefalete karşı bir şeyler yapmak isteyen iyi niyetli insanlar! Yoksulların, talan edilenlerin, açlıkla kıvrananların, ekonomik ve siyasi nedenlerle ülkelerini terk edenlerin sefaleti karşısında yürekleri parçalanan insanların duygularına tercüman olan iyi niyetli insanlar! İşte ATTAC bu. ATTAC'ın giderek daha geniş çevrelerin sempatisini kazanmasının nedenini, reformizmin ve pasifizmin etkisinde olan yığınlara hitap etmesinde, sınıf mücadelesi yerine sınıf uzlaşmasını esas almasında aranmalıdır. ATTAC'ın bütün önerileri reel politiktir, mevcut sistem içinde gerçekleştirilebilir. ATTAC, sermaye hareketinin kontrol edilmesini savunur. O nedenle, önce, ilk adım olarak, dünya çapında sürekli dolaşan spekülatif sermayenin vergilendirilmesini talep eder. Sermaye, her seferinde, bir ülkeden çıkınca vergiye tabi tutulmalıdır der. Amerikalı iktisatçı Tobin'in öne sürdüğü ve bundan dolayı da "Tobin-Vergisi" denen bu anlayışa göre, sermayenin uluslararası hareketi, küresel transfer pahalılaştırılmak suretiyle zorlaştırılmış olacak. Böylece, sürekli dolaşan ve spekülatif alan arayan veya spekülasyona yol açan sermaye, frenlemiş olacak. ATTAC, sermayenin uluslararası hareketine karşı esas itibariyle Tobin-Vergisi "silahı" ile savaşıyor! Onun antiküresel mücadeleden anladığı esasen budur. ATTAC, Fransa'da sermayenin uluslararasılaşmasından ve sömürüden doğrudan etkilenenlerin toplandığı bir havuzdur. Evsizler, işsizler, kaçak göçmenler, AB ve DTÖ'nün tarım politikasına karşı mücadele eden küçük ve orta köylüler, "küreselleşme"ye karşı olan aydınlar ve sendikacılar, şurada burada örgütlü olanlar ve örgütsüzler, ATTAC şemsiyesi altında bir araya geliyorlar. ATTAC'ın önde gelen temsilcilerinden/kurucularından Vincent Espagne, dünya ekonomisinin ve ticaretinin daha iyi, daha etkili kontrol edilebilmesi için "Güvenlik Konseyi", "Uluslararası Çevre Acenteciliği", "Uluslararası ve Bağımsız İktisadi Mahkeme" gibi uluslararası kurumlar önermekte ve şu anlayışı savunmakta: "Biz, küreselleşmeye karşı değiliz. Sadece liberal küreselleşmeye karşıyız. Ve biz Dünya Ticaret Örgütü'ne de karşı değiliz. Sadece, onun kurallarının insan haklarıyla uyumluluk içinde olmasını istiyoruz". ATTAC'çılara göre, Dünya Ticaret Örgütü'nden çıkmak deliliktir, kabuğuna çekilmek felakettir ve bu, kendi kendini tecrit etmekle eş anlamlıdır. Bu görüşlerin arka planını oluşturan düşünceye göre, güya eşitlik ilkesine dayanan "pazar ekonomisi"nin eski biçimlerine yeniden dönüş mümkündür. Bundan dolayı, tekellerin iktidarı reddedilmelidir. ATTAC, hakim sınıfları akıllı hareket etmeye çağırmaktan öte bir iş yapmak istemiyor. ATTAC, emperyalist devlet hakkında da hayaller yaymaktan geri durmuyor. Örneğin Almanya'da ATTAC'ın tanınmış üyesi sosyal demokrat Oskar Lafontaine devlet konusunda açık konuşuyor: "Devlet biziz". ATTAC'a göre ABD Başkanı W. Bush'un, ekonomiyi krizden çıkartmak için 11 Eylül saldırısından sonra aldığı tedbirler doğrudur. Bununla ilgili olarak ATTAC kurucularından Bernd Cassen şöyle der: "Bush, hiçbir zaman ATTAC'a bugün olduğu kadar yakın değildi". Bush'un "vergi vahalarını kurutması", "terörizme karşı mücadele çerçevesinde" belli spekülasyon biçimlerini daha iyi kontrol etmeye çalışması, ATTAC'ın savunduğu düşüncelerle çakışmaktadır. ATTAC'ın (Fransa) Başkan yardımcısı Susan George, "bizzat Georg Bush, vergi vahalarının ekonomi için kötü olduğunu kavramıştır. Teşekkürler George Bush! Siz, ATTAC'ın programının pratiğe geçirilmesinin doğru olduğunu gösterdiniz". Emperyalist devletin, tekelleri kurtarmak için almış olduğu tedbirler, ATTAC için ilerici bir adımdır, bir mücadele perspektifidir. ATTAC'ın "teröre karşı savaş" hakkında eleştirisinin olmaması da oldukça ilginçtir. ATTAC için önemli olan, kapitalizme karşı mücadele değildir. O, bunun için bir program geliştirmemiştir. ATTAC için önemli olan, sistemi yeniden işler hale getirmektir. Sağcı ekonomist Thomas L. Friedman ile bir tartışmada Fransa ATTAC başkanı Ramonet, ATTAC'ın, gelişen memnuniyetsizlik karşısında supap rolünü şöyle açıklar: "Temel ihtiyaçlarını gidermek için dünya çapında milyonlarca insan, şüphesiz ki, barikatlar oluşturmaya, zora baş vurmaya hazırlar. Böyle bir çözüm beni üzmektedir. Eğer akılı olursak, bu durma gelinmez. Dünya zenginliğinin cüzi bir kısmını neden ‘dünyanın lanetlilerine' vermeyelim?.... Ne yapabiliriz? Ayaklanmaktan ve zora başvurmaktan insanlığın yarısını nasıl alı koruz?" ATTAC, emperyalist devleti, reforme ederek onu geniş yığınlar nezdinde güvenilir, sığınılması, korunması gereken bir kurum olarak göstermeye çalışıyor. ATTAC'ın tarihi misyonu budur. Hükümet Dışı Örgütlerin (NGO'lar) sayısı son yıllarda oldukça artmıştır. Bugün için dünya çapında 30 bin kadar NGO olduğu tahmin edilmektedir. Bunların arasında devasa büyüklükte örgütsel yapıya sahip, önemli parasal kaynakları olan Greenpeace, Médecines sans frontières, Save the Children veya Amnesty International gibi örgütler de var. Bu örgütler, son yıllarda önemli olmaya başlamışlardır. Çünkü hem emperyalist ülkelerde ve hem de bağımlı ülkelerde devlet, sosyal kurumları desteklememeye, sübvansiyonları kesmeye yönelmiştir. Böylece daha da derinleşen ve dünya çapında kapsamlaşan yoksulluk, işsizlik, toplumsal huzursuzluk bu türden örgütlere geniş bir faaliyet alanı açmış oluyor. Bu örgütler, bu faaliyetlerinde özellikle emperyalist devletler tarafından bilinçli olarak destekleniyorlar. Örneğin "U.S. Wildlife Fund" bütçesinin yarısını Amerikan devletinden alıyor. Bunun ötesinde çok sayıda yeni sömürge devletler de, nasıl ki IMF ve DB ile konsültasyon yapıyorlarsa, NGO'larla da dayanışma, onların görüşlerini almakla yükümlü kılınmışlardır. NGO'ların yaygınlaşması, aynı zamanda sivil toplum anlayışının da yaygınlaşması anlamına gelmektedir. Sivil toplumculuk, öz itibariyle burjuva liberal bir anlayıştır. Bu anlayış, özellikle II. Dünya Savaşından sonra sosyalizme alternatif olarak burjuva ideologlar tarafından güncelleştirildi. Sivil toplumculuk, çıkarları antagonist olan farklı sınıfların varlığını tanımaz ve kendini, görülen eksikliklerin giderilmesiyle, sistem içinde yanlışların düzeltilmesiyle sınırlar. Yani reformizmin ta kendisidir. Bu temel özelliğinden dolayı sivil toplumculuk, baskının ve sömürünün gerçek nedenini göremez. Reformist anlayışlar, "Antiküresel Hareket"in antiemperyalist ve de antikapitalist hareket olarak gelişmesi önündeki siyasi ve teorik engellerdir. BM'in kimin örgütü olduğu ve orada kimin sözünün geçerli olduğu bilinmeyeni çok olan bir denklem değildir. Yeni sömürge, bağımlı devletlerin hangi güçler tarafından sömürüldüğü de bilinmiyor değil. Bütün bunlara rağmen reformist hayaller ileri sürülmekte ve milyonlarca insanın katıldığı bir hareketin devrimci gelişmesinin önü tıkanmakta ve emperyalist burjuvazinin kabul edebileceği bir alana hapsedilmektedir. Anarşistinden reformistine, çevrecisinden feministine uzanan geniş yelpazede yer alan bu hareketin hemen bütün bileşenleri, bu sistemin yıkılmasında işçi sınıfının, onun partisinin, teorisi ve eyleminin önemini görememekte birleşiyorlar. Bu anlayıştaki küçük burjuva, reformist ve popülist örgütler, "Antiküresel Hareket"e damgalarını vuruyorlar. Bu hareketin bileşenlerinden yerellik; yerel "ekonomi" savunucuları ve öze dönüşçüler; varoluşçular dünya tarihini 200-300 sene gerilere götürmek istiyorlar, o zamanki üretim ilişkilerini; küçük üretimi hayal ediyorlar. Anarşist ve otonom gruplar ise, ilkesel olarak örgütlenmeye ve dolayısıyla örgütlü mücadeleye karşıdırlar. Bunlar açısından örgütlü kitlesel mücadele, "otoriterliğin", "antidemokratikliğin" ifadesidir ve "birey" için zulümdür. Bu güya radikaller, "özgür bireyciliği" savunuyorlar. Proletaryanın iktidarı ele geçirmesi ve kendi diktatörlüğünü kurması ile sermayenin/burjuvazinin hakimiyeti arasında fark görmüyorlar. Troçkist gruplar ise, bu hareket içinde troçkizmi savunacak cesarete sahip değiller. Onlar, bu harekete sızarak ele geçirmeyi hedeflemektedir. En geri talepleri savunurlar ve kitle kuyrukçuluğunda başı çekerler. Troçkistler bu hareket içinde "entrizme" bel bağlamışlar ve bütün güçleriyle Marksizme karşı mücadele ediyorlar. Bu harekete damgasını vuran, küçük burjuva reformizmidir. Bu hareketin tekellere, IMF'ye, DB'ye ve DTÖ'ye karşı mücadelesi, esas itibariyle küçük burjuva reformizminin "antiemperyalist" mücadele anlayışını yansıtır. Radikal, devrimci küçük burjuvazinin değil, pasifist, legalist ve reformist küçük burjuvazinin IMF, DB, DTÖ ve tekellerde somutlaşan emperyalizme eleştirisini ifade eder. Bunların eleştirileri tutarsızdır ve darbe vurucu, öldürücü bir yanı yoktur. Çünkü milyonlarca insanı soyan, talan eden güçlere; kâr ve daha fazla kârdan başka bir düşünceleri olmayan ve yaptıklarından başka türlü hareket edemeyecek olan; insanlığı ve doğayı felakete sürükleyen güçlere hitap ediyorlar. Bunların eleştirileri gericidir, çünkü insanlığa gelecek vaat etmiyorlar. Hayal dünyası geniş olan küçük burjuvazi, günümüzde tekelsiz kapitalizmi savunur, küçük üretimi hakim kılacağını ve tekellerin uluslararasılaşmasına ve uluslararası örgütlenmesine karşı tabandan bir uluslararasılaşma ile cevap vereceğini sanır. Küçük burjuvazi, tekelci sermayenin uluslararası kurumlarından (IMF, DB, DTÖ), uluslararası örgütlenmesinden nefret eder, ama mülkiyete ve pazara tapar! Marksist yöntem yerine; sosyal hareketin ve dönüşümün nedenlerini arama yerine, üretim biçimindeki değişimlerin kapsamlı araştırması yerine; çelişkileri ortadan kaldırmanın araçlarını arama ve bulma yerine, içinde yaşadıkları dünya koşullarına sırtlarına çevirirler. Aynı koşullar içinde kendi küçük hayalci dünyalarını kurmaya yönelir ve insanların toplumsal varlığını bilinçten hareketle açıklamaya çalışırlar ve öne sürdükleri saçmalıklarla emperyalist gerçekliğin "kötülük"lerini, hastalıklarını iyileştireceklerini sanırlar. Onların düşüncelerinde ve teorilerinde devrimci olan bir yan yoktur. Emperyalist devlet, talan, tahakküm ve başka ülkeleri işgal olgusu, „Antiküresel Hareket"in önde gelen teorisyenlerinin temel tez ve düşüncelerini, onlardaki köklü reformizmi bir kez daha açığa çıkardı. Susan George, Toni Negri, Ignacio Ramonet, Robert Korten vb. yazarların yanılgısını yaşam doğrulamaktadır. Zira, bir dünya pazarı (yerel pazarları savunanların aksine) oluşturulmalıdır (sanki yokmuş gibi) ve bu pazarın merkezi rolü, yoksulluğu ve eşitsizliği ortadan kaldırmak olmalıdır düşüncesi, emperyalizm koşullarında bir ütopyadır, anakronizmdir. Bu yazarlar, bir bütün olarak "Antiküresel Hareket"e yön veren hemen bütün reformist çevreler, emperyalist devlet ile tekeller arasındaki ilişkiyi; emperyalist devletin tekellerin hizmetinde olduğu anlayışını tamamen yanlış yorumluyorlar. Onların bu anlayışına göre; devletin tekellerin hizmetinde olması, başka ülkelerin işgal edilmemesi, milyonlarca insanın sefalete mahkum edilmemesi, siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı milyonlarca insanın göç etmemesi gerekir. Ne var ki, bu anlayışları mahkum eden bir gelişme yaşıyoruz. Bu yazarlar, emperyalist devlet ile tekeller arasındaki ilişkinin bir ve aynı madalyonun iki yüzünü oluşturduğunu gizlemeye ve eleştiri konusu ettikleri sorunların birtakım düzeltmelerle çözülebileceğine bizi inandırmaya çalışıyorlar. Onların bu çabası, reformist hayalleri beslemekle kalmamakta, uluslararası kitle hareketinin antiemperyalist gelişmesini bilinçli olarak engellemeye hizmet etmektedir. Sosyal bir hareket olarak "Antiküresel Hareket", milyonlarca insanı harekete geçirdi, değişimin gerekli olduğu bilincini milyonlara taşıdı. Bu hareket içinde yer alan örgütlerin programları, inisiyatif gruplarının platformları var. Ama bunlar, hareketin kapitalist sistem karşısında siyasi bir alternatif olmasını sağlayamıyor. Çünkü bu hareket içinde etkin olan güçler, kapitalist sistemin karakterini ve çelişkilerini kavramıyorlar. Bunun ötesinde hareket içinde yer alan gruplar arasında siyasi önderlik yarışı da var. Hareketin siyasi birliği yok ve bu haliyle de siyasi birliğin sağlanması olası değildir.
Şüphesiz, bu hareket içinde yer alan bazı grupların eylemlerinde ve programatik anlayışlarında "radikal" öğeler vardır. Ama bunlar küçük burjuva anlayışlarla, amacından koparılmış zor kullanmayla sınırlıdır. Hareket içinde, yığınları antiemperyalist bir platformda birleştirebilecek çabalar cılızdır. Hareketin, demokratik ve antiemperyalist bir kitle hareketi olarak inşa edilmesi, bu hareket içinde yer alan mevcut güçlerin önderliğiyle olası değildir.
REFORM MU YOKSA DEVRIM MI? („Antiküresel Hareket"in Geleceği) „Antiküresel Hareket"in krizi: Oluşumuyla birlikte "Antiküresel Hareket", kapitalizmde her sosyal hareketin karşı karşıya kaldığı bir ikilem ile karşı karşıya kalmıştır: Ya bütün ilkesel anlayışlar, siyasi yön, sınıfsal taban bir kenara atılacak ve sadece yığınsallık ön plana çıkartılacak, yani bir yerde yığın gücüne tapıcılık, kendiliğindencilik esas alınacak, ya da birtakım ilkeler, siyasi yöneliş esas alınacak, belli sınıfsal yapıya dayanılacak. İkinci durumda hareketin dogmasına neden olan sorunların gerçek çözümü için mücadele, bu sorunların kaynağının eleştirisi söz konusu olacak ve nicelikten ziyade niteliğe önem verilecek demektir. "Antiküresel Hareket" birinci yolu seçti. Daha doğrusu seçmek zorundaydı. Çünkü onun oluşumunda rol oynayan güçlerin sınıfsal ve siyasi anlayışları başka bir seçeneğe elvermiyordu. „Antiküresel Hareket"in karşı kaşıya kaldığı bu ikilem, onun, oluşumundan bu yana kriz öğeleri taşıdığını da göstermektedir. Bu olgu, hareketin bileşenleri tarafından da görülmekteydi, ama başlangıçta yaşanan coşkulu ruh hali, beklentilerin büyüklüğü, bu konu üzerine düşünceleri sürekli geri plana itmiştir. Yükseliş ve coşku süreci zayıflayınca; talepler ve beklentiler ile elde edilenler arasındaki uçurumun büyüklüğü ortaya çıkınca, süreç içinde hareketin bileşenleri, hareketin gelişmesine ve örgütlenmesine hizmet etmesi gereken toplantılarda kendileri üzerine konuşmaya başlamışlardır. „Antiküresel Hareket"in bölünmüşlüğü veya bileşenleri arasındaki farklılık kendisini savaşa karşı alınan tavırda gösterdi. Özellikle emperyalist ülkelerde savaşa karşı olmak, aynı zamanda, emperyalist burjuvazinin propagandasına inanan, bu propagandanın etkisi altında kalan güçlerden siyasal tavır bakımından ayrı düşmek anlamına gelmekteydi. 11 Eylül saldırısından sonra emperyalist propaganda etkisini gösterince bu hareketin bazı bileşenleri savaşa karşı olmayı, ezilen müslüman halkların yanında yer almayı; emperyalist haydut ve barbarlığa karşı durmayı başaramadı. Bu nedenle savaşa karşı mücadele söz konusu olduğunda, özellikle birtakım açıklamalarla yetinme anlayışı ön plana çıktı. Örneğin sendikalarda bu eğilim çok açık bir şekilde görüldü. Öyle ki, savaşı engelleme mücadelesi yerine, savaşın gündemden çıkması ve uluslararası tekellere karşı bilinen içerik ve biçimde mücadelenin yeniden ele alınması için beklenir bir durum sergilendi. Oysa, savaş sürecinde emperyalist savaşa karşı durmak demokrat olmanın tek ölçütü ve pratiği olduğu gibi, aynı zamanda kitlelerin kendi talepleri ve geleceği için mücadelesinin de tek güvencesi olabilirdi. Bu hareketin bir kısmı, „kutsal ittifak"a karşı mücadelenin, aynı zamanda emperyalist savaşa karşı da mücadele veya emperyalist savaşa karşı mücadelenin, aynı zamanda „kutsal ittifak"a karşı mücadele olduğunu bir türlü anlamamış ve anlamamakta da direnmektedir. „Antiküresel Hareket"in, 11 Eylülden hemen sonra, var olduğu kadarıyla savaşa karşı tavrı, bugün de olduğu gibi, tamamen pasifistti. Haklı, haksız ayrımı yapılmadan genel olarak savaş reddedildi. Taliban'ın (şimdi de Irak'ın) askeri yenilgiye uğratılmasıyla renksiz savaş karşıtlığı da sokakta silindi. Sonuç itibariyle; Seattle'de çeşitli örgütlerin, inisiyatif gruplarının, sendikaların örgütlediği ve binlerce insanı sokağa döktüğü DTÖ'nü protesto eyleminden sonra bu hareket, giderek kitleselleşti ve güç kazandı. Bu hareket aslında, emperyalizme bağımlı ülkelerdeki çok çeşitli protestoların bileşiminden doğdu. Sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve onun güdümünde olan revizyonist bloğun, umutsuzluğa kapılan bir dizi revizyonist parti ve onların etkisindeki kitle örgütlenmelerinin dağılmasından, işçi hareketinin geleneksel kitle örgütlerinin etkisizleşmesinden sonra, Batı dünyasında (AB ve ABD) çoğu "sol"lar için bu hareket, bir çekim merkezi oldu. Seattle'den bu yana „Antiküresel Hareket"in, "hareketlerin hareketi" olarak tanımlaması boşuna değil. Bu tanımlama doğrudur. "Antiküresel Hareket", gerçekten de hareketlerin hareketidir, Uluslararası Protesto Hareketidir. Siyasi olarak oldukça heterojen bir harekettir. Bundan dolayı onu, herhangi bir biçimde kategorileştirmek de oldukça zordur. Tarihsel olarak baktığımızda, her hareketin oluşum ve gelişme döneminde onun çok çeşitli ve geniş siyasi düşünce ve oluşumlar tarafından içeriklendirildiğini görürüz. Her çevre kendi görüşünü, örgütlenme ve mücadele anlayışını oluşan harekete taşır ve onu etkilemeye çalışır. Bu doğaldır da. "Antiküresel Hareket"te de böyle oldu. Bu hareketin şekillenmesi de onu oluşturan siyasi akımlar tarafından belirlendi. Ve bugün görmekteyiz ki bu hareket, reformist güçlerin elindedir. Bu hareketin gelişme yönünü belirleyecek tartışma, henüz gerçek anlamda başlamadı. Bu tartışma, bu harekete hakim olan reformist akımlar ile devrimci/komünist güçler arasında olacaktır. Ama hareket içinde bugün devam eden tartışma, esas itibariyle reformist güçler arasındaki tartışmadır. Bu da hareketi, savaş karşıtları, anti-AB'ciler ve geleneksel "antiküreselciler" biçimindeki eğilimlere itmektedir. Bu hareket, nesnel olarak enternasyonaldir, ama fiilen transnasyonaldir. Bu hareket, nesnel olarak devrimci olması gerekir, ama fiilen reformisttir. Bu hareket, nesnel olarak antiemperyalisttir, ama onun bu özellikleri, hakim reformist güçlerden dolayı sürekli geri planda kalmıştır. Bu hareket, kapitalist üretim biçiminin kendi çelişkilerini nihai olarak çözme yeteneğine sahip olmadığını, tersine çelişkilerinin giderek keskinleşmesinin maddi ortamını sağladığını, yani sistemin kendini yenileme yeteneğinin olmadığını görmüyor ve görmek istemiyor. Bu hareket, ne kadar reforme edilirse edilsin, kapitalist üretim biçiminin ve onunla birlikte pazarın, ücretin, karın, sömürünün vs. toplumsal amaçlara tabi kılınamayacağını, bunun sermayenin doğasına aykırı olduğunu göremiyor, görmek istemiyor. Bu hareket, aynı nedenlerden dolayı, kapitalizmin aşılarak/yıkılarak yerine eşitliği, dayanışmayı esas alan, tekellerin olmadığı, küçük üretimin geçerli kılındığı, paranın, sömürünün ön planda olmadığı bir sistemin getirilemeyeceğini kavramıyor. Bu hareket, „başka bir dünya olasıdır"ı, burjuva demokrasisi içinde arıyor ve aynı zamanda „küreselleşme"nin, kendini var eden nedenlerin de bu demokrasi içinde doğduğunu görmüyor. Dolayısıyla bu hareket, üretim biçimi, siyasi iktidar ve toplum biçimi olarak kapitalist sistemin, kendini aşarak, içsel gelişmesiyle başka bir sisteme dönüşme olanağına sahip olmadığını; bu hareket içinde yer alan çeşitli akımların, anlayışlarına tekabül eden oluşumlara olanak tanımadığını anlamak istemiyor. „ Bu hareket, sermayenin kendi büyüme koşullarını yaratmaktan başka bir şey yapamayacağını, bu koşulların da aynı zamanda „küreselleşme"nin koşulları olduğunu anlamak istemiyor. Bu hareket, bugün için 65 bin uluslararası tekelin, bunların arasından da sadece 100-150 kadarının bütün insanlığın geleceğiyle oynadığını pekala görüyor, ama bu süper tekellere karşı mücadeleyi, onları var eden mevcut sisteme; kapitalizme karşı mücadele olarak algılayamıyor. Tam tersine bunun böyle algılanmasının önüne reformizmiyle çıkıyor, düzeni reforme edebileceğini sanıyor. Bu hareket, varoluş nedeni olan „küreselleşme"yi, kapitalizmin yeni bir aşaması, yeni bir olgusu olarak algılıyor. Oysa „küreselleşme"; sermayenin uluslararasılaşması, kapitalizmin bilinmeyen, yeni olan bir gelişmesi değildir. Küresel olmayan kapitalizm düşünülemez. Öyleyse küresel kapitalizm, yeni bir görüngü değildir. Öyleyse, „küreselleşme" olarak ifade edilen, kapitalist üretim biçimine özgü olan ve sürekli yaşanan, sermayenin dünya çapında yoğunlaşma ve merkezileşme sürecinden başka bir şey değildir ve bu süreç, kapitalizmin sistem olarak doğuşundan bu yana vardır. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminden sonra, yani kapitalizmin emperyalist aşamasından bu yana yeni olan, en fazlasıyla 100 yıldır bildiğimiz emperyalist küreselleşmedir. Bu hareket, sistem olarak var olduğundan bu yana kapitalizmin, sürekli, dünya çapında işgücü, para, üretim, hammadde alışverişi içinde olduğunu kavramıyor. Bu hareket, neolibealizmin, yanlış politikaların bir ürünü olduğunu sanıyor. Oysa, neoliberalizm, bugün burjuva politik ekonominin uygulanan doktrinidir. Bu hareket, bir bütün olarak kapitalizmi eleştirmiyor, tersine onun ön plana çıkmış birtakım yönlerini, görüngülerini eleştiriyor. Bu harekete göre, sanki, sömürü ve talan, sadece „Üçüncü Dünya" ülkelerinde var. Emperyalist ülkelerdeki sömürü ve baskı bu hareketi pek ilgilendirmiyor. Böylece bu hareket, dünyanın sömürenler ve sömürülenler olarak iki kutba bölünmüşlüğünü, „Kuzey-Güney Çelişkisi"ne, yani bilinen sosyal demokrat, sınıflar üstü anlayışa indirgiyor. Bu hareket, mali pazarlarla ve devasa tekellerle „küreselleşme"nin, halkların kendi başlarına karar verme hakkını, demokratik kurumları ve hükümran devleti yok ettiğini savunuyor. Böylece bu hareket, kapitalizmde halkların kendi başlarına karar verme haklarının olabileceğini, burjuvazinin değil de geniş yığınların birtakım kurumları demokratikleştirebileceğini, devletin hükümranlığını sağlayabileceklerini savunuyor. Bu hareket, „küreselleşme"nin daha adaletli olmasını savunuyor. DB, IMF ve DTÖ gibi uluslararası kurumların reforme edilmesini, demokratikleştirilmesini, uluslararası tekellerin dizginlenmesini ve kontrol altına alınmasını, kapitalizm koşullarında olanaklı görüyor. Bu hareket, "serbest ticaret"i değil, "dürüst", "namuslu ticareti" savunuyor. Bu hareketin önde gelen bileşenlerine göre burjuva devlet her şeydir; Bu harekete göre „insancıl" , „demokratik", „barışçıl", „adaletli" ve „sosyal" kapitalizm vardır. Dolayısıyla „insancıl", „demokratik", „barışçıl", „adaletli" ve „sosyal" devlet de olmalıdır, yoksa, yeniden olması için mücadele edilmelidir. Sanki insanlık tarihinde böyle bir gelişme yaşanmış da, yeniden kurumlaştırılması isteniyor! Bu hareketin bir kısım bileşenlerine göre küresel kapitalizm, „kötü" kapitalizmdir, ona karşı mücadele edilmelidir. „İyi" kapitalizm ise „yerel kapitalizm"dir. "Yerel kapitalizm"in kurulması için mücadele edilmelidir. Yani büyük sermayeye karşı küçük sermayenin yanında yer alınmalıdır. Onlar için sermaye hareketinin nesnel yasalarının bir anlamı yoktur. „Başka bir dünya olasıdır" ile, „başka küreselleşme" ile, „tabandan küreselleşme" ile kastedilen, küçük (ulusal) sermayenin „yerel kapitalizm"in, evet idealize edilmiş kapitalizmin savunulmasıdır. Ne cüretli bir hayal! Bu hareket, ilkesel olarak "sosyal devlet"i savunuyor. Yasalarla, vergilerle, devletin kontrol edilebileceği ve böylece kapitalist barbarlığın dizginlenebileceği hayalini yayıyor. Bu hareket, burjuva toplumu olduğundan farklı gösteriyor; burjuva devlet ile sermaye arasında çelişkinin olduğu anlayışını milyonların kafasına yerleştirmeye çalışıyor. Bu harekete göre burjuva devlet; aslında „sosyal devlet", vatandaşların „refahı" için var olan devlettir. Bu nedenle devlet, reforme edilmelidir ve böyle bir devletin çarpıtılmasına neden olan partiler ve politikacılar eleştirilmelidir. Başta ATTAC olmak üzere hareketin önde gelen bütün reformist bileşenlerinin çağrılarının adresinin hep partiler ve politikacılar olması tesadüfi değildir. Böylece bu hareket, burjuva hakimiyetin meşruluğunu tartışma konusu yapmıyor. Tam tersine bu meşruluğu kabul ediyor ve devasa güç gösterisiyle baskı uygulayarak, talep edilen reformların gerçekleştirileceğini ve burjuva üretim ve mülkiyet ilişkileri içinde demokratik ve tabandan kontrollü bir yaşamın ve üretimin sağlanabileceğini sanıyor Dünyamızın Devimci Düşüncelere, Devrimci Teoriye ve Devrimci Eyleme İhtiyacı Var. Bu hareketin de daha öncekilerinin akıbetine uğramasını engellemenin yegane yolu, devrimci ve komünist önderliktir. Uluslarararası kitle hareketi yıllardır reformistlerin etkisinde ve kendiliğinden yürüdü. Bunda devrimci ve komünist hareketin belirleyici rolü vardır. Zira tarihsel ve siyasal görevlerini yerine getiremedi. Bu görev, kar topu gibi büyüyen enternasyonal kitle hareketi dalgasına etkin ve devrimci bir müdahale gerektiriyordu. Devrimci hareket bunu başaramadı. Oysa bu hareket önemli devrimci dinamikler, koşullar ve unsurlar taşıyordu. Ve tarihsel eylemin özneleri devrimci ve komünist partilere kendilerini oluşturma, üretme ve programlarını gerçekleştirme olanakları sunmaktaydı. Devrimci taktik, slogan ve çağrıların, devrimci çalışmanın ilerletilmesinin güçlü zemini vardı. Süreç, hala devrimci bir müdahaleyi beklemektedir. Lenin, "devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz" der. Bunun böyle olduğunu „Antiküresel Hareket"in gelişme seyrinde bir kez daha görmekteyiz. Uluslararası devrimci ve komünist hareket, bu hareket karşısında ilgisiz ve gelişmelere adeta seyirci kaldı. Bu hareketin reformist ve kendiliğinden karakterini görmesine rağmen, onunla siyasi ve teorik bir hesaplaşmaya girmedi. Ve böylece milyonlarla ifade edilen yığınların önünü açmaya önderlik ya da öncülük edemedi. Gündemi reformistler belirledi. Devrimci parti ve güçler o gündeme ayak uydurmak zorunda kaldılar. Bir yerde bu hareketin düzenlediği eylemlere katılmakla yetindiler. Bunun böyle olmasında şüphesiz ki uluslararası devrimci ve komünist hareketin, işçi hareketinin dağınıklığının, sosyal emperyalist Sovyetler Birliği'nin ve revizyonist bloğun dağılmasından sonraki gelişmelerin ve emperyalist burjuvazinin koyu antikomünist saldırılarının etkisi küçümsenemez. Güç kaybı, sosyalist teoriye olan inancın zayıflaması, yeniden düşünme adı altında teorik ve örgütsel tasfiyecilik vs. vs. Her halükarda uluslararası devrimci ve komünist hareket, bu hareketle eleştirel bazda hesaplaşmadı. Kendi dışında gelişen, ama kendisini de etkileyen, sürükleyen bu hareket içinde reformistlerin ötesinde, anarşistlerin ve troçkistlerin de yıkıcı etkileri üzerine düşünsel ve pratik bir yoğunlaşmaya gitmedi. "Antiküresel Hareket" bir gökkuşağı hareketidir. Ve her zaman içeriden bir ideolojik ve siyasi mücadeleye ihtiyacı vardır. „Antiküresel Hareket"in gelişmesine, Porto Alegre ve sonrasına, ittifak çabalarına bakılırsa, her tarafta ideolojisizliğin ideoloji, teorisizliğin teori, ilkesizliğin ilke yapılışı görülecektir. Bunun böyle olması, hareketin önde gelenleri; reformist güçler tarafından özellikle istenmiştir. Çünkü böylece hareketin burjuva kurumlara entegre olması veya tam burjuvalaşması kolay olacaktır, burjuva düzen sınırlarını aşması zorlaşacaktır. Bu nedenle hareket içinde siyasi bilinçlenme süreci, siyasal örgütlenme süreci ve hareketin örgütlenme derecesi çeşitli biçimlerde engellendi. Son 10 yıl içinde uluslararasılaşmış kapitalizme karşı; emperyalizme karşı dünya çapında devasa boyutlarda gelişen bu hareket, Seattle'den Floransa'ya görkemli kitlesel eylemler düzenleyen bu hareket, neden, ne derece uluslararasıdır? Emperyalizm, tek tek ülke ekonomilerinin birbirine bağlanarak dünya ekonomisinin oluşmasının ifadesidir. Emperyalist çağda, kapitalist üretim uluslararasıdır. Uluslararasılığın ne derece gelişmiş olduğundan bağımsız olarak kapitalist üretim, uluslararasıdır. Bugün uluslararasılaşma öyle boyutlara ulaştı ki, ulusal sınırlar önemsizleşti, dünya politikası ve dünya ekonomisi bu veya şu ülkedeki konjonktürel gelişmeleri doğrudan etkiler oldu. Uluslararasılaşan kapitalizm, çelişkilerini de doğal olarak uluslararasılaştırdı. Bunun sonucu olarak da, bu çelişkilere; kapitalizmin uluslararası sorunlarına karşı uluslararası hareket doğdu. Uluslararası kapitalizm, uluslararası hareketin doğmasına neden oldu. Bu hareket, son yılların, ulusal devlet sınırlarını aşan ve uluslararası tekellere tepki bazında oluşan ilk gerçek uluslararası, kitlesel görkemli enternasyonal hareketidir. Bu hareketin ilerici, antiemperyalist ve antikapitalist olup olmamasında belirleyici olan nedir? Şüphesiz ki içeriğinin nasıl ve hangi sınıfsal açıdan ele alındığıdır. Bir çok faşist ve gerici örgütler de bu harekete bulaşmak istiyorlar ve antitekelci, antiemperyalist söylemlerde bulunuyorlar. Onların elinde "Antiküresel Hareket", ne denli doğru içerikli ele alınırsa alınsın, ilerici, antiemperyalist ve antikapitalist olarak değerlendirilemez. Demek ki belirleyici olan, harekete katılanların sınıfsal bileşimi, savundukları düşünceler ve izlenen politikalardır; hareketin önderliğine damgasını vuranların sınıfsal duruşudur. Bu harekete önderlik edenlerin küçük burjuva sınıfsal karakteri ve politikaları, hareketin de küçük burjuva, kendiliğindenci olmasını beraberinde getirdi. Hareketin antiemperyalist yönünü zayıflatan olgu, ona önderlik eden akımların sınıf uzlaşmacı, reformist niteliğinde aranmalıdır. Ancak devrimci ve komünist önderlik, bu hareketin gerçek antiemperyalist yönünü; ondaki nesnel antiemperyalistliği ön plana çıkarır. „Antiküresel Hareket"in nesnel antikapitalist yönü, ancak ve ancak komünist güçlerin önderliğiyle belirleyici yön haline getirilebilir. Dolayısıyla bu hareket, ancak ve ancak komünist güçlerin önderliğinde antikapitalist olabilir. Çünkü ancak komünist güçler, kapitalizmi yıkma ve sosyalizmi kurma perspektifiyle mücadele ederler. Sürekli bilince çıkarmamız gereken nokta şudur: Emperyalist küreselleşme saldırısının ağır ekonomik ve toplumsal tahribatına karşı öfke ve protesto tarzında gelişen emperyalist küreselleşme karşıtı bu hareket, güncel hedefini her ne kadar IMF, DB ve DTÖ'de somutlaştırmış ve kendiliğindenci, reformist, küçük burjuva karakterli olsa da, esas itibariyle ilericidir. Antiemperyalist bir harekettir ve antikapitalist bir yan taşımaktadır. Uluslararası komünist hareketin güçsüzlüğü, bunun ötesinde dağınıklığı ve örgütsüzlüğü, bu küçük burjuva reformistlere, ütopistlere, anarşistlere ve troçkistler gibi Marksizm-leninizm aleyhtarlarına yarıyor. Güçlü, her tarafta katılımcı, örgütleyici ve yönlendirici bir uluslararası komünist hareket, "Antiküresel Hareket"e damgasını vurduğunda bu akımların siyası etkileri de düşecektir. Komünist hareketin görevi, enternasyonal kitle hareketinin geleceği üzerinde söz sahibi olmaya çalışmaktır. Bu hareketin gericilik ve ütopyacılık için kullanılmasına fırsat verilmemeli ve bu hareketin küçük burjuva reformist ve ütopist bileşenleriyle ideolojik ve siyasi mücadele sürdürmelidir. Aksi takdirde emperyalizme karşı mücadelede, uluslararası arenada milyonlarca emekçiyi harekete geçirebilen bu gelişmeden, uluslararası devrimci mücadelenin gelişmesi için yararlanılamamış olunur. Uluslararası proletarya ve emekçi yığınların her günkü mücadelelerinde dayanışma eylemleri olarak da sürdürülen bu hareketin eylemleri; bu enternasyonalist eylemler, sendikaların, kitle örgütlerinin, devrimci ve komünist örgütlerin enternasyonal örgütlenmelerinin geliştirilmesi, proletaryanın tek tek ülkelerdeki bölüklerinin devrimi yükseltme görevleriyle iç içe ele alınmalıdır. Sadece katılımcı olmak yetmez. Sadece eylem anında aktiflik, hareket içinde aktiflik anlamına gelmez. Harekete öncülük eden akımlar tartışıyor, fikirlerini yayıyor. Asıl olan, bu tartışmalara katılmak ve yönlendirmektir. Bu hareketi gerçek sınıfsal rayına oturtmak, onun gerçek antikapitalist ve antiemperyalist içerik ve öğelerini açığa çıkartarak milyonlarla ifade edilen geniş yığınları yönlendirebilmek için, her bir eyleme veya bu hareketin sorunlarına somut önerilerle katılmak ihmal edilemez bir hedef olmalıdır. Hareket içinde yol gösterici olmanın, etkileyici olmanın yegane yolunun, her bir somut duruma hangi görüşleri öne sürerek, hangi politikalar, sloganlar ve çağrılarla nasıl katılmaktan geçtiğini unutamayız. Bir taraftan, sürdürülen ideolojik mücadeleye mutlaka ve mutlaka katılmak, diğer taraftan da hareketin fiili örgütlenmesinde bizzat inisiyatifli olmak birlikte ve karşı karşıya konulmadan ele alınmalıdır. Uluslararası komünist hareketin dağınık ve parçalı bileşenleri, sosyalizm iddialı akım ve partiler, devrimci, antifaşist ve ilerci partiler, bu harekete birleşik, örgütlü, etkin ve çekici siyasal bir odak olarak katılım gerçekleştirme göreviyle yüz yüzedirler. Bu da başlı başına bir mücadele, yeni perspektif ve girişimleri zorunlu kılar. Ancak bu şekilde hareket içinde etkin yönlendirici bir pozisyon kazanılabilir. Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesinin zemininin çok daha uluslararasılaştığı günümüzde, her ne gerekçeyle olursa olsun, emperyalist küreselleşmeye karşı harekete; söz konusu ettiğimiz "Antiküresel Hareket"e karşı pratikte ve teoride ilgisizlik, dolayısıyla ondan sekterce uzak durmak, hem komünistlerin önderlik iddialarının bir yana bırakılması, hem de proletarya enternasyonalizminin geliştirilmesi imkanlarına korkakça ve edilgen bir yaklaşım, hem de açık bir ulusal dar görüşlülük anlamına gelecektir. Bu hareket, bugünkü bileşimiyle, kendini emperyalist küreselleşme saldırısının araçları ve sonuçlarıyla sınırlıyor, daha genel bir ifadeyle, iktidar perspektifi ve hedefinden yoksundur ve bu, onun en temel sorunu, zaafı ve handikabıdır. Ancak, bu durum, belirttiğimiz gibi, enternasyonal kitle eylemlerini dışarıdan eleştirerek değil, ona etkin bir katılımla, proleter devrimci hegemonyayı geliştirecek bir güç seferberliğiyle aşılabilir. Enternasyonal sınıf savaşımı her bakımda, her düzeyde, her alanda devrimci ve komünist bir önderliği ve müdahaleyi zorunlu kılmaktadır.
|