"İnsan Hakları" Kavramının Sosyalist Çerçevesi
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabulünden sonra Aralık ayının ilk haftası bütün dünyada "İnsan Hakları Haftası" olarak kabul edilmekte ve kutlanmaktadır. Dünyaya egemen olan emperyalist kapitalist sistem bu hafta vasıtasıyla bir yandan ne kadar "insan hakları"na saygılı olduğunu iddia ederek, kitleleri insan haklarından yana olduğuna inandırmaya ve onları aldatmaya çalışırken, diğer yandan her zaman olduğu gibi bu hafta boyunca da katliamlarına, işkencelerine, gözaltında kayıplara, hak ve özgürlük taleplerine saldırılarına devam etmektedir.

"İNSAN HAKLARI" mücadelesi son çeyrek yüzyıllık dönemde "coğrafyamızda" önemli bir yere ve ağırlığa sahip olmuştur. Bu durum bir yandan 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin yüzbinlerce insanımızı işkencelerden geçirmesinin, on binlerce insanımızı zindanlara tıkmasının, tüm hak ve özgürlüklerin tasfiyesiyle uyguladığı vahşi askeri faşist diktatörlüğün ve diğer yandan Kuzey Kürdistan'da 1984'te başlayan gerilla savaşının '90'larda tutuşturduğu ulusal kurtuluşçu devrim karşısında sömürgeci diktatörlüğün geliştirdiği kirli sömürgeci savaş gerçeğinin sonucudur. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da faşist diktatörlüğün temel "insan hakları"nı yok eden zulmüne ve kirli savaşına karşı '80'lerin ikinci yarısından sonra verilen örgütlü mücadele, İnsan Hakları Derneği'nin kuruluşu ve mücadelesi, faşist diktatörlüğün bu kirli uygulamalarını önemli oranda teşhir etmiştir. Faşist diktatörlüğün '90'lı yıllarda gelişen devrimci mücadeleyi ve ulusal kurtuluş mücadelesini engellemek için özellikle yoğunlaştırdığı gözaltında kaybetme saldırısı ve partimizin kurucu üyelerinden, Gazi ayaklanmasının komutanı Hasan Ocak yoldaşımızı Mart 1995'te gözaltında kaybetmesi, partimizi bu alanda faşist diktatörlükle hesaplaşmaya itmiştir. Hasan Ocak yoldaşımız şahsında örülen ve kayıp yakınlarını, insan hakları savunucularını da içine çeken gözaltında kayıplara karşı mücadele başarılı olmuş, bir döneme damgasını vuran Cumartesi Anneleri mevzisini yaratmıştır. Gözaltında kayıplara karşı devleti içerde önemli oranda teşhir eden Cumartesi Anneleri'nin mücadelesi, 17-19 Mayıs 1996'da İstanbul'da gerçekleştirilen "1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı" ve "Kayıplara Karşı Uluslararası Komite" - ICAD'ın kurulmasıyla uluslararası alana taşınmış ve faşist diktatörlük sıkıştırılarak kaybetme saldırısı geri püskürtülmüştür. Kaybetme saldırısında geri adım atmak zorunda kalan faşist diktatörlük, zindanlara doldurduğu komünist ve devrimci tutsakları teslim almak için katliamlarının yanısıra F Tipi hücre sistemini uygulama saldırısına girişmiştir. 1996 ve 2000 - 2002 Ölüm Orucu direnişiyle bu saldırılara yanıt veren komünist ve devrimci tutsaklar, devrimci onuru ve kimliği korumuşlardır. Sınıf mücadelesinin bu alanında birçok ülkede devrimci tutsaklar çeşitli araç ve yöntemlerle direnişlerini sürdürüyorlar, Fransa'da tutsak edilmiş İspanya Komünist Partisi (Yeniden İnşa Edilmiş) - PCE (r)'li tutsaklar Kasım 2002'de Süresiz Açlık Grevine başladılar.

"İnsan hakları" mücadelesine farklı sınıfsal ve ideolojik eğilimlerden insanlar, çevre ve gruplar derin farklılıklarına karşın birlikte katılıyor, insan hakları örgütlerinde birlikte çalışıyorlar. Farklı ideolojik ve sınıfsal eğilimler arasında kaçınılmaz hegemonya mücadelesi yalnızca pratik politikalar düzeyinde değil, aynı zamanda ideolojik/teorik alanda da sürüyor. İnsan hakları kuruluşları da bütün diğer demokratik, kitlesel örgütlenmeler gibi, sınıf mücadelesine konu oluyor. İnsan hakları kavramı her halükarda sınıfsallıkla damgalı olduğuna göre, insan hakları sorunsalı, kavramı ve kurumları üzerinde ortaya çıkan farklı eğilimlerin kaçınılmazlığı ve varlığı kadar, bu farklı eğilimler arasında çatışma ve hegemonya mücadelesi de kaçınılmazdır.

"İnsan hakları" kavramı, burjuva çerçevede biçimsel kalmaya mahk»mdur. İnsanın insanı sömürüsünü, baskı ve egemenlik altında tutmasını kabul eden insan hakları kavramının burjuva çerçevesi, insan hakları ihlallerinin başlıca kaynaklarına yönelebilecek güç ve yetenekten yoksundur. Emekçilerin, burjuvazinin sınıfsal boyunduruğundan ve sömürüsünden kurtuluşunu öngörmeyen ve bunun için de ezilenlerin şiddetini meşru görmeyen bir insan hakları kavramı burjuva çerçevede durmaktadır ve burjuvaziye hizmet etmektedir. Bu anlayışa karşı mücadele etmek de komünistlerin görevleri arasındadır.

Komünistler, "insan hakları" başlığı altındaki özel mücadeleye katılıyorlar, fakat manifestolarında "insan hakları" ayrı, özel bir sorun/konu olarak yer almıyor. Çünkü, insan, komünistlerin programının odağında duruyor. Sosyalizm, burjuvazi ve sömürücü sınıfların ekonomik varlık koşullarını, üretim araçlarının özel mülkiyetini ilga ederek, insan hakları kavramının burjuva çerçevesini kırar, tarihsel bakımdan sorunu yeni baştan koyar. Sosyalizm; sınıfların ortadan kaldırılmasını; insanın kendine, emeğine ve doğaya yabancılaşmasının aşılmasının; devletin sönerek ortadan kalkmasının koşullarını yaratmayı amaçladığı/program edindiği için, "insan hakları" sorununu sosyalizm programına bağlayarak insanlığın gündeminden çıkartmayı doğası gereği amaç edinmiştir. Sosyalizmde insan amaçtır, burjuva/kapitalist toplumda ise araç.

Hangi çerçevede ve nasıl ele alınırsa alınsın "insan hakları" için mücadele kaçınılmaz olarak politik mücadele olduğu içindir ki sorunlarını bir biçimde "kuvvet" kullanarak çözmek durumundadır. O halde, insan hakları örgütleri, hak ihlallerinin başlıca sorumluları burjuva devlete ve emperyalist dünya düzenine karşı enerjik biçimde mücadele eden kitle örgütleri olarak geliştirilmelidirler. İnsan hakları mücadelesinin emperyalizme yönelen boyutunun yetersiz ve sınırlı kaldığı gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Dünyanın polisi kesilen ABD başta gelmek üzere emperyalist haydutların insanlığa karşı işledikleri ve işlemekte oldukları suçların haddi hesabı yoktur. İnsan hakları mücadelesinin uluslararası boyutuna daha güçlü bir yönelim özellikle acil bir ihtiyaçtır.

Biz Marksistler, insan hakları mücadelesi özel alanında bir yandan küçük burjuva demokratlarıyla ideolojik/teorik sınırlarımızı kesin biçimde çizerken, diğer yandan, Marksizm ve sınıf mücadelesi teorisinin vülger, kaba materyalist kavranışıyla, "insan hakları" kavramı çerçevesinde özel/özgül bir mücadele alanının varlığını özünde reddeden doktriner ve sekter yaklaşımlar ile ayrımlarımızı belirginleştirmeyi de ihmal edemeyiz. Bu özel mücadele alanında sosyalistler ile kaba materyalistler, sekter dogmatikler arasındaki ayrım/sınır, ideolojik/teorik olduğu kadar pratik bakımdan da özenle korunmalıdır.

"İnsan hakları" alanında kendini pek yetkili gören kimi küçük burjuva demokratların dillendirdiği, "nihai özgürlükler yolunda, özgür toplum ve özgür birey yolunda", "her türlü iktidar alanlarını daraltmak, özgürlük alanını genişletmek uğraşı veren" bir insan hakları kurumu özlem ve hedefi, olgunlaşmış bir anarşizmdir. İnsan hakları kurumunu anarşizmin partisine dönüştürmek isteyen, anarşist bay ve bayanlar, proletarya ve sosyalistlere karşı mücadele çağrısı yaparak burjuvaziye büyük bir hizmette bulunuyorlar. "Her türlü iktidar alanlarını daraltma", faşizme ve burjuvaziye karşı örgütlü mücadeleyi (ve her örgütlü mücadele büyük ya da küçük bir iktidar alanıdır) reddederek şarlatanlaşıyorlar. "İnsanın, insanın kurdu" olmadığı bir topluma, "özgür toplum ve özgür bireye" ancak ve yalnızca proleter sınıf mücadelesi yolundan ulaşılabileceği gerçeğini inatla vurgulamaya devam edeceğiz.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

"İnsan Hakları" Kavramının Sosyalist Çerçevesi
fc Share on Twitter
 

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 10 Aralık 1948 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabulünden sonra Aralık ayının ilk haftası bütün dünyada "İnsan Hakları Haftası" olarak kabul edilmekte ve kutlanmaktadır. Dünyaya egemen olan emperyalist kapitalist sistem bu hafta vasıtasıyla bir yandan ne kadar "insan hakları"na saygılı olduğunu iddia ederek, kitleleri insan haklarından yana olduğuna inandırmaya ve onları aldatmaya çalışırken, diğer yandan her zaman olduğu gibi bu hafta boyunca da katliamlarına, işkencelerine, gözaltında kayıplara, hak ve özgürlük taleplerine saldırılarına devam etmektedir.

"İNSAN HAKLARI" mücadelesi son çeyrek yüzyıllık dönemde "coğrafyamızda" önemli bir yere ve ağırlığa sahip olmuştur. Bu durum bir yandan 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin yüzbinlerce insanımızı işkencelerden geçirmesinin, on binlerce insanımızı zindanlara tıkmasının, tüm hak ve özgürlüklerin tasfiyesiyle uyguladığı vahşi askeri faşist diktatörlüğün ve diğer yandan Kuzey Kürdistan'da 1984'te başlayan gerilla savaşının '90'larda tutuşturduğu ulusal kurtuluşçu devrim karşısında sömürgeci diktatörlüğün geliştirdiği kirli sömürgeci savaş gerçeğinin sonucudur. Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da faşist diktatörlüğün temel "insan hakları"nı yok eden zulmüne ve kirli savaşına karşı '80'lerin ikinci yarısından sonra verilen örgütlü mücadele, İnsan Hakları Derneği'nin kuruluşu ve mücadelesi, faşist diktatörlüğün bu kirli uygulamalarını önemli oranda teşhir etmiştir. Faşist diktatörlüğün '90'lı yıllarda gelişen devrimci mücadeleyi ve ulusal kurtuluş mücadelesini engellemek için özellikle yoğunlaştırdığı gözaltında kaybetme saldırısı ve partimizin kurucu üyelerinden, Gazi ayaklanmasının komutanı Hasan Ocak yoldaşımızı Mart 1995'te gözaltında kaybetmesi, partimizi bu alanda faşist diktatörlükle hesaplaşmaya itmiştir. Hasan Ocak yoldaşımız şahsında örülen ve kayıp yakınlarını, insan hakları savunucularını da içine çeken gözaltında kayıplara karşı mücadele başarılı olmuş, bir döneme damgasını vuran Cumartesi Anneleri mevzisini yaratmıştır. Gözaltında kayıplara karşı devleti içerde önemli oranda teşhir eden Cumartesi Anneleri'nin mücadelesi, 17-19 Mayıs 1996'da İstanbul'da gerçekleştirilen "1. Uluslararası Gözaltında Kayıplar Kurultayı" ve "Kayıplara Karşı Uluslararası Komite" - ICAD'ın kurulmasıyla uluslararası alana taşınmış ve faşist diktatörlük sıkıştırılarak kaybetme saldırısı geri püskürtülmüştür. Kaybetme saldırısında geri adım atmak zorunda kalan faşist diktatörlük, zindanlara doldurduğu komünist ve devrimci tutsakları teslim almak için katliamlarının yanısıra F Tipi hücre sistemini uygulama saldırısına girişmiştir. 1996 ve 2000 - 2002 Ölüm Orucu direnişiyle bu saldırılara yanıt veren komünist ve devrimci tutsaklar, devrimci onuru ve kimliği korumuşlardır. Sınıf mücadelesinin bu alanında birçok ülkede devrimci tutsaklar çeşitli araç ve yöntemlerle direnişlerini sürdürüyorlar, Fransa'da tutsak edilmiş İspanya Komünist Partisi (Yeniden İnşa Edilmiş) - PCE (r)'li tutsaklar Kasım 2002'de Süresiz Açlık Grevine başladılar.

"İnsan hakları" mücadelesine farklı sınıfsal ve ideolojik eğilimlerden insanlar, çevre ve gruplar derin farklılıklarına karşın birlikte katılıyor, insan hakları örgütlerinde birlikte çalışıyorlar. Farklı ideolojik ve sınıfsal eğilimler arasında kaçınılmaz hegemonya mücadelesi yalnızca pratik politikalar düzeyinde değil, aynı zamanda ideolojik/teorik alanda da sürüyor. İnsan hakları kuruluşları da bütün diğer demokratik, kitlesel örgütlenmeler gibi, sınıf mücadelesine konu oluyor. İnsan hakları kavramı her halükarda sınıfsallıkla damgalı olduğuna göre, insan hakları sorunsalı, kavramı ve kurumları üzerinde ortaya çıkan farklı eğilimlerin kaçınılmazlığı ve varlığı kadar, bu farklı eğilimler arasında çatışma ve hegemonya mücadelesi de kaçınılmazdır.

"İnsan hakları" kavramı, burjuva çerçevede biçimsel kalmaya mahk»mdur. İnsanın insanı sömürüsünü, baskı ve egemenlik altında tutmasını kabul eden insan hakları kavramının burjuva çerçevesi, insan hakları ihlallerinin başlıca kaynaklarına yönelebilecek güç ve yetenekten yoksundur. Emekçilerin, burjuvazinin sınıfsal boyunduruğundan ve sömürüsünden kurtuluşunu öngörmeyen ve bunun için de ezilenlerin şiddetini meşru görmeyen bir insan hakları kavramı burjuva çerçevede durmaktadır ve burjuvaziye hizmet etmektedir. Bu anlayışa karşı mücadele etmek de komünistlerin görevleri arasındadır.

Komünistler, "insan hakları" başlığı altındaki özel mücadeleye katılıyorlar, fakat manifestolarında "insan hakları" ayrı, özel bir sorun/konu olarak yer almıyor. Çünkü, insan, komünistlerin programının odağında duruyor. Sosyalizm, burjuvazi ve sömürücü sınıfların ekonomik varlık koşullarını, üretim araçlarının özel mülkiyetini ilga ederek, insan hakları kavramının burjuva çerçevesini kırar, tarihsel bakımdan sorunu yeni baştan koyar. Sosyalizm; sınıfların ortadan kaldırılmasını; insanın kendine, emeğine ve doğaya yabancılaşmasının aşılmasının; devletin sönerek ortadan kalkmasının koşullarını yaratmayı amaçladığı/program edindiği için, "insan hakları" sorununu sosyalizm programına bağlayarak insanlığın gündeminden çıkartmayı doğası gereği amaç edinmiştir. Sosyalizmde insan amaçtır, burjuva/kapitalist toplumda ise araç.

Hangi çerçevede ve nasıl ele alınırsa alınsın "insan hakları" için mücadele kaçınılmaz olarak politik mücadele olduğu içindir ki sorunlarını bir biçimde "kuvvet" kullanarak çözmek durumundadır. O halde, insan hakları örgütleri, hak ihlallerinin başlıca sorumluları burjuva devlete ve emperyalist dünya düzenine karşı enerjik biçimde mücadele eden kitle örgütleri olarak geliştirilmelidirler. İnsan hakları mücadelesinin emperyalizme yönelen boyutunun yetersiz ve sınırlı kaldığı gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Dünyanın polisi kesilen ABD başta gelmek üzere emperyalist haydutların insanlığa karşı işledikleri ve işlemekte oldukları suçların haddi hesabı yoktur. İnsan hakları mücadelesinin uluslararası boyutuna daha güçlü bir yönelim özellikle acil bir ihtiyaçtır.

Biz Marksistler, insan hakları mücadelesi özel alanında bir yandan küçük burjuva demokratlarıyla ideolojik/teorik sınırlarımızı kesin biçimde çizerken, diğer yandan, Marksizm ve sınıf mücadelesi teorisinin vülger, kaba materyalist kavranışıyla, "insan hakları" kavramı çerçevesinde özel/özgül bir mücadele alanının varlığını özünde reddeden doktriner ve sekter yaklaşımlar ile ayrımlarımızı belirginleştirmeyi de ihmal edemeyiz. Bu özel mücadele alanında sosyalistler ile kaba materyalistler, sekter dogmatikler arasındaki ayrım/sınır, ideolojik/teorik olduğu kadar pratik bakımdan da özenle korunmalıdır.

"İnsan hakları" alanında kendini pek yetkili gören kimi küçük burjuva demokratların dillendirdiği, "nihai özgürlükler yolunda, özgür toplum ve özgür birey yolunda", "her türlü iktidar alanlarını daraltmak, özgürlük alanını genişletmek uğraşı veren" bir insan hakları kurumu özlem ve hedefi, olgunlaşmış bir anarşizmdir. İnsan hakları kurumunu anarşizmin partisine dönüştürmek isteyen, anarşist bay ve bayanlar, proletarya ve sosyalistlere karşı mücadele çağrısı yaparak burjuvaziye büyük bir hizmette bulunuyorlar. "Her türlü iktidar alanlarını daraltma", faşizme ve burjuvaziye karşı örgütlü mücadeleyi (ve her örgütlü mücadele büyük ya da küçük bir iktidar alanıdır) reddederek şarlatanlaşıyorlar. "İnsanın, insanın kurdu" olmadığı bir topluma, "özgür toplum ve özgür bireye" ancak ve yalnızca proleter sınıf mücadelesi yolundan ulaşılabileceği gerçeğini inatla vurgulamaya devam edeceğiz.