AB'NİN KRİZİ
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Fransa ve Hollanda'da AB-Anayasasının reddedilmesi, 17-18 Haziranda gerçekleştirilen AB zirvesinin kriz zirvesine dönüşmesini kolaylaştırdı. Krizin görünüşteki nedeni, 2007-2013 arasında AB'nin mali çerçevesinin tespiti üzerine görüşmelerde ortaya çıkan farklı görüşlerdi. İngiltere, AB bütçesinden aldığı 5 milyar Euro tutarındaki miktardan vazgeçmeye yanaşmazken, Fransa da tarım sektörü için sübvansiyonlardan vazgeçmedi. Bunun ötesinde Hollanda da, büt-çeye katkısını arttırmayacağını açıkladı. AB, kuruluşundan bu yana bu türden sorunlarla sürekli karşı karşıya kalmıştı ve her seferinde de mali sorunlarını uzlaşmayla bir şekilde çözmüştü. Ama bu sefer mali sorun, işin görünür tarafı, patlak veren krizin vesilesi olmuştur. İngiltere ve Fransa taleplerinden vazgeçseler ve Hollanda üye devletlerin önerisine uyarak AB bütçesine katkı payını artırsa, AB bu krizinden kurtulmuş mu olacak? Belki görünüşte öyle olacak. Ama görünüş, nesnel gerçekliğin üstüne örtemez.

Fransa ve Hollanda'da seçmenlerin çoğunluğu, sadece, bu anayasanın tekellerin anayasası olduğu için ona hayır demedi. Bu ülkelerde anayasanın reddedilmesinde uygulanan neoliberal politikaların; demokratik, ekonomik ve bir bütün olarak elde edilmiş sosyal kazanımların rafa kaldırılmasında ifadesini bulan neoliberal saldırıların belirleyici bir rol oynadığı açıktır. Bu ülke-lerde referandum, hükümetlere güvensizliğin dile getirilmesiydi. Durumu kurtarmak ve başka ülkelerde de böylesi hezimetlerle karşı karşıya kalmamak için anayasayı onama süreci İngiltere, İspanya, İsveç ve Portekiz'de donduruldu. Bir bütün olarak AB ülkelerinin söz konusu anayasayı onama süreci, ortamın yeniden hazırlanmasına kadar rafa kaldırıldı.

AB başkanlığını devralan İngiltere, T. Blair'in görevi devralma vesilesiyle yaptığı konuşmada da vurguladığı gibi, AB'nin reformlara ihtiyacının olduğunu açıkladı. Blair'e göre, AB, ancak ileriye yönelik yatırımlar yaparak, projeler hazırlayarak iddialı olabilir. Sosyal bir AB, yerinde saymamalı, bütçe olanaklarını çarçur etmemeli ve geleceğin yatırımlarına dönüştürmelidir. Blair'in talep ettiği reformları somutlaştırmıyor, ama her halükarda AB'nin reformlara ihtiyacı var diyerek AB'nin geleceğinin tartışılması için ortam hazırlıyor. Nitekim anayasanın onanma süreci, üye ülkelerin AB ve anayasası hakkındaki düşüncelerini ifade etmelerine de fırsat vermiştir. Nasıl bir Avrupa istiyoruz sorusuna somut cevap vermenin zamanı gelmiştir. Mevcut kriz, AB'nin geleceği üzerine düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda AB ikiye bölünmüş durumda; Bir taraftan AB'nin ekonomik bir entegrasyon olarak kalmasını isteyenler. Diğer taraftan da AB'nin siyasi bir birlik olarak gelişmesini isteyenler.

İngiltere, AB'nin ekonomik bir entegrasyon olarak kalmasını istiyor. Daha doğrusu "gümrük birliği"ne dönüştürülmüş bir AB'den yana ve bu konuda Amerikan emperyalizminin doğrudan desteğini alıyor. Çünkü, İngiliz tekelci sermayesinin çıkarları bunu gerektiriyor.

Almanya ve Fransa ise AB'nin siyasi ve askeri bir birlik olarak gelişmesinden yanalar. Alman ve Fransız tekelci sermayeleri, kendi başlarına dünya hegemonyası için mücadele edemeyeceklerinin, dünyanın yeniden paylaşımında tek başına sonuca gidemeyeceklerinin bilincindedirler. Onların siyasal birliği ilerletmelerini istemeleri, bu rekabet gücünü artırmak içindir.

AB, mevcut mali krizini çözebilir. Ama anayasa bağlamında gündeme gelen ve doğrudan AB'nin geleceğini ilgilendiren; nasıl bir AB sorunundan kaynaklanan siyasi krizini kolay kolay çözemez. Bu krizin iki çözüm yolu vardır: AB ülkeleri, ya AB'nin ekonomik bir entegrasyon olarak kalmasında, ya da siyasi bir birlik olarak gelişmesinde karar kılarlar. Her halükarda AB'nin bundan sonraki gelişmesi bugüne kadarki gelişmesinden oldukça farklı olacaktır. Çünkü AB, ekonomik entegrasyon olarak gelişmesinin sınırlarına varmıştır. Bundan sonraki gelişme, mevcut sınırların aşılması anlamına gelmektedir.

 

 

Arşiv

 

2019
Haziran Mayıs
Şubat
2018
Ekim
2016
Kasım Ekim
Eylül Ağustos
Temmuz Haziran
Mayıs Nisan

 

AB'NİN KRİZİ
fc Share on Twitter
 

Fransa ve Hollanda'da AB-Anayasasının reddedilmesi, 17-18 Haziranda gerçekleştirilen AB zirvesinin kriz zirvesine dönüşmesini kolaylaştırdı. Krizin görünüşteki nedeni, 2007-2013 arasında AB'nin mali çerçevesinin tespiti üzerine görüşmelerde ortaya çıkan farklı görüşlerdi. İngiltere, AB bütçesinden aldığı 5 milyar Euro tutarındaki miktardan vazgeçmeye yanaşmazken, Fransa da tarım sektörü için sübvansiyonlardan vazgeçmedi. Bunun ötesinde Hollanda da, büt-çeye katkısını arttırmayacağını açıkladı. AB, kuruluşundan bu yana bu türden sorunlarla sürekli karşı karşıya kalmıştı ve her seferinde de mali sorunlarını uzlaşmayla bir şekilde çözmüştü. Ama bu sefer mali sorun, işin görünür tarafı, patlak veren krizin vesilesi olmuştur. İngiltere ve Fransa taleplerinden vazgeçseler ve Hollanda üye devletlerin önerisine uyarak AB bütçesine katkı payını artırsa, AB bu krizinden kurtulmuş mu olacak? Belki görünüşte öyle olacak. Ama görünüş, nesnel gerçekliğin üstüne örtemez.

Fransa ve Hollanda'da seçmenlerin çoğunluğu, sadece, bu anayasanın tekellerin anayasası olduğu için ona hayır demedi. Bu ülkelerde anayasanın reddedilmesinde uygulanan neoliberal politikaların; demokratik, ekonomik ve bir bütün olarak elde edilmiş sosyal kazanımların rafa kaldırılmasında ifadesini bulan neoliberal saldırıların belirleyici bir rol oynadığı açıktır. Bu ülke-lerde referandum, hükümetlere güvensizliğin dile getirilmesiydi. Durumu kurtarmak ve başka ülkelerde de böylesi hezimetlerle karşı karşıya kalmamak için anayasayı onama süreci İngiltere, İspanya, İsveç ve Portekiz'de donduruldu. Bir bütün olarak AB ülkelerinin söz konusu anayasayı onama süreci, ortamın yeniden hazırlanmasına kadar rafa kaldırıldı.

AB başkanlığını devralan İngiltere, T. Blair'in görevi devralma vesilesiyle yaptığı konuşmada da vurguladığı gibi, AB'nin reformlara ihtiyacının olduğunu açıkladı. Blair'e göre, AB, ancak ileriye yönelik yatırımlar yaparak, projeler hazırlayarak iddialı olabilir. Sosyal bir AB, yerinde saymamalı, bütçe olanaklarını çarçur etmemeli ve geleceğin yatırımlarına dönüştürmelidir. Blair'in talep ettiği reformları somutlaştırmıyor, ama her halükarda AB'nin reformlara ihtiyacı var diyerek AB'nin geleceğinin tartışılması için ortam hazırlıyor. Nitekim anayasanın onanma süreci, üye ülkelerin AB ve anayasası hakkındaki düşüncelerini ifade etmelerine de fırsat vermiştir. Nasıl bir Avrupa istiyoruz sorusuna somut cevap vermenin zamanı gelmiştir. Mevcut kriz, AB'nin geleceği üzerine düşüncelerden kaynaklanmaktadır. Bu anlamda AB ikiye bölünmüş durumda; Bir taraftan AB'nin ekonomik bir entegrasyon olarak kalmasını isteyenler. Diğer taraftan da AB'nin siyasi bir birlik olarak gelişmesini isteyenler.

İngiltere, AB'nin ekonomik bir entegrasyon olarak kalmasını istiyor. Daha doğrusu "gümrük birliği"ne dönüştürülmüş bir AB'den yana ve bu konuda Amerikan emperyalizminin doğrudan desteğini alıyor. Çünkü, İngiliz tekelci sermayesinin çıkarları bunu gerektiriyor.

Almanya ve Fransa ise AB'nin siyasi ve askeri bir birlik olarak gelişmesinden yanalar. Alman ve Fransız tekelci sermayeleri, kendi başlarına dünya hegemonyası için mücadele edemeyeceklerinin, dünyanın yeniden paylaşımında tek başına sonuca gidemeyeceklerinin bilincindedirler. Onların siyasal birliği ilerletmelerini istemeleri, bu rekabet gücünü artırmak içindir.

AB, mevcut mali krizini çözebilir. Ama anayasa bağlamında gündeme gelen ve doğrudan AB'nin geleceğini ilgilendiren; nasıl bir AB sorunundan kaynaklanan siyasi krizini kolay kolay çözemez. Bu krizin iki çözüm yolu vardır: AB ülkeleri, ya AB'nin ekonomik bir entegrasyon olarak kalmasında, ya da siyasi bir birlik olarak gelişmesinde karar kılarlar. Her halükarda AB'nin bundan sonraki gelişmesi bugüne kadarki gelişmesinden oldukça farklı olacaktır. Çünkü AB, ekonomik entegrasyon olarak gelişmesinin sınırlarına varmıştır. Bundan sonraki gelişme, mevcut sınırların aşılması anlamına gelmektedir.