Üç hafta boyunca binlerce araba ateşe verildi, karakollar, iş-yerleri, bankalar, de-polar yakıldı. Üç hafta boyunca varoşlarda barikatlar kuruldu, karakol baskınları dü-zenlendi, polise karşı taşlı sopalı çatışmalar ve yer yer de silahlı saldırılar gerçekleştirildi. Yüzlerce, binlerce ve giderek on binlerce göçmenin katıldığı eylemler bütün Fransa'ya yayıldı.
Polisin kovaladığı iki göçmen gencin sığındıkları trafoda elektrik çarpması sonucu ölmesi (Paris, Clichy-sous-Bois banliyösü), göçmen isyanının patlak vermesinin sadece bir vesilesi olmuştur. Sonrası gelişmeler, Fransız işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının bir parçası olan göçmenler ile burjuva düzen arasındaki çelişkilerin ne denli biriktiğini ve keskinleştiğini göstermektedir. Bu bir göçmen ayaklanmasıdır. Avrupa'nın emperyalist ülkelerinde baskı altında tutulan, dışlanan, aşağılanan, ikinci sınıf insan olarak görülen göçmenler nasıl bir dinamik, devrimci potansiyel taşıdıklarını şimdilik Fransa'da gösterdi-ler.
Göçmen gençliğinin tutuşturduğu ateş, sadece Fransız tekelci burjuvazisini değil, göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları bütün emperyalist ülkelerde tekelci burjuvaziyi telaşlandırdı. AB'nin emperyalist ülkeleri, göçmen girişini engellemek için AB sınırlarını aşılmaz kaleye çevirmenin çare olmadığını, bu kalenin içten fethedilme tehlikesinin daha büyük ve olası olduğunu bizzat gördüler.
Yakılan arabalar, işyerleri, basılan, molotoflanan karakollar, kurulan barikatlar, keskinleşen sınıf çelişkisinin, sisteme duyulan kinin açığa vurulmasından başka bir anlam taşımamaktadır. Bu kendiliğindenci mücadele sürecinde devleti temsil eden her şeye duyulan nefret, devletten yana olmayanlara da zarar verebiliyor. Ama sorunun esas yönü bu değil. Soru-nun esas yönü, görünüşteki sessiz-liğin bozulması, baş-kaldırı cüretinin gösterilmesidir. Okulsuz-luğa; eğitimsizliğe, mesleksizliğe, hastane-sizliğe, işsizliğe, mafyaya, uyuşturucu tica-retine karşı duyulan öfkenin dillendirilmesidir bu ayaklanma.
Fransa'da olduğu gibi diğer emperyalist ülkelerde de neoliberal saldırıları en ağır hissedenler göçmenlerdir. Emperyalistlerin "uluslararası terörizme karşı mücadele"sinin, "anti-terör" yasalarının, ırkçı ayrımcılık politikalarının hedef tahtasında onlar var. Emperyalist burjuvazi, yasalar ve pratik tavrıyla günlük yaşamı apartaydlaştırıyor ve toplumun "yerli" kesimini buna alıştırmaya yöneltiyor. Ayrımcılık kanıksatılıyor. İşte 27 Ekim'de dile getirilen buna karşı mücadeleydi.
Avrupa'nın emperyalist burjuvazisinin toplumu "yerli-yabancı" diye bölmek ve bu ırkçı zehirle işçi sınıfı ve emekçi yığınlar arasında etniğe dayalı ayrım duvarları çekmek için mutlaka faşistlerin öne sürmesi gerektiğni anlayışının ne denli yanlış olduğunu, AB uygulaması bizzat göstermektedir. Fransa'da gördüğümüz gibi bunun için mutlaka bir Le Pen'e gerek yok. Bunun için Fransa'da Sarkozy, Almanya'da Schily var. Esas olan devletin faşistleştirilmesinin devlet politikası yapılmasıdır. AB, sınırlarını aşılamaz kaleye çevirmeye çalışmakla, çıkartılan yasalarla, göçmenleri sınır dışı etmekle vs. vs. bundan başka bir şey yapmıyor.
Göçmenlerin ayaklanması, Fransız "solu" tarafından destek görmemiştir. Fransız "solu", kendisine komünist diyen örgütler, göçmenlerin bu kendiliğindenci mücadelesine destek vermek için ne çaba harcadıklarını kendilerine sormalılar. Onlarla beraber molotof kokteyli mi attınız? Onları bir yerden diğer bir yere mi taşıdınız? Lojistik destek mi sundunuz? Barikatları beraber mi kurdunuz? Yaralıları tedavi için, arananları saklamak için ne yaptınız? Bu ayaklanmanın siyasal özünü önplana çıkartmak ve Fransız işçi sınıfı ve emekçi yığınlarının desteğini almak ve onları eylemli destek için örgütlemeye çalıştınız mı?
Anlaşılan o ki, hükümetin neoliberal saldırılarını protesto eden örgütlü güçler; Amerikan emperyalizminin Irak'a saldırısı karşısında AB'nin tavrı yanında yer alan güçler; Avrupa ve Dünya Sosyal Forumu'nu örgütleyen güçler sosyal şovenizme yenik düşmüşlerdir. Fransız Komünist Partisi, bu revizyonist parti, bir biçimde Fransa'nın geleceği için mücadele edenleri "vandal"lar olarak tanımlamaktan geri kalmamıştır.
AB Anayasasının çöpe atılmasında önemli rol oynayan örgütlü güçler, bırakalım göçmenlerin yanında olmayı, 1955'ten kalma ve Cezayir ulusal kurtuluş mücadelesini bastırma amacıyla çıkartılan sıkıyönetim yasasının yeniden uygulanmaya konması karşısında ne yaptılar?
Bu türden sorular çoğaltılabilir. Esas olan şudur ki, Fransa'daki göçmen ayaklanması, bütün eksikliğine ve kendiliğindenci karakterine rağmen devrimci bir patlamadır ve bundan ders çıkartılmalıdır. Emperyalist ülkelerdeki göçmen hareketi, göçmen kitlesi var olduğu müddetçe var olacaktır. Emperyalist burjuvazi bu hareketi, toplumsal hareketten tecrit etmeye ve "yerli" toplumu bu harekete karşı örgütlemeye bundan sonra daha da önem verecektir. Bu hareket, patlak verdiği her bir ülkedeki sınıf mücadelesinin bir parçası olarak; onun bir öğesi olarak algılanmalıdır. Burada sınıf mücadelesinde yer alan devrimci ve komünist dinamiklere büyük görevler düşmektedir.
Fransa'da göçmen hareketi öğretiyor!
|