GERÇEĞE BAKMAYA ÇAĞRI
Share on Facebook Share on Twitter
 
Diğer yazılar
 

Gelin, kendimize bazı sorular soralım bugün. Doğruluğunu sadece kendinizin bilebileceği ve size ait

yanıtları olan sorular. Bir çeşit test olsun bu.

Hadi başlayalım;

Ne kadar gerçek? Birinci sorumuz bu.

Düşleriniz, sözleriniz, öfkeniz, acılarınız, iddialarınız ve elbette umutlarınız?

Bir kez daha soralım; ne kadar gerçek?

Herhangi bir kimseye sormuyoruz bu soruyu. Eğer bu yazıyı okuyorsanız, siz bizim için herhangi biri

değilsiniz demektir. Bir yoldaş, bir taraftar, bir devrim dostu veya bir yurtsever. Yani bizim tarafta olan biri.

Aynı zeminde olduğumuz, aynı amaç ve ideal için birşeyler yapmaya çalıştığımız biri. Doğaldır ki, sorularımız

da, bu ortak idealimiz kapsamında. O zaman, birinci soruya ikincisini ekleyelim;

Bu düzende yaşamaktan memnun musunuz?

Değilseniz, ki bu bildiriyi okuduğunuza göre olmamalısınız, onunla gerçekten kavgalı mısınız? Düzenle

aranızda somut bir mesafe var mı? Yoksa müzmin bir muhalif gibi çok konuşup ama onun sınırları ve tarzıyla

mı yaşıyorsunuz? Onun kültürü, onun hayalleri, onun işleri ya da sınırları mı sizi yönetiyor? Yoksa

amaçlarınız mı?

Bunu anlamak o kadar zor değil. Doğru yanıt için en somut yöntem gelecek planlarınıza bakmaktır. Bir

bakın isterseniz; bir hafta, bir ay ya da bir kaç yıl sonrası için planlarınız arasında özgürlük, devrim hayali ya

da mücadele ne kadar gerçek bir yer tutuyor? Onun sorunlarına ne kadar kafa yoruyorsunuz? Mesela, daha iyi

bir yaşam, kendiniz ya da çocuğunuz için daha iyi bir okul, güzel eşyalar, kıyafetler, iyi bir ev, belki de bir

araba? Meslek sahibi olma isteği, "çocuğum, kardeşim okusun, iş-güç sahibi olsun" düşüncesi ne kadar

yönetiyor sizi. Kuşkusuz güzel şeylere layıktır insanlar, bir itirazımız yok. Ama bu düzende bunları elde

etmek pek kolay olmaz değil mi? Çok çalışmayı, yoğunlaşmayı, yorulmayı ve zaman harcamayı gerektirir.

Eğer atadan-dededen bir mirasa konmamışsanız? Tabi o zaman da "bunları ne oranda mücadelenin hizmetine

sunuyorsunuz? sorusu gelir doğal olarak.

"Ne yapmak istiyorsunuz" diye sormayın hemen. Bekleyin ve sorulara yoğunlaşın. şte üçüncüsü;

Devrime, özgür bir Kürdistan'a gerçekten inanıyor musunuz?

Onun iyi, uğruna birşeyler yapmaya değer bir amaç olduğuna gerçekten inanıyor musunuz? "Hoş bir

hayal" olarak mı görüyorsunuz devrimi? Yoksa "olacak/kurulacak ama biz göremeyiz" mi diyorsunuz?

"Herkes çalışır, bir şeyler yaparsa tabii ki olur" ya da "kendim için yaşıyorum, devrimci yaşıyorum" da diyebilirsiniz

elbette. Cevaplar sizin. Samimiyeti de.

Devrimi, özgürlüğü, bağımsızlığı ve sosyalizmi, önce kendimiz için isteriz bunda yanlış bir şey yok. Ama

biliriz ki elde etmenin yolu bunu herkesle paylaşmaktır. Peki yapıyor musunuz? İnandığınız bu fikirleri

herkese yaymak için gerçekten çabalıyor musunuz? Bunu bir hak, bir görev ve bir zorunluluk olarak görüyor

musunuz? Çevrenizi, kardeşinizi, çocuğunuzu, anne-babanızı, işyerinizdeki arkadaşınızı devrimcileştirmek

için ne kadar emek harcıyorsunuz?

"Eylemler olsun ama ben katılmayayım. Boykot olsun ama başım derde girmesin. Gençler devrimci olsun

ama bizimkiler önce okusun. Herkes mücadeleye katkı sunmalı ama benim kredi kartı taksitim var. Halkımız

tabii ki evini devrimcilere açmalı ama bizim ev kalmak-toplanmak için uygun değil. Arkadaşımdan akrabamdan

böyle bir şeyi nasıl isteyebilirim ki? Kadınlar özgürleşmeli ama ben ailemin dedikodulardan üzülmesini

istemem. Kızım-kızkardeşim yapamaz bu işi. Şu faşistlere hakettikleri dersi vermek lazım ama yapan ben

olmayayım. Okumak, aydınlanmak tabii gerekli ama benim hiç vaktim yok. Birlik lazım ama halkımız birlik

olmuyor ki. Gazetemizin tirajı daha yüksek olsun ama ben başkasına nasıl gazete satarım? Sömürgeciliği

kovup özgür ülkemizi yaratalım ama ben hiç bedel ödemeyeyim."

Sorular, sorular, sorular.

Biriyle bile ilişkiliyseniz elbetteki kendinizi iddialarınız karşısında ne kadar tutarlı gördüğünüzü sorgulamalısınız.

Gerçekten yapabilecekleriniz bu kadar mı?

"Devrim de, özgür Kürdistan da iyi bir şey. Benim de elimden gelen bu" mu diyorsunuz? Sahiden buna,

yani elinizden gelenin bu olduğuna inanıyor musunuz? Şimdikinden üç tane daha fazla gazete alamaz mısınız? Şu an gittiğinizden fazla insana, öyle çok değil, üç-beş kişiye daha, gidip onları devrim davasına

kazanmaya çalışamaz mısınız? Yarım saat daha az uyuyup, işe gitmeden yeni işçilere bir kaç bildiri de siz

götüremezsiniz değil mi? Bir paket daha az sigara içip, biraz dişinizi sıkıp belki bir üssün yaratılmasına, bir

silaha, bir baskı makinasına katkı da sunamazsınız? Hatta ailenizi, kardeşinizi, arkadaşlarınızı, komşunuzu ya

da çevrenizdeki herhangi bir emekçiyi bu aşağılık düzende yaşamak yerine, daha özgür bir ülkede yaşamaya

da ikna edemezsiniz öyle mi?

Gerçekten bunlara inanıyor musunuz? Peki daha fazlasını yapanların sizden ne farkları var?

Olanaklarınız bunlardan mı ibaret?

Özgür ve insani bir yaşam için, mücadelenin hizmetinde kullanılsın diye sınırlı da olsa bağış verdiğinizi

varsayalım. Daha fazlasını veremez misiniz? Peki kendi günlük ihtiyaçlarınıza ayırdıklarınızla, bir takım projelerinizle

kıyaslayın bakalım bu miktarı? Hiç vermeyenler her halde daha başka sorular soruyorlardır kendilerine.

Ya da sormalılar. Samimiyetlerini ve iddialarını sorgulamalılar. Kişisel işleriniz ya da sorunlarınız için

kafa yorduğunuz kadar enerji harcıyor musunuz devrim için?

Bir toplantıya ev sahipliği, bir eğitim yeri, bir araba, bir fotokopi imkanı, bir fotoğraf makinası, bir kaç

parça giyecek, yeni insanlara vermek üzere her hafta bir kaçtane fazla alınan gazete, bir komünistle evinizi,

odanızı paylaşma, hapishanedekilerin ailelerine, ölüm orucu gazilerine destek, maaşınızın-gelirinizin belli bir

miktarıyla düzenli bağış....Bunları da yapamaz mısınız?

Sömürgeci zulme, ulusal varlığımızın inkarına, emek sömürüsüne karşı, gerçekten öfke duyuyor

musunuz?

Peki bunu nasıl gösteriyorsunuz? Kendi kendinize kızarak, küfrederek, içe kapanarak, lanet okuyarak mı?

"Örgütlü bir halkı hiç bir kuvvet yenemez" diyordu Şilili İnti İlimani müzik grubu, severek dinlediğimiz bir

marşlarında. Katılıyor musunuz sizde? Peki gerçekten örgütlü müsünüz? Bir sendikada, kooperaktifte,

dernekte ve en önemlisi partide, hücrede, çalışma grubunda. Değilseniz neden?

Evet, giderek sona doğru yaklaşıyoruz.

Gerçekten yeni ve onurlu bir dünya için iktidarı istiyor musunuz?

Biz isitiyoruz. Bu amaçla biraraya gelen her yaştan ve her milliyetten komütnistleriz. Hem özgür bir

Kürdistan hem de sosyalist bir Türkiye yaratmayı amaçlıyoruz. Devrimci ve yurtsever hareketin bütün

mirasını kendimizin kabul edip, onun verdiği sorumlulukla çalışıyoruz. Canbedeli bir mücadele yürütüyoruz.

Kazanmak için bu gerekli. Bunun da her şeyden önce örgütlü olmaktan, örgütlü dövüşmekten geçtiğini biliyoruz.

Devrime inanıyoruz. Sabancıların, Koçların, Bucakların kirli dünyasında yaşamak istemiyoruz.

İnsanın insanı sömürmediği, halkların özgür olduğu bir dünya istiyoruz. Bunun bedeller ödenerek kazanılacak

bir dünya olduğunu biliyoruz. "Kasım, Şehitler Ayı" vesilesiyle, onurla andığımız, bir kez daha anılarına

bağlılık sözü verdiğimiz şehitlerimiz ve onların eylemleri bize bunu gösteriyor.

Her gün zaten işkencelerin, sömürünün, zulmün en pervasızını yaşayan işçi ve emekçilere, ezilen

halkımıza inanıyoruz. Herkesin, bu işe aynı düzeyde katılması gibi bir beklentmiz yok. Ancak herkesin

özgür ve onurlu bir dünya inşa etmek için yapacak birşeyleri olduğunu biliyoruz.

Partimiz, böyle bir dünya yaratmak için mücadele ediyor. Bu ideale inandığımız için örgütlüyüz. Birleşerek

kazanabileceğimize inanıyoruz. Ve bu ortak amaçta buluştuğumuz herkesten, yapabileceğinin en

fazlasını yapmasını, bu mücadelede, komutan, savaşçı, taraftar, destekçi, dost ama mutlaka bizim tarafta

olmasını istiyoruz.

Paylaştıkça çoğalan düşlerimiz var bizim. Her gün bir çok tuğlasını üstüste koyduğumuz, çalışana da,

destekleyene de onur ve mutluluk veren bir yapı yükseltiyoruz.

Özgür ülkemiz, eşit, adil ve kardeş bir dünya için!

Bir kez daha bakın isterseniz;

Siz bu işin neresindesiniz?

MLKP KÜRDiSTAN ÖRGÜTÜ

Kasım 2003